Takva ve Mertebeleri





Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 01/29/2023
Clap

Takva; şirk, küfür ve dalâletten sakınıp, onların içine düşmekten korkmak.. bunun yanında ilâhî himayeye girerek, onu kabullenmek.. sonra imanda derinleşip bu kabulü sâlih amelle taçlandırarak ihsan ufkuna doğru koşmak, koşmakla kalmayıp bütün bir hayat boyu bu yolda sebat etmek.. daha sonra da ihsan ruh ve telakkisiyle elde ettiği mazhariyetle hakka’l-yakînin en âlî mertebesine doğru kanat çırpıp yükselmeye çalışmak... mânâlarına gelir.

اَلْمُتَّقِينَ kelimesi, وَقَى – يَقِي kökünden türemiş olup iftiâl babından اِتَّقَى fiilinin ism-i fâili olan الْمُتَّقِي kelimesinin çoğuludur. وَقَى fiili, وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُومِ “Allah bizi can yakıcı azaptan himaye etti.”[1] âyetinde olduğu gibi, vikâye ve himaye etti mânâsına gelmektedir. Bu fiil, “iftiâl” babına girince yani اِتَّقَى şeklini alınca “sakındı, korundu, birinin himayesine girdi” mânâlarına gelir. Malum olduğu üzere “iftiâl” babı mutâvaat (dönüşlülük) içindir. اِتَّقَى fiilinin ism-i fâili olan اَلْمُتَّقِي de, “bir şeyden sakınan, himayeye giren ve himayeyi kabul eden” mânâlarına gelmektedir. İsimlerdeki devam ve sebat mânâsı da nazar-ı itibara alınınca müttaki: “Zamanın ve kâinatın değişik hâdiselerine karşı himayeye girme lüzumu duyuldukça devamlı korkan ve Allah’ın himayesine giren” demek olur.

Bundan da anlaşılmaktadır ki, hidayetteki devamlılık ve terakki, aynıyla ittikâda da müşâhede edilmektedir. Binaenaleyh ittikâdaki korkma, sakınma ve tevakki etme, sadece kuru bir korkmadan ibaret değildir; onun yanında, bir hamle ve aksiyonda bulunma mânâsını da taşımaktadır. Yani bir yönüyle emredildiği şeyleri yerine getirerek ve yasaklardan da uzak durarak Allah’tan korkma, diğer yönüyle de Allah’ın himayesine girme.. O’na iltica etme.. yalnız O’na sığınıp dua ve istiğfarda bulunma.. O’ndan alıkoyan şeylerden uzak durma ve O’na götürecek iyilik ve güzelliklere sımsıkı tutunma, demektir.

Binaenaleyh ittikâda, hem bütün şirk, masiyet ve “mâsivâ”dan iç dünyasını temizleme mânâsına gelen تَخْلِيَة hem de kâmil iman ve hasenâtın bütün çeşitleriyle mamur hâle gelme demek olan تَحْلِيَة vardır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim, إِنَّ اللهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ وَإِيتَۤاءِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَۤاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ “Allah adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı; en güzel davranışı, muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü de yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.”[2] âyetiyle ittikânın her iki yönünü birden hatırlatmaktadır. Âyetin إِنَّ اللهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ وَإِيتَۤاءِ ذِي الْقُرْبٰى kısmı, işin yapmakla emrolunduğumuz pozitif yönünü; وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَۤاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِ kısmı da yapmaktan nehyedildiğimiz negatif yönünü ihtiva etmektedir.

***

Kur’ân-ı Kerim’de ittikâ ve takva, üç mertebede zikredilegelmiştir:

  1. Allah’a şirk koşmaktan ve küfürden içtinap etmek. وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى “Allah (celle celâluhu) onlara takva kelimesini yoldaş edip gerekli kıldı.”[3] âyeti, takvanın bu mertebesine işaret etmektedir. Buradaki mânâsıyla takva; şirki, küfrü ve dalâleti bırakıp hidayet üzere bulunmak demektir.
  2. İman ettikten sonra büyük günahları işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten kaçınmak ve yapmakla mükellef olunan farzları îfâ etmektir ki, وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرٰى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا “Eğer o ülkelerin ahalisi iman etse ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı...”[4] âyeti, takvanın bu ikinci mertebesine bakmaktadır.
  3. يَۤا أَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının.”[5] âyet-i kerimesinin işaret ettiği takvadır ki, kişilerin seviyelerine göre değişik şekilde olan ve bir mânâda “ihsan” mertebesini ifade eden daha derin bir takva telakkisini işaretlemektedir. Bu âyet, daha çok ihsan mertebesindeki mü’minlere bakmaktadır. Her ne kadar bazı müfessirler bu âyet-i kerimenin mensuh olduğunu söyleseler de, âyetin hükmü bir anlamda ehl-i ihsan için geçerliliğini korumaktadır. لِلهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَإِنْ تُبْدُوا مَا فِۤي أَنْفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللهُ فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَۤاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَۤاءُ وَاللهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Ey insanlar, sizler içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker. Sonra da dilediğini affeder ve dilediğini de azaba uğratır. Doğrusu Allah her şeye kadirdir.”[6] âyetinde ise bu âyetin tefsiri ve lazımı anlatılmaktadır ki işte bu, ihsanın en âlî mertebesidir. Bu âyet-i celîle de, düz mü’minler için, objektif olarak لَا يُكَلِّفُ اللهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا “Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.”[7] âyetiyle mensuh olsa da, yukarıdaki tevcih çerçevesinde, ehl-i ihsan için belli bir ufuk mükellefiyeti açısından onun da hükmü devam etmektedir. Zira takvada zirveyi tutmuş kutlular, içlerinden geçirdikleri şeylerden dahi hesaba çekilirler ve/veya hesaba çekileceklerine inanırlar ki, bu aynı zamanda takvanın da en âlî mertebesidir.

Buraya kadar zikredilenler içinde “hakka’l-yakîn ufku” açısından takvanın daha fâik bir derecesi daha vardır ki, onun en alt mertebesinde en ileri mü’minler, en âlî mertebesinde de asfiya-i fihâm ve yerleri hiç değişmeyen enbiya-i izâm vardır. Enbiya-i izâmın, sırf duygu ve düşünce dünyalarında dahi kötülükleri bir anlık olsun misafir etmeleri düşünülemez. Eğer böyle bir durum mevzubahis olacak olursa, o yüce kâmetler, sahip oldukları o mertebede çok şiddetli tokat yerler. Fakat asfiya, bu noktada enbiya gibi değildir; onların zihinlerinden kötülük geçmesi bahis mevzuu olabilir, onlar bundan dolayı muâheze olunmazlar.

لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُۤوا إِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَأَحْسَنُوا وَاللهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ “İman edip sâlih amel yapanlara bundan böyle Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve imanlarında sebat ile arızasız ve kusursuz amellerine devam ettikleri, sonra takvaları ve imanları tam sağlamlaşıp kökleştiği, daha sonra da bu takva ile beraber, ihsan mertebesine erip başkalarına iyilik ettikleri ve her yaptıklarını da güzel yaptıkları takdirde, daha önce yiyip içtikleri şeylerden dolayı kendilerine bir vebal yoktur.”[8] âyet-i kerimesi, takvanın bu üç mertebesini de toplamıştır.

Âyet-i kerimede, إِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ “İlâhi himayeye sığınarak, iman edip amel-i salih işledikleri…” ifadesiyle, takvanın ilk mertebesi; ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا “sonra ilâhi himayeye sığınarak, imanları tam sağlamlaşıp kökleştiği…” lafızlarıyla ikinci mertebesi; ثُمَّ اتَّقَوْا وَأَحْسَنُوا “daha sonra yine ilâhî himayeye sığınarak ihsan mertebesine erdikleri takdirde…” ibaresiyle de üçüncü mertebesi işaretlenmektedir.

Kur’ân-ı Kerim, bazen bu âyet-i kerimede olduğu gibi, bir âyetiyle takvanın üç mertebesini birden; bazen –yukarıda zikredildiği gibi– تَخْلِيَة ve تَحْلِيَة şeklinde iki mertebesini birden; bazen de “korkma” mânâsı itibarıyla sadece bir mertebesini ifade eder. Mesela وَاتَّقُونِ “Benden korkun.”[9] ifadesinde sadece bir “korkma” (تَخْلِيَة) bahis mevzuu iken, وَأَحْسِنُۤوا “İhsan şuuruyla hep iyiliği ve güzelliği takip edin.”[10] ifadesinde ise sadece bir “süsleme ve donatma” (تَحْلِيَة) bahis mevzuudur.

Hâsılı takva, ister تَخْلِيَة ister تَحْلِيَة yönüyle ele alınsın onun yukarıda zikredilen üç mertebeye de tatbiki mümkündür. Bu takdirde takva; şirk, küfür ve dalâletten sakınıp, onların içine düşmekten korkmak.. bunun yanında ilâhî himayeye girerek, onu kabullenmek.. sonra imanda derinleşip bu kabulü sâlih amelle taçlandırarak ihsan ufkuna doğru koşmak, koşmakla kalmayıp bütün bir hayat boyu bu yolda sebat etmek.. daha sonra da ihsan ruh ve telakkisiyle elde ettiği mazhariyetle hakka’l-yakînin en âlî mertebesine doğru kanat çırpıp yükselmeye çalışmak... mânâlarına gelir.

Bütün bu engin mânâlarıyla takva, Allah nezdinde en kıymetli bir haslet, onunla donanan müttakinin makamı da Cennet’tir. Onun için Tirmizî’deki bir hadis-i şerifte Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: لَا يَبْلُغُ الْعَبْدُ أَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُتَّقِينَ حَتَّى يَدَعَ مَا لَا بَأْسَ بِهِ حَذَرًا لِمَا بِهِ الْبَأْسُ “Kul, sakıncalı şeylere girme endişesiyle bir kısım sakıncası olmayan şeyleri de terk etmedikçe gerçek takvaya ulaşamaz.”[11] Bu mertebe, bir bakıma takvanın son mertebesi olarak değerlendirilebilir. Zira “mahzurlu olan şeyleri işlerim” endişesiyle, çok defa herhangi bir mahzuru bulunmayan bazı fiilleri; açık bir nehiy olmadığı hâlde “belki sakıncalı bir şey içerisine girebilirim” endişesiyle, içinde şüphe ve tereddüt bulunan hususları terk etmedikten sonra hakiki takva derecesine çıkılamaz.

 

* M. Fethulah Gülen, Bir İ’caz Hecelemesi, s.110.

 

 

[1]     Tûr sûresi, 52/27.

[2]     Nahl sûresi, 16/90.

[3]     Fetih sûresi, 48/26.

[4]     A’râf sûresi, 7/96.

[5]     Âl-i İmrân sûresi, 3/102.

[6]     Bakara sûresi, 2/284.

[7]     Bakara sûresi, 2/286.

[8]     Mâide sûresi, 5/93.

[9]     Bakara sûresi, 2/197.

[10]   Bakara sûresi, 2/195.

[11]    Tirmizî, kıyâmet 20; İbn Mâce, zühd 34.

Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 01/29/2023