Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) ve Hadîs Rivayeti
Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh), Allah Resûlü’nden gece gündüz hiç ayrılmadı. O, bir zekâ ve hafıza kahramanıydı. Gecenin üçte birinde uyur, üçte birinde ibadet eder, evrâd ve ezkârını okur; kalan üçte birinde de hafızasındaki hadisleri unutmamak için tekrar ederdi.
Hadîs ilmine az çok vukûfiyeti olan hemen herkes bilir ki, sahabe içerisinde Hz. Ebû Hüreyre, hadîs rivayeti konusunda müstesna bir yere sahiptir. Asıl adı Abdurrahman b. Sahr olduğu hâlde, kedileri çok sevdiği için Peygamber (s.a.s.) tarafından kendisine ‘Ebû Hüreyre’ (Kedicik Babası) künyesi verilmiş ve bu isimle meşhur olmuştur.1 Yemen’in Devs kabilesine mensup Ebû Hüreyre (r.a.), h. 7. yılda Medine’ye hicret etmiş ve o esnada Hayber Seferi’nde bulunan Allah Resûlü’nün (s.a.s.) yanına gelerek ashabı olma şerefine erişmiştir. Bu genel kanaatle birlikte onun, Tufeyl b. Amr ed-Devsî vasıtasıyla daha Yemen’de iken, hicretten önce Müslüman olduğuna dair rivayet de vardır.2
Hz. Ebû Hüreyre, vefatına kadar Allah Resûlü’nün (s.a.s.) yanından hiç ayrılmamış, ömrünü O’nun hizmetine adamıştır. İlmini bizzat O’ndan almış, hemen her yerde O’na refakat etmiştir. Mescid-i Nebevî’nin kenarındaki Suffe’yi kendisine mekân edinmiş ve böylelikle paha biçilemeyecek bir ilim hazinesini bizzat Allah Resûlü’nden (s.a.s.) elde etme şerefine nail olmuştur. Hz. Peygamber’le (s.a.s.) ‘sohbeti’ dört yıl kadar sürmüş, bu zaman zarfında pek çok hadîs dinlemiş ve sünnet-i seniyyenin inceliklerine vakıf olmuştur.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) hem kemmiyet hem de keyfiyet itibariyle hadîs ve sünnete olan bu vukûfiyeti, geçmişten günümüze Mu’tezile, Şia, Râfiziye ve Hâriciye gibi muhtelif mezhep mensuplarının dikkatini celbetmiş, genelde sahabeye karşı menfî bir tavır takınan bu mezhebî akımlar, Ebû Hüreyre’ye (r.a.) karşı daha saldırgan bir üslûp kullanmışlardır.3 Bu hücumlar, günümüzde farklı bir zemine taşınmış ve Batı’da İslâmî ilimlere ilgi duyan Oryantalistler, 18. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasında, bilhassa hadîs, sünnet ve sahabe hakkında şüpheler uyandırmaya matuf çalışmalar yapmışlardır. Oryantalistler, İslâm’ın temelini sarsmayı hedefledikleri bu sinsi projeyle, tanınmış sahabilere yönelik akla hayale gelmedik iftiralar uydurmuşlar ve bilhassa en çok hadîs rivayet eden sahabi olması dolayısıyla adı hadîsle bütünleşmiş Ebû Hüreyre (r.a.) hakkında bilimsel dürüstlükle bağdaşmayan bir tezyif ve tahkir kampanyası başlatmışlardır.4 Oryantalistlerin bu çabası, maalesef sayıları az da olsa, bazı Müslüman yazarlar cephesinde de kabul görmüş ve bu sayede atılan şüphe tohumları Müslümanlar eliyle yeşertilmeye çalışılmıştır.
Bütün bu beyhude çabalar bir tarafa, Allah Resulü’ne (s.a.s.) hayatı boyunca dost ve sırdaş olmuş sahabe-i kirâm, hadîs ve sünnetin yüceliğini en güzel şekilde takdir edip onlara sımsıkı tutunmuş ve sünnete aykırı davranmaktan kesinlikle sakınmıştır. Bununla birlikte hadîslere yalan ve tahrifat karışması, bu konuda hataya düşme korkusu, onları hadîs rivayetinde daha ihtiyatlı davranmaya sevk etmiştir. Bundan dolayıdır ki, sahabe Kur’ân’dan sonra İslâm’ın en önemli teşrî kaynağı olarak gördükleri sünneti muhafaza etmek için her yolu denemiş ve hadîsleri rivayet ederken de itidalden ayrılmamıştır. Onlar hadîs rivayetini ‘ağır bir mesuliyet’ olarak telâkki ettiklerinden çok az hadîs rivayet etme yolunu bile tercih etmişlerdir. Nitekim Enes b. Mâlik, “Eğer hataya düşmekten korkmasaydım, sizlere Resûlüllah’tan (s.a.s.) duyduğum çok şey anlatırdım.”5 sözleriyle sahabenin bu konudaki hassasiyetine tercüman olmaktadır. İşte bu gibi sebeplerle birçok sahabi hadîs rivayetine sıcak bakmamış, ancak ihtiyaç duydukları ve mecbur kaldıkları durumlarda rivayet etmişlerdir.6
Hz. Ebû Hüreyre’ye Yöneltilen İtirazlar
Hadîs rivayetini ağır bir mesuliyet olarak görüp ihtiyatı elden bırakmayan ve dolayısıyla bilinçli olarak az rivayeti tercih eden bazı sahabiler, Ebû Hüreyre’nin (r.a.) çok hadîs rivayet etmesine itiraz etmişlerdir. Kaynaklarda, Hz. Âişe ile Hz. Ömer’in, onun çok hadîs rivayet etmesine itirazda bulundukları zikredilmektedir.7 Ebû Hüreyre (r.a.) bu itirazlara, kendinden emin, makul ve ikna edici cevaplar vererek, çok hadîs rivayet etmesinin sebeplerini bütün şüpheleri izale edecek şekilde izah etmiştir.
Rivayete göre, Hz. Âişe validemiz bir gün ona: ‘Ebû Hüreyre! Senin Peygamber’den naklettiğin söylenen şu hadîsler de nerden çıktı?! Bizim duyduklarımızı sen de duymadın mı? Bizim gördüklerimizi sen de görmedin mi?’ diye itiraz etmiş, o da buna:
“Evet anacığım, senin bir kadın olarak ayna ve sürmedanlıkla meşguliyetin, Hz. Peygamber’le (s.a.s.) aranıza bir mania olarak girdiği hâlde, benim Efendimiz’le (s.a.s.) birlikteliğime hiçbir şey mâni olmadı.” diye karşılık vermiştir. Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bu cevabı karşısında Hz. Âişe: ‘Belki de öyledir’ diye sükût etmiş ve bu konuda ona hak vermişti.8 Hz. Ebu Hüreyre haklıydı, zira Hz. Aişe Validemiz, Peygamberimiz’le (s.a.s.) çoğu kez hane-i saadette birlikte olduğu hâlde, Ebû Hüreyre (r.a.) O’nu çarşıda, pazarda, hazarda, seferde, hâsılı hemen her yerde takip ediyordu. Aişe Validemiz, Abdullah b. Ömer’e gelerek, ‘Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği hadîslerden reddettiklerin var mı?’ diye sormuş; o da: ‘Hayır, o cesaretli, bizse çekingen ve korkak davrandık.’ demiştir. O sırada orada bulunan ve konuşmaya şahit olan Ebû Hüreyre (r.a.) de: ‘Evet, ben ezberledim, onlar unuttular. Bunda benim ne kusurum var?’ diye haklılığını dile getirmiştir.9
Bununla birlikte Âişe Validemiz, Ebû Hüreyre’nin (r.a.) isteği üzerine rivayet ettiği hadîslere şahitlik de etmiştir. Nitekim Ebû Hüreyre’nin (r.a.), ‘Cenazeye tâbi olup arkasında namaz kılana bir kırât sevap vardır…’ hadîsine Abdullah b. Ömer (r.a.) itiraz edince, onu hemen Hz. Âişe’nin yanına götürmüş ve ona: ‘Ey mü'minlerin annesi, Allah aşkına söyle! Sen Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şöyle buyurduğunu işittin mi…?’ diye sormuş, o da buna: ‘Evet, vallahi işittim’ diye şahitlik etmişti. Bunun üzerine Ebû Hüreyre (r.a.): ‘(Bakınız!) Bağda-bahçede ağaç dikmek ve çarşı-pazarda alış-veriş yapmak gibi meşguliyetler, (her ne kadar sizin Peygamber’le (s.a.s.) beraberliğinize engel olsa da) bunlar benim O’nunla birlikteliğime mâni olmadı. Ben O’ndan sadece açlığımı giderecek bir lokma ekmek karşılığında bana öğreteceği birkaç kelimeyi bellemek için hep fırsat kolladım.’ sözleriyle hadîse karşı nasıl bir iştiyak duyduğunu ifade etmiştir. O sırada Âişe Validemiz’in yanında bulunan İbn Ömer (r.a.): ‘Ey Ebû Hirr, (söylediklerin doğru!) sen Hz. Peygamber’le (s.a.s.) bizden daha çok birlikte olurdun. Dolayısıyla O’nun hadîslerini de bizden daha iyi bilirsin.’ diyerek ona güvendiğini açıkça belirtmiştir.10
İkinci İslâm hâlifesi Hz. Ömer (r.a.) de, bir dönem Hz. Peygamber’den (s.a.s.) çok hadîs rivayet edilmesini başkalarına yasakladığı gibi, Ebû Hüreyre’ye de yasaklamıştır. Zira o dönem içerisinde Hz. Ömer ve diğer sahabilerin içtihadı, rivayetlerin azaltılması yönünde olmuştur. Sebebi ise, rivayetin insanı hataya sevk edebileceği ve insanların Kur’ân’dan ziyade hadîslerle meşgul olabilecekleri endişesidir. Bununla birlikte Hz. Ömer, bu konuda Ebû Hüreyre’nin (r.a.) hassasiyet ve titizliğini anladıktan sonra, ona hadîs rivayeti konusunda izin vermiştir. Ebû Hüreyre (r.a.) bunu şöyle anlatır: “Ömer’e çokça hadîs rivayet ettiğim haberi ulaştığında beni çağırıp, ‘Falanın evinde, Resûlüllah’la (s.a.s.) birlikteydik ve sen yanımızdaydın değil mi?’ diye sordu. Ben de: ‘Evet (ben de oradaydım) ve bunu neden sorduğunu da biliyorum!’ dedim. Ömer: ‘Peki neden sordum?’ dedi. Ben de: ‘Allah Resûlü o gün, “Kim bile bile bana yalan isnat ederse, ateşteki yerine hazırlansın!” buyurmuştu’ dedim. Hz. Ömer: ‘(Madem bunu hatırlıyorsun) o hâlde git ve hadîs rivayet et!’ dedi.11
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) İtirazlara Verdiği Cevap
Ebû Hüreyre (r.a.), çok hadîs rivayet ettiği için kendisine yöneltilen tenkitlere genellikle şu cevabı vermiştir: “Bazı kimseler: ‘Ebû Hüreyre çok (hadîs rivayet) ediyor’ deyip duruyorlar. Hâlbuki Ensar kardeşlerimiz tarlalarında ziraatla, muhâcir kardeşlerimiz de pazarda ticaretle meşgul olurken, (bu kardeşiniz) karın tokluğuna Hz. Peygamber’e (s.a.s.) hizmet ediyor onların görmediklerini görüyor, duymadıklarını duyuyordu.”12 “Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın Kitabı’ndaki şu iki âyet olmasaydı, size hiçbir şey rivayet etmezdim”13 demiş ve şu âyetleri okumuştur: “Gerçekten indirdiğimiz açık delilleri ve doğru yolu, Kitap’ta insanlara açıkça gösterdikten sonra gizleyenler var ya, onlara hem Allah lânet eder, hem de lânetçiler lânet eder. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar müstesnadır; zira ben onların tövbelerini kabul ederim. Tövbeleri en çok kabul edici ve günahları en çok bağışlayıcı benim.”14
Ashabın güzide simalarından Hz. Talha da Ebû Hüreyre’ye (r.a.) hakkını teslim etmiştir. Kendisine neden onun kadar çok hadîs rivâyet etmediği sorulduğunda şöyle demiştir: “Allah’a yemin olsun ki, onun, bizim Peygamber’den (s.a.s.) duymadıklarımızı duyduğundan asla şüphe etmem. Gerçek şu ki, bizler varlıklı kimselerdik; evimiz barkımız vardı. Peygamber’in (s.a.s.) yanına ancak sabah ya da akşamleyin gidebiliyorduk. Oysa Ebû Hüreyre, hiçbir şeyi olmayan fakir bir insandı. Kendisi Hz. Peygamber’in (s.a.s.) misafiri olarak Suffa’da kalır ve yanından hiç ayrılmazdı.”15
Görülüyor ki, Ebû Hüreyre (r.a.), arkadaşlarının çok hadîs rivayet ettiği şeklindeki tenkitlerine kendinden son derece emin cevaplar vermiş, onlar da bu cevaplara tekrar itirazda bulunmamışlar ve onun bu konudaki üstünlüğünü ve haklılığını itiraf etmişlerdir. Her şeyden önce sahabe arasında cereyan eden bu hâdiseler bize, Allah Resûlü’nün ashab-ı kirama emanet ettiği bu mukaddes mirasın, kılı kırk yararcasına itinalı bir şekilde ve liyakatli eller vasıtasıyla âdeta nazenin bir çiçek gibi nasıl korunduğunu ve sonraki nesillere nasıl ulaştırıldığını göstermektedir. Bu kutsal mirasa en küçük bir leke dahi bulaşmasına onların gönülleri razı değildi. Onlar her türlü fedakârlığa katlanabilirler ve sevdikleri her şeyden vazgeçebilirlerdi, lâkin üstlendikleri bu yüce misyonu en layıkıyla yerine getirme konusunda asla taviz vermezlerdi. Esasen onlar arasında yaşandığına işaret edilen söz konusu itirazlar ve tahkik çabaları, onların mesuliyetlerinin idrakinde olduklarını göstermektedir.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) çok hadîs rivayet etmesinde hangi âmiller rol oynadı?
Hiç şüphesiz, Ebû Hüreyre’nin (r.a.) diğer sahabilere nispetle Allah Resûlü’nden (s.a.s.) çok hadîs rivayet etmesinde önemli rol oynayan âmiller vardır. Bu âmiller bize, onun hem maddî hem de manevî olarak böylesi ağır bir sorumluluğu yüklenmeye hazır olduğunu ve Allah Resûlü’nün hadîslerini istikbale taşıma konusunda ne kadar kararlı olduğunu göstermektedir. Bunları şöyle açıklamak mümkündür:
- Hz. Peygamber’le (s.a.s.) Sürekli Birlikte Olması
Ebû Hüreyre (r.a.), Medine’ye hicret ettiği andan itibaren Resûlü Ekrem’in (s.a.s.) yanından ayrılmamış; büyük bir iştiyakla ilâhî feyzinden istifade edip hadîslerini hıfzetme konusunda özel bir gayret göstermiştir. Diğer sahabiler çoğu kez günlük meşguliyetleriyle uğraşırken, o, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) takip ederek onların bulunmadığı meclislerde bulunmuş, onların duymadığı hadîsleri ezberlemiş, ilmi gizlemeyip başkalarına tebliğ görevini16 layıkıyla yerine getirmiştir. Resûlüllah’a en yakın iki sahabiden Hz. Ebû Bekir’in Sunh denilen yerde oturduğu ve oradan Mescid-i Nebevî’ye gelip gittiği17, Hz. Ömer’in de ancak gün aşırı Mescid’e gelebildiği18 göz önüne alındığında, Allah Resûlü’yle (s.a.s.) mülâzemetin Ebu Hüreyre’ye ne büyük bir avantaj kazandırdığı anlaşılmaktadır. Yine Ömer (r.a.), rivayetleri tahkîk ederken, ‘çarşı-pazarda ticaretle uğraşmanın bazı hadîsleri kaçırmasına neden olduğunu’ bizzat ifade etmiştir.19 Abdullah b. Ömer, Talha ve Ebû Eyyüb el-Ensârî (r.anhum) gibi sahabiler de, Ebû Hüreyre’nin (r.a.) kendilerinden daha çok hadîs rivayet etmesinde, onun Hz. Peygamber’le (s.a.s.) olan beraberliğinin önemli rolü olduğunu belirtmişlerdir.20
- Resûl-i Ekrem’in (s.a.s.) Husûsî Duasına Mazhar Olması
Resûl-i Ekrem’in (s.a.s.) duasına mazhariyet, Ebû Hüreyre’nin (r.a.) ilme olan iştiyakı dolayısıyla kazandığı manevî bir fazilettir. Rivayete göre, Ebû Hüreyre ve Zeyd b. Sâbit (r.a.) gibi sahabîlerin Mescid-i Nebevî’de dua ve zikirle meşgul oldukları bir esnada, Allah Resûlü (s.a.s.) gelip yanlarına oturmuş ve her birinden dua etmelerini istemişti. Hz. Zeyd ile diğer arkadaşlarının dualarına ‘âmîn’ dedikten sonra, Ebû Hüreyre’nin (r.a.): ‘Allah’ım Sen’den bu iki arkadaşımın istediklerini ve ayrıca unutulmayacak bir ilim vermeni istiyorum.’ şeklindeki duasına da ‘âmîn’ diye mukabele etmiştir. Diğerlerinin: ‘Ey Allah’ın Elçisi, biz de unutulmayacak ilim istiyoruz.’ demeleri üzerine, Ebû Hüreyre’yi (r.a.) kastederek, ‘Şu Devsli genç sizi geçti.’21 diyerek onun bu konudaki arzu ve iştiyakına işaret etmiştir.
- Hadîsleri Öğrenmeye Büyük Bir İştiyak Duyması
Ebû Hüreyre (r.a.), Resûl-i Ekrem’in (s.a.s.) ‘İman Yemenli, fıkıh Yemenli, hikmet Yemenlidir.’22 sözleriyle ilim ve kültür zenginliğine işaret ettiği Yemen şehrinin kültür havzasında yetişmiş, ilme ve öğrenmeye âşık bir zattı. İlme layık olduğu önem ve değeri verdiği içindir ki, yalnızca birkaç kelime öğrenebilmek maksadıyla günlerini Peygamber’e (s.a.s.) hizmetle geçirmiş, dünya nimetlerine iltifat etmemiştir.
Hz. Ebû Hüreyre’nin bir gün: ‘Ey Allah’ın Elçisi, kıyamet gününde senin şefaatine en çok kim layık olacaktır?’ diye sorması üzerine, Resûl-i Ekrem (s.a.s.): “Ey Ebû Hüreyre! Hadîse karşı düşkünlüğünü bildiğim için senden önce hiç kimsenin bana böyle bir hadîsi sormayacağını tahmin etmiştim. Kıyamet gününde şefaatimle bahtiyar olacak en mutlu kimse, tüm kalbiyle veya içten içe ‘Allah’tan başka tanrı yoktur/Lâ ilâhe illallah’ diyen kişidir.”23 buyurarak onun hadîse olan iştiyakını takdirle karşılamıştır.
Ebû Hüreyre (r.a.) kendini ilme o kadar adamıştı ki, onun hayatta tek bir arzusu vardı, o da ilim taleb etmek ve dinde derinleşmekti (tefakkuh). Bir gün Allah Resûlü (s.a.s.) ganimet taksim ederken, onun taksimata kayıtsız kaldığını görmüş ve: “Sen de arkadaşlarının benden istediği gibi ganimetten istemez misin?” diye sormuş, o da buna, ilme adanmış bir ruh hâliyle şöyle karşılık vermişti: “(Ey Allah’ın Elçisi) benim Sen’den istediğim tek bir şey var, o da Allah’ın sana öğrettiği ilimden bana da öğretmendir.”24
Ebû Hüreyre (r.a.), ilme ve öğrenmeye karşı oldukça meraklı ve cesurdu. Öyle ki, başkalarının Hz. Peygamber’e (s.a.s.) sormaya cesaret edemedikleri şeyleri rahatlıkla sorar ve aldığı cevapları başkalarına ulaştırmak için muhafaza ederdi. Vahiy kâtiplerinden Übey b. Ka’b (r.a.) buna şöyle işaret etmiştir: “Ebû Hüreyre Peygamber (s.a.s.)’in karşısında oldukça cesaretliydi. Bizim soramadıklarımızı hiç çekinmeden ona sorardı.”25 Kendinden önce Müslüman olmuş sahabilere de sorar, onların ilminden de faydalanırdı. O, sonsuz bir ilim ve irfan hazinesiydi. Talebelerine kimi zaman şöyle derdi: “Ebû Hüreyre’nin daha ne (ilim dolu) keseleri var ki, onları henüz açmamıştır.” Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) da, onun hakkında: ‘Ebû Hüreyre âdeta ilim dolu bir kaptı’ demiştir.26
Hz. Ebû Hüreyre: “Resûlüllah’tan iki kap dolusu ilim aldım. Bunlardan sadece birini aranızda yaydım. Diğerine gelince, eğer bunu aranızda yaymış olsaydım, şu gırtlağım kesilirdi.” diyerek gizli bir ilme sahip olduğunu da ifade etmiştir. Ebû Hüreyre’nin insanlara yaymadığı ilmin ahkâma ve âdâba dair olması ihtimal dâhilinde değildir. Zira bunu ümmetten alıkoyması risaletin tebliğine aykırı bir husustur. Tercih olunan kanaate göre, bunlar, kıyamet alametleri, ümmetin başına gelecek olan bazı fitneler ve yine onların başına geçecek zâlim idarecilerle alâkalı haberler olmalıdır. Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bazen kinayeli olarak aktarmış olduğu haberler de bu kanaati güçlendirmektedir. Meselâ Allah Resûlü’nün (s.a.s.) “vukuu yaklaşan şerden dolayı vay Arap’ın hâline”27 sözü ile Ebû Hüreyre’nin “60 yılının başları ve yönetimin çocuklara geçtiği (günlerden) Allah’a sığınırım.”28 ifadeleri buna işaret etmektedir. O hâlde Ebû Hüreyre (r.a.), anlaşılmasında güçlük çekilen haberlerden dolayı Allah ve Resûlü yalanlanmasın diye ancak insanların anlayabilecekleri, akıllarının alabileceği ve istifade edebilecekleri şeyleri dile getirmeye özen göstermiştir. Bundan dolayı da bildiği her şeyi anlatmaktan çekinmiştir.29
- Güçlü Bir Hafızaya Sahip Olması
Arap toplumunda yazı henüz gelişmemişken, bilgiyi muhafaza etmek maksadıyla hafızaya büyük önem verilirdi. Bu sebeple Araplar, tarihte hafızası en güçlü milletlerden biri sayılmıştır. Nitekim bir bedevînin, ‘kalbindeki bir harf, kitabındaki on harften daha değerlidir’ sözleri onların bu özelliğine işaret etmektedir.30
Hz. Ebû Hüreyre de güçlü bir hafızaya sahipti. Ancak hadîsleri ezberleyebilmek için daha güçlü bir hafızaya sahip olmak gerektiğini bildiği için bir gün Hz. Peygamber’e (s.a.s.) hafızasından şikâyette bulunmuş, Hz. Peygamber (s.a.s.) de ona, elbisesini yere yaymasını ve konuşması bitinceye kadar öylece bırakmasını, sonra toplayıp sırtına tekrar giymesini tavsiye etmişti. Ebû Hüreyre (r.a.), Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu tavsiyesine uymuş ve o günden sonra duyduklarını bir daha unutmadığını ifade etmiştir.31
Ancak Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bütün duyduklarını mı, yoksa sadece o mecliste duyduklarını mı unutmadığı konusu ihtilâflıdır. Buharî şârihi İbn Hacer, onun söz konusu meclisten sonra duyduğu hiçbir şeyi unutmadığını söylerken, buna Zührî’nin rivayet ettiği
‘ فَوَالَّذِى بَعَثَهُ بِالْحَقِّ مَا نَسِيتُ شَيْئًا سَمِعْتُهُ مِنْهُ ’
(Onu hak üzere gönderene andolsun ki, bir daha ondan duyduğum hiç bir şeyi unutmadım)32 ifadesini delil gösterir.33
Hanefî alimlerinden Ebû Ca’fer et-Tahâvî ise, el-A’rec kanalıyla nakledilen ‘ فَوَالَّذِى بَعَثَ مُحَمَّدًا (ص) بِالْحَقِّ مَا نَسِيتُ مِنْ مَقَالَتِهِ تِلْكَ كَلِمَةً إِلَي يَوْمِي هَذَا ’ (Hz. Muhammed'i (s.a.s.) hak üzere gönderene andolsun ki, bu güne kadar onun söylediği o sözlerden tek bir kelime dahi unutmadım) ifadesini hakikate daha yakın görmüş ve bu görüşüne Ebû Hüreyre’nin (r.a.) unuttuğuna işaret eden bazı rivayetleri delil olarak göstermiştir.34
Ebû Hüreyre (r.a.), Allah Resûlü’yle birlikte olduğu yıllarda hafızasının mükemmel olduğunu ve bundan büyük bir haz duyduğunu şöyle ifade eder: “Bu yıllar içinde Resûlullah’ın (s.a.s.) bana söylediklerini özümsemekten daha sevimli hiçbir şey yoktu.”35
Öğrencisi Ebû Sâlih onun hakkında: ‘Allah Resûlü’nün ashabı içerisinde hafızası en güçlü olanı Ebû Hüreyre idi.’ demiştir.36 İmâm-ı Şâfiî’ye göre de: ‘Ebû Hüreyre, kendi yaşadığı dönemdeki hadîs ravileri içerisinde hafızası en güçlü olanıdır.’37
Medine’de bazen aralarında fikir ayrılığına düştükleri Mervân b. Hakem onun hafızasını denemiş ve sonunda hayranlığını ifade etmiştir. Mervân’ın kâtibi Ebû Zuayzia’nın anlattığına göre, kendisi onun isteği üzerine Ebû Hüreyre’yi (r.a.) çağırmış ve gelir gelmez Mervân ona rivayet ettiği hadîslerden sormaya başlamıştı. Bu esnada rivayet ettiği hadîsleri de perde arkasındaki kâtibine yazdırmıştı. Aradan bir yıl geçtikten sonra Mervân, Ebû Hüreyre’yi (r.a.) tekrar çağırmış ve bu kez daha önce yazdırdığı hadîsleri sormaya başlamıştı. Mervân’ın kâtibi, onun hadîslerde tek bir harf dahi değiştirmediğini belirtmiştir.38
Ebû Hüreyre (r.a.) hadîsleri yazmadığı için sık sık tekrar ederdi. O, ilimle meşgul olanlara zamanın nasıl verimli bir şekilde kullanılacağına dâir önemli bir tavsiyede bulunur ve der ki: “Ben geceyi üç kısma ayırırdım. Bir kısmında namaz kılar, bir kısmında uyur, diğer kısmında da Allah Resûlü’nün hadîslerini müzakere ederdim.”39 Bu durum, tabiî olarak onun hadîsleri daha iyi ezberlemesine önemli bir katkı sağlamıştır.
- Ömrünü Hadîs İlmine Adaması
Ebû Hüreyre (r.a.), uzun süren ömrünü hadîs tahammül ve rivayetine adamış, gecesini gündüzünü sırf hadîsleri öğrenme ve öğretmeye hasretmiştir. Sahabenin bir araya geldikleri cuma günlerinde Mescid-i Nebevî’nin bir kenarına çekilerek hadîs rivayet eder, pek çok insan da onu can kulağıyla dinlerdi. Bu aynı zamanda onun hadîste otorite olarak kabul edildiğinin de bir işaretidir. Ebû Hüreyre’den (r.a.) menkul hadîslerin böyle geniş bir kesime hitap etmesi dolayısıyladır ki, sahabe ve tâbiûndan 800 civarında ravi ondan hadîs rivayet etmiştir.40
Ebû Hüreyre (r.a.) bütün mesaisini ilme harcarken, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) daha yakın ve onunla daha fazla sohbet etmiş olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (r.a.) gibi seçkin sahabiler, devletin idarî yapılanması ve fütuhât işleriyle uğraşmaktan hadîs rivayetine ayıracak zaman bulamamışlardır. Buna bakarak, sahabenin kendi aralarında belli bir iş bölümü yaptıklarını söyleyebiliriz. Nitekim Ebû Hüreyre (r.a.) gibi, Abdullah b. Ömer, Ebû Saîd el-Hudrî, Abdullah b. Mes’ûd (r.anhum) gibi sahabilerin isimleri daha ziyade ilmî sahada öne çıkarken; rivayetleri az olan Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Hâlid b. el-Velîd (r.anhum) gibi sahabiler ise, askerî sahada vazife almışlar ve bu alanda saygınlık kazanmışlardır.41 Bu iş bölümü dolayısıyladır ki, Muaz b. Cebel, ilim öğrenmek isteyenlere Ebu’d-Derdâ, Selmân-ı Fârisî, İbn Mes’ûd ve Abdullah b. Selâm’ı (r.anhum) tavsiye etmiştir.42
Hz. Ebû Hüreyre’nin çok hadîs rivayet etmesine rağmen, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi Allah Resûlü’nü (s.a.s.)yakından takip eden bazı büyük sahabilerin niçin daha az hadîs rivayet ettikleriyle ilgili bir soruya Bediüzzaman Hazretleri de şöyle bir cevap vermiştir: “Nasıl ki insan, bir ilâca muhtaç olsa, bir tabibe gider; hendese için mühendise gider, mühendisten nakleder; mes’ele-i şer’iyye, müftüden haber alınır ve hâkeza... Öyle de, Sahâbe içinde ehadîs-i Nebeviyyeyi gelecek asırlara ders vermek için, ulemâ-i Sahâbeden bir kısım, ona manen muvazzaf idiler. Bütün kuvvetleriyle ona çalışıyorlardı. Evet, Hazret-i Ebû Hüreyre bütün hayatını, hadîsin hıfzına vermiş; Hazret-i Ömer, siyaset âlemiyle ve hilâfet-i kübrâ ile meşgul imiş. Onun için, ehâdîsi ümmete ders vermek için, Ebu Hüreyre ve Enes ve Câbir gibi zâtlara itimad edip; ondan, rivayeti az ederdi.”43
- Uzun Ömürlü Olması
Ebû Hüreyre (r.a.), Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatından sonra yaklaşık yarım asır kadar daha yaşamıştır. Onun yaşadığı bu yarım asırlık zaman diliminde, İslâmî fetihler sonrasında çeşitli kültür ve medeniyetlere ait unsurlar Müslümanlar arasına sızmış ve itikadî, felsefî ve siyasî problemlere çözüm yolları bulma lüzumu ortaya çıkmıştır. Şüphesiz insanlar bu problemlerin çözümünde Kur’ân ve hadîslerin hakemliğine müracaat etmişlerdir. Ancak bu konuda onlara, en çok o dönemde hayatta olan sahabiler yol gösterip yardımcı olmuştur.
Genç yaşlarda Hz. Peygamber’i (s.a.s.) adım adım takip etmiş olan Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Ebû Saîd el-Hudrî ve Hz. Âişe (r.ahum) gibi uzun ömürlü âlim ve fakîh sahabiler, bu devirde önemli vazifeler üstlenmişlerdir. Allah Resûlü’nün (s.a.s.) kutsal mirasını gelecek nesillere bu kıymetli şahsiyetler ulaştırmıştır. Dikkat edilirse, bu isimlerin sahabe içerisinde çok hadîs rivayetiyle tanınan şahıslar oldukları görülmektedir.
Netice
Hz. Ebû Hüreyre, h. 7. yılda Medine’ye gelip Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sohbetiyle müşerref olduktan sonra, Mescid-i Nebevî’nin bir kenarında ilim ve irfanla meşgul olan Ashab-ı Suffa’ya katılmış ve Allah Resûlü’nün (s.a.s.) yanından bir an olsun ayrılmamıştır. Her nereye gitmişse O’nu (s.a.s.) takip etmiş, hizmetine amâde olmuştur. Gerektiğinde hane-i saadetlerinde bile O’na (s.a.s.) hizmetten geri kalmamıştır. Kâh bineğinin dizginlerini tutmuş, kâh taş taşımış, kâh su getirmiş ve böylelikle Efendimiz’in (s.a.s.) sevgisini kazanmıştı. Bu muhabbet, onun hadîslere karşı iştiyakını artırmış ve hadîse ulaşmak için her türlü fedakârlığı göze almıştır.
Ebû Hüreyre (r.a.), Allah Resûlü’nün işaretiyle üstlendiği bu mukaddes vazifeyi layıkıyla yerine getirmiş ve muvaffakiyetle neticelendirmiştir. Allah Resulü’nün (s.a.s.) ‘gökteki yıldızlar’ diye vasıflandırdığı o kutlu insanlar arasında, hadîste önemli konuma sahip olması dolayısıyla Ebû Hüreyre’nin (r.a.) hususi bir yeri vardır. Resûlüllah’a (s.a.s.) olan bağlılığı ve hizmet aşkını, ömrünü hadîs ilmine adamasıyla göstermiştir. O, hayatını ortaya koyduğu bu hizmet anlayışıyla, ilimle uğraşan günümüz insanlarına da, gökteki yıldız misâli kılavuzluk etmiştir. İlim uğruna gecesini gündüzüne katmış, sıkıntı ve zorluklara sabırla tahammül göstermiştir. O, bu samimi gayretiyle Allah Resûlü’nün (s.a.s.) hususî teveccühüne ve duasına mazhar olmuş ve bu sayede unutulmayacak derya gibi bir ilime kavuşmuştur.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.), Allah Resûlü’nün (s.a.s.) hadîslerine karşı gösterdiği bu aşkın merak ve iştiyakı, bazı sahabilerin hayretini mûcip kılmış ve bu durum, bazen izahı gerektiren itirazların yöneltilmesine sebebiyet vermiştir. O, kendisine yöneltilen bu itirazlara kendinden son derece emin bir şekilde “sizler bağınızda bahçenizde, çarşı-pazarınızda dünyanızla meşgul olurken, bu fakîr karın tokluğuna Allah Resûlü’nün yanından hiç ayrılmamış, O’nu (s.a.s.) adım adım izlemeyi mukaddes bir vazife bilmiştir.” diye cevaplamıştır. Bu sözler, Ebû Hüreyre’nin (r.a.) üstlendiği bu hususî vazifeye olan sadakatini göstermesi bakımından oldukça mânidardır. Ruhu şâd, mekanı cennet olsun! Allah bizleri şefaatine nâil eylesin!
Dipnotlar
- İbn Hacer, el-İsâbe, 7/202.
- İbn Hacer, el-İsâbe, 3/287.
- Bağdâdî, el-Fark beyne’l-Firâk, s.147.
- Bkz. Osman Güner, Ebû Hureyre’ye Yönelik Eleştiriler, s.21-23.
- Dârimî, Mukaddime 25.
- İbn Kuteybe, Te’vîlu Muhtelifi’l-Hadîs, s.48. Saîd b. Zeyd, Allah Resûlü'nden 48 hadîs rivayet etmiştir.
- İbn Kuteybe, Te’vîl, s.48.
- İbn Hacer, el-İsâbe, 7/205; Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ, 2/604.
- Hâkim, el-Müstedrek, 3/510; ez-Zehebî, Siyer, 2/608.
- Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/2-3; Hâkim, el-Müstedrek, 3/511.
- İbn Kesîr, el-Bidâye, 7/107; Zehebî, Siyer, 2/603.
- Buhârî, İ’tisâm 22; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 159-60.
- Buhârî, İlim 43; Hars 21; İbn Hanbel, 2/240.
- Bakara sûresi, 2/159-160.
- Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, 6/133; Tirmizî, Menâkıb 47.
- Bakara sûresi, 2/159; Buhârî, Hacc 131; Tirmizî, İlim 3.
- Buhârî, Cenâiz 3; Megâzî 84.
- Buhârî, İlim 25; İbn Hanbel, 1/33.
- Buhârî, Büyû’ 9.
- Tirmizî, Menâkıb 46.
- İbn Hacer, el-İsâbe, 7/204.
- Buhârî, Menâkıb 1; Meğâzî 74; Müslim, İmân 82,88-90.
- Buhârî, İlim 33; Rikâk 51.
- İbn Hacer, el-İsâbe, 7/203.
- İbn Hacer, el-İsâbe, 7/202.
- Zehebî, Siyer, 2/596.
- Buhârî, Fiten 4.
- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 1/261.
- M. Accâc el-Hatîb, Ebû Hüreyre Râviyetü’l-İslâm, s.266.
- İbn Abdilberr, Câmi’u Beyâni’l-İlm, s.87.
- Buhârî, İlim 43; Tirmizî, Menâkıb 47.
- Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, 1/136-7.
- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 1/260.
- Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr, 2/182-3.
- İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, 4/b.2, 54.
- Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, 6/133.
- İbn Hacer, İsâbe,7/ 202.
- Hâkim, el-Müstedrek, 3/510.
- Dârimî, Mukaddime, 27.
- İbn Hacer, İsâbe,7/202.
- M. Accâc el-Hatîb, Ebû Hüreyre Râviyetü’l-İslâm, s.263.
- Hâkim, Müstedrek, I/98.
- Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.132.
* Yeni Ümit Dergisi arşivinden (Ekim, 2008; 82. sayı)