Necm sûresi, 38: Suçlu, Başkasının Cezasını çekmez!
Tarih ortada; hem Firavun, hem de Hz. Yusuf gibi davrananlar olmuştur. Bundan sonra da olmaya devam edecektir. Herkes hangi tarafta yer alacağına kendisi karar vermektedir. Tercih ettiği şeyin sonuçlarıyla herkes, bizzat kendisi karşılaşacaktır.
“Hiçbir suçlu, başka bir suçlunun cezasını çekmez.”
“Hiçbir günahkâr, bir başkasının günah yükünü yüklenmez.” (Necm suresi, 38)
“Hiç kimsenin, başka birisi tarafından işlenen, kendisinin hiçbir dahli olmadığı bir suç ve günahın yükünü çekmeyeceği, ondan mesul olmadığı ve onunla yargılanmayacağını” ifade eden, Necm suresi, 38. ayet-i kerimesine yukarıda geçtiği gibi, dünyada suç, ahirette günah dikkate alınarak iki şekilde meal vermek mümkündür. Esasında bu ayet, Hz. İbrahim ve Hz. Musa zamanından beri bütün ilahi dinlerin temel esasını ortaya koymaktadır: Suç ve cezalar şahsidir, sadece yapanı bağlar.
Kur’an’da öneminde binaen 5 ayrı yerde tekrar edilen
”وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى“
âyetinde olumsuzluk ifade eden “lam” harfinden başka 4 kelime vardır. Bunların üçü v-z-r harflerinden türemiş kelimelerdir. Bu kök hem isim, hem de fiili olarak kullanılır.
Vizr, mastar ve isim olarak kullanıldığında “ağır yük, büyük mesuliyet” anlamlarına gelir. Bu kelime fiil olarak kullanıldığında ise “ağır yük yüklenmek, büyük sorumluluğun altına girmek” demektir. Aynı kök harflerinden oluşan “vezir” kelimesi de, devletin ağır işlerinin sorumluluğunu üzerine alan, devlet başkanının yükünü paylaşan kimseler için kullanılır.
Neticesi çok ağır olduğu için günaha “vizr” denilmiştir.
Firavun, -rivayete nazaran- gördüğü bir rüyaya üzerine, o sene saltanatını yıkacak bir çocuğun doğacağı düşüncesi ile yenidoğan bütün erkek çocuklarının topluca öldürülmesini emretmiş ve bunu uygulamaya da koymuştu. Ceza verirken suçlu-suçsuz ayırmadan cezalandırma ancak zalim, hukuk dinlemeyen Firavunlara yakışan bir davranıştır. Hukuk “cezalarda şahsîliği” yani sadece suçluya ceza verilmesini gerektirir. Bu Firavunca bir yaklaşımdır. Şimdi de peygamberce yaklaşımı görelim:
Hz. Yusuf Mısır yönetiminde etkili bir konuma gelmişti. Baş gösteren kıtlık sebebiyle kardeşleri Mısır’a gelmiş ve ondan gıda maddeleri alarak geri dönmüşlerdi. Bu sırada Melik’in su kabının kaybolduğu anlaşıldı. Hz. Yusuf’un kardeşlerinin olduğu kervan durduruldu. Aranan şey, Hz. Yusuf’un öz kardeşinin yükünde bulundu. Hukuken onun Mısır’da alıkonması gerekiyordu. Diğer kardeşleri Hz. Yusuf’a, “Onun yerine içimizden istediğin birini seç, yaşlı babamız onu çok seviyor; yokluğuna dayanamaz” dediler. Hz. Yusuf’un cevabı bir hukuk ve ahlak ilkesini ortaya koyacak şekildeydi:
“Biz yitirdiğimiz şeyi kimin yanında bulmuşsak ancak onu alıkoyarız. Onun yerine bir başkasını tutmaktan Allah’a sığınırım. Çünkü biz öyle yaparsak zalimler arasına girmiş oluruz!”
Tarih ortada; hem Firavun gibi, hem de Hz. Yusuf gibi davrananlar tarih boyunca olmuştur. Bundan sonra da olmaya devam edecektir. Herkes hangi tarafta yer alacağına kendisi karar vermektedir. Tercih ettiği şeyin sonuçlarıyla herkes, bizzat kendisi karşılaşacaktır.