Bediüzzaman’ın Muhakemat’ı ve Yazılamayan Üç Kitabı
Bediüzzaman Muhakemat’ta “meşiet-i ilâhiye taalluk etse ve tevfik-i rabbânî refik olsa” yazacağı üç kitaba yer yer atıflarda bulunur. Çeşitli engellerden ötürü bu kitaplar ne yazık ki yazılamamıştır. Fakat meşiet-i ilâhiye başka türlü taalluk etmiş ve Bediüzzaman, Yeni Said döneminde Risale-i Nur Külliyatını telif etmiştir...
Risele-i Nur Külliyatı’nın bazı bölümlerini anlayabilmek için belli seviyede bir İslâmî ilimler alt yapısına sahip olmak gereklidir. Şüphesiz Muhakemat bu bakımdan başta gelen eserlerden. Medrese ulemasının eserde öncelikli muhatap olması da buna ayrı bir boyut katıyor. Bu yazımızda Muhakemat’a dair birkaç nokta üzerinde durmak istiyoruz.
Öncelikle belirtmeliyiz ki Üstad Bediüzzaman Said Nursî bu eserini hem Arapça hem de Türkçe kaleme almıştır. Yani elimizde Arapça bir Muhakemat daha vardır. Türkçe Muhakemat Arapçasına göre daha ayrıntılıdır. Müellif Arapça Muhakemat’ın “üslûb-u âli” üzere yazıldığını belirtir. Çünkü ona göre ilâhiyat ve usûle dair bahislerde “şiddet, kuvvet ve heybet”i barındıran yüksek bir beyan şekli tercih edilmelidir.[1] Muhakemat da bir ilâhiyat ve usûl eseridir.
Eserde bazı paragrafların “işaret, tenbih, telvih, tenvir” gibi başlıklar altında zikredildiğini görürüz. Bazı İslâmî eserlerin bu tarzda yazıldığını biliyoruz. Bunun en güzel örneği İbn Sina’nın “el-İşârât ve’t-Tenbîhât” adlı eseridir. Eserin ismi, paragraf başlarında sıkça zikredilen “işâret ve tenbîh” kelimelerinden gelir. “el-İşârât ve’t-Tenbîhât”ın paragraf başlarında, Muhakemat’takine benzer toplam yirmi üç çeşit terim yer alır. Bu terimlerin İbn Sina metafiziğindeki karşılığı ve ne anlama geldikleri değişik çalışmalarda incelenmiştir.[2]
Bediüzzaman, İbn Sina’nın yüksek ve ihtişamlı bir beyan tarzına sahip olduğunu söyler. Arapça Muhakemat’ın üslubunu, İbn Sina’nın üslubuna benzetir.[3] Üstad, İbn Sina’nın eserlerinden sadece şekil olarak değil içerik olarak da istifade etmiştir. Meselâ nübüvvetin isbatıyla ilgili bir meseleyi İbn Sina’dan alır. Arapça Muhakemat’ta bu kısım için “İbn Sina’nın tahkik ettiği üzere…” notu düşülmüştür.[4]
Üç Kitap: İlmü’s-Semâ, İlmü’l-arz ve İlmü’l-Beşer
Bediüzzaman Muhakemat’ı, üç makale ve üç kitaptan oluşacak şekilde tasarlar. Fakat tasarladığı o üç kitabı yazmak ne yazık ki mümkün olmaz. Bu kitapların “Kur’ân’da işaret olunan
1) ilmü’s-semâ ve
2) ilmü’l-arz ve
3) ilmü’l-beşeri tahkik ile bir nevi tefsir” olacağını ifade eder.[5] Üç kitabın mahiyet ve muhtevasına dair elimizde çok fazla veri yok. Sadece Muhakemat’ın birkaç yerinde bu kitaplara atıflar yapılır. Bu atıflardan yola çıkarak yazılamayan üç kitabın izini sürmek mümkün olabilir:
“Ey birader-i vicdan! Zannediyorum, şimdi şu on iki mukaddime üzerine terettüp edecek olan üç kitabı, ne mahiyette olduklarını görmek istiyorsun. Fakat daha sabret. Şimdilik sana bir mevzu söyleyeceğim ki, o kitapların bir zemin-i icmâlîsini, tabir-i diğerle küçük bir fotoğrafını veya icmâlî bir haritasını teşkil eder.”[6]
Kitapların “zemini, küçük bir fotoğrafı veya bir haritası” olarak adlandırılan bir sayfalık bu kısım Yedinci Şuâ ile benzerlik içindedir. Bu benzerlikten istifade ile yazılamayan üç kitabın mahiyeti hakkında bir fikir yürütmeye çalışacağız:
Bediüzzaman yazmayı düşündüğü bu üç kitapta sırayla semavatın ülumlarına çıkacağını (ilmü’s-semâ), cevden geçip küre-i arza ineceğini (ilmü’l-arz) ve son olarak geçmişe gidip buradaki insanlarla (ilmü’l-beşer) konuşacağını söyler.
Bu ifadeler bize “Kâinattan Hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.” diye başlayan Yedinci Şua’yı anımsatır. Bediüzzaman Yedinci Şua’yı, yukarıdaki sıraya uygun bir şekilde sistematize etmiştir. Kâinattan Hâlıkını soran seyyahımız (ki bu seyyah Bediüzzaman’ın kendisidir) öncelikle semadan başlar. Çünkü Yedinci Şua’ya serlevha olan âyet[7] semavattan başlamıştır. Âyetin devamında yeryüzü ve içindekilerin Allah’ı zikredişi bahsedilir. Bediüzzaman da semavattan sonra küre-i arza iner ve yeryüzünün nasıl Allah’ı tesbih ettiğini izaha başlar. Sırasıyla denizler ve nehirlerin, dağlar ve sahraların, ağaçlar ve bitkilerin, hayvanlar ve kuşların Allah’ın varlık ve birliğine şehadetlerini müşahede eder.
Sonra o mütefekkir yolcu, mârifet-i ilâhiyede daha ileri gitmek için insanlar âlemine ve beşer dünyasına girmek ister.[8] Bize göre Yedinci Şua’daki bu kısım, Muhakemat’taki ilmü’l-beşer’e tekabül etmektedir. Bediüzzaman Muhakemat’ında geçmişe gidip buradaki bazı insanlarla konuşacağını söylemişti. Yedinci Şua’ya bakınca onların kimler olduğunu görebiliyoruz. İnsanlık âleminin en kâmili olarak vasfedilen bu zatlar sırasıyla peygamberler, asfiya ve sıddıklar, evliyalar, münevver akıllar ile selim kalplerdir ki ittifakla Cenab-ı Hakk’ı bütün âleme ilân ediyorlar.
Yedinci Şua’nın devamında vahiy hakikati, ilhamlar, Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kur’ân-ı Kerim, kâinat, ilâhi isim ve sıfatlar Allah’ın varlık ve birliğine delil olmaları bakımından zikredilir. Bir diğer risale olan Üçüncü Şua’da, yukarıda bahsettiğimiz “sema, arz ve âlem-i beşer” sıralaması aynen muhafaza edilir. Bir farkla ki bu risale münacat suretinde yazılmıştır.
Anladığımız kadarıyla Bediüzzaman, Üçüncü ve Yedinci Şua’da sıraladığı mârifet-i ilâhi şemasını belki o zamanın şartlarına uygun bir üslupla Muhakemat’ta kaleme alma niyetindeydi.
İtiraza Uğrayan Bazı Âyetlerin Tefsiri
Bediüzzaman, Muhakemat’ın Birinci Makale’sinde Dünya’nın yuvarlak oluşu, Kaf dağı, Sedd-i Zülkarneyn, Cehennem’in Yeri gibi meseleler üzerinde durur. İleride yazacağı üç kitapta bu türden daha fazla meseleyi ayrıntılı bir şekilde ele alacağını ifade eder. Bu konuların ortak özelliği, şüphe ve tereddüte maruz kalan konular olmasıdır. Buradan anlıyoruz ki gelecek bu kitaplarda bilimsel gerçeklere aykırı olduğu vehmedilen bazı İslâmî hakikatler izah edilecektir. Âyet ve hadislerin yanlış anlaşılma nedenleri üzerinde durulacak, akıl-nakil ilişkisi sağlam bir zemine oturtulacaktır.
“Ey birader! Senin elini tutup hazine-i hakâike götürmekten evvel, vaat ettiğim birkaç mesele ile acele edip basar-ı basiretinize gışâvet ve perde olan hayalâtı defedeceğim. Öyle hayalât, gulyabâni gibi elleriyle senin gözünü kapar, göğsüne vurur, seni korkutur. Faraza gösterse de nuru nâr (ateş), dürrü (inciyi) meder (çamur) gibi gösterir.”[9]
Yirmi Beşinci Söz’de bu minvalde incelemiş olduğu birçok âyet vardır. Büyük ihtimalle Yirmi Beşinci Söz’de incelediği bu âyetler, yazılamayan kitaplarda da yer alacaktı:
“Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi’ndeki ekser âyetlerin her biri, ya mülhitler tarafından medar-ı tenkit olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şüphelerine maruz olmuş âyetlerdir.”[10]
Burada hatırlatmalıyız ki; Üstad’ın Muhakemat’ı yazmadaki maksadı İslâm esasları etrafındaki şüphe ve tereddüt bulutlarını dağıtmak, o hakikatleri yeniden parlatmaktır. Eserine “Saykalü’l-İslâmiyet” demesi de bundandı. Saykal, cila demektir. Bediüzzaman, bütün ömrünü İslâmî hakikatlere sürülen lekeleri temizlemeye adamıştır:
“Küçüklüğümden beri üssü’l-esas-ı mesleğim, ifrat ve tefritle hakâik-i İslâmiyet’e sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlere saykal vurmaktır.”[11]
Yaratıcı’nın Varlığını Bildiren Âyetlerin Tefsiri
Bediüzzaman’ın Kur’ân’da işaret olunan “ilmü’s-semâ ve ilmü’l-arz ve ilmü’l-beşer”e ait tefsir etmeyi düşündüğü âyetleri iki ana başlıkta toplayabiliriz. İlki, tenkit ve itiraza uğramış âyetler ki yukarıda bahsedilmişti. İkinci kısım ise Yaratıcı’nın (Sâni’in) varlık ve birliğini bildiren âyet-i kerimelerdir. Bunlar Kelâm İlmi’nde “inayet delili” ve “ihtira delili” olarak incelenir. Bediüzzaman üçüncü makalenin birinci maksadında kısaca bu iki delil üzerinde durmuştur. Fakat bu delillere dair ayrıntılı açıklama ise gelecek üç kitapta yapılacaktır:
“İstersen Kur’ân’a müracaat et. Delil-i inâyeti, en mükemmel şekilde bulacaksın. Zira Kur’ân, kâinatta tefekküre emir verdiği gibi, faydaları tezkâr ve nimetleri tâdât eder. İşte o âyât, şu burhan-ı inâyete mezâhirdir. İcmâli budur, tut! Tafsili ise; eğer meşiet-i ilâhiye taalluk ederse, âfâkî ve enfüsî âyetleri tefsir tarîkinde, ‘semâ’ ve ‘beşer’ ve ‘arz’ın ilimlerine bağlı olan üç kitapta tefsir edilecektir.”[12]
İbn Rüşd’ün el-Keşf an Menâhici’l-Edille’si
Bu noktada İbn Rüşd’ün (v.1198) el-Keşf an Menâhici’l-Edille adlı kitabından bahsetmek istiyoruz. Muhakemat’ın bazı bölümleri (özellikle üçüncü makalenin birinci maksadı) el-Keşf an Menâhici’l-Edille’de takip edilen ana fikir ile bire bir örtüşmektedir. İbn Rüşd bu kitapta inayet delili olarak adlandırılan Kur’ân âyetlerine ayrı bir önem verir. Kur’ân’da sıkça tekrar eden bu âyetlerin, Yaratıcı’nın varlığını anlaşılır ve etkili bir biçimde ispat ettiğini savunur. İbn Rüşd’e göre filozoflar, kelâmcılar ve tasavvuf erbabı Kur’ân’ın takip ettiği bu metoda muhalefet etmektedir. Onlar umumun kabul edeceği açıklık ve kısalıktaki Kur’ânî yoldan gitmemiş, yolu uzatmış ve içinden çıkılmaz bir hale getirmişlerdir.[13] Bediüzzaman eserlerinde İbn Rüşd’ün bu yaklaşım tarzını benimser. Hatta diyebiliriz ki Risale-i Nur’un en önemli esası ve başarısının sırrı, Kur’ân’ın sade, açık ve anlaşılır metodunu takip etmesidir. Aşağıda Muhakemat’tan nakledeceğimiz kısım İbn Rüşd’ün eserinde örnekler verilmek suretiyle tartışılmış ve gerekçelendirilmiştir:
“Arş-ı kemâlât olan mârifet-i Sâniin miraclarının usûlü dörttür:
Birincisi: Tasfiye ve işrâka müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.
İkincisi: İmkân ve hudusa mebnî olan mütekellimînin tarikidir.
Bu iki asıl, filvaki Kur’ân’dan teşaub etmişlerdir. Lâkin, fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için, tavîlüzzeyl ve müşkilleşmiştir.
Üçüncüsü: Hükemanın mesleğidir.
Üçü de taarruz-u evhamdan masûn değildirler.
Dördüncüsü: Ki belâğat-i Kur’âniye’nin ulüvv-ü rütbesini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mirac-ı Kur’ânî’dir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik.”[14]
Sonuç
Bediüzzaman Muhakemat’ta “meşiet-i ilâhiye taalluk etse ve tevfik-i rabbânî refik olsa” yazacağı üç kitaba yer yer atıflarda bulunur. Çeşitli engellerden ötürü bu kitaplar ne yazık ki yazılamamıştır. Fakat meşiet-i ilâhiye başka türlü taalluk etmiş ve Bediüzzaman, Yeni Said döneminde Risale-i Nur Külliyatını telif etmiştir. Rahatlıkla ifade edebiliriz ki Bediüzzaman, Muhakemat’ta yazmak istediği hakikatleri, âyet tefsirlerini külliyatının değişik bölümlerine serpiştirerek bizlere emanet etmiştir. Başta Yirmi Beşinci Söz, Yirmi Dokuzuncu Söz, On Dokuzuncu Mektup ve Yedinci Şua olmak üzere Külliyat’ın pek çok yerinde, yazılamayan bu üç kitabın izini bulabiliriz.
[1] Mücerret, müzeyyen ve âlî üslup hakkında bkz.: Muhakemat, s.126. Şahdamar Yayınları, 2016 (Kelimeli baskı)
[2] Bkz.: Diyanet İşleri İslâm Ansiklopedisi, “el-İşârât ve’t-Tenbîhât” maddesi.
[3] Muhakemat, s.126.
[4] Muhakemat, s.167. Ayrıca bkz.: Arapça Muhakemat’ta bu kısma tekabül eden yer.
[5] Muhakemat, s.9.
[6] Muhakemat, s.58.
[7] “Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan her şey Allah’ı takdis ve tenzih eder. Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tenzih etmesin. Ne var ki siz onların bu tenzih ve takdislerini anlamıyorsunuz. Bunca azametiyle beraber, kullarının gaflet ve cürümlerine karşı, O, Halim’dir, Gafûr’dur.” (İsrâ sûresi, 17/44).
[8] Yedinci Şua, s.145.
[9] Muhakemat, s.59.
[10] Sözler, s.475.
[11] Muhakemat, s.54.
[12] Muhakemat, s.143.
[13] el-Keşf an Menâhici’l-Edille, s.102, 103, 117. Merkezü Dirasâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye, Beyrut 1998.
[14] Muhakemat, s.140, 141.