Gençlerin Mesajı
Babalar, gençliğin dünyadaki öneminin arttığını farketmelidirler. Onlara hem şefkatle yönelip dinlemeli, hem de bulundukları yaşa ve duruma göre eğitip öğretmelidirler. Gençliğin taşıdığı gerçek değerleri ve hassas olduğu konuları anlamalıdır. Gençlerde, müsbet değerlerle birlikte, İslâm'dan ve birçok güzel geleneğimizden uzaklaşmış olan modernizmin etkilerinden ileri gelen sapmalar da vardır, bunları unutmak doğru olmaz.
Gençlerde iman harekete gelince, iman izzetinin şuuruna varıp ayakta durmak iradelerini, istiklâl isteklerini ortaya koyunca ve arkasından da "Sana güvendik yâ Allah!" deyince, evet işte ancak o zaman, ilahî nusratın hususî tecellisinin kalblerine kuvvet verdiğini, durumlarını düzeltip zalim düşmanlarını helâk ettiğini gördüler. İşte, milleti zalim ecnebi sömürgecilerin açık veya gizli tahakkümü altında sürünen gençliğe, Allah'ın gösterdiği hedef. Bunda inanmak vardır, bütün ciddiyetiyle düşünmek vardır, gayret ve hamiyyet vardır, yiğitlik vardır, şeref vardır ve... zafer vardır.
Gençlik çağı, insanın ferdî hayatında, ömrün baharıdır, ümitlerin ve arzuların yeşerip çiçeklendiği... Millet hayatında da gençlik, hasretle gözlenen semereli bir istikbalin ümit kaynağıdır. Milletin bekası ve ilerlemesi için gerekli zekâ ışığı, gönül zenginliği, duygu asaleti ve beden kuvveti gençlerde aranır.
Gençlere bu ağır vazifeyi yüklemekte haklı olabilmek için önceki nesillerin, onların istidatlarını geliştirecek her türlü imkânı seferber etmeleri, onlara kaliteli bir eğitim ve öğretim vermiş olmaları lazımdır. Küçüklüklerinden itibaren onlara, şahsiyet geliştirme temrinleri, irade terbiyesi alıştırmaları yaptırılmalı, basiretli ve muvazeneli bir muhakeme formasyonu kazandırmak için elden gelen gayret gösterilmelidir. İyi alışkanlıkları huy edinmeleri için yardımcı olmalı, hayatları boyunca bırakmakta zorluk çekecekleri kötü itiyatlardan uzak tutmaya çalışılmalıdır. İyi olduğu kadar, kötü tesirlere de maruz bulunduklarından, kendilerini avlamak isteyenlerin ellerine düşmemeleri için, savunma imkânlarıyla mücehhez kılınmaları şarttır.
Hayattan ne beklediği hususunda kararını vermiş insanın, ömrünün sonuna kadar tutarlı bir yaşayış sürdüreceğine inanabiliriz. Bundan ötürü, küçüklüğünden beri çocuğa öğretilecek en mühim şey, yaratılışımızın gayesi olacaktır. Bu gaye ona, öylesine kuvvetli bir tarzda telkin edilmelidir ki, birtakım cazip tesirlere kapılabileceği hallerde bile gaye, manyetik bir kutup gibi onu, kendisine çekebilmelidir. Hareket ettirilen pusulanın ibresi, bir müddet titreştikten sonra, manyetik etki ile yönünde karar kıldığı gibi, genç insan da, benliğinde kök salan yaratılış gayesini sık sık hatırlayıp kendine gelecektir. Ayrıca, himmetini yüce tutması da onun aklına iyice nakşedilmelidir. Böylelikle dar kalıplar içinde boğulması önlenmiş olur. Önceki nesile düşen işlerden biri de, gençlerin hayatlarına dikkat etmek, onlara anladıkları lisanla hitap etmeyi bilmektir. Onların hangi iklimde yaşadıklarını anlayıp arzularını ve özlemlerini kanalize etmek gerekir. Bunlar da, babalar ile çocukların arasında kopukluk olmamasıyla, normal bir komünikasyonun (iletişimin) devamıyla mümkündür.
Babalar, gençliğin dünyadaki öneminin arttığını farketmelidirler. Onlara hem şefkatle yönelip dinlemeli, hem de bulundukları yaşa ve duruma göre eğitip öğretmelidirler. Gençliğin taşıdığı gerçek değerleri ve hassas olduğu konuları anlamalıdır. Gençlerde, müsbet değerlerle birlikte, İslâm'dan ve birçok güzel geleneğimizden uzaklaşmış olan modernizmin etkilerinden ileri gelen sapmalar da vardır, bunları unutmak doğru olmaz. Gençlerin içinde bulundukları dinî, iktisadî, içtimaî, psikolojik ve kültürel problemler, tecrübeli nesillerin öğütlerinden çok, ihtimamlarını beklemektedir.
Gençliğin, az çok şuurlu olarak, eskiyi hesaba çeken, sarsan, esasa yönelmiş sorulan vardır, olması da tabiîdir; bunlara cevap vermekten kaçamayız. Eski değerler yaşama liyakatine sahip ise, hiç endişe etmeyelim, gençlerin bu sualleriyle gençleşmiş, yenileşmiş olacaktır. Gençler ahlâkî ve ruhî faziletleri elde etmeye kabiliyetlidirler, fakat sorularına kaçamaklı değil, samimî ve net cevaplar bulmak isterler; ikna edilirlerse tam benimserler, yoksa münafıklıktan hoşlanmazlar. Dindarlarda şefkat, müsamaha, çevresindekilere ihtimam, sadelik, samimiyet, feragat görmek isterler. Dünyasına böyle nûrânî pırıltıları yansımayan, ruhânî bir nefes ve neşve taşımayan ibadetleri, mekanik ve dalâletten mahrum saymaya meyyaldirler.
Genç insan, ferdiyetçi olmaktan ziyade toplumcudur. Bencil değildir, milletinin dertleriyle ilgilenmeyi arzu eder. İster dinî, ister dünyevî olsun, ferdiyetçi ve bencil gayretler, onlara pek dar, himmetlerinin yüksekliğini tatmin etmekten çok uzak görünecektir. Bu takdirde, ruhlarının geniş ufuklarını dolduran, dünyaya ve insanlara açılma arzuları, onları başka ideallere yöneltecektir.
Gençlerin çoğu, dindarlar da dahil olarak eski nesli, diyaloğa pek az açık, kendilerinden pek emin olmayan, kanaatlerini delillendirmek konusunda oldukça kifayetsiz ve çekingen bulmaktadırlar. Büyükler onlarla temas sırasında, bilhassa şu iki sarp kayaya çarpmaktan sakınmalıdırlar. Bunlardan birisi, kendilerine karşı güvensizlik izharı, öbürü de demagoji yapmakla onları kandıracaklarını zannetmeleridir. Bunlar, onların benliğinde, şiddetli nefret uyandıran davranışlardır.
Bir tarafıyla "deliliğin bir nev'i" olan gençlik, tecrübesizliğinden ve hasbîliğinden istifade etmek isteyen nice bâtıl emellerin hırslarına hedef teşkil etmektedir. Gâh bir ideoloji onun beynini yıkar, gâh aydınların afyonu bir doktrin onu hayal âlemine daldırır, gâh bir hamiyyet dâvâsı onu tüketinceye kadar harcar, gâh dimağını ve kalbini dünya şehvetleriyle karartıp söndürmek isteyen bir sefahet tellalı onu aldatır. İşin sonunda genç adam, bazan faziletlerini yitirerek bunlar gibi profesyonel bir aldatıcı haline gelir; bazan da daha çok görülen bir durum olarak, kendisindeki hayat enerjisi tüketilmiş, İşe yaramaz bir hale gelmiş vaziyette boş bir küfe gibi terkedilir. İşi anladığında, hayatının en değerli sermayesini, karanlık boşluklara atılan çil çil altınlar gibi harcayıp müflis kaldığını acı acı düşünecektir. Gözleri bağlı dolap beygiri misali, hep ilerlediğini zannederken, nasıl bir kısır döngünün mahkûmu olarak kalakaldığını anlayacaktır. Fakat vakit artık hayli geçmiştir. Pişmanlık için değilse bile, kaçan fırsatı elde etmek için imkân kalmamıştır. Şu sözlerin mânâsını en iyi anlayanlar böyleleri olurlar:
Bir ticaret kılmadım nakd-i ömür oldu heba
Yola geldim, lakin göçmüş cümle kervan bihaber.
Ağlayıp nâlân edip düştüm yola tenhâ, garip,
Dîde giryan, sîne büryan, akıl hayran bihaber.
Köylüsüyle, kendisiyle, okumamışı ile bilhassa okumuşu ile son beş on yıldır neslimizin çoğunluğunu, az önce işaret ettiğimiz birtakım ahtapotlar kolları arasına almışlardır. Acı neticeler yaşandıktan sonra gençlerimizin büyük bir kısmının, düşmanlarını daha kolay teşhis ettirebilecek tecrübe ve müşahedelere sahip olduğunu söyleyebiliriz. İmansızlık, cehalet, zulüm, adaletsizlik, sömürü, menfaatçilik, israf, kör taklid, tembellik ahtapotundan kurtulmak için, bütün gayretimizi toplayıp kelimenin olanca kuvveti ve şümûlüyle "Yâ Allah!" demenin lüzumunu artık anlamalıyız. Hepimizin kalbini yaralayan acı realiteyi hatırlatmayı lüzumsuz sayarak, benzer durumlarda "Yâ Allah!" diyen gençlerin, nasıl hem kendilerini hem de milletlerini kurtardıklarını gösteren Kur'ân irşadlarından bazılarını nakletmekle ümidimizi canlandırıp ye'simizi öldürmek istiyoruz. Genç insan, muhtaç olduğu her sahada, tevhid gençliğinin gerçekleştirdiği ideali sergileyen ve Kur'ân'la ebedîleşen canlı örnekler bulabilecektir. Dikkatimizi yöneltmekle Kur'ân-ı Kerim'in, bu manzaraları, dünyanın ufuklarında niçin temaşa ettirdiğini böylece daha iyi anlayacağız.
İsrailoğulları Mısır'da, firavunun tahakkümü altında bulunuyorlardı. Zillet vergisi ödüyor, angaryaya koşuluyorlardı. Sonuna yaklaştığının bir alâmeti olarak zulüm, daha ileri giderek, erkek çocuklara hayat hakkı vermemeye, yalnız kızlarını hayatta bırakıp hayasızlığa zorlamaya da başladı. Firavun, ahaliyi hizip hizip bölmek sûretiyle onlar üzerindeki hâkimiyetini devam ettiriyordu. Azîzun Zuntikam olan Allah ise, zulme maruz kalanlara ihsan etmek, onları memlekette hâkim kılmak, önderler yapıp yurtlarının idaresinde mirasçılar kılmak istiyordu (Kasas sûresi, 28/4-6). Allah, Hz. Mûsa aleyhisselâmı resûl yaparak, onun lisanıyla insanları kendi yoluna çağırdı; şirke, sömürgecilere, zulme ve ahlâksızlığa karşı koymalarını istedi. Bu çağrı, sadece gençlerde yankı uyandırdı. Bazı tefsirlere (meselâ Âlûsî'ye) göre âyette "sadece gençlerin inanması"ndan maksad, inançlarını açığa vurmalarıdır. Babalar nesli de, hak yola içlerinden inandıkları halde, işlerinin aksaması veya işkence korkusu gibi sebepler yüzünden geri durmuşlardı:
"Firavun ve erkânının kendilerine fenalık yapmasından korktuklarından milletinin bir kısım gençleri dışında kimse Mûsa'ya inanmadı. Çünkü Firavun yeryüzünde hakimdi. O, gerçekten aşırı gidenlerdendi. Mûsa: ‘Ey milletim! Allah'a inanıyorsanız ve O'na teslim olmuşsanız, yalnız O'na güvenin’ dedi. ‘Allah'a güvendik, ey Rabbimiz! Zalim bir toplulukla bizi imtihan etme, rahmetinle bizi kâfirlerden kurtar’ dediler." (Yûnus sûresi, 10/ 83-86).
Gençlerde iman harekete gelince, iman izzetinin şuuruna varıp ayakta durmak iradelerini, istiklâl İsteklerini ortaya koyunca ve arkasından da "Sana güvendik yâ Allah!" deyince, evet İşte ancak o zaman, ilahî nusratın hususî tecellisinin kalblerine kuvvet verdiğini, durumlarını düzeltip zalim düşmanlarını helâk ettiğini gördüler. İşte, milleti zalim ecnebi sömürgecilerin açık veya gizli tahakkümü altında sürünen gençliğe, Allah'ın gösterdiği hedef. Bunda inanmak vardır, bütün ciddiyetiyle düşünmek vardır, gayret ve hamiyyet vardır, yiğitlik vardır, şeref vardır ve... zafer vardır. Sömürü zihniyetinin gençlere gösterdiği maddecilik, sefahet, menfaatçilik, nemelazımcılık, şehvetperestlik, eğlence ve oyun yolundan ne kadar farklı ve gençliğin değerini ne kadar yüceltici değil mi?
Kur'ân, Hz. İbrahim aleyhisselâmı ise, ilkin ferdî bir kurtuluş tefekkürünün çilesini çeken gence örnek gösterir. Her insana düşen ilk iş bâtıl inançlardan, kör taklidden, düşünmemekten, vehimlerden kurtulmaktır. Hür olmak iradesidir. Henüz çocuk denecek yaştaki genç İbrahim, gök ve yer hayatının gerçek mahiyetini öğrenmeye yönelir; müşrik milletine, yıldızlara tapılamayacağını, onların da fâni olduğunu anlatır, "Fânilere bağlanmam" der. (En'âm sûresi, 6/ 74-81). Kendisi yakîn sahibi olduktan sonra ferdî plan aşılacak, gerçeği tebliğ halka halka yayılacak, diyalog ve aksiyon safhası başlayacaktır. Kur'ân onun babası, ailesi, din adamları ve çevresindeki her neviden insanla diyaloglarını, tebliğ ve tartışmalarını nakleder. Bir defasında da babası ve halktan bir kısmı ile şöyle bir konuşmaya tutulur:
İbrahim: "Nedir bu taptığınız timsaller, cansız sûretler?" Onlar: "Babalarımızı onlara tapar bulduk, biz de bu geleneğe uyuyoruz." İbrahim "Andolsun ki sizler de babalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz." Onlar "Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa bizimle eğleniyor musun?" "Hayır, hayır alay etmiyorum; Rabbimiz gökleri ve yeri yaratan Rabdir. Ben de buna şahitlik edenlerdenim" (Enbiyâ sûresi, 21/51-73). Müşrikler, Allah'a koştukları ortaklarının kendisine kötülük yapacağını ileri sürünce İbrahim şöyle der "Siz Allah'ın, hakkında size herhangi bir delil indirmediği şeyi O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, niçin ben Allah'a koştuğunuz ortaklardan korkacakmışım? İki taraftan hangisine güvenmek daha münasiptir, bir bilseniz!" (En'âm, 6/81). Sonunda ailesini, yurdunu, milletini terkedip Rabbine hicret eder. Kutlu beldede saadet ve berekete nail olur, tek iken bir millet olur, tevhidin atası İbrahim.
Kur'ân'ın gençlere gösterdiği bir başka örnek Hz. Yûsuf'tur. Genç Yusuf'a, himayesinde bulunduğu Mısır vezirinin eşsiz güzelliğe sahip eşi delicesine aşık olmuştu. Kadın, fendinin her türlüsüne başvurduğu halde Yûsuf'tan yüz bulamadı. Yûsuf, aşkı, serveti, rahatı reddetti. Vezirin karısı nüfuzunu kullanarak onu zindana attırınca Yûsuf: "Ya Rabbî, zindan benim için, bu kadınların istediğini yapmaktan daha iyidir. Eğer tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir ve cahillerden olurum" (Yûsuf sûresi, 12/33). Üç-beş sene kaldığı hapishaneyi, iman mektebine çeviren yine Hz. Yûsuf'tur. İdare ve iktisadda maharetini ortaya koyarak, ülkenin maliyesini düzene sokan, buhrandan kurtaran odur. Kur'ân'da onüç sayfadan fazla yer tutan Yûsuf sûresi, onun daha birçok meziyetlerini bildirmektedir. Demek ki Hz. Yûsuf iffet, sadakat, ilim, idarecilik ve hikmet kahramanı ve rehberi olarak örnek gösterilmektedir.
Ashâb-ı Kehf, Rab'lerine inanmış birkaç gençti; Allah da onların hidayetlerini arttırmıştı. Onlar bürhan ve delile tabi olan, gerçeği araştıran kimselerdi. Kör taklitle "gelenektir" veya "toplum böyle istiyor, şartlar bunu gerektiriyor" diye hakikatten fedakârlık edemez, taviz veremezlerdi. Hakkın hatırının her hatırdan üstün olduğunu düşündüler. Açık kalbliliğin, riyasızlığın kahramanı oldular. "Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O'ndan başkasını tanrı saymayız, yoksa saçma söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu milletimiz, O'ndan başka tanrılar edindiler; onların tanrı olduğuna açık delil getirmeleri gerekmez miydi? Allah hakkında yalan (yere şerik) uydurandan daha zalim kim olabilir?" "Biz Azîmuşşân, onların kalblerine metanet vererek kuvvetlendirmiş, onlar da (kralın önünde) kalkıp hakikati ilan etmişlerdi." (Kehf sûresi, 18/13-15).
O gençler, bedenen kuvvetli oldukları gibi, bundan ziyadesiyle fazla olarak, imanları da kuvvetli idi; kavimlerinin içinde bulunduğu sapıklığı reddetmeleri de kuvvetli idi. Çevreleri, onlara inandıkları şekilde yaşama imkânı vermeyince, hakikati haykırarak oradan hicret etmekten başka çareleri kalmamıştı. Allah'a kulluklarını gizleyip, kavimlerinin yaptıklarını yaparak onlar gibi görünmek yolunu doğru bulmadılar. Uzleti, hayatın rahat ve refahına tercih ederek tam bir teslimiyetle mağaraya girdiler. "Ey Rabbimiz, katından bize rahmet ver, işimizde dürüstlük ve salâh nasip eyle" diyerek. Ruhâniyeti insanlara hayat üfleyen, müşrik imparatorlukları da üfürüp silen Hz. İsa da bir genç idi.
Kur'ân-ı Kerim'den naklettiğimiz bütün bu örneklerde adları geçen zatların niyet ve azimlerinin ve müteakiben de fiillerinin arkasından Allah'a tam bir tevekküllerini bildiren âyetler de gelir ki, bundan alınacak dersler vardır. Bunlardan biri, işlerin Allah adına ve O'na itimad ederek yapılmasıdır; mahlûkların elinde olandan ziyade Halik Teâlâ'nın nezdinde olana güvenmektir. Ayrıca şu da açıkça anlaşılıyor ki, kul elinde olan bütün imkânları sarfettikten, çalışarak bütün gayretini ortaya koyduktan, esirgediği hiçbir şey bırakmadıktan sonradır ki tam bir teslimiyetle Allah'a yalvarır, Allah da ona imdad eder.
Gençlerin mesajına Kur'ân'dan daha başka örnekler vermek de mümkündür; fakat biz bunlarla yetinelim ve bitirmeden önce diyelim ki: Allah Teâlâ risaleti (mesajı) kıyamete kadar sürecek son Elçisini de gençliğin kemal çağında resûl yapmış, ebedî mesajını O'nun lisanıyla göndermiş ve tarihî realite olarak uygulamasını O'nun hayatıyla göstermiştir. O'nu ilk benimseyenler Hz. Ebu Bekir adındaki bir genç ile Hz. Ali, Zeyd gibi çocuk denecek yaştaki gençler oldular. Tebliğin gizli yapıldığı ilk üç yıllık devrede müslüman olanların çoğu gençlerdir. İslâm çağrısının yayılmasında bu gençlerin büyük payları olmuş, ekserisi şehid olarak dünya hayatına veda etmişlerdir. Öyle ki, Mekke ahalisi İslâm tebliğini, tecrübesiz gençlerin hareketi diye vasıflandırarak zevahiri kurtarmak istemişti. Bu konuda Hz. Peygamber aleyhisselamdan şöyle bir hadîs rivayet edilmektedir: "Gençler hakkında güzel düşünceler besleyin, zira onların kalbleri pek duyarlıdır. Allah beni müjdeleyen ve uyaran nebi olarak gönderince (başlangıçta) gençler benimle anlaştı, yaşlılar ise zıdlaştı." Resûlullah bundan sonra "onların üzerinden uzun bir müddet geçtiğinden kalbleri katılaşır” (Hadîd sûresi, 57/16) mealindeki âyeti okumuştur. (Bu hadîse, mûteber bir kitapta rastlayamadım, fakat en azından tarihî bir gerçeği yansıtmaktadır.)
Böylesi güzel örnekleri benimseyerek onları izlemeye niyetli epeyce genç varsa da, onlara lazım gelen ihtimamın gösterildiğini söyleyemeyiz. Mesajı duyup benimseyenler ilgi ve yönlendirmeye, duyuramadığımız ekseriyet ise "hikmet ve delille, güzel öğütlerle" Rabbin yoluna çağırılmaya muhtaçtırlar. Bu irtibat kurulsun ki, bu bahar çiçekleri solmasın, ağaç meyve versin, getirecekleri değerli katkılar vesilesiyle, millet ve memleket de kendileriyle birlikte kurtulsun. Gençlikteki örnek ihtiyacını, inanç, fikir ve aksiyon açlığını ciddîye almamak olamaz. Gençlikteki patlamaların, yeterince oynayıp eğlenememekten, rahat bir hayat sürdürememekten ileri geldiğini zannedenler, büyük ölçüde yanılmaktadırlar. Onların ihtimam ve dikkatle dinlenilmeye, yönlendirmeye ve sorumluluk yüklenmeye ihtiyaçları vardır.