İnsanlık Tek Bir Ailedir





Author: Mehmet Ali ŞENGÜL - min read. - Post Date: 01/26/2022
Clap

Tüm insanlık tek bir ailedir. Onlar, Hazreti Âdem (aleyhisselâm) babamız ve Hazreti Havva validemizin evlâtlarıdır. Bizler Kâbillerin değil, Hâbillerin yolunu tercih etmeliyiz…

Kâinatın yaratılış vesilesi İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) sonra peygamber gelmeyeceğine göre,  Kur’ân, Sünnet ve ilmiyle âmil müfessir ve muhaddislerimizin rehberliğinde din-i mübîn-i İslâm’ı temsil eden, samimi, hasbî, fedakâr mü’minler; imkânları ölçüsünde, kavl-i leyyinle/tatlı dille, güler yüzle, sevgi ve şefkatle bütün insanlığa kucak açmalı, her türlü menfaat ve çıkar düşüncesinden uzak, Hak rızası için kullarına Allah’ı sevdirebilme yolunda gayret göstermeli, bununla beraber gönülden Allah’a teveccüh etmiş ehl-i imanı ise, îsar ruhuyla kardeşlerini bağrına basmalı, mü’min kardeşlerini kendi nefsine maddi-manevi tercih edecek bir şuurla hareket etmelidirler.

Efendimiz Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Ashab-ı Resûlüllah için Mekke-i Mükerreme yaşanmaz bir hal aldığı bir dönemde, Medine-i Münevvere’de ise birkaç nesil önce Yemen’den gelip Medine-i Münevvere’ye yerleşen, Sa’lebe İbn-i Amr’ın nesli olan Evs ve Hazrec iki kardeş kabile kıyasıya savaşıyor ve birbirinin kanını akıtıyordu.

Allah (celle celâluhû), Haris İbn-i Enes, Amr ve İyaz İbn-i Muaz’ın içinde bulunduğu on beş kadar ümidini kaybetmeyen gençleri, Allah Resûlü ile buluşturmuştu. Bir başka zaman da Es’ad İbn-i Zürare ve Zekvan İbn-i Abdi’l-Kays ile Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mekke’de buluştular. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) nasihatleri ve dualarıyla Allah onların kalplerini İslâm’a yöneltti. 

Mekkeliler her defasında kapılarını, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yüzüne kapatıyordu. Onu dinlemiyorlar, yer yer kendisine ve inananlara sıkıntı veriyorlardı. Buna mukabil Medine-i Münevvere’den gelen o gençler kapılarını ardına kadar açtılar, yıllarca akan kardeş kanını durdurup, Evs ve Hazrecliler birbirine karşı sevgiyle sarmaş dolaş oldular, yüzleri güldü ve muhabbetle kucaklaştılar. Müellif-i Kulup olan Allah, kalpleri kin ve nefret dolu olan insanları birbirine sevdirerek kardeş olma imkânlarını lutfeyledi.

Hucurat Sûresi 10. âyette Cenâb-ı Hak, “Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilâf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki O'nun merhametine nail olasınız.” buyuruyor.

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü’minler bir bedene benzerler. Onda bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar da uykusuz kalır, ateşlenir ve onun ızdırabına iştirak ederler.” (Buhârî, edeb 27; Müslim, birr 66.) buyurmuşlardır. Bu fedakârlıkları karşılığında mü’minler hep Allah’ın rızasını gözetir, teşekkür bile beklemezler, aksine karşılığında kötülük bile görseler, tavırlarını asla değiştirmez ve mukabelede bile bulunmazlardı.

Ebû Hureyre (radıyallâhu anh) Allah Resûlü’nden şöyle naklediyor: “Bir sahabi Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) geldi: Yâ Resûlallah! Benim yakın akrabalarım var. Onlarla bağlarımı irtibatımı devam ettirdiğim halde, onlar benimle ilişkilerini kesiyorlar. Ben iyilik yapıyorum onlar kötülük yapıyor. Ben onlara tatlı dil güler yüzle davranıyorum, onlar ise cahilce çok sert karşılık veriyor, diye şikâyette bulundu. Onların bu tavırlarına karşı dediğin gibi davranıyorsan, hüzünleniyor ve acı içinde kıvranıyorsun demektir. İyi bil ki, bu halini devam ettirdiğin sürece, Allah’ın yardımı seninle olacaktır.” buyurdu. (Müslim, birr 22)

Bütün Peygamberler, Allah nezdinde üstünlüğün yalnız iman ve takva ile olacağını bildirmişlerdir. İslâm’da kardeşlik, tefrikadan uzak, kardeşini nefsine tercih ederek, onun maddi manevi her türlü ihtiyaçlarını imkânlar ölçüsünde karşılamaya gayret etmek ve huzur içinde kardeşçe yaşamaktır. İslâm kardeşliği; malı, mülkü, imkânı, ilmi, irfanı, zaman ve mekânı, elem keder, sevinç ve tasayı paylaşmaktır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ruhunun ufkuna yürüyeceği âna kadar insanları kardeşliğe davet etti. Nasıl olması gerektiğini de sözleriyle anlatırken yaşantısıyla da örnek olarak gösterdi.

İslâm kardeşliğinin güç ve kaynağı imandır. İmanlarından kaynaklanan ahlâk-ı âliye ile mü’minler Allah’ın rızası, Resûlüllah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) sevgisi ile ellerini ve kalplerini güçlendirirler. Bu ise, dünya ve ahiret saadetini kazanmalarına vesile olur.

İslâm kardeşliğinin en önemli unsurlarından biri de ilgi ve alâkadır. Bu ise gönülleri fethetmenin en kestirme yollarından birisidir. Bir ömür boyu kardeş kalabilme, karşılıklı fedakârlığa bağlıdır. Kibir, kıskançlık, öfke ve sabırsızlık ve kusur arama gibi zaaflar kardeşliğin yolunu keser, aşılması zor engeller oluşturur.

Bugün hizmet etrafında, aynı kaderi paylaşan ve birbirini Allah için seven, kardeşlik bilincine sahip bulunan, Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdukları ‘bir vücudun âzâları’ gibi birbirine davranma şuurunda bulunan mü’minler, hizmet-i imaniye ve Kur’âniye’nin en güçlü kaynaklarından biridir.

Müslüman yaşadığı birtakım olumsuzluklar yüzünden, kardeşiyle alâkayı kesmez. Yanlış ve hatası nedeniyle ona küsüp sırt çevirmez. Birkaç hatası yüzünden imanı başta olmak üzere, diğer faziletli ve güzel yönlerini görmezden gelerek, kardeşini bir kalemde silmez ve onu düşman edinmez. Aksine ona şefkatle yaklaşır, sahil-i selâmete çıkması için kendisine düşen sorumluluğun hakkını verip yerine getirmeye gayret eder.

Peygamber Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) örnek alan sahabiler, affedilmesi mümkün değil gibi görünen nice suçları aralarındaki kardeşlik bağlarını koparmamak, irtibatı devam ettirebilmek için, onları örtmesini bilmişler ve affetmişlerdir. İfk (iftira, en kötü ve en çirkin yalan) Hadisesi münasebetiyle, Allah Resûlü ve Müslümanlar haftalar boyunca, münafıkların çıkardığı bu iftira sebebiyle, âdeta dünyada iken cehennemi yaşadılar. Hazreti Âişe Annemiz’in ağlamaktan göz yaşları kurudu. Babası Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) perişan bir vaziyette Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yüzüne bakamıyordu. Bu iftiraya Hazreti Ebu Bekir’in hem akrabası hem de bakımını görümünü yaptığı Mistah da katılmıştı. Hazreti Ebu Bekir (radıyallâhu anh) o kadar kırılmıştı ki, akrabalık ve kardeşliği unutmuş, ona yardımı keseceğine dair de yemin etmişti. Nur Sûresi 22. âyette Allah Teâlâ Hazretleri, “İçinizden iyilik ve varlık sahibi olanlar, akrabalarına, yoksullara, hicret edenlere bir şey vermemeye yemin etmesinler. Onları affedip bağışlasınlar.” buyurmaktadır. Bu âyeti duyan Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) hatasını anlar, af ve mağfiret diler, Mistah’a yaptığı yardımı kesme fikrinden vazgeçer.

Uhuvvet Risalesi’nde Hazreti Üstad bu mevzuya dikkatimizi çekerek şöyle buyurmaktadır. “Ey mümine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasıl ki sen bir gemide veya bir hânede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o hâneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zâlimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hatta bir tek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adâletle batırılmaz. Aynen öyle de sen, bir hâne-i rabbâniye ve bir sefine-i ilâhiye olan bir müminin vücudunda iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfât-ı mâsume varken; sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla, o hâne-i mâneviye-i vücûdun mânen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî ve gaddar bir zulümdür.”

Helâket ve felâketlerin beşeriyeti zillete mahkûm ettiği bu asırda, peygamberlerle temsil edilen bu davaya gönül verip hizmet eden, dünyanın her tarafında Resûlüllah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) rehberliğinde kullarına Allah’ı sevdirebilme yarışına çıkan çiçeği burnunda gençlerimiz, kendini davaya adamış bay bayan, fedakâr, halis bütün kardeşlerimizin, Allah için birbirini severek hizmete kilitlenip muhtaç gönüllere Hakk’ı duyurmaları ve temsil etmeleri, takdire şayan bir sahabe ahlâkıdır.

Fırtınaların sert estiği, dokuz on şiddetinde zelzelenin olduğu, bununla beraber zalimin gırtlağımıza bastığı, hayalimizden geçmeyen isnat ve iftiralara maruz kaldığımız bir devirde, her dönemden daha çok kardeşliğe, yardımlaşmaya, birbirimize karşı müsamaha ile davranmaya, tenkitlerle değil de tekliflerle, eksik ve kusurlarımızı samimiyet ve ihlâsla, Kâbe’den daha mukaddes beyt-i hüdâ olan kalbi kırmaktan uzak olmaya ve gönülleri tashih edip tamir etmeye şiddetle muhtacız.

Cenâb-ı Hak Al-i İmrân sûresi 103. âyette şöyle buyuruyor: “Hepiniz toptan, Allah'ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.”

Yine Enfal sûresi 46. âyette Cenâb-ı Hak: “Allah'a ve Resûlü’ne itaat edin, sakın birbirinizle ihtilâf etmeyin; sonra korkuya kapılıp zaafa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz) gider. Bir de tam manasıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” buyurmaktadır.

Tüm insanlık tek bir ailedir. Onlar, Hazreti Âdem (aleyhisselâm) babamız ve Hazreti Havva (radıyallâhu anhâ) Validemizin evlâtlarıdır. Bizler Kâbillerin değil, Hâbillerin yolunu tercih etmeliyiz…

Author: Mehmet Ali ŞENGÜL - min read. - Post Date: 01/26/2022