Zamanı İdrak ve Değerlendirme





Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 12/18/2022
Clap

Eser vermediği hiçbir ilim dalı bulunmayan, 340’dan fazla eserin müellifi İbnü’l-Cevzî, Zamanını öldüren insanları girdaba doğru sürüklenen bir geminin sohbete dalan gafil yolcularına benzeterek zamanın idrakine dikkatleri çekmiştir.

“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gâma sor kim geceler kaç saat” / Sâbit[1]

Divan edebiyatında daha çok yârdan uzak kalışı anlatmak için kullanılan ‘şeb-i yelda’ ibaresi, sevdasının derdine düşmüş kişinin geçmek bilmeyen anlarını ifade etmektedir. Mesele başka bir boyuttan düşünüldüğünde ise, en uzun geceler, muvakkıt hesabıyla yapılan 22–26 Aralık gecelerini değil; belki derdi ile dertlenen kişinin her ‘ân’ını ifade eder.

Ân, içinde bulunulan zamanı ifade etmek için kullanılır. Zaman ise hayat sahiplerinin içinde bulundukları ahvale göre değişkenlik arz edebilen izafi bir oluştur. Ve yine zaman sünnetullaha bağlı olarak geri gelmeksizin geçip gitmektedir. Zamanın yitip gitmesi, ömür sermayesinin de tükenmesi demektir. İnsan ömrünün yaşandığı geçici dünya hayatının imtihan vesilesiyle yaratıldığı Kur’ân’da açıkça bildirildiğine göre;[2] insana düşen vazife, fânî olan dünya hayatını ebedî Âhiret hayatına hazırlık maksadıyla değerlendirmek olsa gerektir.

Ebedî yurduna hazırlık maksadıyla ömrünü güzel işler yaparak değerlendirmeyi gaye edinen bir insan, geçip giden zaman karşısında bir meful veya zamanı tüketen bir fail olmayacak; bilakis imtihan sırrına uygun olarak zamanın kıymetini idrak edecek ve onu değerlendiren bir fail konumunda olacaktır.

Yazımızda öncelikle zaman ve vakit kavramlarıyla alâkalı gördüğümüz bazı âyet ve hadîsleri aktarmaya; sonra asrımız İslâm düşüncesine tesiri bulunan muhterem zâtların düşünceleri ile hayatlarından bazı örneklerle İslâm’da zaman telâkkisini özetlemeye; son olarak da “Günümüzde zamanı verimli kullanma adına neler yapılabilir?” sorusuna cevap niteliğindeki bazı düşüncelerimizi paylaşmaya gayret göstereceğiz.

 

Kur’ân’da Zaman

Kur’ân-ı Kerîm’de zaman kavramı; asr, dehr, karn, saat, sene, yevm, leyl, nehar, fecr ve vakt gibi kelimelerle ifade edilmektedir. Yaklaşık olarak beş yüz yerde geçen bu kelimelerden en çok zikredileni “yevm” yani “gün” kelimesidir.[3]

Zamanın yaratıcısı olan Allah, bazı sûrelerin başında -bazen de içinde- bazı zaman dilimlerine kasemle dikkat çekmiştir. “Ve’l-asr, ve’l-leyl, ve’s-subh, ve’d-duha” (Asra, geceye, sabaha, kuşluğa yemin olsun) gibi. Bu yeminler, zamanın öneminin İlâhî dille ifadesidir denilebilir.

Bu yüzden zaman kıymetlidir, onun azlığı veya çokluğu onun değerinden bir şey kaybettirmez. Zaman hayattır, zamanı israf hayatı israftır.

Algılayışımızı kolaylaştırması maksadıyla Kur’ân’da zaman ve vakit kavramlarıyla münasebetli gördüğümüz bazı âyetlerin meallerini ve vurguladığı hususları özetleyelim:

Müzzemmil Sûresi’nin 20. âyetinde zaman ve takvimin Allah tarafından yaratıldığı ve zamanın asıl sahibinin Allah Teâlâ olduğu vurgulanmaktadır.

Bakara Sûresi 189. âyette insanların vaktini programlaması için belli bir ölçünün yaratıldığından bahsedilmektedir.

Rahman Suresi’nin 5. âyetinde kâinatın belli bir program ve intizam dahilinde olduğu belirtilmiştir. Âlemdeki bu nizamı örnek alan insan da plânlı, programlı ve dakik olacaktır.

Nisa Sûresi 103. âyetinde ise namazın farziyetinin vakte bağlı olduğu belirtilir ki bu vakitler her gün yenilenmekte ve zamanında kılınmayan namazlar eda değil; kaza hükmünde sayılmaktadır. Yani burada da müminin dakik ve dinamik olmasının önemi vurgulanmaktadır.

İnşirah Sûresi 7. âyetinde de yine bir müminin günlük hayatı içerisinde boş vaktinin olmadığı hatırlatılmıştır ki bu âyetlere göre zamanı değerlendirmenin İlâhî bir emir olduğu açıkça görülmektedir.

Ayrıca Müminun Sûresi 3. âyetinde müminlerin vasıfları sayılırken zamanın kıymetini idrak edebilmiş ve boş işlerden yüz çevirebilen müminlerin kurtuluşa erebileceği hakikatine vurgu yapılmıştır.

Bakara Sûresi’nin 96. âyetinde hayatı boyunca zamanının kıymetini bilmeyip onu heder eden insanların sürekli fazladan ömür talebinde bulunduklarına işaret edilmekteyken; Fatır Sûresi’nin 37. âyetinde ise bu talebin karşılık bulamayacağı açıklanmıştır. Buna göre ömürlerini heba edenlerin pişmanlıkları asla fayda etmeyecektir. Dolayısıyla insana düşen ‘iş işten geçmeden elindeki zamanı değerlendirmektir’ denilebilir.

Nitekim Rahman Sûresi’nin 29. âyetinde rabbimizin her gün/her ân yeni bir işte bulunduğu vurgulanmaktadır ki; Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanması istenen bir müminden de her anını hayırlı ve yararlı işlerle değerlendirmesi beklenmektedir.

Son olarak Asr Sûresi’ni zikredip konunun Sünnet ve hadîsler ışığında değerlendirmesine geçeceğiz. Asr Sûresi’nde Cenab-ı Allah’ın kasemi her asra olduğu gibi çağımıza da hitap etmekte ve aldanmış olan insanoğluna hüsrandan kurtulabilmenin reçetesini sunmaktadır. Buna göre yalnızca iman edip salih ameller işleyip birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden insanlar hüsrana uğramaktan kurtulabilecektir.

Ziyandan kurtulmaya talip olan bir Müslüman ise asla, vakit öldüren kimse olamaz. Zîrâ her insan, kendisine verilen vakti nerede harcadığından sorgulanacaktır. Bu yüzden Müslüman salih amelleriyle, hayırlı işleriyle vaktini dirilten, bereketlendiren kimse olmalıdır.

 

Sünnet ve Hadîslerde Zaman

Konuyla ilgili bir hadîste: “Kişi kıyamet gününde ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne işte harcadığından, malını nereden kazanıp nerelere harcadığından, öğrendiği ile ne derece amel ettiğinden hesaba çekilecektir ve bunların cevabını vermeden hiçbir yere adım atamayacaktır.” buyrulur.[4]

Yegâne rehberimiz Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatı, zaman tanzimi ile ilgili mümtaz bir kaynaktır aslında. O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatında tesadüfî veya zuhurat nevinden hâdiselere rastlanamaz. O, gününü önceden ve teferruatlı bir şekilde programlamıştır. Ve tanzim ettiği zaman dilimleri arasında aksamaya müsaade etmemiş; dakikliğe azami ölçüde riayet etmiştir. İbadet, Aile, İlim, Misafirler ve rutin işlere ayrılan saatler hep bir düzen içindedir. Eğer bir aksama olursa hemen müdahale edilerek programa bağlanmıştır ki aksamalar silsilesi önlenebilsin.[5] İşte Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatını kontrol etmeye bu derece hassasiyet göstermesi bizlere de rol model olması açısından pek ehemmiyetlidir. Zaman tanzimine referans olması bakımından konumuzla alâkalı birkaç hadîs mealini hatırlatmakta fayda görüyoruz:

Her yeni gün şöyle seslenir: Ey insanoğlu! Ben yeni bir ânım. Yaptığın işler konusunda senin şahidinim. Öyleyse beni hayır işleyerek iyi değerlendir ki lehine şahitlik edeyim. Çünkü ben bir daha geri gelmeyeceğim. Gece de aynen böyle söyler.”[6]

Zamana sövmeyiniz, zamanı kınamayınız; çünkü zamanın sahibi Allah’tır.”[7]

İki günü birbirine eşit olan ziyandadır, aldanmıştır.”[8]

İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunlardan faydalanmak hususunda aldanır ve değerini bilemez. Bu iki nimet: Sıhhat ve boş vakittir.”[9]

 

Asr-ı Saadet’ten Günümüze İslâm Büyüklerinin Hayatında Zaman

İslâm medeniyetinin kutupları diye tabir edebileceğimiz ufuk insanlarının hayatlarından bazı kesitleri nazara vermeye çalışacağız:

İmam Şafii Hazretleri’nin bir sözü, ölçüsüzlükler içerisinde zamanını hoyratça tüketen ve “Ne yapalım zaman kötü, zaman bunu gerektiriyor.” diyerek zamanı suçlayan nice nankör insana en güzel cevabı vermektedir: “Bütün ayıplar bizde olduğu hâlde hep zamanı kınarız. Gerçekte ise zamanın hiç suçu yok, bütün suçlar bizdedir. Haksız yere zamanın sahibine hicivler düzeriz. Zaman dile gelse, kim bilir bizim için neler söylerdi!”[10]

Yine İmam Şafi’ye isnat edilen bir sözde zamanın yönetilmesi ve değerlendirilmesi hususunda öyle bir ölçü konmuştur ki prensip sahibi her insanın bu sözü kendisine şiar edinmesi gerekir: “Vakit kılıç gibidir sen onu kesmezsen o seni keser.”[11]

İmam Malik Hazretleri’nin çok tuvalete gitmemek ve zamanı zayi etmemek için az yemekle iktifa etmesi ve buna rağmen malâyani işlerle ne çok vakit tüketiyoruz diyerek hicap duyması ibretlik bir hadîse olsa gerektir.[12]

Fahreddin Razî’nin tefsirinde zikrettiği şu hâdise, zaman konusunda insanın aldanışını anlatması bakımından pek mühimdir:

“Yüce Allah’ın ‘asr’a yemin edişini Bağdat çarşısında gördüğüm buz satıcısının durumu ile daha iyi anladım. Adam, güneşin yakıcı sıcağı altında tablasına buzları koymuş dolaşıyordu. Eriyen buzlar adamın üzerine damlıyor ve onu ıslatıyordu. Adam şöyle bağırıyordu: ‘Buz alarak sermayesi eriyip tükenen adamı kurtaracak yok mu?’”[13]

Gerçekten zaman da misaldeki buz gibi elden gidiyor. Ömür sermayesi, her geçen gün azalıp tükeniyor ve bizi biraz daha ölüme yaklaştırıyor. Geçen günler, üzerimizde izler bırakıyor: Saçlarımıza karlar yağıyor, yüzümüz kırışıyor, organlarımız eskiyor...

Zamanın önemini müdrik olan İslâm büyükleri, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hassasiyetini örnek alarak zamanlarını tanzim ve değerlendirme hususunda öyle davranışlar geliştirmişlerdir ki ibret almamak mümkün değildir. Bu misâllerden bir kaçını paylaşalım:

Tabiin âlimlerinden Amir b. Abdillah b. Abdilkays el-Basri’nin[14] kendisiyle sohbet etmek isteyen kimselere: “Güneşi tut hay hay!” demesi zaman şuuruna erişmiş bir Müslüman’ın göstermesi gereken hassasiyeti vurgulaması bakımından kayda değerdir.

İbn Rüşd’ün hayatı boyunca sadece düğün gecesi ve babasının vefat gecesi olmak üzere iki gece okuyamadığı onun zaman bilincini ve ilim aşkını göstermeye kafidir.

Fahreddin er-Razi de okumaya ara vermemek için yemekle beraber de okuma yapmış ender bir şahsiyettir. Onun binek sırtında iken bile öğrencilerine ders anlattığı rivayet edilir.

İbn Teymiye okumaya başlamadan evvel uykusuna mâni olmak maksadıyla saçlarını çiviyle duvara bağlayacak kadar hassas ve titiz bir âlimdir ki ilminin çoğunu bu yöntemle uykusundan feragat ederek kazanmıştır.

Eser vermediği hiçbir ilim dalı bulunmayan, 340’dan fazla eserin müellifi olan İbnü’l-Cevzi de, Zamanını öldüren insanları girdaba doğru sürüklenen bir geminin sohbete dalan gafil yolcularına benzeterek zamanın idrakine dikkatleri çekmiştir.[15]

Dünya çapında kabul görmüş İslâm büyüğü Mevlâna, efendimizin vakit şuuruyla kıldığı namazlar sayesinde zamansızlığa erişip zamanın asıl sahibi ile iletişime geçtiğine dikkatleri çekmiştir.[16]

Çağımız İslâm Mütefekkirlerine Göre Zaman

Millî şairimiz merhum M. Âkif Ersoy, dem bu dem idrakiyle olsa gerek anın kıymetini şu mısralarıyla vurgulamıştır:

“Geçen geçmiştir artık; ân-ı müstakbelse mübhemdir;

Hayâtından nasibin: Bir şu geçmek isteyen demdir.

Evet, maziye ric’at eylemek bir kerre imkânsız;

Ümidin sonra istikbâl için sağlam mı? Pek cansız!”[17]

 

Üstad Necip Fazıl da;

“Dün gitti, bugün varsın. Yarın var mı?

Baksana ölenler hep ihtiyar mı?”

diyerek zamanın nasıl bir nimet olduğunu anlatır. Dünya tarihine baktığımız zaman, bütün başarılı insanların “şimdi”yi keşfetmiş insanlar olduğunu görürüz ve bunlar “ân”ın kıymetini idrak ederek her anlarını değerlendirmişlerdir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı da zamanın idraki ve dolu dolu değerlendirilmesi ve ebedî yurda hazırlık vesilesi olması bakımında tek başına örnek olmaya iktifa edecek kıymettedir. Onun gibi hassas yaşayan bütün büyüklerin temel düsturları, yapacaklarını önceden plânlama, plana uymak için güne erken başlama ve programa dakik bir şekilde uyarak günlük rutinleri en kısa zamanda halletmeye dayanır.

4. Söz ve Meyve Risalesi’nde geçtiği üzere, Üstad insan hayatında 24 saatlik bir günün 23 saatinin fânî ve muvakkat dünya işleri için kullanılmasına rağmen tek bir saatinin bile ebedî bir âleme hazırlık maksadıyla kullanılmamasının büyük bir bedbahtlık olduğunu belirtmektedir. Ve bunu padişahın verdiği 24 altının hepsini gereksiz yere harcayıp da saraya ulaşamayan akılsız bir yolcu örneğiyle gayet veciz bir şekilde izah etmektedir.[18]

Bediüzzaman Hazretleri 28. Lem’a’da, 24 saat standart gibi görünen günlük ömrümüze, kaylule denilen ve yarım saati, gece uykusunun 2 saatine denk düşen bir gündüz uykusu ile bir buçuk saat kazandırılabileceğimize de dikkat çekmiştir.[19]

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin zaman ve mesai tanzimi ile ilgili mühim mülahazalarından birkaçını aktarmak çok faydalı olacaktır:

“Zamanını değerlendirmeyi düşünen biri, evvelâ imkânını, talip olduğu işi ve kapasitesini çok iyi bilip ona göre bir fizibilite ortaya koymalıdır ki, işlerinde muvaffak olabilsin. Aksine bir insan, programsızca her işe talip olursa kazanma kuşağında kaybedebilir.

Bu açıdan bizim için en birinci mesele, hayatımızın takvimleştirilmesi ve zamanlamaların çok iyi yapılmasıdır. Hattâ bir yönüyle zamanlama, yapılan işlerin gerçek derinliğini aksettirdiğinden ayrı bir güzellik ifade eder. Bu açıdan, “Esbab-ı nüzul”, âyetlerin nâzil olmasında bu zamanlamanın bir ifadesidir denebilir…

Hâsılı; iyi bir mesai tanzimi ile hareket eder ve herkese ayırdığımız vakti yerli yerince kullanırsak, hem ailemize hem akrabamıza hem de iş yerimize karşı vazife ve sorumluluklarımızı rahatlıkla yerine getirebiliriz...”[20]

Zaman tanzimi ile alâkalı olarak kendisine sorulan “Allah yolunda hizmet etmek isteyen bir insanın bir ayı, bir haftası, bir günü ve bir senesi nasıl geçmelidir?” sorusuna Hocaefendi’nin verdiği cevabı özetle aktaralım:

“Kanaat-i âcizanemce, Müslümanların en çok geri kaldıkları hususların başında, soruda bahsedilen zaman ve mesai tanzimi gelmektedir. Aslında mü’minler, gayretli ve fedakâr olmalıdırlar; ama her nedense hayatlarını tanzim etmeye bir türlü yanaşmamakta ve dağınık yaşamaktadırlar. Ayrıca mesailerini tanzim edememenin yanında, onca fedakârlıklarına rağmen bir türlü hizmet düşüncelerini hayatlarının gayesi şeklinde sistemleştirememekteler. Müslüman, hizmet düşüncesini sadece yirmi dört saatlik bir günün içine değil, belki günün bütün parçaları içine sokmaya alışmalı, gayeli, hedefli ve plânlı yaşamalıdır.. bir gün öyle yaşayacağına ümidimiz tamdır.

Zamana değer, hayatiyet ve canlılık kazandıran şey, o zaman zarfı içinde yapılan işlerdir. Biz, ‘Asr-ı Saadet’ diyerek belli bir çağı alkışlarken, haddizatında herhangi bir zamanı değil, o zaman içinde yaşayan ve yaşananları dikkate alarak ‘Asr-ı Saadet’ diyoruz. Bu şekilde dolu dolu yaşanan zamanın ân-ı seyyâlesi, başkalarının yüzlerce senesine bedeldir. Binaenaleyh zamana hakikî vücut ve kıymet kazandırma, onu değerlendirme, insanların o zaman içinde yapacakları işlerle doğru orantılıdır.

İkinci olarak, bizim yirmi dört saatlik bir sermayemiz var. Bu yirmi dört saati, bizim son günümüz olabilir felsefe ve düşüncesi ile ele alıp, onu namaza göre programlayıp her parçası içine bir şeyler aktarmaya çalışırsak, o gerçek değerine ulaşır. ‘Öğle öncesi zamanımız.’ , ‘Öğle sonrası zamanımız.’, ‘İkindi sonrası, akşam sonrası zamanımız.’ der ve namazla bölünen, namazla nuraniyet ve kıymet kazanan bu zaman parçaları arasında biz hizmet-i imaniye ve Kur’âniye adına yeni yeni hamleler plânlayıp ona göre yapılacak her şeyi yapar ve yaptığımız şeylerle iktifa etmeyerek, “Daha yok mu?” yaklaşımı ile başka şeyler yapmanın plânlamasına durur ve bunları gerçekleştirmek için de ikinci zaman parçasını değerlendirmeye koyuluruz. İşte o zaman bütün hayatımız nurlu ve tam ebediyete lâyık istikamette cereyan etmeye başlar.

Cenâb-ı Hak, günü namaz vakitleri, haftayı Cuma, seneyi de Ramazan-ı şerif ile nurlandırmıştır. O’nun zaman içinde serpiştirdiği böyle nur kaynakları insan ömrü boyunca vardır. Bununla Allah bize zamanın değerlendirilmesi dersini vermiştir. Dünden bugüne aklı başında kimseler küçük zaman parçalarını değerlendirmek suretiyle bütün hayatlarını nurlu yaşamaya muvaffak olmuşlardır.”[21]

 

Netice

Işık Çağı da denilen 21. asırda teknolojik ilerlemeler bir yandan hayatı kolaylaştırmakta; diğer yandan da meşguliyetleri ve günlük hayatın yoğunluğunu artırmaktadır. Çoğu zaman koşuşturmayla geçen dakikalar, saatler hattâ günler ve geceler ise yeterince değerlendirememektedir. Ancak değişmeyen bir gerçek vardır ki, ömrümüzdeki her gün 24 saat; her saat de 60 dakika ile sınırlıdır. Bu ölçüleri değiştirmek ise bizim elimizde değildir. Bununla beraber zamanı kıymetlendirmek elimizdedir. Bunun yolu da tek tek dakikalarımızı değerlendirerek zamanımızı bereketlendirmektir. Kaldı ki şuursuz bir şekilde geçirilen tek bir dakika bile bizim hüsranımız olabilir. Çünkü ihtimaldir ki o dakika son dakikamızdır. Bu yüzden her ânımızı Âhiret’e hazırlık gayesiyle -dem bu demdir; belki de son demdir diyerek- hayırlı işlerle meşgul olarak değerlendirmeliyiz.

Zamanımızı tanzim etmeye Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı gibi namaz vakitlerine titizlikle uyarak başlamalıyız. Her gün değişen bu vakitlere ayak uydurabilirsek ibadet hayatımızın da dinamiklik kazanacağını unutmamalıyız. Rutin işlerimizi ve günlük plânımızı mutlaka önceden belirlemeli ve program dâhilinde hareket etmeliyiz. Programımızı uygularken hassas ve dakik olmalıyız. Sohbet-i canan dışındaki muhabbetlerden ve salih ameller dışındaki ‘malayani’ işlerden de mümkün mertebe kaçınmalıyız.

 

[1] 17. yy divân şâirlerinden Sâbit’e ait olan bu beyit “Gecenin uzunluğunu, yıldızları inceleyip vakit hesabı yapan gök bilimciler nereden bilecek! Asıl keder ve gama boğulmuş dertli kimseye sor ki, hangi geceler kaç saat uzunluğundadır...” şeklinde de ifade edilebilir.

[2] Bkz. Mülk Sûresi Sûresi 2. âyet

[3] İbrahim Canan, İslâmİslâm’da Zaman Tanzimi, Cihan Yayınları, İstanbul 1988, s. 24-29

[4] Tirmizî, Kıyamet, 1

[5] İbrahim Canan, İslâm’da Zaman Tanzimi, Cihan Yayınları, İstanbul-1988, s. 87-100

[6] Hindî, Kenzü’l-Ummâl, N0: 43159

[7] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 494

[8] el-’Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 323.

[9] Buharî, Rikâk 1

[10] İmam Şafiî, Divân, 82.

[11] Bkz. Altınoluk dergisi Zamanı Kuşanmak Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz 2003 - Ocak, Sayı: 203, Sayfa: 14

[12] İbrahim CANAN, İslâm’da Zaman Tanzimi, Cihan Yayınları, İstanbul – 1988, s. 159

[13] Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i kebir, Akçağ yay. c.23 s. 388-389

[14] mollacami.com adresindeki Evliyalar Ansiklopedisi sh. 3519

[15] İbrahim Refik, “Zaman şuuru”, Sızıntı, Mayıs/1990, Sayı: 136, sh. 153

[16] Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, ter.Ahmed Avni Konuk, haz.Selçuk Eraydın, İz Yayıncılık, İstanbul 1994, sh. 14-15

[17] Mehmet Akif Ersoy, Safahat-Orijinal Metin, Sadeleştirilmiş Metin ve Notlar, haz. Ömer Faruk Huyugüzel, Rıza Bağcı ve Fazıl Gökçek, Zaman Gazetesi Armağanı, İstanbul, s. 284

[18] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Sözler Neşriyat, İstanbul-2004, sh. 20-21

[19] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Sözler Neşriyat, İstanbul-2004, sh. 282; Ayrıca bkz. İbrahim Canan, İslâm’da Zaman Tanzimi, Cihan Yayınları, İstanbul-1988

[20] M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla 4, Bir Demet Sosyal Mesele: ‘Zamanı Kullanma’ sh.161 den alıntı yapılmıştır.

[21] M. Fethullah Gülen, Prizma 7, I. Bölüm: Zihin Harmanı ‘ZAMAN TANZİMİ’ konusundan alıntı yapılmıştır.

 

* Yeni Ümit Dergisi arşivinden (Ekim, 2015; 110. sayı)

Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 12/18/2022