Namazın Önemi
Namaz Allah’a ulaşmaya, varlığı yorumlamaya, değişik ilimlerle kâinatı hallaç etmeye müsait yaratılan insanın tabiatına en uygun bir ibadettir.
“Dua, ibadet, bağışlanma dilemek, yalvarmak” anlamında Farsçadan Türkçemize “namaz” olarak geçen ve “tazim için eğilmek, kulluk” gibi mânâlara da gelen “salât” kelimesi ve türevleri Kur’ân-ı Kerîm’de 99 yerde geçer.[1] Tam 33 yerde zekât emrinden hemen önce namaz emri vardır. Bu durum aslında namazın önemine oldukça açık bir işarettir. Zikrettiğimiz 33 ve 99 rakamlarının, namazlardan sonra Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından emredilen 33 “Sübhânallah”, 33 “Elhamdülillâh” ve 33 “Allahuekber” mübarek tesbihlerinin sayılarına ve toplamlarına denk geliyor olması da dikkat çekicidir.
Bakara Sûresi’nin üçüncü âyetinde, “O kimseler ki, gaybe inanırlar.” cümlesi ile Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamete, haşr u neşre, kaza ve kadere “iman rükünleri” öz bir şekilde beyan buyrulmaktadır. Öz ya da işaret yolu ile iman rükünlerine dikkatler çekildikten sonra insan zihni, İslâm rükünlerine de aynı şekilde temas buyrulmasını beklerken, âyet-i kerîme İslâm’ın rükünlerinden ikisine ismen ve sarahaten temas etmektedir. Bunlardan birincisi namazın ikamesi diğer bir tabirle gereği üzere kılınması, ikincisi ise maddî/manevî kazançlardan infakta bulunmadır. (Bakara, 2/3)
“Namazı kılın, zekâtı verin.” (Bakara, 2/43) mealindeki âyet-i kerimede, önce İslâmî rükünlerden “namaz” ve hemen arkasından “zekât” zikredilmektedir. Pasaj/cümle diğer bir İslâmî rükünden bahisle ilerleyecekmiş gibi görünürken, namazın önemli bir cüz’ü olan “rükû” emri “وَارْكَعُوا” “rükû edenlerle birlikte siz de rükû ediniz” şeklinde çoğul hâlde zikredilmekte, dolayısı ile “namazların cemaatle edası” keyfiyetine güçlü bir işaretle, rükû rüknüne de tam bir sarahatle temas buyrularak nazarlar yeniden namaza tevcih edilmiş olmaktadır. (Bakara, 2/43)
Başka bir âyet-i kerimede ise mealen; “Sizin veliniz/dostunuz ancak Allah Teâlâ’dır. Ve O’nun peygamberidir ve imân etmiş olanlardır. O imân edenler ki, namazı dosdoğru kılarlar ve zekâtı verirler..” (Mâide, 5/55) buyrularak “dostlar” nazarlara verilmekte, bu dostların ancak Allah (celle celâluhu), Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Allah’a (cc) iman eden müminler olduğu beyan buyrulmaktadır. Devamında “dost” özelliği taşıyan müminlerin vasıfları verilmektedir. Dostların ilk özelliği namazı tam manası ile ikâme eden kimseler olmalarıdır. İkinci özellikleri zekâtlarını aksatmadan vermeleridir. Üçüncü olarak ise -zihinler, bu dostların oruç ve hac gibi diğer İslâmî özelliğinin zikredilmesini beklerken- namazları cemaatle ifa etmeleri, cemaat hâlinde yaşama ve bizzarure cemaatten ayrılmama özellikleri “وَهُمْ رَاكِعُونَ - onlar rükû eden müminlerdir” mânâsındaki tek bir kelime ile ifade edilmektedir. (Mâide, 5/55)
Namaz o derece önemli bir ibadettir ki, Hz. Adem’den (as) itibaren bütün peygamberlerin ve dinlerin tebliğinde yer almıştır. Hz. İbrahim (as) (İbrahim, 14/40), Musa (as) (Mâide, 5/12), Şuayb (as) (Hud, 11/87), Zekeriyyâ (as) (Al-i İmran, 3/37) ve İsa (as) (Meryem, 19/31) ve diğer peygamberlerin namaz ile emredildiklerini Kur’ân-ı Kerîm bizlere haber vermektedir.
İslâm’ın Beş Temel Şartından Biri
Namazın, İslâm’ın beş şartından birisi olduğunu Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyan buyurmaktadır.[2] Bilindiği üzere bu temel şartlardan “namaz” ve “oruç” bedenî, kalbî, ruhî, aklî, zihnî ve sırrî bir ibadet durumunda iken, “zekât” ve “hac” az önce sayılanlara ilâve olarak aynı zamanda malî bir ibadettir. Şayet bir Müslüman’ın malî durumu zekât ve hac rükünleri için yetersiz ise, bu durumda böyle bir kimse için geride kalan seçenekler sadece “namaz” ve “oruçtur”. Bilindiği üzere namaz ve oruç için herhangi bir malî külfet söz konusu değildir. Buna rağmen namaz ve orucu (hafazanallah) önemsememe gibi bir sıkıntı varsa, böyle bir kimse ebedî hayatı konusunda müthiş derecede tedirgin olmalıdır.
Malî ve bedenî ibadetler mukayesesine kısaca temas etmişken, “Zenginler sevapça daha ileride midirler?” gibi zihinlere gelebilecek bir soru açısından şu rivayeti aktarmakta fayda mülahaza etmekteyiz:
Ebû Zerr’den (ra) rivayet edildiğine göre bazı insanlar:
“Ey Allah’ın Resulü, zenginler bütün sevapları alıp götürüyorlar; çünkü onlar da bizler gibi namaz kılıyor, oruç tutuyor, ayrıca zenginliklerinden dolayı sadaka da veriyorlar.” dediler. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Allah sizlere sadaka verme ve bu yönde sevap kazanma imkânı vermedi mi sanıyorsunuz? Her Sübhanallah demek bir sadakadır, her Allahüekber demek bir sadakadır, her Elhamdülillah demek bir sadakadır, her Lâ ilâhe illallah demek bir sadakadır, iyiliği emretmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır.” buyurdular.[3]
Beş Vakit Namaz
Cenâb-ı Hak, mealen:
“Namazlara ve orta namaza devam edin” (Bakara, 2/238),
“Şüphesiz namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır” (Nisa, 4/103),
“Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl” (Hûd Sûresi, 11/114),
“Güneşin doğuşu ve batışından önce, gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün her iki vaktinde tesbih et” (Taha, 20/130), yüksek beyanları ile günde beş vakit namazın müminler için çok önemli bir vazife ve sorumluluk olduğunu bizlere hatırlatmaktadır. Ayrıca Nisa, 4/103; İsra, 17/78; Nur, 24/36; Rum, 30/17-18; Kaf, 50/39-40; Dehr (İnsan), 76/25-26 âyet-i kerîmelerinde de beş vakit namaza ve vakitlerine temas edilmektedir.
Cabir b. Abdillah (ra) anlatıyor:
“Namaz vakitlerini öğretmek için Cebrail (as) Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi. Cebrail (as) imamet için öne geçti. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasına durdu. İnsanlar da Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasına durdu. Cebrail (as) güneş tepeden henüz döndüğü sırada öğle namazını kıldırdı. Cebrail (as), her şeyin gölgesi bir misli olunca yine geldi. Daha önce yaptığı gibi tekrar öne geçti. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun arkasında, cemaat de Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasında olduğu hâlde ikindi namazını kıldırdı. Cebrail (as) güneş batınca tekrar geldi. Yine öne geçti. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasında, cemaat de Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasında olduğu hâlde akşam namazını kıldırdı. Sonra Cebrail (as) şafak (ufuktaki kızıllık) kaybolunca yeniden geldi ve öne geçti. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasında, cemaat de Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasında olduğu halde yatsı namazını kıldırdı. Sonra Cebrail (as) fecir vakti olduğunda (sabah) tekrar geldi ve öne geçti. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasında, cemaat de Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) arkasında olduğu hâlde sabah namazını kıldırdı.
İkinci gün, Cebrail (as) bu defa kişinin gölgesi bir misli kadar olunca geldi ve bu defa öğle namazını kıldırdı. Sonra kişinin gölgesi iki misli olunca geldi. Bu defa da ikindi namazını kıldırdı. Sonra güneş batınca geldi ve önceki gün yaptığı gibi akşam namazını kıldırdı. Akşamı kıldıktan sonra uyuduk. Sonra uyanıp tekrar uyuduk. Tekrar uyanınca Cebrail (as) geldi ve dünkü yaptığı gibi yatsı namazını kıldırdı. Daha sonra tan yerinin beyazlığı yayılınca geldi. Daha yıldızlar parıldamakta iken dün yaptığı gibi sabah namazını kıldırdı. Cebrail (as) sonra dedi ki: “Dünkü kıldırdığım vakitlerle bu günkü kıldırdığım vakitler arasındaki zamanlar namaz vakitleridir.”[4]
Ashab hazeratı mescidde Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte otururken, Dımam İbnu Sa’lebe gelerek İslâm’ın temelleri ile alâkalı bazı sorular sormuş, Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) cevaplarını almış, sorularından birisi de şu şekilde olmuştur: “Allah Teâlâ adına soruyorum: Gece ve gündüzde beş vakit namaz kılmanı sana Allah mı emretti?” Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): “Allah’a yemin olsun evet!” demiştir.[5]
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Namazlarınızı benden gördüğünüz şekilde kılınız.” buyurmuş[6], namazların vaktinden soran bir adama da: “İki gün namazları bizimle kıl.”[7] diyerek namazların vakitlerini, rekât sayılarını ve kılınış şekillerini uygulamalı olarak talim buyurmuştur.
Günlük namazların beş vakit kılınması konusunda Kitap, Sünnet ve icmâ-ı ümmet gayet açıktır. Dolayısı ile gerek geçmişte ve gerek günümüzde, günlük namazların kaç vakit olduğu ve kılınış şekilleri ile ilgili en küçük bir ihtilaf yoktur.
Vaktinde Kılmak
Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) ashab hazeratı çeşitli vesilelerle hangi amelin daha faziletli olduğunu sormuşlar, nübüvvet feraseti kaynaklı ferdî farklılıkların gözetildiğini düşündüğümüz cevaplar almışlardır. Ancak namaz yüksek bir öneme sahip olduğu için, namazı emreden birçok âyet-i kerîmenin yanısıra Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) namazın vaktinde kılınmasına verdiği önemin ve hassasiyetinin doruk noktasında olduğunu görmekteyiz. Ümmü Ferve’nin rivayetine göre, Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) “Hangi amel efdaldir?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “İlk vaktinde kılınan namaz!”[8]
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ali’ye (ra) şu tembihte bulunmuştur: “Ey Ali; Vakti girdiği zaman namazı sakın geciktirme.”[9]
Hz. Ömer’in (ra) rivayetine göre de bir adam gelerek; ‘Ey Allah’ın Resûlü! İslâm’da Allah’a en sevimli olan şey nedir?’ diye sormuş, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da; ‘Vaktinde kılınan namaz. Namazı terk edenin dini yoktur. Namaz dinin direğidir.’ buyurmuştur.”[10]
Kıyamet Gününde Kulun İlk Hesaba Çekileceği Amel
Ebu Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı tamam ise, felaha erer ve kurtulur. Fakat namazı yoksa kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarında noksanlar çıkarsa, (en iyi şekilde bilmesine rağmen) Azîz ve Celîl Rabb’i: ‘Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız.’ der. O kulun farzlardaki eksikleri varsa nafileleri ile tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.”[11]
Dinin Direği
“Namaz dinin direğidir.” mealindeki hadîs-i şerîf, Müslümanlar arasında yerleşmiş ve meşhur olmuştur. Ancak zaman zaman da olsa bazı kimseler bu beyanın sıhhati ile ilgili yersiz şüphe yaymaya çalışmaktadır. Hâlbuki bu cevâmiu’l-kelim (az ve öz sözcüklerle çok şeyi ifade etme, konuşulan mevzuda az sözle kapsamlı ifade) cümlenin diğer hadîs kitaplarında da şahitleri bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesinde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Muâz b. Cebel’e şöyle buyurmuştur:
“Sana bütün işin başını ve onu ayakta tutan direğini, zirve noktasını söyleyeyim mi? Ben, söyle ey Allah’ın Resulü dedim. Şöyle buyurdu: “İşin başı İslâm, onu ayakta tutan direği namaz, zirve noktası ise Allah için çabalamaktır.”[12]
Şeyhü’l-İslâm İbn Hacer, “Namaz dinin direğidir” mealindeki hadîs-i şerîf için “Ravileri sika/güvenilir.”[13] demekte, İmam Beyhakî de Şuabu’l-Îman’ında bu hadîs-i şerîfi şu şekilde aktarmaktadır: Hz. Ömer’in (ra) rivayetine göre bir adam gelerek; Ey Allah’ın Resulü! İslâm’da Allah’a en sevimli olan şey nedir?’ diye sordu. Resûlullah da (sallallahu aleyhi ve sellem); ‘Vaktinde kılınan namaz. Namazı terk edenin dini yoktur. Namaz dinin direğidir.’ buyurdu.[14]
Allah’a (celle celâluhu) En Yakın Olunan Ân: Secde
Secde, namazda alnı, burnu, elleri, dizleri ve ayak parmak uçlarını da kıbleye bakacak şekilde yere koyarak Allah’ı (celle celâluhu) gönülden ve ürpererek anma ve namaza ait temel bir rükündür. Abdullah b. Abbas (ra) rivayetine göre Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Yedi kemik (bir rivayette yedi uzuv) üzerinde secde etmekle emrolundum: Bunlar; alın -burnuna da eliyle işaret etti- (Böylece burun-alın bir sayıldı), iki el, iki diz ve iki ayağın parmak uçlarıdır.”[15]
Secde kelimesi türevleri ile birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de 92 yerde geçmektedir. Secde, namazın en önemli hareketi, ibadet ve kulluğun özü ve esasıdır. Kul, secde ile taatullah, haşyetullah, marifetullah ve muhabbetullahın en yüksek mertebelerine ulaşma imkânı bulur. “Secde et ve (Rabb’ine) yaklaş!” (Alak, 96/19) ki aynı zamanda secde âyetidir, kulun Allah’a en yakın olacağı ânın secde anı olduğunu haber vermektedir. Ebu Hüreyre (ra)’den rivayete göre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Kulun, Allah’a en yakın olduğu zaman secdede olduğu ândır. Bu sebeple secdelerde çok dua edin.”[16]
Manevi Kirleri Temizlemesi
Namaz sürekli bir temizlenme ve arınma ameliyesidir. İnsanın gün içerisinde el ve yüzünü defalarca yıkama lüzumu hissetmesi gibi, insanın batınî lâtifeleri de gün içerisinde beş vakit namaz ile bir arınma ve temizlenme ihtiyacı içerisindedir ve bunu sağlayacak olan tek husus, Allah rızası gözetilerek kılınacak vakit namazlarıdır.
Hz. Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: “Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini işittim:
“Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beş kere yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mı, ne dersiniz?”
“Bu hâl, onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!” dediler. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):
“İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler.” buyurdu.[17]
Kötülüklerden Alıkoyması
Kur’ân-ı Kerîm’de namaz ile ilgili âyet-i kerîmelerden, namaz kılan kimsede zihnî, ruhî ve kalbî oldukça önemli değişim ve dönüşümlerin gerçekleştiğini, bunun yüksek ahlâk olarak davranışlara yansıdığını, iman-ibadet-yüksek ahlâk vetiresinde namazın büyük ehemmiyeti olduğu anlaşılmaktadır. “Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor?” (Hûd, 11/87) mealindeki âyet-i kerime, bir yönü itibarı ile namaz ve insanın fiilleri arasındaki uyum ve irtibatı söz konusu etmektedir. Bu irtibatı gösteren diğer bir âyet-i kerime ise mealen şu şekildedir:
“(Resulüm!) Sana vahiy edilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 29/45)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem); “Her kimin kıldığı namaz kendisini hayâsızlıktan ve münkerden alıkoymuyor ise onun namazı yoktur.”[18] buyurmaktadır. Ümmü Seleme’den (r.anhâ) rivayete göre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Namaza dikkat edin, namaza!” buyurmuştur.[19]
Terkindeki Tehlike
Kur’ân-ı Kerîm’de namazın terki veya önemsenmemesi ile alâkalı olarak mealen şöyle buyrulur: “Namazlarından gaflete düşen (kıldıkları namazın değerini bilmeyen, namazlarının vaktini önemseyerek terk eden ya da vaktinde kılmayan) musallîlere veyl olsun!” (Mâun, 107/4-5)
“Veyl” kelimesini İbn Abbas (ra) azap, Osman b. Affân (ra) Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayet ile Cehennem’de bir dağ[20], Ebu Said el-Hudrî (ra) yine Resûlullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayet ile Cehennem’de bir kişinin ancak kırk yıl aşağıya düşerek varabileceği bir çukur[21] olarak tanımlamıştır.
“Sakar” adlı Cehennem’e girişin gerekçesi sorulduğunda, orada bulunanların ilk söyledikleri sebep, namaz kılmayışları olmaktadır. “Her bir kişi kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır. Ashabu’l-yemîn müstesnâ, onlar Cennetlerdedirler. Suçlulara sorarlar: ‘Sizi Sakar’a (Cehenneme) ne sürükledi?’ Derler ki: ‘Biz namaz kılanlardan değildik, yoksullara yedirmezdik, (günaha, yanlışlıklara) dalanlarla birlikte dalardık. Din gününü de yalanlardık. Nihayet ölüm gelip bize çattı.’ Artık şefaat edebileceklerin şefaati de onlara fayda vermez.” (el-Müddessir, 74/38-48)
Namazı terk edenlerle ilgili bir diğer âyet-i kerimede Cenâb-ı Hakk mealen şöyle buyurur:
“Bunlardan sonra ise namazı zayi eden, arzularına uyan bir kavim geldi. İşte onlar Ğayy (Cehennem) ile karşılaşacaklardır.” (Meryem, 19/59) Bu âyet-i kerimeyi tefsir eden Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu Umame el-Bâhilî’nin (ra) rivayeti ile şunları aktarmaktadır:
“Eğer bir kaya parçası Cehennem’in kenarından aşağıya atılacak olursa, yetmiş yıl düşse bile Ğayy ve Âsâm’a ulaşmadıkça Cehennem’in en derin noktasına ulaşmış olmaz.”
“Ğayy ve Âsâm nedir?” diye sorulunca da şöyle buyurdular:
“Bunlar Cehennem’in dip tarafındaki iki kuyudur. Cehennemliklerin irinleri buralardan akar. Allah Teâlâ’nın: ‘Namazı terk eden, arzularına uyan bir kavim geldi. İşte onlar Ğay ile karşılaşacaklar.’ (Meryem, 19/59) âyet-i kerîmesi ile ‘Kim bunları işlerse Âsâm ile karşılaşır.’ (Furkan, 25/68) buyruklarında söz konusu ettiği kimseler bunlardır.”[22]
Bir gün Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazdan bahsetti. Buyurdu ki: “Her kim şu beş vakit namazı eksiksiz kılarsa, namazı kıyamet gününde ona bir aydınlık, hakkında delil ve kurtuluş olur. Her kim de bu beş vakit namazı gereği gibi kılmazsa ne nur, ne delil ne de kurtuluş olur. Kıyamet gününde de Karun, Firavun, Haman ve Ubeyy ibn-i Halef ile birliktedir.”[23]
Hz. Ebu’d-Derda’nın (ra) rivayetine göre Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine şöyle bir tavsiyede bulunmuştur: “Parça parça kesilsen de, yakılsan da Allah’a ortak koşma ve farz olan namazı bilerek terk etme. Kim ki farz olan namazı bilerek terk ederse, Allah’ın koruması ondan uzaklaşmıştır.”[24]
Sonuç
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), kişinin namazı terk ile küfre düşeceğini haber vermiş,[25] namazın terk edilmesinin şirk olduğunu belirtmiş,[26] “Namazı olmayanın (kâmil mânâda) dini yok demektir. Namazın dindeki yeri, başın bedendeki yeri gibidir,[27] diyerek namazın mümin için dindeki merkezî konumuna dikkat çekmiştir. Maddî ve mânevî hastalıkların temelinde namazsızlık vardır. Çünkü namaz bir nur, bir aydınlık sağanağıdır.[28] Kulun Allah (celle celâluhu) ile doğrudan irtibatını sağlayan kopmaz bir bağdır.
Huşu ile Allah’a (celle celâluhu) yönelenler için namaz; huzur ve itminanın tükenmeyen kaynağı, bilhassa iftitah, kıyam, kıraat, rükû ve secde rükünleri ile biiznillah mülhime, mutmainne, râziye, marziyye ve sâfiyye mertebelerine yükselebilme platformu, rüyetullah saadetine (Mutaffifîn, 83/23, 35; Kıyâmet, 75/23) mazhariyetin üssü ve likâullaha (Enâm, 6/154; Rad, 13/2) yüksek seviyede inanabilmenin de kilididir. Ancak diğer taraftan namaz, Allah’a (celle celâluhu) mülâkî olacaklarını kabul etmeyenler (Enâm, 6/31; Yunus, 10/45; Secde, 32/10) içinse zor ve ağır bir ibadettir (Bakara, 2/45).
Hz. İbrâhim’in (as) şu güzel duası hitâm-ı misk nevinden olsun: “Ya Rabb! Beni de, neslimi de namazı devamlı ve dosdoğru kılan kullarından eyle! Duamı, lütfen kabul buyur Ya Rabb!” (İbrahim, 14/40)
* Yeni Ümit Dergisi arşivinden (Ekim, 2015; 110. sayı)
[1] M.F. Abdülbaki, Mucem, “slv” md.
[2] Buhari, iman 1; Müslim, iman 22; Nesai, iman 13; Tirmizi, iman 3.
[3] Müslim, zekât 53.
[4] Nesâî, mevâkît 10.
[5] Buhari, ilm 6; Müslim, iman 10; Tirmizi, zekât 2; Nesâî, siyam 1.
[6] Buhari, ezan, 18; Müslim, mesâcid, 293; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/436; Dârimî, salât 42.
[7] Müslim, mesacid 176, 177; Tirmizi, salat 115; Nesâî, mevâkît 12.
[8] Ebu Davud, salat 9; Tirmizi, salat 127; Müslim, iman 137; Buhari, mevâkît 5.
[9] Tirmizi, salat 127.
[10] Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, 4/300 (2550).
[11] Tirmizî, mevâkît 188. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, salât 149; Nesâî, salât 9; İbni Mâce, ikâmetu’s-salâh 202; Tirmizi, salât, 306; Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 1/291-292.
[12] Tirmizî, iman 8.
[13] İbn Hacer, Et-Telhîsu’l-Habîr fî Tahrîci Ehâdîsi’r-Râfi’i’l-Kebîr, 1/308, Müessesetü Kurtuba-1995.
[14] Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, 4/300 (2550) Mektebetü’r-Rüşd, Riyad-2003.
[15] Buharî, ezan, 133, 134, 137, 138; Müslim, salât 227-231; Ebu Dâvud, salât 150-151; Nesâî, iftitâh 40; İbn Mâce, ikâmetu’s-salâh 19; Müsned, 1/285, 286.
[16] Müslim, salât 15; Nesâî, mevâkît 35; Tirmizi, deavât 118; Müsned, 2/121.
[17] Buhâri, mevâkît 6; Müslim, mesâcid 282; Tirmizî, emsâl 5; Nesâî, salât 7; Muvatta, sefer 91.
[18] Münavî, Feyzü’l-Kadir, VI/221; Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur, VI/465; Deylemî, Firdevs, III/622.
[19] Müsned, 1/290.
[20] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, 3/163-164, Kahire-2001.
[21] İbn-i Hibban, Sahih (İbn Belban tertibi), 16/508 (7467).
[22] Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir, 8/206, (7731), Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire, trsz.
Heysemi de Mecmau’z-Zevâid’inde bu hadîs-i şerîfi nakletmekte ve şöyle demektedir: “Hadisin senedinde zayıf raviler vardır. İbn Hibban, bu ravilerin sika olduklarını ancak hata da yapabildiklerini söylemektedir.” (Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, 10/713 (18591), Dâru’l-Fikr, Beyrut-1994).
[23] Müsned, 2/169, Darimi, 2/301, İbn-i Hibban, Sahih (İbn Belban tertibi), 4/329 (1467); Beyhakî, Şuabu’l-Îman, 3/312.
[24] Müsned, 5/238.
[25] Müslim, îmân 134; Ebû Davud, sünnet 15; Tirmizî, iman 9; İbn Mace, ikâmetu’s-salâh 17; İbn-i Hibban, Sahih (İbn Belban tertibi), 4/305 (1454).
[26] İbn Mâce, ikâmetu’s-salâh 77.
[27] Taberanî, el-Mu’cemüs-Sağîr, 1/113; Suyûtî, el-Câmius-Sağîr, 2/387.
[28] Müslim, taharet 1.