Allah’ın Azametinin Oruçla İlânı





Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 03/21/2023
Clap

Kul, oruç tutarken hulûs içinde olmalı, yani onu Cenâb-ı Hakk’ın kendisine armağan etmiş olduğu bir hediye gibi telakki etmeli ve katiyen onun içine Rabbin rızasından başka bir şey karıştırmamalıdır.

Orucun pek çok hikmeti vardır. Biz bu yazımızda en kapsamlı hikmetlerinden üçünü özetleyeceğiz: Allah'ın (celle celâluhu) azametini ilân, O'nun nimetlerine şükür ve Kur'ân'ın gönderilmesini yeniden yaşamaya çalışma...

Ramazan ayı, İslâmiyet'in en büyük şeairlerinin başında gelir. Şeair insanın şuurunu canlandıran aşikâr, zahir alamete verilen addır. M. Hamdi'nin muhteşem ifadesiyle, Allah'ın ibadat ve taatına nişane olan alamat-ı müş'iresidir.[1] Allah'ın azametinin delilidir. Ezan, Kur'ân, cami, namaz, oruç, Ka'be bunlardandır. İnsanlar kendi küçük dünyaları içinde yuvarlanıp giderlerken Allah'ın gökleri ve yeri, bu kâinatı yarattığını unutuyorlar. İnsan, çoğu zaman Rabbi olan Allah'tan (celle celâluhu) habersiz yaşıyor. Allah'ı insanlara etkin bir tarzda hatırlatacak dünya çapında alâmetlere ihtiyaç vardır. Şeairin bu gerçeği hatırlatmak işlevleri vardır. Bir ay devam eden oruç bu alametlerin en önemlilerinden. Yarım dakika ayırıp, içinde bulunduğumuz kâinatın genişliğini hatırlayalım: Dünya'mıza en uzak galaksi otuz milyar ışık yılı uzaklıkta. Dünya'dan 149,6 milyon km. uzaklıkta bulunan Güneş, sadece 8 ışık dakikası uzağımızda, daha doğrusu yakınımızda. Saniyeler yakınlığındaki Ay'a insanlık binlerce yıllık ilmî birikimle ancak yirminci asrın sonlarında ulaşabildi. En uzaktaki yıldızın uzaklığını göstermeye sayılar yetmez. İnsanın havsalası alamaz, hayali bile yetmez. Kâinatın bu uçsuz bucaksız genişliği içinde Dünya ancak bir zerre olabilir. Bunun yanında tek tek insanın maddî varlığının adı bile anılamaz. Fakat Allah Tealâ, Kur'ân-ı Hakîm'in semavat olarak nitelendirdiği koca kâinatı, o uzayın milyarda biri durumunda olan "arz"a, bir mânâda denk tutuyor. Birçok âyet-i kerîmede "Rabbu's-semavati ve'l-arz" buyuruyor. Bunun hikmeti, eşref-i mahlûkat olan insanların, özellikle peygamberlerin ve bilhassa âlemlere rahmet olan Hatemu'l-Enbiyâ Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in dünyada yaşamış olmalarıdır. Çünkü bütün varlığın mânâsı ve maksadı ancak vahyin aydınlığı ile anlaşılır. Rabbü'l-âlemin'in kemal sıfatları, kâinatı ve insanı yaratma maksatları ancak bu nurun aydınlatması ile görülebilir. Bütün bu kâinatı dolduran milyarlarca yıldızı çekip çeviren, genel ahengi bozmayacak şekilde ve hızda yerleştiren İlâhî azameti insan nasıl unutabilir? O'nu hatırlatmak için dünya çapında çarpıcı alamet gerekir. İşte Ramazan'da dünyanın bütün ülkelerinde yaşayan Müslümanların bir ay boyunca ellerini bir bardak suya, bir lokmaya uzatmak için iftar vaktini beklemeleri bu alamet olur. Dünyanın her tarafında bulunan müminler muntazam, eğitimli büyük bir ordu hâline gelir, "Varlığımıza hükmeden Yüce Kumandanımız'ın emri ile hareket ederiz." tablosunu dünyaya ilân ederler. Yüz milyonlarca Müslüman gösterir ki, bu dünya ve insanlık sahipsiz değil, bütün kâinatın Rabbinin nimetlerinden yararlanmak için O'nun iznini beklemek gerekir. Yerkürenin her yöresindeki bir milyardan fazla Müslüman, Rububiyetin kâinat çapında Kendisini tanıtmasına, "Elbette Seni tanıyoruz!" mânâsına gelen bu bekleme ve "Allahu Ekber" sadasıyla ilân etme ile karşılık verdikten sonra sofraya otururlar. Bu tablo, inananlara bunu hatırlatırken, Müslüman olmayanlara da bunu etkin bir şekilde gösteriyor. Bu manzara, onlar üzerinde İslâm hakkında birkaç kitap okumaktan daha fazla bir tesir uyandırır.

Orucun önemli hikmetlerinden biri de şükür maksadını gerçekleştirmesidir. Allah insanı, gözle görülemeyecek kadar küçük, hiç mesabesinde bir hücreden yarattı. Bu hücre normalde yok olmaya mahkûmdu. Binlerce yok olma tehlikelerinden onu koruyup hayata kavuşturan sadece Allah'ın rahmeti ve iradesi oldu. Rabbinin iradesi onu dünyaya getirmekle bırakmayıp binlerce nimetiyle donattı. Göz, kulak, el, ayak, kalp, akıl, irade, hafıza vb. sinir, sindirim, kan dolaşımı gibi yüzlerce sistem verdi. Bunları besleyen su, hava, ışık, ısı, her türlü rızıkla kâinatı donattı. Rabbimiz öyle bir kâinat kurmuş ki, meselâ insanın gözüne görme ışığını vermek için uzayda Güneş'i yerleştirmiştir. İnsana bir elma, bir üzüm ikram etmek için koca Güneş Sistemi'ni çalıştırmakta, toprağı, suyu, Dünyayı çevreleyen atmosfer küresini seferber etmede, bahar ve yaz mevsimini meydana getirmek için yerküresinin eksenine 23,5 derece eğim vermektedir. Daha düşünecek neler ve neler yapmış ki birçok bilim dalı bunların kanunlarını anlamaya çalışmaktadır. Şirazlı Sadi'nin dediği gibi "Güneş, Ay bütün kâinat çalışıyor, tâ ki sen bir parça rızık yiyesin, ama gafletle yemeyesin." Bunların gerektirdiği şükrü insanın yerine getirmesi imkânsızdır. Bunlar şöyle dursun, bir tek nimet hakkında Behlül Dana'nın öğüdünü hatırlayalım. Saltanatına güvenen sultana; "Susuzluktan için yansa, su içmezsen öleceğini anlasan bir bardak su için bütün mülkünü verir misin?" diye sorunca: "Veririm." demiş. Sonra "Peki, içtiğini çıkarmak için sıkışsan, acıdan kıvransan, boşaltmak için mülkünü vermen gerekse verir misin?" deyince "Veririm." demiş. Bunun üzerine Behlül Dana: "Bir bardak suyu içmek ve çıkarmak için verilecek mülke aklı olan hiç güvenir mi?" demiş. Hayatımızı dolduran sayısız nimetlerin değerini bu anekdot pek güzel bir şekilde anlatıyor. Bu nimetlere şükür borçluyuz. Hayatımız boyunca ibadet etsek bile bu borcu ödeyemeyiz. Ama Ramazan orucu bu borcumuzun kefilidir. Şöyle ki: Şükür için dört şart vardır:

Birincisi: Nimetlerin gerçek sahibini tanımaktır. Bir bardak suyu, bir tane zeytini bile ağzımıza götürmek için Allah'ın (celle celâluhu) iznini beklemekle "Bu nimetler, bu vücut bizim değil. Onlar Rabb'imizin ihsanıdır.

İkincisi: Nimetlere olan ihtiyacını hissetmektir. Açlığın uyarmasıyla bir yudum suya, bir lokma ekmeğe bile ne kadar muhtaç olduğunu insan oruç sayesinde anlar.

Üçüncüsü: Nimetlerin kadrini bilip onları yerli yerince kullanmak, israf etmemektir. Rabb'imizin verdiği rızıkların, sıhhatin, imkânların kıymetini bilmekle, Allah'ın bize verdiği değeri anlarız. Nimetten ziyade, Yüce Rabb'imizin bize değer vermesi bizi sevindirir. Oruç sayesinde nimetin kıymetini daha iyi anlar, değer bilmezlik olan israftan kaçınırız. İnsan bir elma yerse ondan bir lezzet alır. Ama onu bir sultan ikram ederse, ondan aldığı lezzet kat kat fazla olur.

Dördüncüsü: Nimetler, onları ihsan eden Allah'ın razı olduğu şekilde kullanılmalıdır. Helâl yiyip, helal işlerde sarf etmeli, O'nun haram kıldığı yerlerde telef etmemeli. Ramazan orucu bu dört şartı hem hatırlatır, iyice hissettirir, hem de fiilen insana yaşatarak bu alışkanlığı insana kazandırır. Onun içindir ki Cebrail (aleyhisselâm): "Ramazan'a ulaştığı hâlde ondan yararlanarak Cennet'i kazanmayan kimseye yazıklar olsun!" diye dua edince Peygamberimiz Aleyhisselam da "Amin"[2] demiştir.

Ramazan'ın en önemli özelliği "Kur'ân ayı" olmasıdır. Allah Teâlâ oruç tutmanın farz olduğunu bildirdikten sonra, sayılı günler olan orucun vaktinin Ramazan ayı olduğunu şöyle bildirir:

"O sayılı günler Ramazan ayıdır. O Ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı bâtıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur'ân o ayda indirildi."[3]

Bu ayda oruç tutulmasının hikmeti, "bütün insanlığa rehber olan Kur'ân'ın" bu ayda indirilmeye başlanmasıdır. Kur'ân kâinatın en büyük gerçeğidir. Dünyadaki bütün insanlar için başlıca rehber olması itibarıyla Allah, insanların dikkatlerini Kur'ân üzerine çekmeye önem vermiş, Kur'ân'a yönelmelerini teşvik etmiştir. Kur'ân'ın indirildiği Ramazan ayını ihyâ etmeye seksen küsur senelik ibadet sevabı verdiğini bildirmiştir.[4]

Çünkü Kur'ân Rabbü'l-âlemîn sıfatıyla Allah'ın, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa yönelttiği ezelî hitabıdır, talimatlarını ihtiva eden fermanıdır. Büyük kâinat kitabının beşer anlayışına yapılmış olan ezelî bir tercümesidir. Kâinattaki varlıkların mânâlarını ve gâyelerini doğru şekilde anlatan bir rehberdir. Gözle gördüğümüz bu şehadet âleminde, görünmeyen yüce gayb âleminin lisanıdır, beyanıdır. Uhrevî âlemlerin mukaddes haritası, maketidir. Bütün insanlığın her türlü mânevî ihtiyacına merci olacak nitelikte mukaddes bir kütüphane durumundadır. Bu dünya muazzam bir makine tarzında düşünülecek olursa, Kur'ân onun kullanma kılavuzu, kataloğudur. Kur'ân kılavuzu olmadan, insanın ârızasız şekilde çalışması mümkün değildir. Böyle mükemmel bir makine imâl eden müessese, onu katalogsuz bırakmayacağı gibi, o kataloğa göre çalıştıracak uzmansız da bırakmayacaktır. Nitekim Kur'ân'ı vahyeden Rabb'imiz, onu açıklama ve uygulanmasını gösterme görevini de şu âyetlerde öncelikle Hz. Peygamber Aleyhi's-Salatü Ve's-Selâm'a vermiştir:

"Sana da ey Resulüm bu Zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın."[5];

"Peygamber size ne verirse onu alın, neyi men ederse onu bırakın."[6]

"Hakikaten, Allah'ın Resulü'nde Allah'a ve Âhiret gününe kavuşmayı bekleyen ve Allah'ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır."[7] Asr-ı Saadet'ten beri her asırda Müslümanlar kapasitelerine göre Kur'ân'dan feyz almaya çalışmışlardır.

Fakat zamanın geçmesiyle, en büyük nimet olan bu Kur'ân nimetinin kıymetini insanlar, hemen her çağda unutabildikleri için, büyük bir teşvikle onlara hatırlatmak, zihinlerinde canlı tutmak ihtiyacı vardır. İnsan rûhunun gıdası olan Kur'ân'da esasen mevcut bulunan turfanda olma özelliğini insanların bilmeleri, kendileri için önemlidir. Zîrâ insana hayat veren prensiplerin menbaı odur. Kur'ân-ı Kerîm'i hep turfanda "haddan tarıyyen" olarak nitelendiren hadîs-i şerîf, bu noktaya işaret etmektedir.[8] Kur'ân-ı Kerîm'in bir nüzûlü vardır, bir de tenezzülatı vardır.[9] Nüzûlü, Cebrail'in Peygamber Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve sellem) getirmesi, o Furkan'ın beşeriyet ufkunda ilk zuhurudur. Tenezzülatı ise, bazı zâtların dediği gibi, okuyanın diri ve uyanık olarak okuduğu her defasında Kur'ân semâsından onun kalbine ve aklına inen yeni mânâlar, yeni tecellîler ve irşadlardır. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Kur'ân'ı nitelendiren bir hadîs-i şerîfinde: "ve la tenkadi acaibuhu (onun eşsiz, bedi, orijinal manaları tükenmez)."[10] buyurarak bu özelliğine ve onu okurken bu ilhamlarını kaçırmamak gerektiğine dikkat çekmiştir.

Allah her Ramazan'da müminlerin Kur'ân'ı yeni nazil oluyormuş gibi istikbal etmelerini dilemektedir. Onun için de böylesi önemli bir mucizeyi karşılayan insanların yeme, içme gibi işleri bir tarafa bırakarak, bütün duygularıyla pürdikkat onun üzerinde yoğunlaşmalarını temin etme gayesiyle orucu emretmiştir. Maksat, insanları Kur'ân'daki gerçekler ve kurtarıcı prensipler üzerinde düşündürmektir. Bundan ötürü Kur'ân'a böyle bir şuurla yönelene bire bin ödül koymuş, bu ayı böylece ihya edene seksen yıllık ibadet sevabı vermiştir. Bu da, bu kısa hayatta ebedî Cennet'i kazanma konumunda olan insana verilecek paha biçilmez bir mükâfat olmuştur.

Müslüman orucun kendisine kazandırdığı ruhaniyet ve duyarlılıkla, fikren Asr-ı Saadet'e gidip Kur'ân-ı Hakîm'in âyetlerini Resul-i Ekrem Aleyhi's-Selâm'dan işitiyor gibi dinlemek, bir merhale daha yükselip Hz. Cebrail'den (a.s), hattâ Kur'ân'la hitap buyuran Rabbü'l-Âlemîn'den onu işitiyor gibi bir kudsî hâlete mazhar olup, kendisi tercümanlık ederek başkalarına da dinletmek makamına yükselmeli, böylece Kur'ân'ın indirilmesinin hikmetini, bir dereceye kadar göstermeye çalışmalıdır.[11] "Yeryüzü bana mescid kılındı."[12] hadîs-i şerîfinin hakikati, Ramazan-ı Şerîf'te daha parlak bir şekilde zuhur eder. Bütün İslâm âlemi bir cami hükmüne geçer. Milyonlarca hafızlar, Kur'ân okuyanlar, Kur'ân dersi yapanlar o caminin her köşesinden, gökten gelen o semâvî hitabı, yeryüzü ahalisine duyururlar.

İşte bundan ötürü Müslüman, Kur'ân'ın mahiyeti, yani ne olduğu konusundaki anlayışını tazeleme ihtiyacındadır. Yani Kur'ân'la iletişimini ayarlamak için bir şuur kontrolü yapmalı, şuurunu tazelemelidir. Allah, Kur'ân'ında insanlara tecelli etmektedir; fakat onların çoğu bunun farkında değillerdir. Oruç, Müslüman'ı Kur'ân'la âdeta yeniden canlandırır, ona melekî bir yön kazandırır.

 

[1] Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 2/1552.

[2] Buhari, Edebu'l-Müfred, 1/338; Mecmau'z-zevaid, 10/164.

[3] Bakara 2/185.

[4] Kadr 97/3.

[5] Nahl 16/44.

[6] Haşr 59/ 7.

[7] Ahzab 33/21

[8] İmam Ahmed, Müsned, I,7; İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 11.

[9] Zerkeşi, el-Burhan fi ulumi'l-Kur'an, 2/161.

[10] Tirmizî, Fedailu'l-Kur'an 14.

[11] Bediüzzaman S. Nursi, Mektûbat, s. 413.

[12] Buhari, Salât 56; Müslim, Mesacid 3.

Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 03/21/2023