İmam Nikâhı ile İkinci Evlilik (Fetva Sorunu Yazıları -5)
Hukukun/fıkhın en temel özelliği onun beşeri, tabii ve fıtri oluşudur. Hukukun merkezinde insan ve hayat vardır. Hayatla ve insanla iç içedir fıkıh. Öyle olmak zorundadır.
İslâm dünyasının en büyük problemlerinden biri fetvadır diye başladığım yazı dizisine şu soruya cevap aramak için başlamıştık: Birinci eşin haberi olmadan imam nikâhı ile ikinci bir evlilik yapmaz caiz midir?
Sosyo-kültürel ve ekonomik alanlara da temas eden kısa cümlelerle dini ve hukuki bağlamda geniş kapsamlı bir cevap vermeyi planlıyorum bu soruya. Geniş kapsam adına yazının hemen başında bir takım sorular sorarak isterseniz bazı ipuçları verebilirim. Mesela, evli olan erkek sırf şehevi duygularını tatmin için mi ikinci bir kadınla imam nikâhı ile evlenmek istemektedir? İkinci evliliğin mevcut hukuk sistemi içindeki yeri nedir? Sistem bu evliliği yasaklıyorsa kanuni müeyyidesi nedir? Hukuken yasak ve kanunen de müeyyidesi bulunan bir ülkede imam nikâhı ile gerçekleştirilen evlilik meşru, caiz ve helâl midir? Bu bağlamda birinci eşin kocasına ikinci bir kadınla evlenebilirsin demesi veya haberi olduğu halde dememesi dini ya da fıkhi açıdan bir anlam ifade eder mi? Evlilik hayatının olmazsa olmaz koşullardan sayılan ve kadına terettüp eden vazifelerde bir aksama söz konusu ise bu ikinci evlilik için meşru bir sebep olarak kabul edilebilir mi? Güncel boyut adına, ne zaman son bulacağı belli olmayan, iltica edilen ülkelerin kanunları, bürokrasinin işleyişi, her bir ferdin dosya muhtevasının değişikliği vb. nedenlerle aile birleşimi adına kesin bir tarih verilemeyen ayrılıklar erkek için imam nikâhı ile evliliğe meşru mazeret teşkil eder mi? Ayrı bir ülkede yaşayan eşinin bu durumda kocasına evlenmek için onay vermesi ya da vermemesi neticeyi değiştirir mi? Evlilik hayatı özelinde ister cinsellik isterse başka boyutları itibariyle aynı mahrumiyetler kocasından ayrı yaşamak zorunda kalan kadın için de geçerlidir. Bu durumda kadın ne yapacaktır?
Soruları daha da uzatabilirim ama meselenin anlaşıldığını ve genel çerçeve adına bir fikir verdiğini düşünerek cevaba başlıyorum. Maddeler halinde ele alacağım.
1-Hukukun/fıkhın en temel özelliği onun beşeri, tabii ve fıtri oluşudur. Hukukun merkezinde insan ve hayat vardır. Hayatla ve insanla iç içedir fıkıh. Öyle olmak zorundadır. Bu açıdan zahiri şekil şartları ya da isimlendirmeler itibariyle benzerlik hatta aynîlik ifade eden ama değişen sosyal taban sebebiyle çok farklı bir düzlemde cereyan eden davranışlara fıkıh kitapları arasında yerini alan hükümleri olduğu gibi yansıtmak verili sorunlara çözüm olmaz. Daha da ötesi çözüm olmadığı gibi o cevaplar sorunu derinleştirir hatta sorunun bizzat kendisi olur. Anakronik yaklaşım denir buna literatürde. Zamanda şaşma demek anakronizm. Bugünü dünün şartları içinde değerlendirmek diyebiliriz bir başka ifadeyle.
Onun için yukarıda sorduğumuz imam nikâhı ile ikinci evlilik sorularının hepsini bu kapsamda ele almak ve günümüzü baz alarak cevaplandırmak zorundayız. Şöyle de ifade edebilirim, tarihe mal olmuş dünkü zaman diliminde babalarımız, annelerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz içinde yaşadıkları medeni, sosyal, kültürel, iktisadi, hukuki, askeri, dini çerçevede bu veya benzeri sorunlarla karşılaşmışlar mı, nasıl cevaplar üretmiş ve hangisini tercih etmişler deme ayrı şeydir, biz bu sorulara bugün nasıl cevaplar üretecek ve hangisini tercih edeceğiz demek farklı şeydir.
Yalnız bu 14 asrı aşkın bir tecrübenin ürünü olan, Müslümanların tarihsel tecrübesinin birikimi diye adlandırılabilecek geleneği terk edelim demek değildir. Daha önceden “Amerikan veya Avrupa Müslümanlığı” başlıklı yazımda da ifade ettiğim gibi geleneği dışlayan bir Müslümanlık olmaz. Ama klasik fıkıh içinde yerini alan ve bugünden çok farklı sosyo-kültürel çevre içinde üretilmiş olan çözümlere milimi milimine sadık kalarak “helâldir, haramdır, caizdir, caiz değildir” demek de doğru değildir. Bu durumda günümüzün insanı da kaybeder, fıkıh da kaybeder ve fıkhın ana kaynağını teşkil eden din de kaybeder. Çünkü hayatın tabii seyri içindeki dayatmalar verilen o hükümleri kendiliğinden geçersiz kılar. Daha bir ay öncesinde Türkiye’de ekonomik sorunlara çözüm diye çıkartılan dövize endeksli mevduat ya da kur korumalı TL mevduat hesabına karşı halkımızın gösterdiği ilgiye bakabilirsiniz. Zaman kaybetmenize de gerek yok. Sadece AKP’nin kemikleşmiş seçmen kitlesinin yer aldığı muhafazakâr diye adlandırılan il ve ilçelere ve açılan hesap oranları ile toplam yatırılan para miktarlarına bakmanız kâfi.
2-Dünü anlama sadedinde çok eşlilik adına Kur’ân’ın nazil olduğu zamana, topluma, sosyal, ekonomik ve hukuki çevreye gitmemiz gerekiyor. Aşağıda yazacağım satırlar var olagelen sosyal ve medeni yapıyı kısaca tasvir edecek. Ta ki çok evliliğin tarihsel arka planını görmemizi sağlayacak. Bunun çok uzun bir konu olduğunun farkındayım. Hakkında nice kitaplar yazılmış şimdiye kadar. Doktora tezleri yapılmış. Onun için detaya inmeyecek, sadece bir fikir verme veya bildiğiniz hususları hatırlatma adına kısa kısa cümlelerle ifade etmeye çalışacağım meramımı.
Kur’ân’ın nazil olduğu 610-632 yılları arasında çok evlilik o coğrafyanın genel kültürü içinde yerini alan bir olguydu. Geçimin hayvancılık, ziraat, çapulculuk, savaş ganimetleri ve ticaret ile sağlandığı bu dönemlerde yaratılıştan var olan özellikleri itibariyle erkekler kadınlara nispetle bir değil binlerce adım öndeydi. Zira sözünü ettiğim ekonomik kazanımların orta paydası kas gücüydü ve kas gücü de kadına nispetle erkekte daha fazlaydı. Hem savaşın bir geçim vasıtası olması hem de ister kabileler arası nesiller boyu isterse dönemin devlet anlayışı içinde devletlerarası uzun seneler devam edegelen savaşlar demografik yapıyı kadınlar aleyhine bozuyordu. Sadece iki vechesine işaret ettiğimiz bu durum ister istemez kadının toplumsal hayatta edilgen bir statüye sahip olmasını beraberinde getirdi. İslâm işte bu zemin içinde neş’et etti. Söz konusu kadına ait statü müşrikler ve başka dini inanca sahip olan topluluklar için de geçerliydi. Sözün özü, İslâm çok evliliği dönemin coğrafi, tarihi ve kültürel şartları içinde hazır buldu. Böyle bir olgu yok iken onu sıfırdan inşa etmedi.
3-Peygamber Efendimiz’in vefatından sonraki Kur’ân’a lafzi yaklaşım sonucu çıkartılan hükümlere değineceğim ama yeri gelmişken sahabilerin çok evliliği konusunda yapılan ilmi çalışmalar sonucu ulaşılan rakam ve oranlarını vermek isterim. Sebebi açık, ilim sahibi olmadan fikir sahibi olmanın alabildiğine yaygın olduğu toplumumuzda bu mevzu çok sık dile getiriliyor ve konunun detaylarına vakıf olmayan kişiler sanki sahabenin hemen hepsinin çok eşli olduğu gibi yanlış bir kanaate sahip olabiliyorlar.
Önce isim isim tespit edilmiş sahabe sayısı hakkında bilgi sunalım. Bu konuda herkesin kabullendiği ilk akla gelen yazarlar ve kitaplarının isimleri şunlardır: İbn Hacer el-İsabe, İbnü’l-Esir Üsdü’l-Gabe, İbn Abdilberr el-İstîab, Ebû Nuaym İsfahani Marifetü’s-Sahabe, Zehebi Tecrîd ve İbn Sa’d Tabakat. Kadın, erkek ve toplam sahabi sayıları şöyle:
Eser | Yazar | Erkek | Kadın | Toplam |
el-İsabe | İbn Hacer | 10,753 | 1,551 | 12,304 |
Üsdü’l-Gabe | İbnü’l- Esir | 6,688 | 1,023 | 7,771 |
el-İstîab | İbn Abdilberr | 3,825 | 402 | 4,227 |
Marifetü’s Sahabe | Ebû Nuaym İsfahanî | 3,731 | 504 | 4,235 |
Tecrîd | Zehebi | 7,612 | 1,264 | 8,876 |
Tabakat | İbn Sa’d | 4,927 | 627 | 5,554 |
İsimlerini bildiğimiz bu sahabilerden 673 erkek, 704 kadının evlilik hayatı ve süreçlerini biliyoruz. Buna göre 704 kadının 534’u tek erkekle evlenmiş ve ikinci bir erkekle evlenmeden hayata veda etmiştir. Buna göre oran yüzde 75.8. Erkeklere gelince, 673 kişi içinde tek eşli olup ikinci bir evlilik yapmayan erkek sayısı 542. Oran yüzde 80.5. Çok eşli erkek sayısı ise 129. Bu da yüzde 19.1’e tekabül ediyor. Kaldı ki bu tabloya ikinci evliliğini yapan kadınlar açısından bakıldığında anlaşılabilir bir durum vardır ortada. Kocası vefat eden veya boşanan kadın ya babasının evine dönecek ya hayata çocukları varsa onlarla ya da tek başına devam edecek. Bunlar da çoğu zaman mümkün olmuyor o ortamda. Bu bağlamda onlar için hayatın normalleşmesi ancak ikinci bir evlilik yapmakla mümkün.
Bu oranların sahabe dönemindeki Arap toplumunun tamamını kapsadığını söylemiyorum. Evliliğin, boşanmanın, ikinci evliliğin alabildiğine sıradan sayıldığı bir toplumdan söz ediyoruz. Hatta boşanma sonrası dul olarak kalmanın ayıp sayıldığı ve toplumun diğer fertleri tarafından kınandığı bir kültürel çevre söz konusu. Buna rağmen evlilik hayatları hakkında bilgi sahibi olduğumuz sahabilerden çok eşli insan oranı ortalama yüzde 19.1.
Bununla beraber bir de kadınıyla-erkeğiyle dinden ve kültürden bağımsız olarak değerlendirebileceğimiz insan fıtratı ve sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik şartlarla çevrili hayatın gerçekleri var. İşte bu fıtrat ve sözünü ettiğimiz gerçekler hangi ölçüde çok eşliliğe izin veriyordu? Bu üzerinde gerçekten düşülmesi ve antropologlar misali araştırmalar yapılması gereken bir konudur.