Niyet





Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 08/28/2022
Clap

Niyet, bir işe başlamadan önce, onu planlamak, düşünüp yapmaya karar vermektir. Niyet, düşünce ürünüdür. Salt dini ibadet olan ameller niyetsiz geçerli sayılmaz. Mü’min iyi niyetli olduğu gibi, her zaman "iyi"ye niyetlidir.

Niyet, bir şeyi yapmayı isteyip planlamak, bir şeye kalb ile yönelmek, meyletmek anlamına gelir. Dini bir kavram olarak niyet “Bir fiili yapmadan önce, onu yapmaya yakın bir zamanda onu kasdetmek ve bütün kalbi ile ona yönelmektir.” şeklinde tarif edilir. Buna göre niyetin zamanı fiilin ve ibadetin başı olup, niyetin yapılacak işe yakın olması gerekmektedir.

Niyet, bir kast ve teveccüh, bir azim ve şuur demektir. Niyet sâyesinde insan, nereye yöneldiğini, ne istediğini bilir ve yine onun sayesinde bir bulma ve elde etme şuuruna ulaşır.

Her şey, evvelâ zihinde bir tasarı olarak belirir. İkinci bir teveccühle plânlaştırılır. Daha sonra da azim ve kararlılıkla tahakkuk ettirilir. Bu ilk tasarı ve plân olmadan -ki, buna niyet diyoruz-, herhangi bir işe başlamak neticesiz olacağı gibi, irâde ve azim görmeyen her tasarı ve plân da akîm ve neticesiz kalacaktır.

 

Hz. Ömer’in (r.a.) Rivayet Ettiği Niyet Hadisi

عَنْ اَميرِالْمُؤْمِنينَ عُمَرَ ابْنِ الْخَطّاَبِ رَضِي اللهُ عَنْهُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ و سَلَّمَ يَقُولُ: إِنَّمَا الْاَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللّٰهِ ورَسُولِهِ فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِهِ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلٰى دُنْيَا يُصيبُهَا أَوِ امْرَأَةٍ يَنْكِحُهَا فَهِجْرَتُهُ إِلٰى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ

Hz. Ömer radıyallahu anh der ki:

Allah Resûlü’nü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyururken işittim:

Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir, niyetlere göre değer kazanır; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise onun hicreti Allah ve Resûlü’nedir. Kimin hicreti de elde etmeyi umduğu bir dünyalık veya nikâhlanmak istediği bir kadın için ise onun hicreti de hedeflediği şeyedir.” (Buhari, İman 41; Müslim, İmâre 155)

Bazı âlimler bu hadisin islamın üçte birini bazıları da dörtte birini teşkil ettiğini söylemişlerdir. Yine bu hadis için Resulullah’ın ihbarları arasında, bundan “ahkamca daha kapsamlı, manaca daha zengin, hasıl ettiği faideleri daha çok olan” bir başka hadis mevcut değildir değerlendirmesi de yapılmıştır. Bundan dolayıdır ki, İmam Buhari bu hadisi yazdığı Sahih-i Buhârî’nin başına ilk hadîs olarak, almış ve bu konuda başkalarına da örnek olmuştur.

Allah Resûlü bazen mescidde veya başka bir yerde ashabına ders verip bazı hakikatleri doğrudan anlattığı gibi, bazen de bir olay, bir soru, bir mesele üzerine konuşurdu. İşte bu tür Efendimiz’in beyan ve açıklamalarına sebep olan olay ve durumlara “sebeb-i vürud - hadisin söylenme sebebi, arkaplanı” diyoruz. Niyet hadisinin vürud sebebiyle ilgili olarak bazı kaynaklarda şöyle bir açıklama vardır:

Allah Resûlü’nin Medine’ye hicret etmesi üzerine müslümanlar Mekke’yi terkederler. Hicret niyetinde olan, bunun için yollar arayan bir hanım sahabi vardır: Ümmü Kays. Yine Mekke’de Müslüman olmuş, ama henüz hicret gibi bir niyeti olmayan başka birisi kendisine evlenme teklif eder. O da, niyeti ciddi ise kendisiyle hicret etme şartını koşar. Yani bu evliliğin gerçekleşebilmesi için tek bir şart koşar: Hicret. O da bu teklifi kabul eder ve ana sebep olarak “Ümmü Kays ile evlenmek” düşüncesiyle/niyetiyle hicret eder. Sonunda Medine’de evlenirler. Sahabe bize ismini vermediği bu şahıstan “Ümmü Kays’ın muhaciri” diye bahseder ve onun hicreti hakkında konuşmalar olur yer yer. Allah Resûlü bu hadisiyle konuyu açıklığa kavuşturur ve herkesin niyetine göre sevap kazanacağını beyan edir. Evet, adını bilmediğimiz bu sahabi de bir muhacirdi ama, başta ve öncelikli olarak Ümmü Kays’ın muhaciriydi. Daha sonra niyetini düzeltip, gerçek hicret sevabı almış olabilir ama başlangınç itibarıyla ancak Allah için katlanılabilecek hicret meşakkat ve zorluklarına o, sevdiği bir kadın için katlanmıştı.

İşte bu hâdise, Allah Rasûlü’nün yukarıda zikrettiğimiz niyet ile alakalı mübarek sözüne mevzu olmuştur. Sebebin husûsi olması, hükmün umûmi olup herkesi kapsamasına mâni değildir. Onun için bu hadîsin hükmü, umumidir, her işe ve herkese şâmildir.

Hadîs-i şerifin aşağıda zikredeceğimiz şu hususlara delâlet, hiç olmazsa, îmâ ve işarette bulunduğu görülmektedir:

  • Niyet, ibadetin ve yapılan bütün güzel amellerin ruhudur; niyetsiz ameller ölü sayılır.

  • Niyet, hasenâtı seyyiâta, seyyiâtı da hasenâta çeviren nurlu ve sırlı bir iksirdir, yani niyet zahirde iyi görünen bir şeyi faydasız; zahiren hoş karşılanmayacak başka bir şeyi de neticesi itibarıyla faydalı hale getirebilir.

  • Amelin amel olması niyete bağlıdır; niyetsiz hicret, turistlik; cihad, bâğîlik; hac, aldatan bir seyahat; namaz, kültür-fizik; oruç da bir perhizdir. Bu ibadetlerin, insanı cennetlere uçuran birer kanat haline gelmesi ancak niyet mülâhazasıyla mümkün olur.

  • Ebedî cennet, ebedî kulluk niyeti, ebedî cehennem de ebedî inkâr ve ebedî küfür kastının neticesidir.

  • İnsan niyeti sayesinde, çok küçük bir cehd ve az bir masrafla çok büyük ve çok kıymetli şeyler elde edebilir.

  • İşte, bunlar ve bunlar gibi daha nice mes’eleler var ki, herbiri başlı başına birer kitab mevzûu olduğu halde zerrede güneşi gösterebilen ve deryayı damlaya sıkıştırmaya muktedir olan bir Söz Sultanı’nın beyanında, bu koskoca muhtevayı ifade için üç-beş kelime yetmiştir.

 

Niyet iksir gibidir

Niyetin en bâriz özelliği ve faydası, normal bir hareketi sevapsız bir âdet olmaktan kurtarıp, kıymetli ve sevaplı bir ibâdet derecesine çıkarmasıdır. Bu yönüyle niyet, kuvvetli bir iksir ve tesirli bir ilâç gibidir:

Niyet, normal âdetleri sevap kazandıran ibâdete çevirir. Yani, bir iş ve eylem Allah’ın yüce rızasını kazanmak ve karşılığını sadece Allah’tan beklemek niyetiyle yapılırsa gayet muteber ve çok sevaplı bir ibâdet hükmünü aldığı hâlde; aynı amel böyle bir niyet olmaksızın yapılırsa normal bir âdet hükmünü alır ve sevabı da olmaz. Hatta normalde sevap kazandıran bir ibadet, Allah rızası dışında dünyevi beklentiler için yapılırsa sahibine ahiret adına bir şey kazandırmayacağı gibi, zararı da olacaktır.

Kişinin amelini sırf Allah için yapmasına aynı zamanda ihlâs da denilir. Bunun manâsı ise yapılan ameli sadece Allah için yapmak ve karşılığını O’ndan beklemektir. Buna göre amellerin muteber sayılıp sahibine ebedî saadeti kazandırması için farz olanların Allah emrettiği için yapılmış olması, haram olanların Allah yasakladığı için terk edilmiş olması, sünnet olanların da Rasûlüllâh Sallallâhü Aleyhi Vesellem’in sünneti olduğu için yerine getirilmiş olması şarttır. Bununla beraber, yapılan amelin neticesinde hasıl olacak bir kısım hikmetlerin asıl maksad olmamak şartıyla düşünülmesi, o ameli tamamen iptal etmez ve kişi onun sevabından tamamen mahrum kalmaz. Şâyet İlâhî emirlere imtisal, yasaklardan içtinâb ve sünnet-i seniyyeye ittibâ böyle bir şuurla olmazsa; veya sıhhate aykırı diye sigara ve şarabı terk etmek, bedene faydalı diye aç kalıp perhiz yapmak.. vb. düşüncelerle yapılırsa; bunlar ibâdet olmaktan çıkarlar ve sevabları da olmaz. Ancak insan bu şekilde hareket etmekle kendini günâha girmekten korumuş olur.

 

Bediüzzaman'ın niyet yorumu

Bediüzzaman kırklı yaşlarında kaleme aldığı Mesnevi-i Nuriye adlı eserinde “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada yalnız icmalen işaret edilecektir. Kelimelerden maksad: Mana-yı harfî, mana-yı ismî, niyet, nazardır.” der. Şayet benzer bir cümleyi ömrünün sonlarında söyleme durumunda olsaydı, konunun hayatiyeti ve kapsamı açısından, muhtemelen aynı ifadelerin başına “seksen sene ömrümde, yetmiş sene tahsilimde..” notunu eklerdi. Bediüzzaman bu yaklaşımının niyet ile alakalı kısmının sebebini şöyle açıklar:

".. nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder, değiştirir. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa, marifet-i İlahiyedir.”

Mesnevi-i Nuriye’de ise “niyet” ile alakalı yorumunu şöyle özetler:

“Arkadaş! Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acîb bir iksir ve bir mâyedir.

Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan hâletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.

Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halâs ancak ihlas iledir. İşte bu hâsiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husûle gelir. Buna binaendir ki; az bir ömürde, cennet bütün lezâiz ve mehâsiniyle kazanılır. Ve niyet ile insan, daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.

Ve keza dünyadaki lezzet ve nimetlere iki cihetle bakılır:

Bir cihette, o nimetlerin bir mün’im tarafından verildiği düşünülür. Ve nazar, o lezzetten in’am edene döner; onu düşünür. Mün’imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.

İkinci cihet, nimeti görür görmez nazarını ona hasrederek, o nimeti ganîmet telâkki ederek minnetsiz yer. Hâlbuki birinci cihette lezzet, zeval ile zâil olsa bile ruhu bâkidir. Çünkü Mün’im’i düşünür. Mün’im ise merhametlidir, daima bu nimetleri bana verir diye ümitvar olur. İkinci cihette, nimetin zevali ölüm değildir ki ruhu kalsın. Ruhu da söner, ancak dumanı kalır. Musibetlerin ise; zevalinden sonra dumanları söner, nurları kalır. Lezzetlerin zevalinden sonra kalan dumanları, günahlarıdır.

Arkadaş! Dünya ve âhiretteki lezzet ve nimetlere, iman ile bakılırsa, bunlarda bir hareket‑i devriye görülür ki; emsaller birbirini takip eder. Biri gider, yerine onun misli gelir. Bu sayede o nimetlerin mahiyeti sönmez. Ancak teşahhusat‑ı cüz’iyede firak ve iftirakları vardır. Bunun içindir ki; lezâiz‑i imaniye, firak ve iftirak ile müteessir ve mükedder olmuyor. Fakat ikinci cihette, her bir lezzetin zevali var. Ve o zeval haddizatında elem olduğu gibi, düşünmesi de elemdir. Çünkü bu ikinci cihette, hareket devriye değildir, müstakimdir. Lezzet, ebedî bir ölüm ile mahkûm olur...” 

Yine Bediüzzaman insanın mazhar olduğu bu kadar çok ve kapsamlı nimetlere karşı, sınırlı bir ömürde nasıl şükürle mukabele edebileceği şeklindeki bir soruya cevap olarak “niyet”i dikkatlere sunar ve şükrün tam olarak yerine getirilmesinin ancak “Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikad ile” olabileceğini söyler. Daha sonra da Mevlana’nın Mesnevi’de anlattığı bir temsili de kullanarak bu konuyu farklı yönlerden açıklar. Detayları Risale’deki yerine havale ederek verilen örneğini paylaşalım:

Meselâ nasıl ki, bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, her biri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir:

“Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?” Birden der:

“Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.”

İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece‑i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o pâdişah, o bîçârenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikat liyâkatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen öyle de; âciz bir abd, namazında التَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ - Bütün tahiyyeler yani hayat sahibi varlıkların hayatlarıyla sundukları ibadetler, Allah’a mahsustur.” der. Yani: Bütün mahlukatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye‑i ubûdiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve itikat, pek geniş bir şükr‑ü küllîdir. Nebâtatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir.

Meselâ kavun, kalbinde nüveler suretinde bin niyet eder ki, “Yâ Hâlıkım! Senin esmâ‑yı hüsnânın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilân etmek isterim.” Cenâb‑ı Hak gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder. “Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır.1 şu sırra işaret eder. (Yirmi Dördüncü Söz, İkinci Dal)

  

Niyet ile ilgili Bazı Âyet ve Hadis-i Şerifler

لَنْ يَنَالَ اللهَ لُحُومُهَا وَلاَ دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنْكُمْ كَذَلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنِينَ

“Unutmayın ki kestiğiniz kurbanların ne etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir. Lâkin Ona ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvâdır, Allah saygısıdır. O bu hayvanları size âmâde kıldı ki, sizi doğru yola eriştirdiği için O’nun yüceliğini ilan edesiniz. Öyleyse güzel davrananları müjdele!” (Hac sûresi, 37)

 

 عَنْ أَبي هُرَيْرَةَ عَبْدِ الرَّحْمٰنِ بْنِ صَخْرٍ رَضِي اللهُ عَنْهَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ و سَلَّمَ: إِنَّ اللّٰهَ لَا يَنْظُرُ إِلٰى أَجْسَامِكُمْ وَلَا إِلٰى صُوَرِكُمْ وَلٰكِنْ يَنْظُرُ إِلٰى قُلُوبِكُمْ

Ebû Hureyre Abdurrahman İbn Sahr radıyallahu anh demiştir ki:

Allah Resûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Allah, sizin sûret, şekil ve dış görünüşlerinize değil; kalblerinize (kalbî temayüllerinize) ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr 33)

 

عَنْ أَبي مُوسٰى عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ قَيْسٍ الْأَشْعَرِيِّ رَضِي اللهُ عَنْهُ قَالَ: سُئِلَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ و سَلَّمَ عَنِ الرَّجُلِ يُقَاتِلُ شَجَاعَةً، وَيُقَاتِلُ حَمِيَّةً، وَيُقَاتِلُ رِيَاءً، أَيُّ ذٰلِكَ في سَبيلِ اللّٰهِ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ و سَلَّمَ: مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ لْعُلْيَا فَهُوَ في سَبيلِ اللّٰهِ

Ebû Musa el-Eş’arî radıyallahu anh demiştir ki: Nebiler Serveri Resûlullah'a sallallâhu aleyhi ve sellem:

“Biri cesaretini göstermek, diğeri vatanının, milletinin ve ailesinin şerefini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek üzere savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır?” diye soruldu. Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim Allah’ın adını yüceltmek (O’nun adını bayraklaştırmak) istikametinde mücadele ediyorsa, işte o Allah yolundadır.” (Buhârî, İlim 45, Cihad 15, Tevhîd 28; Müslim, İmâre 150, 151)

 

 عَنْ أَبي بَكْرَةَ نُفَيْعٍ بْنِ الْحَارِثِ الثَّقَفِيِّ رَضِي اللهُ عَنْهُ أَنَّ النَّبِيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ و سَلَّمَ قَالَ: إِذَا الْتَقٰى الْمُسْلِمَانِ بِسَيْفَيْهِمَا فَالْقَاتِلُ وَالْمَقْتُولُ فِي النَّارِ قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ، هٰذَا الْقَاتِلُ فَمَا بَالُ الْمَقْتُولِ؟ قَالَ: إِنَّهُ كَانَ حَريصًا عَلٰى قَتْلِ صَاحِبِهِ

Ebû Bekre Nufey’ İbn Hâris es-Sekafî radıyallahu anh'ten rivayet edildiğine göre,

Resûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem,

İki müslüman karşı karşıya gelip birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de ölen de cehennemdedir.” buyurdu. Ben kendilerine: “Ey Allah’ın Resûlü! Öldürenin durumu belli, katil oluyor; ama ölen niçin cehennemdedir?” diye sordum. “Çünkü o da karşıdakini öldürmeye kararlıydı (hırslıydı; öldürebilse o öldürecekti.).” buyurdu. (Buhari, İman 22; Müslim, Kasame 33)

 

 عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ عَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ ، عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ و سَلَّمَ فيمَا يَرْوي عَنْ رَبِّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالٰى قَالَ: إِنَّ اللّٰهَ كَتَبَ الْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّئٰاتِ ثُمَّ بَيَّنَ ذٰلِكَ: فَمَنْ هَمَّ بِحَسَنَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا كَتَبَهَا اللّٰهُ تَبَارَكَ وَتَعَالٰى عِنْدَهُ حَسَنَةً كَامِلَةً وَإِنْ هَمَّ بِهَا فَعَمِلَهَا كَتَبَهَا اللّٰهُ عَشْرَ حَسَنَاتٍ إِلٰى سَبْعِ مِائَةِ ضِعْفٍ إِلٰى أَضْعَافٍ كَثيرَةٍ، وَإِنْ هَمَّ بِسَيِّئَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا كَتَبَهَا اللّٰهُ عِنْدَهُ حَسَنَةً كَامِلَةً، وَإِنْ هَمَّ بِهَا فَعَمِلَهَا كَتَبَهَا اللّٰهُ سَيِّئَةً وَاحِدَةً

Abdullah İbn Abbas İbn Abdulmuttalib radıyallahu anhumâ demiştir ki:

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, bir kudsî hadiste Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinden şöyle buyurduğunu bildirmiştir:

Allah, iyilikleri ve kötülükleri takdir edip yazdı ve bunları şöyle beyan buyurdu: Kim bir iyilik yapmaya niyetlenmiş ve yapmamışsa, Allah bunu kendi nezdinde yapılmış bir iyilik olarak kaydeder. Şayet o kimse iyilik yapmaya niyetlenmiş ve o iyiliği yapmışsa Allah o kimseye on iyilikten başlayarak yedi yüz katı ve hatta kat kat fazlasıyla yazar. Fakat o kimse bir kötülük yapmaya niyetlenir de yapmazsa, Allah bunu nezdinde tam yapılmış bir iyilik olarak kaydeder. Şayet bir kötülüğe niyetlenmiş ve o kötülüğü yapmışsa Allah bunu sadece bir kötülük olarak yazar.” (Buhari, Rikak 31; Müslim, İman 207)

 

عَنْ سَهْلِ بْنِ سَعْدٍ السَّاعِدِيِّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: نِيَّةُ الْمُؤْمِنِ خَيْرٌ مِنْ عَمَلِهِ، وَعَمَلُ الْمُنَافِقِ خَيْرٌ مِنْ نِيَّتِهِ، وَكُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى نِيَّتِهِ، فَإِذَا عَمِلَ الْمُؤْمِنُ عَمَلًا نَارَ فِي قَلْبِهِ نُورٌ

Sehl b. Sa’d es-Sâidî’den (r.a) rivayet edildiğine göre,

Allah Resûlü (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur:

Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır. Münafıka gelince, onun ameli, niyetinden hayırlıdır. Herkes niyetine göre amel edip iş yapar. Mü’min bir iş yaptığı zaman, kalbinde bir ışık yanıp onu aydınlatır.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 5/185)

 

Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 08/28/2022