M.Fethullah Gülen Hocaefendi ve Dua Ufku
Hayatında duaya büyük önem veren Hocaefendi, Peygamber Efendimiz aleyhisselâm’ın öğrettiği dualarla dua etme üzerinde özellikle durmaktadır. Efendimiz'den rivayet edilen duaları, “Mecmuatü’l-Ed’iyyeti’l-Me’sûre” isimli bir kitapta bir araya toplamıştır.
Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) dua ikliminden bahsederken şöyle diyor:
Gece-gündüz münacaat ve inleme içinde geçen bir ömür görmek isteyen, Resûlullah’ın hayatına baksın! Baksın ve insanlık, duânın ne demek olduğunu, duâ etmenin âdâbını ve duânın, insana maddî-manevî kazandırdıklarını görsün, görsün ve ibret alsın.
Allah Resûlü, duâlarını hayatının içine paylaştırmış ve hep bu nurdan kristaller üzerinde yürümüştür. Duâ, O’nun dudaklarından eksik olmayan virdi, gönlünde tütüp duran âh u efganıydı. O, bir an dahi duâsız olmamış, dudaklarını ıslatan bu kevser dolu kadeh, hiçbir zaman elinden düşmemişti. Aksiyon adamıydı, muhakeme insanıydı; fakat ibadet ve duâda da eşi-menendi yoktu.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’i bize böyle anlatan Muhterem M. Fethullah Gülen’in kendisinin de herhalde başka türlü olması beklenemez. Onu yakından tanıyanların anlattığına göre o; gece-gündüz münâcaatla inleyen, dudaklarından duanın eksik olmadığı örnek bir insandır.
Ona göre “Duâ, bir ibadettir, duâ kulluğun özüdür, duâ Rabb’e dönüş ve yönelişin adıdır. Kulluktan bahsedilen bir yerde, duâdan bahsetmemek mümkün değildir. Zaten, Allah (cc) da “Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var!” (Furkan, 25/77) buyurmuyor mu? ve “Duâ edin kabul edeyim.” (Mü’min, 40/60) diyen de bizzat Kendisi değil mi?
“Duâ, Allah (c.c.) ile kul arasında kuvvetli bir bağdır. Başka bir ifade ile, kulun düşüncesinin Rabb’e takdim edilmesi şeklidir duâ. Kul erişemeyeceği ve iktidarıyla elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan Kadîr-i Mutlak’tan ister; işte bu isteğin adıdır duâ. O, helezonlar hâlinde kuldan Rabb’e yücelen tatlı bir nağmedir ta Arş’a kadar...”
Hocaefendi, duaya ciddî bir şekilde inanan ve hayatının her anında yaşayan bir insandır. Onun her anının dua ile iç içe olduğunu gösteren hâdiselerden birisi şöyledir: “... İşte, iki büklüm koltuğundan kalkıyor. Odasına girecek.. kapı koluna tutunuyor, başını duvara koyuyor, bir kere daha o neş’eli çocuklara bakıyor.. “Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim! Senin şu mahlûkun ve masnûun ve abdin, hem âsî, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelil, hem müsi’, hem musin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedâmet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatını itiraf ediyor.” cümlelerini söylüyor; söylerken de bir çocuk masumiyetiyle ağlıyor, gözyaşlarını gizleyebileceği yere, odasına giriyor.” (Kırık Testi, s.19)
“Dua Ufku”
Hayatında duaya büyük önem veren Hocaefendi, Peygamber Efendimiz aleyhisselâm’ın öğrettiği dualarla dua etme üzerinde özellikle durmaktadır. Kendisi bu dualarla dua ettiği gibi, başkaları da bu dualardan istifade etsin diye, Efendimizden rivayet edilen duaları, “Mecmuatü’l-Ed’iyyeti’l-Me’sûre” isimli bir kitapta bir araya toplamıştır. Defalarca baskı yapan bu dua kitabına bakanlar da göreceklerdir ki, duâda dahi Allah Resûlü’ne ulaşmak mümkün değildir. Sanki O, hayatının her ânını duâ ile geçirmiş gibidir. Bir insan, başka hiçbir iş yapmasa ve sadece duâ etse, onun bir ömrü dolduran duâsı, ancak Allah Resûlü’nden mervî duâlar kadar olabilir. Hocaefendi, Peygamber Efendimiz’in dua yanını dikkat nazarımıza vererek, bizi duada da O’na benzemeye teşvik etmektedir.
Kur’ân, Bir Dua Mecmuasıdır
Öncelikli okunacak duaların başında, Kur’ân’da zikredilen duaların olması gerektiğini söyleyen Hocaefendi, Kur’ân’ı açık-kapalı, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak bir dua mecmuasına benzetmektedir. Daha sonra da Kur’ân’da zikredilen dua âyetlerine misaller vermektedir. (Sızıntı, “Dua Zamanı” 1, Kasım 2002)
Dua, Tazarru ve Niyaz Sultanı Efendimiz (s.a.s.)
Dua ederken, Kur’ân’daki dualardan sonra ikinci sırada tercih edeceğimiz dualar; Peygamber Efendimiz aleyhisselâmın hadislerinde rivayet edilen dualardır. Çünkü dua, tazarru ve niyaz sultanı Efendimiz’in hayat-ı seniyyeleri, âdeta bir yalvarış ve yakarış dantelâsı mahiyetindedir. (a.y.)
Dua, Hem Bir Miraç, Hem de Bir Paratonerdir
Muhterem Gülen, duayı hem bir miraca, hem de bir paratonere benzetmektedir. Zira insan dua ile merdiven merdiven Hakk’a yücelir. Ayrıca dua, Allah’ın gazabını ve öfkesini def edecek müessir bir ubûdiyettir. (Sonsuz Nur, 2/502)
Allah’tan Öncelikle Ne İstemeli?
Çoklarımız dua ederken hakkımızda hayırlı mıdır, değil midir bilmeden bir şeyler isteriz. Hocaefendi’ye göre doğru olan, “hakkımızda hayırlı ise ver” demek ve Allah’tan rızâsı istikametindeki işlerde bizleri muvaffak kılması için dua etmektir. Ayrıca, ihlas ve yakîn isteme de katiyyen ihmal edilmemelidir. Hocaefendi, “Duada ‘Yâ Rabb! Bunu ver, bunu ver” mi demelidir?” şeklinde sorulan bir soruya verdiği cevapta bu konuyu geniş bir şekilde ele almaktadır. (Fasıldan Fasıla, 1/54, 91)
Zikir ve Dualarda Öncelikli Olanlar
Hocaefendi’ye göre, Allah’ı zikir, evrâd u ezkâr ve dualarda öncelikle okunması gerekenler; Kur’ân’da ve Sevgili Peygamberimiz aleyhissalât u vesselâm’ın duaları arasında zikredilen dualardır. Zira Kur’ân-ı Kerîm’in duâ mevzûu üzerinde ısrarla durması ve yapılacak duâları Efendimiz’e bizzat ta’lim buyurması, mes’elenin ehemmiyetini göstermesi bakımından çok önemlidir. Bize istemeyi veren Zât, o duâlarda nasıl isteyeceğimizi de öğretmektedir. Kendisine en güzel ve en müessir duâlar öğretilen de, hiç şüphesiz Allah Resûlü’dür. Zira, duâ ile kapısı çalınan Zât’ı en iyi bilip tanıyan O’dur. (Sonsuz Nur, 2/502; Kırık Testi, s.380)
Me’sur Duaların Hedef Tayin Ediciliği
Kur’ân ve hadîs-i şeriflerde bizlere nasıl dua edeceğimiz öğretildiği gibi, Hocaefendi’ye göre bu duaların bize bakan iki önemli yönü vardır: “1. Bu dualar, mü’minlere hedef tayin eder. 2. Gösterilen bu hedefe yürümek için tazarru ve niyazın yanında iradeleri devreye sokarak bi’l-fiil çalışmamız gerekir...” (Fasıldan Fasıla, 3/61)
Allah Resûlü’nün Öğretme Makamında Yaptığı Dualar
Efendimiz aleyhisselâtü vesselâm’ın bazı duaları vardır ki, yanlış anlamalara sebebiyet verebilir; meselâ O’nun (s.a.s.), küfürden sabah-akşam Allah’a sığınması gibi. Aslında O’nun böyle bir şeyden korkmaması gerekir, çünkü peygamberler korunmuşlardır. Öyleyse bu ve benzeri duaları nasıl anlamak gerekir? Bu konuda Hocaefendi önemli izahlarda bulunmaktadır. (Kırık Testi, s.145)
Fiilî ve Kavlî Duâ ile Cenâb-ı Hakk’a (c.c.) İlticâ
Bir yönüyle duâ, fiilî ve kavlî olmak üzere iki şekildedir. Hocaefendi’ye göre, fiilî duâ yapılacak, yani, sebepler dairesinde elden geldiğince sebeplere riayet edilecek, sonra da kavlî duâ için eller açılacaktır. O, duanın bu iki çeşidini misalleriyle geniş bir şekilde anlatır. (İnancın Gölgesinde, 1/163)
Hâlî Dua
Hocaefendi, fiilî ve kavlî duadan başka bir de hâlî duadan bahseder. Bu çeşit duada kul, sadece halini Rabbine arzeder ve O’ndan çoğu zaman hiçbir şey istemez. Çünkü kul bilir ki, Rabbi onun her haline nigehbandır. (“Dua”, Sızıntı, Nisan 2000; Sonsuz Nur, 2/502)
Her Duaya Cevap Var, Ama...
Dua eden herkes, istediği şeyin kendisine hemen ve istediği gibi verilmesini ister. Fakat Allah Teâlâ, kullarına çok şefkat ve merhametli olduğu için, istedikleri şeyleri belki hemen ve istedikleri gibi vermez de, onlar için daha hayırlı bir zamanda ve daha hayırlı olacak bir şekilde verir. Bu bakımdan bize düşen şey, hakkımızda hayırlı olanı istemektir ve sadakatla O’nun kapısından ayrılmamaktır. (“Dua”, Sızıntı, Nisan 2000; İnancın Gölgesinde, 1/163; Fasıldan Fasıla, 3/146; Sonsuz Nur, 2/502)
Duada İhlâs
Kul olarak ibadetlerimizi, riyadan uzak ve ihlasla yapmak mecburiyetindeyiz. Fakat maalesef bunu her zaman hakkıyla başaramayız. Dua da, riya, süm’a gibi duygulardan uzak, ihlas ve samimiyet içinde yapmamız gereken bir ibadet türüdür. Böyle yapılan dua, insanda meyelân-ı hayra kuvvet verir. İnsan, ilk zamanlar ihlâs ile duaya muvaffak olamasa bile, zorlamayla, zamanla bu noktayı yakalayabilir. (Prizma, 1/170)
Duada Israr
Kur’ân’a göre insan aceleci yaratılmıştır. Aynı şekilde dualarının kabulünde de acele ederek, dua ettiği şeyin hemen yerine gelmesini ister, istediği şey olmayınca da duadan vazgeçer. İşte bu noktada Hocaefendi, duada ısrar edilmesini, hattâ bazı şeyler için otuz-kırk sene bıkıp usanmadan dua edilmesini tavsiye eder: “O’nu anarken kendimize göre değil, O’nun büyüklüğüne, enginliğine göre anmak için kendimizi zorlamalıyız. Otuz sene, kırk sene demeden ısrarlı olmalıyız. Kendi darlığımızla değil, o tecellî-yi ilahîyi kendi enginliği içinde anlamalıyız.” (Kırık Testi, s.44) Ayrıca, duaya riya, süm’a ve benzeri duygu ve düşünceler asla karışmamalıdır. (a.g.e., s: 164)
Rica ederim, biz O’nun kapısında sular gibi çağladık, Eyyub Nebi gibi ağladık da kapı açılmadı mı, yüzümüze bakılmadı mı? Gönlümüzden bir yanık kokusu yayıldı da “bu da nedir?” diye sorulmadı mı?” Ben İslâm dünyasında O’na ilticayı görmüyorum; ama, belki de ben göremiyorumdur; belki dertliler, yüreği çatlarcasına O’na el açanlar vardır da ben göremiyorum...” (Kırık Testi, s.279)
Aslolan Tazarrudur, Şekle Takılıp Kalmamalı
İslâm âlimleri duanın kabul şartlarını sayarken, genellikle, duanın kabul edileceğine inanarak dua etmek gerektiğini söylemişlerdir. Muhterem Gülen de bu konuda şöyle demektedir: “Duada esas olan onun kabulüne inanmak ve güvenmektir. Duada elleri açmak bir yana, insan asıl gönlünü açmalıdır.” (Kırık Testi, s.28) “Bu arada, el kaldırma, kıbleye dönme, dilenciliğimizi ve üst elin üstünlüğünü hatırlamak içindir. Yoksa asıl olan içteki tazarrudur. Gel gör ki, bizler şekle takılıp kalmışız.” (Fasıldan Fasıla, 1,79)
Şuurlu Dua Etmek ve Heyecan
Kur’ân okurken, evrâd u ezkâr ve dua ile meşgul olurken, önemli olan bunları şuurlu yapmaktır. Her kelimeyi duya duya okuma, kendimizi verebilmedir. Fakat bununla beraber, bunda muvaffak olamadım diye bırakmama da önemlidir. Zira şeytan, bizim ne Kur’ân okumamızı ister, ne de dua etmemizi. Ama şeytanın bütün kötü telkinlerine rağmen biz devam edersek, bu defa da bizi okurken meşgul eder, aklımıza hayalimize gelmeyecek şeyleri hatırlatır. Biz de bu işi şuurlu yapamıyoruz diye bırakırsak, şeytanın oyununa gelmiş oluruz. (Kırık Testi, s.45)
Dua ve Evrâd ü Ezkârda Paylaşım
Hocaefendi, Müslümanlar arasında çok yaygın olmayan bir hususun üzerinde duruyor ve tavsiyede bulunuyor:
Birbirini tanıyan, bilen insanlar değişik gruplar halinde dua okuyabilirler. Meselâ, Büyük Cevşen’i birkaç kişi paylaşıp okuyabilir. Paylaşıldıktan sonra artık her insanın kendisine ayrılan bölümü okuması onun için gerekli olur. Yani “Allah’ı anma, zikretme hususunda ben her gün şu kadar bir şey yapacağım.” diyen insan, üzerine bir sorumluluk almış olur ve bu sorumluluğu yerine getirmesi artık zarurîdir. İsteyenler Büyük Cevşen dediğimiz hizbi baştan sona kadar kendi başlarına da okuyabilirler. Fakat, bir heyet halinde okuyunca, herkesin defter-i a’mâline o okumanın bütününden hâsıl olan sevap yazılır. Hakikî şahs-ı mânevî teşekkül edince herkes, bütünün okuduğu kadar okumuş olur...” (Kırık Testi, s.164)
Cemaatle ve Izdırapla Yapılan Dualar
Herkes yaptığı duanın kabul edilmesini ister. Fakat duaların kabul edilmesi için bazı şartlar vardır. Dua ile ilgili kitaplarda bunlar tafsilatıyla zikredilir. Muhterem Gülen, duanın kabul şartlarından birisinin de cemaatle yapılan dualar olduğunu söylüyor. Birçok insan, genellikle sadece Müslümanların yaptığı duaların kabul edildiğini düşünür. Ama Hocaefendi’ye göre, ehl-i dalâlet bile cemaat halinde dua etse, Allah onların da dualarını kabul eder.
Hocaefendi, bu noktada cami cemaatinin, bazen birlikte dua etmelerini tavsiye eder. Çünkü birlikte yapılan dualar, kabûle karindir: “Bazen de, meselâ aynı camide namaz kılan insanlar birbirlerine ‘Gelin selef-i salihînden rivayet edilen şu duaları okuyalım. Meselâ, bir gece kalkalım, iki-üç saat sürse de 19 defa Fetih Sûresini okuyalım.’ diyebilirler. Ama herkes içinden gelerek katılmalıdır böyle bir dua şirketine. Fırlamalı, kalkmalı yerinden.. bir hâcet namazı kılmalı, Büyük Cevşen’i, Evrâd-ı Kudsiye’yi, Sekîne’yi... okumalı.. arkadaşlarıyla beraber on beş yirmi dakika okuyorsa, sonra da kimsenin görmeyeceği, aklına herhangi bir mülâhazanın gelmeyeceği bir yere gitmeli, bir yarım saat de orada okumalı.” (Kırık Testi, s.164, 279)
Duaların kabul edilmesinde önemli sebeplerden birisi de, ızdıraptır. Gülen’e göre, muzdaribin yaptığı duaya, bazen mübarek yerlerde yapılan dualar bile yetişemez. (İnancın Gölgesinde, 2/173; Sonsuz Nur, 2/227)
Müslümanların Birbirlerine Dua Etmeleri
Hocaefendi, Müslümanların birbirlerine dua etmelerini tavsiye etmekte, kendisinin de her gün dua ettiğini söylemektedir. Ayrıca bunu söylerken, hem kendimiz, hem de onlar için ne istememiz gerektiğini de öğretmektedir. Değişik hususlarda olduğu gibi, söylediği şeyi önce kendi nefsinde yapmakta, daha sonra başkalarına da tavsiye etmektedir.
Kur’ân Hizmetinde Bulunan Herkese Dua Etme
Muhterem Gülen, Kur’ân hizmetinde bulunan herkese; kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, esnaf-memur, tüccar-talebe, hatta toplumun bütün katmanlarını tek tek sayarak dua ettiğini, dua ederken de hiçbir kesimi dışarıda bırakmamaya özen gösterdiğini, yer yer, zaman zaman, belde belde, ülke ülke, isimler zikrettiğini söylüyor. Tabii böyle dua etmeyi de herkese tavsiye ediyor. (Fasıldan Fasıla, 3/153)
Dua Âdâbı
Belki herkes kendine göre dua eder. Ama duada usûl, edep nedir çoğumuz bilmeyiz. Onun için hem Kur’ân, hem de hadîs-i şeriflerde bize nasıl dua edeceğimiz misalleriyle öğretilmiştir. Hocaefendi de, bazı yazılarında bu edebi talim etmektedir. Bu çerçevede, duaya başlar başlamaz hemen Allah’tan bir şeyler istemeye geçmemeli, önce Allah’ın bize verdiği nimetleri birer birer saymalı, ardından günahlarımızı itiraf edip, istiğfarda bulunmalı, kapısına geldiğimizi, başka gidilecek kapının olmadığın dile getirmeli... ve daha sonra isteyeceğimiz şeyleri istemeliyiz. (“Dua”, Sızıntı, Nisan 2000; “Münacat Yerine”, Sızıntı, Haziran 2001)
Duada Tevessül ve Dikkat Edilmesi Gereken Husus
İslâm âlimleri arasında bazıları tevessülü kabul etmez ve onun bir nevi şirk olduğunu söylerler. Hocaefendi, bu münasebetle sorulan bir soruya cevap verirken, tevessülün câiz olduğunu kabul etmekle birlikte, bu konuda dua ederken de çok dikkatli davranılması gerektiği hususuna parmak basar. Çünkü bu hususta ciddî hatalar yapılmaktadır. (Asrın Getirdiği Tereddütler, 4/16)
Dua Vakti Olarak Yağmur ve En Önemli Dua
Hocaefendi, sohbetlerde sözün dönüp dolaşıp yine Allah’a gelmesini ister. Meselâ, dışarıda yağmur yağıyor. Herkes çok değişik tedaîler içine girebilir. Ama onun düşüncelerinden geçen şey ise; yağmur, insanımızın ifadesiyle rahmettir. Rahmetin yere indiği an ki, hadis-i şeriflerden bildiğimize göre her bir yağmur tanesini bir melek indirmektedir. İşte böyle bir ânı, duaların kabul edildiği ânı değerlendirip dua etme. Bir diğer önemli şey ise, kendimiz için mal, mülk, çoluk-çocuk vs. isteme değil, en önemli şeyi isteme. Nedir o? Allah’ın Yüce adının dünyanın dört bir tarafında duyulması. (a.g.e., s.177)
Dua Vakti Geceler
Dinimizin güzelliklerinden birisi de, isteyen istediği yerde ve zamanda, istediği şekilde dua edebilir. Fakat âlimlerimiz, Kur’ân ve hadislerden hareketle duanın kabûle karîn olduğu zamanlar içinde özellikle geceleri birinci sırada sayarlar. Muhterem Gülen de, geceleri vâridata açık yamaçlar olarak ve yapılan duaları da Dost’a kavuşma veya dostla halvet vesilesi ve şekli olarak görür. (“Dua ve Yakarıştaki Güç”, Zamanın Altın Dilimi, s. 71)
Duanın Kabul Vakitleri
Duanın kabul edileceği ümit edilen vakitler sadece geceler değildir. Bunlara ilaveten Hocaefendi, başka vakitler de saymaktadır. (“Dua Zamanı 1”, Sızıntı, Kasım 2002)
Duanın Dünyevî Faydaları
Dünya, hizmet yeri, âhiret de mükâfat yeridir. Onun için bu dünyada ibadet ederiz ve mükâfatımızı âhirette alacağımıza inanırız. Aslında, ibadetin özü olan dua için de aynı şey geçerlidir. Fakat Allah’ın bir lütfu olarak dualarımızın, dünyada da bir takım faydalarını görebiliriz. Hocaefendi’ye göre duanın dünyamıza bakan bir takım mânevî faydaları da vardır. (“Dua ve Yakarıştaki Güç,” Zamanın Altın Dilimi, s. 71)
Dua ve Maddî Hastalıkların İyileşmesi
Maddî hastalıkların, dua ile iyileşip iyileşmeyeceği tartışılmaktadır. Bazılarına göre dua ile hastalıkların iyileşmesi mümkün değildir, böyle bir şey olamaz. Fakat bizzat Kur’ân, mü’minler için şifa olduğunu beyan etmektedir. Hadis-i şeriflerde de Efendimiz aleyhisselâm, hem kendi hastalıkları için dua ediyor, hem de hasta olan ashâbına dua öğretiyor. Ayrıca sahabeleri arasında, dua ile iyileşenleri görüyoruz. Bütün bunlardan hareketle muhterem Gülen de, dua ile bazı hastalıkların iyileşebileceğini, özellikle hastanın psikolojik durumunun dua ile düzeleceğini, moral bulacağını, bunun da hastalığına müspet yönde tesir edeceğini belirtiyor. Fakat denge insanı olan Hocaefendi, sebepler dünyasında yaşadığımızı özellikle vurgulayarak, doktora gitmenize ve ilaç kullanmanıza lüzum yok, dua edin geçer de demiyor. Kendisi de hastalıkları için dua dua yalvardığı ve başkasından dua talep ettiği gibi, hem doktora gidiyor, hem de ilaç kullanıyor. Zira ona göre, doktorların müdahaleleri ve ilaç kullanma ile dua etme birbirine aykırı olmayıp, birbirini tamamlayan unsurlardır; hattâ doktora gidip ilaç kullanma da fiilî bir duadır. (Prizma, 2/109, 116)
Dua ve Psikolojik-Nörolojik-Psikiyatrik Hastalıklar
Maddî hastalıklar bile bazen dua ile iyileşiyorsa, elbette ki psikolojik hastalıklar da dualarla iyileşir. Özellikle sar’a ve cinlerin musallat olduğu bazı hastalıklarda duanın tesiri büyüktür. Bu hususta Hocaefendi, ileriye yönelik bazı hedefler göstererek, mânevî hastalıkların tedavisinde duanın önemine dikkat çekmektedir.(İnancın Gölgesinde,1/153, 159-162)
Bu noktada, cinler hastalığa sebep olabilirler mi gibi bir soru akla gelebilir. Bu hususta da Hocaefendi’nin söyledikleri gerçekten önemlidir. (İnancın Gölgesinde, 1/159-162)
Şeytanlardan Korunma ve Dua
Şeytanların da şerrinden korunmak için dua en büyük dayanaklarımızdandır. Hocaefendi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) öğrettiği dualarla şeytanların şerrinden ve vesveselerinden korunabileceğimizi söylemektedir. (Prizma, 1/159; Fasıldan Fasıla, 2/335)
Duanın Belâları Geri Çevirmesi
Hakkında hüküm verilmiş ve gelmekte olan belâlar, duruma göre sadaka ve dua ile geri çevrilebilir. Bunlar, tabiî ki, Levh-i Mahfuz’a değil, Levh-ı Mahv ve İspat’a ait hükümlerdir. Biz, zamanın hakikatı olan bu “Levh”de yaşadığımız için, sadaka ve dualarla gelmekte olan belâlaları savabiliriz. (Prizma, 2/109)
Herkesin Günlük Evrad u Ezkârı Olmalı
“...Netice itibariyle, bir kere daha hatırlatmalıyım ki; mutlaka herkesin evrâd u ezkâra ayıracağı bir zamanı olmalı ve o, bu konuda hiçbir mazeret ileri sürmemelidir.” (Fasıldan Fasıla, 3/25)
Dinî Heyecanın Devamı ve Evrâd u Ezkâr
Bir Müslüman’ın dinî hayatının canlı ve zinde kalması, şevk ve heyecanını yitirmemesi için evrâd u ezkâr çok önemlidir. Yoksa insan zamanla inhiraflara, sürçüp düşmelere maruz kalıp ayağı kayabilir. İşte bu noktada Muhterem Gülen, Kur’ân, Peygamber Efendimiz ve Selef-i sâlihin’den öğrendiğimizi duaları okumamızı salıklıyor. (a.g.e., s.177)
Evrâd ü Ezkârın Terki Ciddî Zaafa Sebeptir
Allah’ı zikir ve O’na dua edip yalvarma, önemine binaen, Hocaefendi tarafından hemen her ibadetin damarlarında cereyan eden kan’a benzetilir. Kansız insanın yaşaması mümkün olmadığı gibi, evrâd u ezkârsız ve duasız da yaşamak mümkün değildir. Yoksa, insanın mânevî ve ruhî hayatında ciddi zaaflar meydana gelir ve Allah ile münasebetlerinde gevşeme olur. (a.g.e., s.376)
En Namüsait Anlarda Bile Evrâdı Terketmeme
Hocaefendi, Hz. Ali efendimizin Nehrevan savaşı günü bile günlük evrâdını terk etmediği hatırlatarak, en zor şartlarda bile evrâd u ezkârın bırakılmaması üzerinde ısrarla durur. (a.g.e., s.174)
Üstad ve Evrâd u Ezkâr
Hocaefendi, başta Peygamber Efendimiz Aleyhisselâm olmak üzere, O’nun sahabesi ve daha sonraki asırlarda gelen selef-i salihînin en zor şartlarda bile evrâd u ezkâr ve dualarını terketmediklerini söylerken, bu büyük zatlara misal olarak asrımızdan da Üstad Bedîüzzaman’ı zikreder. Zikreder de, onun evrâd u ezkâr ve dua ile ne kadar meşgul olduğunu âdeta bir manzara halinde gözlerimizin önünde canlandırır. (a.g.e., s.376)
Tebliğ ve İrşadda Müessiriyet ve Evrâd u Ezkâr Münasebeti
Bazı insanlar, gece-gündüz Allah’ın dinini anlatmakla meşgul olduklarını ve evrâd u ezkâra yeterince veya hiç vakit bulamadıklarını söyler ve bu tembelliklerine mâzeret olarak da yaptıkları hizmetleri gösterirler. Böyle kimseler, belki kendilerine göre haklı olabilirler. Fakat Hocaefendi, böyle kimselerin yaptıkları işte muvaffak olabilmelerinin, onların evrâd u ezkârda kusur yapmamalarına bağlı olduğu görüşündedir. Çünkü ona göre, tebliğ ve irşad ne kadar önemliyse, onda müessir olmak ve yapılan işin bereketli olması için evrâd u ezkâr ve dua da o kadar önemlidir. Her hususta rehberimiz olan Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bu meselede de hüsn-ü misaldir. (a.g.e., s. 377-380; İrşad Ekseni, s. 150)
Hocaefendi’nin Dünyası ve Beddua
Hocaefendi’nin temel düşünce yapısı ve karakteri itibariyle, onun dünyasında tel’in ve bedduaya yer yoktur. Bu sebeple o, inanmayanlar için hidayet, inananlar için istikamet diler. Ona göre, insanın iyiliğine yapılan dua, kabul görmesi açısından bedduadan daha üstündür. Dolayısıyla o, kendisine zulmedenlerin, hidayete ulaşmaları halinde bütün haklarını hemen helâl edeceğini söyler. Ayrıca yapılan zulüm, tahkir ve tezyifler, bizzat Müslümanların şahıslarına ise, elden geldiğince affedici olmalı; yok doğrudan dine ve Müslümanlara dinlerinden dolayı ise, bir de bu zulüm ve tahkirler, Müslümanlara ve dine hücumu âdeta meslek edinmişlerden geliyor ve böylelerinin artık imana kabiliyetleri de görünmüyorsa, bu takdirde Allah’a havale edilmelidirler. (Yeşeren Düşünceler, s. 1-6; Prizma, 2/128)
Son Söz
Hocaefendi’nin dua yönünü gereğince anlamaktan ve anlatılan hakikatleri azamî derecede değerlendirmekten cidden âciziz. Dolayısıyla bu kısa çalışmamız, onun, kalp ve ruh hayatı, zühdü, takvası ve de dua dünyası adına olsa olsa küçük bir ayna olabilir. Daha fazla istifade için, bu çalışmada zikrettiğimiz kaynaklara bakılmalıdır.
* Yeni Ümit Dergisi arşivinden (Ekim, 2003; 62. sayı)