Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Ders ve Tedris Metodu





Author: Dr. Ergun ÇAPAN - min read. - Post Date: 12/11/2024
Clap

Geçen sayıda yayımlanan bir makalede Fethullah Gülen Hocaefendi’nin İslâmî ilimlerin değişik sahalarında okuttuğu kitaplar hakkında -bildiğimiz ve ulaşabildiğimiz kadarıyla- bilgi vermeye çalışmıştık. Bu yazıda ise, Hocaefendi’nin ders ve tedris metodu üzerinde durmak istiyoruz.

Öncelikle belirtelim ki bu yazı, Hocaefendi’nin “vicâhî kültür” diyebileceğimiz ders ve tedris metodunu, huzurunun atmosferini, ufkunu, heyecanını ve insibağını enginliğiyle satırlara dökmekten ve yansıtmaktan uzaktır. Zîrâ huzur ve huzurun varidatı bizzat yaşanır, duyulur ve hissedilir. O iklimden istifade de şahısların seviyesine, niyetine, konsantrasyonuna, herkesin istidadına vâbestedir. Bununla birlikte bir fikir vermesi açısından muttali olabildiğimiz ölçüde muhterem Hocaefendi’nin takip ettiği ders ve tedris metodunu hecelemek istiyoruz.

Genelde medreselerde ve bir mânâda onların devamı diyebileceğimiz ders meclislerinde ders ve tedris metodu; hocanın dersi takrir etmesi, talebelerin de dinlemesi ve soru-cevap çerçevesinde karşılıklı müzakere etmesi şeklindedir. Yine bu usulde bir sonraki derste bir önceki dersin hulâsası verilerek yeni derse geçilir. Bunun yanında medrese eğitim ve öğretim sisteminde dersten sonra hocanın ders verdiği yerlerin, yardımcısı (muîd) veya önde gelen talebeleri tarafından öğrencilere müzakere ettirilmesi de söz konusudur. Günümüz ilâhiyat eğitiminde yaygın olan ders ve tedris metodu ise, genellikle hoca tarafından hazırlanan ders notlarının öğrenciye takrir edilmesi, ders esnasında sorulan sorulara cevap verilmesi ve yazılı veya sözlü imtihandan geçme şeklindedir.

Medrese eğitim sisteminde yetişen hocalardan ders alan Fethullah Gülen Hocaefendi, yarım asrı geçen tedris hayatında talebenin seviyesine göre bir usûl takip etmiştir/etmektedir. Talebenin tedrisata yeni başladığı dönemlerde daha çok takrir usulü; dile ve âlet ilimlerine vukufiyeti nispetinde ise ders halkasındaki talebelerin dersi Hocaefendi’ye arz etmesi şeklinde olmuştur. Bu metodun pratik uygulaması şu şekildedir: Talebelerin derse gelmeden önce mümkün mertebe daha bilgili ve tecrübeli bir veya birkaç talebenin rehberliğinde okunacak yere hazırlanması ve dersi Hocaefendi’nin huzurunda okuması, arz etmesi Hocaefendi’nin de yer yer izahlarda bulunması, sorulan sorulara cevap vermesi, ulemanın yaklaşımlarına saygı içinde kendi yorumlarını eklemesi şeklindedir. Hocaefendi, bu ders usulüne tevazu ve mahviyetinin tabiî bir sesi olarak “Arkadaşlarla kitap müzakere ediyoruz.” dese de bir üstad-talebe ilişkisinin olduğu şüphesizdir. Müzakereyi, talebenin derste okunan konuları iyi takip ederek değişik eserlerle mukayese etmesinin yanında aktif katılımı, istifsar ve izah endeksli soru sorması şeklinde anlamak da mümkündür.

Ayrıca Hocaefendi kendisine tevcih edilen hiçbir soruyu cevapsız bırakmamaktadır. Peygamber Efendimiz’in “Güzel soru ilmin yarısıdır.”[1] mealindeki hadîsinde buyurduğu gibi yerinde ve güzel soru sormak dersten istifade adına çok önemlidir.

Bu genel girişten sonra her bir ilim dalı ile ilgili takip edilen usule geçmeden önce, ders halkasında okunacak kitapların seçiminden ve dersin zamanından bahsetmek istiyoruz.

 

Kitapların Seçimi

Fethullah Gülen Hocaefendi, her işinde olduğu gibi ders mevzuunda da insanların bir işe gönlüyle yönelmesine, isteyerek yapmasına çok önem vermekte ve hissiyatlarını gözetmektedir. Bu itibarla da onların derse ve okunacak kitaba ilgisine önem vermektedir. Hocaefendi, herhangi bir sahada kitap okutmak istediğinde talebelerine çoğu zaman “Bu konuda şu şu özellikte kitaplar var, bunlardan tercih ettiğiniz birisini okuyabiliriz.” dediği gibi bazen de kendisinin çok önemli gördüğü bir kitabın özelliklerinden bahsederek onu nazara verir. Meselâ, Kenzü’l-Ummal’ın en kapsamlı hadîs kitaplarından biri olduğunu, ders kitabı olarak hızlıca okunabileceğini değişik zamanlarda ifade etmiştir. Böylelikle zaman içerisinde talebelerin o kitaba ilgi duyup okuma iştiyakı izhar etmeleri üzerine de ders kitabı yapmıştır. Bazen de el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhu kitabında olduğu gibi talebelerin isteğinin Hocaefendi’yle iktiran etmesi üzerine okunmaya karar verilmiştir.

 

Ders Okutma Zamanı

Dersler genelde sabah namazından öğle namazına kadarki zaman diliminde olur. Öğleden sonra da pek çok zaman ders yapılmıştır. Bir dönemde dersler, kahvaltıdan bir müddet sonra başlayıp öğleye kadar devam etmiştir. Bir başka dönem ise, sabah namazından sonra başlanıp arada kahvaltı molası verildikten sonra devam etmiştir. Bir zaman, bunlara ilâve olarak sabah namazından bir saat önce başlanıp namaza kadar ders okunduğu olmuştur. Nitekim Tuhfetü’l-Ahvezî bu şekilde bitirilmiştir. Kenzü’l-Ummal’ın on cildi bir ramazanda okunmuştur. Sabah, akşam, teravih namazlarından ve sahurdan sonra olmak üzere günde yaklaşık 7–8 saat ders yapılmıştır.

 

Talebenin Önceden Derse Hazırlıklı Gelmesi

Talebe derste okunacak kitaplara iyice çalışır; ibareleri çözerek mânâsını anlamaya çalışır. Bunun için de başta Müncid, Mucemu’l-Vasît, Lisanu’l-Arap, Tâcu’l-arûs gibi lügatlere, tefsirlere, şerhlere, fıkıh kitaplarına ve ihtiyaç duyulan kaynaklara müracaat ederek elden geldiğince hazırlanır. Derste okunacak metinlerde irab hatası ve herhangi bir kelimeyi yanlış okumamak için çalışır. Gerektiğinde bu konuda yazılmış kitaplara müracaat ederek hazırlanır. Özellikle başta Kur’ân âyetleri olmak üzere hadîs metinlerinin doğru okunması ve râvilerinin isimlerinin doğru telaffuz edilmesi Hocaefendi’nin hassasiyetle üzerinde durduğu konulardandır. Bu husustaki yaklaşımı şu şekildedir: “Arapçayı yanlış okuyabilirsiniz; ama âyetleri yanlış okumayın.”

Başta böyle bir hazırlıkla derse gelen talebe Hocaefendi’nin huzurunda metni okur, Hocaefendi dinler ve tashih edilmesi gereken yerlerde çok nazikçe ve mahcup bir edayla doğrusunu fısıldar. Dersler esnasında Hocaefendi, zaman zaman metin içerisinde tahkik edilmesi gereken bir yerle karşılaşıldığında onun üzerinde ısrarla durur. O ânda o konu ile ilgili kaynak kitapları getirtir ve meseleyi onlardan izah eder. Veya bir sonraki derse yetiştirilmek üzere kaynaklara bakılmasını ister. Okunan kitaplarda talebenin sorduğu yerlere ulemanın genel yaklaşımını saygıyla ifade ettikten sonra özellikle günümüze bakan yönleriyle kendi yorumlarını da seslendirir. Zaten derslerin en cazip yönlerinden biri de Hocaefendi’nin bu açıklamaları ve yorumlarıdır. Bu da talebelerin merakına, seviyeli soru sormasına ve ufkuna bağlıdır. Zîrâ Hocaefendi, konuları muhatapların ufkunu, seviyesini ve anlayışını nazar-ı itibara alarak izah etmektedir. Hocanın metni okuyarak açıklaması şeklindeki yaygın takrir usulü yerine böyle bir ders okutma tekniğinin seçilmesinin şüphesiz pek çok faydası vardır. Görebildiğimiz kadarıyla bu yöntem, talebeyi daha fazla dersin içine çekmekte, daha aktif hâle getirmekte ve talebenin daha güzel yetişmesine zemin hazırlamaktadır.

Bu şekilde seri bir metin okuyarak ders okumanın faydalarını şöyle sıralayabiliriz:

-         Talebenin metin ve ibare korkusunu aşması, kitaplara âşina olması,

-         Seri kitap okuma melekesini geliştirme,

-         Çok daha fazla kitap ve metin okumayı temin etme,

-         İslâmî ilimlerin temel kitaplarına karşı talebede güven oluşturma,

-         İlimlere mahrutî bir bakış açısı ve ansiklopedik bilgi kazandırma,

-         Metin ve ibarelerdeki kavramlara, farklı fikir ve kanaatlere, münazara ve metotlara talebeyi âşina kılma…

Bu şekilde seri okuma talebeye öncelikle neyin nerede olduğunu bellemeyi, onun küllî bir bakış açısı kazanmasını ve ihtiyaç ânında aradığı bilgiye ulaşmasını kolaylaştırmaktadır.[2] Bu usulle yaklaşık 3–4 veya 2–3 saatlik bir derste 40–50 sayfa metin okunmaktadır. Bu arada Hocaefendi’nin sabırla talebelerini dinlemesi, sık sık müdahale etmemesi ders okutma tekniği adına oldukça önemlidir.

Ayrıca Hocaefendi okunan yerlerin analitik bir yaklaşımla okunmasına da çok önem verir. Buna günümüzün ifadesiyle “sorgulayarak okuma” da denebilir. Fakat “sorgulama” derken selef-i salihine, âlimlere saygısızlık mânâsına değil, yazılanların vahyin mantığına, dinin muhkematına, rivayet kriterlerine, akl-ı selime test ettirilerek okunması ve aynı zamanda çağın varidatının da bu süzgeçlerden geçirilerek yeni yorumlara ulaşılmasıdır.

Bütün bunlarla birlikte talebenin okuduğunu anlaması, tahlil etmesi, hayatına hayat kılması ve tabiatının bir derinliği hâline getirip, yaşadıklarını gönlünün diliyle seslendirmesi Hocaefendi’nin sürekli vurguladığı en temel hususlardandır. Çok mücbir sebep olmadıkça Hocaefendi’nin ders halkasında başlayıp da bitiremediği kitap yok denecek kadar azdır.

 

Ders Okumaya Başlangıç

Derslere her zaman besmele, hamdele ve salvele ile Cenâb-ı Hakk’a teveccüh edilerek başlanır. Okunan dualardan bazıları şunlardır:

الْحَمْدُ لِلهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ. اَللَّهُمَّ رَبّنَا زِدْنَا عِلْمًا وَإِيمَانًا وَيَقِينًا وَتَوَكُّلاً وَتَسْلِيمًا وَتَفْوِيضًا وَثِقَةً وَاطْمِئْنَانًا وَاعْتِمَادًا عَلَيْكَ وَإِخْلَاصًا وَوَفَاءً وَصَدَاقَةً وَمَعْرِفَةً وَمَحَبَّةً وَعِشْقًا وَاشْتِيَاقًا إِلَى لِقَائِكَ وَعِفَّةً وَعِصْمَةً وَفَطَانَةً وَحِكْمَةً وَحَافِظَةً دَائِمَةً وَصِحَّةً دَائِمَةً كَامِلَةً وَعَافِيَةَ دَائِمَةً كَامِلَةً وَقَلْبًا سَلِيمًا. اَللَّهُمَّ حَوْلاً وَقُوَّةً مِنْ حَوْلِكَ وَقُوَّتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ

“Rabbimiz bizim ilim, iman, yakîn, tevekkül, teslim, tefvîz, sika, itmi’nan, ihlâs, vefa, sadakat, mârifet, muhabbet, iffet, ismet, fetanet, hikmet, hafıza ve Sana olan itimadımızı, Sana kavuşma aşk ve iştiyakımızı artır Allah’ım. Allah’ım, Sen’den kâmil ve dâim sıhhat ve afiyet, selim kalb istiyoruz. Allah’ım, havl ve kuvvetinden bize lutfet. Ey erhamürrahimin.”

اَللَّهُمَّ افْتَحْ عَلَيْنَا حِكْمَتَكَ وَانْشُرْ عَلَيْنَا رَحْمَتَكَ يَا ذَا اَلْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ. آمَنْتُ بِاللهِ الْوَاحِدِ الْأَحَدِ الْحَقِّ الْمُبِينِ الَّذِي لَا شَرِيكَ لَهُ وَكَفَرْتُ بِمَا سِوَاهُ. رَبِّ يَسِّرْ وَلَا تُعَسِّرْ رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْرِ وَبِهِ نَسْتَعِينُ.

“Allah’ım, bize hikmet kapılarını aç. Rahmetini üzerimize yağdır ey Celâl ve İkram sahibi. Vahid, Ehad, Hakk, Mübin olan Allah’a iman ettim. O’nun şeriki yoktur. O’nun dışındaki O’nun ulûhiyet ve rububiyetine şerik addedilen her şeyi reddettim. Rabb’im kolaylaştır, zorlaştırma. Rabb’im hayırla tamamla. Sadece O’ndan yardım isteriz.”

Hocaefendi yeni bir kitaba başlandığı zaman kitabın künyesi dâhil, takriz, takdim, mukaddime hepsini okur. Şimdi Hocaefendi’nin tedris metodunu her ilim dalına göre ele almak istiyoruz.

 

Arapça Grameri

Hocaefendi hemen hemen her talebe grubuna Arapçanın gramer yapısı ile ilgili bir kitap okutmuştur. Okutulan kitaplar daha önceki makalede liste hâlinde zikredilmişti. Bunlardan özellikle İmam Birgivî’nin İzhar isimli gramer kitabını ilk dönemlerde değişik seviyedeki talebelere birkaç kez takrir usulüyle okutmuştur. Özellikle bu derslerden birisi çok geniş bir izhar şerhi mahiyetindedir. Sesli bir kitap olarak kaset ve mp3 formatında kayıtları mevcuttur.

Arapça gramer kitapları okunurken genelde şöyle bir metot takip edilmiştir. Hocaefendi, Arapça kelimelerin kök, mazi, muzari ve değişik türevlerinin geldiği kalıplara ve fiillerin aldığı harf-i cerler ile kazandıkları mânâlara, isimlerin doğru okunmasına, şiirlerin tercüme edilmesine ve hangi noktadan istişhad edildiğine dikkat edilmesini tavsiye ettiğinden talebeler de ona göre derse hazırlanarak gelmeye gayret ederler. Derste konuyu okur, tercüme eder, verilen örneklerin irabını, varsa o konu ile ilgili alıştırmaları yaparlar. Okunan ders bir sonraki günde genellikle dersin başında birkaç talebe tarafından özet olarak arz edilir.

Hocaefendi, Arapça gramerini bin beyitte manzum anlatan İmam Malik’in Elfiye’sini talebelere ezberletmek istemiştir. Şöyle ki, ilgili kitabın Şerhu ibn-i Akil adlı şerhini okuturken okunan beyitlerin bir sonraki dersin başında her talebeden ilk baştan en son ezberlenen yere kadar dinlemiş, 40–50 beyit ezberlendikten sonra talebelere ağır gelmesi üzerine “hafızalar top atmış” diyerek bırakmış, kitabı okumaya devam etmiştir.

Belâgat ilmine gelince, Hocaefendi’nin tespiti ile günümüzde bu ilim Kur’ân ve Sünnet’in enginliklerine açılıp yeterince istifadeye medar olabilecek bir olgunlukta tahsil edilmemektedir. Belâgate dair bir eser okunurken gramerde olduğu gibi bir metot takip edilmiştir.

 

Lügate Bakma

Hocaefendi zaman zaman “Sizleri bilmiyorum; ama ben her gün sözlükten birkaç kelimeye bakarım.” der. Talebelerinin de dilin doğru öğrenilmesi ve kelimelerin nüanslarıyla bellenmesi adına sık sık lügate başvurma alışkanlığını kazanmalarını ister.

Meselâ dilimizde k-z-b maddesinin mastarı ve ismi daha çok “Kizb” olarak bilinir ve öyle kullanılır. Hocaefendi, “kezib” masdarının daha fasih olduğunu zîrâ Kur’ân’da bu kelimenin birkaç âyette “kezib” şeklinde geçtiğini[3] ayrıca lügatlerde de kelimenin masdarları verilirken ilk sırada onun verildiğine dikkat çekmiştir. Derste devamlı yanında el-Müncid bulunur. İhtiyaç anında Lisanu’l-Arab, Tacu’l-arûs, en-Nihaye fi garibi’l-hadîs gibi kaynaklara da müracaat eder. Arapça bir kelimenin Türkçe karşılığını bulmak için de Âsım Efendi’nin Kamus-u Okyanus’u, Ahter-i Kebir gibi lügatlere başvurur, talebelerine onlara baktırır. Farsça kelimeler için Ferheng-i Farisî gibi lügatlere müracaat edilir. Misalli Büyük Türkçe Sözlük adlı 3 ciltlik lügati beğendiğini ve sık sık başvurduğunu da ifade etmiştir.

 

Hadîs ve Usulü

Hocaefendi, hemen her gruba mutlaka hadîs kitaplarından birisini okutmuştur. Daha önce Hocaefendi’nin okuttuğu eserleri anlatan makalede geçtiği üzere Kütüb-i Sitte gibi temel hadîs kitaplarının tamamını okutmanın yanında bazılarını (Buharî gibi) defaatle okutmuştur. Bununla birlikte Kenzü’l-Ummal, Umdetü’l-Kârî, Fethu’l-Bârî gibi şerh ve müracaat kitaplarını da baştan sona ders kitabı olarak okutmuştur.

Hadîs kitaplarını okutma usulü şöyledir: Dersten önce talebeler okunacak yerlerdeki hadîs-i şerîfleri gerektiğinde şerhlere, en-Nihaye fi Garibi’l-Hadîs gibi kitaplara, Lisanu’l-Arab ve Tacu’l-Arus gibi temel lügatlere bakarak hazırlıklı olarak gelir. Günümüzde pek çok kitap elektronik ortama aktarıldığından bilgiye kısa sürede ulaşılmaktadır. Talebeler bu imkândan da istifade ederek derse hazırlıklı olarak gelir ve derste seri bir şekilde okur, Hocaefendi de dinler. Gerekli yerlerde izah ve yorumlarda bulunur, sorulan sorulara cevap verir. Özellikle ulemanın yorum ve yaklaşımlarına saygı ve istifadeyle birlikte kendi yorumlarını talebelerle paylaşır.

Hadîs okuturken sadece sahabi ravisinin değil senedin tamamının okunmasına, ravilerin isimlerinin ve hadîs metninin doğru telâffuz edilmesine çok önem verir. Hadîs-i şerîf metni veya ravisiyle ilgili yanlış okuma olduğunda “Benim aklımda şu şekilde kalmış kaynaklara bir bakalım.” diyerek doğrusunu araştırmaya yönlendirir.

Sözgelimi bazen Türkçe tercümelerde tâbiînin büyüklerinden Ubeydetü’s-Selmanî diye yazılan ismin doğru telaffuzunun kaynaklarda Abîdetü’s-Selmanî şeklinde geçtiğini yine asr-ı saadette meşhur bir kabile olan “Benî Selime”nin “Benî Seleme” diye galat-ı meşhur olarak okunduğuna dikkat çekmesi bu konuda örnek olarak zikredilebilir.

Bir hadîs geçtiğinde Sıhah’ta yer almayan bir hadîs ise -ki Hocaefendi’nin onu hemen fark ettiğine çok şahit olunmuştur- onun geçtiği esas kaynak kitabın hangisi olduğunu, cerh ve tadil ulemasının hakkındaki kritiğini araştırtır. Ravi ve hadîs ile ilgili Tehzibu’t-Tehzib, Kâşif, Mizanü’l-İ’tidal, Siyer-i A’lami’n-Nübela, Mecmaü’z-Zevaid, el-Metalibu’l-Aliye gibi kitaplara baktırır. Halk arasında meşhur bir hadîs ise Keşfu’l-hafa, el-Makasıdü’l-Hasene gibi kitaplara bakılmasını tavsiye eder, talebeler de bakar. Hadîs-i şerîflerin birinci derecede geçtiği kaynaklara ulaşılması konusunda hassastır. Talebelerin de ona göre derse gelmeden çalışmalarını ister.

Hadîs kitapları ile ilgili bu genel ders okuma usulünden sonra ulaşabildiğimiz kadarıyla okutulan kitaplardan en önde gelenlerinin nasıl bir metotla okunduğunu anlatalım. Buhârî’nin Sahih’ini defaatle okutan Hocaefendi, Kur’ân-ı Kerîm’den sonra dinin en önemli referans kitabı kabul edilen bu güzide eseri onun meşhur şerhleri ile ders halkasında okumuş ve okutmuştur.

Umdetu’l-Kârî fi Şerhi’l-Buhârî (20 cilt) Buhârî’nin en önemli şerhlerinden biridir. Nakil ve tahkik yönünden Buhârî üzerine yapılan şerhlerin en hacimlisi, tetkik ve analiz açısından da en derli toplu olanıdır. Farklı mezheplerin görüşlerini zikretmekle birlikte Hanefi mezhebinin yaklaşımları esas alınarak yazılmış mükemmel bir şerhtir.

Umdetü’l-Kârî değişik zamanlarda farklı talebelerle iki kere okunmuştur. İlkinde talebeler Buhârî’nin metninden hadîsi şerîfleri okumuş, Hocaefendi de şerhten lüzumlu gördüğü yerleri talebelere okuyarak mütalâa ve müzakerelerde bulunmuştur. Şöyle ki; Hocaefendi hadîste geçen garib kelimelerin izahını, ravilerden isminin okunuşu ile ilgili ihtiyaç duyulan yerleri, hadîsin ihtiva ettiği mânâ zenginliklerini ve hadîsten çıkarılan hükümler kısmını okumuştur.

Hocaefendi, hadîs ricalinin isimlerinin doğru bellenmesine, hayatlarına, haklarında yapılan değerlendirmelerin bilinmesine çok önem verir. Gençliğinde kendisi pek çok hadîs ravisinin çok kısa ve özlü bir biyografisini deftere yazarak ezberlemiştir. Özellikle de hadîs derslerinde rical üzerinde hassasiyetle durmuş, şerhlerdeki bilgilere ilâve olarak teracim ve tabakat kitaplarından notlar düşmüştür. Daha sonra başka bir grupla yine Buhârî, Umdetü’l-Kârî şerhi ile birlikte okunmuştur. Şöyle ki talebeler derse gelmeden önce hadîste geçen ravileri Zehebi’nin el-Kâşif adlı rical kitabındaki sistemi esas alarak her bir râvi için ayrı bir fiş hazırlamışlardır. Bu hazırlanan fişte râvinin hadîs aldığı hocaları, talebeleri, kendisinden hadîs rivayet edenler ve hakkındaki cerh ve tadil âlimlerinin görüşleri de not edilmiştir. Bu şekilde talebe tarafından hazırlanan fişler, derste hadîsin senet ve metni okunduktan sonra Hocaefendi tarafından okunmuştur.

Fethu’l-Bârî fi Şerh-i Sahihi’l-Buhârî (14 cilt): Hocaefendi bir müddet sonra farklı bir ders grubu ile birlikte Buhârî’nin, bu meşhur şerhini baştan sona kadar okutmuştur. Okuma metodu daha önce Buhârî’nin Umdetu’l-Kârî şerhinde takip edilen metotla temelde aynı olmakla birlikte yapılan ilâveler vardır. Hadîs ravileri okunurken Zehebî’nin el-Kâşif’i esas alınmakla birlikte, Tehzibü’t-Tehzib, Siyer-i A’lâmi’n-Nübelâ, Hilyetü’l-Evliya, Sıfatu’s-Safve, İbn-i Sa’d’ın Tabakat’ı gibi kitaplardan istifade edilerek ravinin hocaları, kendisinden rivayet edenler, çarpıcı faziletlerinden kareler, rivayet ettiği hadîslerden örnekler, cerh ve tadil ulemasının hakkındaki kanaatleri gibi haklarındaki bilgiler zenginleştirilerek bu sefer fişlere değil de bilgisayar ortamında word dosyasına yazılarak ve ders esnasında sinevizyondan perdeye yansıtılarak talebelerin okuması şeklinde olmuştur. Rivayet zincirinde yer alan sahabilerin kısa bir biyografisinin yanında hayatlarından zühd, ibadet, takva, adanmışlık ruhu ile ilgili günümüze mesaj olacak kareler arz edilmiş, rivayet ettikleri hadîslerden misâller verilmiş ve kendilerinden hadîs rivayet edenler zikredilmiştir.

Ravilerle ilgili bilgiler okunurken bazı yerlerde Hocaefendi kısa ilâveler yapmıştır. Meselâ Hz. Âişe’nin (r.anhâ) künyesi “Ümmü Abdillah el-Fakîhe” diye kitaplarda geçmektedir. Hocaefendi, bu ifadenin yanına وَهِيَ أُمُّ عِبَادِ اللهِ أَجْمَعِينَ “O Allah’ın kullarının hepsinin annesidir.” kaydını koydurmuştur. Günümüzde pek üzerinde durulmayan ve genelde hadîs okunurken sahabi ravisinden çoğu zaman da metinden başlanılarak okunan bir dönemde Hocaefendi’nin hadîsleri senetleriyle birlikte okutması, hadîs ricalini talebelere tanıtma, sevdirme ve belletme gayreti fevkalâde önemlidir. Arap âleminin önde gelen ilim adamlarından bazılarına Hocaefendi’nin hadîsleri böyle ricali ile birlikte okutması anlatıldığında bu durum onların çok ciddi dikkatlerini çekmiş hayret, hayranlık ve takdirlerini ifade etmekten kendilerini alamamış ve “Bu ilim bizde bile indiras (eseri kalmayacak şekilde yok) olup gitti. Hadîs ricalini okutan pek yok. Hocaefendi’nin bu kadar önem verip bu şekilde okutması bu ilmin yeniden ihyâsı adına çok önemli.” demişlerdir.

Sahabe ve hadîs ricalini çok iyi tanıyan ve onları kalbinde, kafasında ve gönül dünyasında ilim, irfan, ibadet ve adanmışlık modeli olarak sürekli en aziz bir misafir gibi ağırlayan Hocaefendi, sesine-soluğuna kulak veren herkese ve özellikle derslerinde bulunanlara bu insanları tanıtmak, öğretmek, belletmek için her türlü argümanı değerlendirmiştir. Âdeta bu insanların ilme olan düşkünlüklerinin, Allah’a kulluktaki derinlik, ibadet, takva ve ilim tahsilinde rıza-i ilâhiye kilitlenmelerinin talebeye hüsnü misâl olmasını ve bu portrelerin talebenin ruhlarına bir yolunu bulup akmalarını istemektedir. Vaazlarında, sohbetlerinde, kitaplarında başta sahabe olmak üzere selef-i salihîni model olarak zikrettiği gibi derslerde de hadîs okudukça o hadîsi rivayet eden sahabi ve diğer hadîs ravilerini en önemli hususiyetleri ile hazırlanan tanıtım şekliyle tekrar ettirerek talebelerinin hafıza ve şuuraltlarına nakşetmek istediği anlaşılmaktadır.

Sünen-i Ebî Davud: Hocaefendi, bu kitabı birkaç kez talebeleriyle okumuştur. Bu okumaları ilgili kitabın Bezlü’l-mechud ve Menhelü’l-azbi’l-mevrud adlı şerleriyle birlikte yapmıştır. Talebelerin hadîsin sened ve metnini okumasından sonra şerhten kelime izahı, ravi kritiği, hadîsin şerhi ve başka hadîslerle mukayesesi ve hadîsten çıkarılan ahkâm ve nükte gibi kısımlardan okuyarak çoğu zaman bir soru üzerine yer yer de bir girizgâh bularak kendi yorumlarını seslendirmiştir.

Sünen-i Tirmizî: Hocaefendi'nin farklı bir metotla okuduğu bir hadîs kitabıdır. Hocaefendi, bir grup talebeye Tirmizî'nin Tuhfetü'l-ahvezî (10 cilt) şerhini okutmuştur. Kitapta yer yer Hanefî mezhebinin yaklaşımlarının delillerini tenkid ettiği kısımları da bir talebesine Tehanevî'nin Hanefî fıkhını oldukça geniş ve müdellel ele aldığı İ'lâü's-Sünen adlı kitabını vererek mukayese etmesini ve ilgili mezhebin o konudaki yaklaşım ve delillerini derste yeri geldiğinde özetle söylemesini istemiştir. Talebe de elden geldiğince bunu yapmaya çalışmış ve Tuhfetü'l-Ahvezî bu şekilde okunmuştur. Bir diğer hadîs okutma usulü olarak da Hocaefendi, Riyazü's-Salihîn'i okuturken her babdan en câmi hadîsleri seçip talebelerine ezberlettirmiş ve “Bunu dağarcığınıza koyun çok bereketini göreceksiniz.” demiştir. Hocaefendi, usul-i hadîsten Ahmed Muhammed Şakir'in el-Baisü'l-Hasîs adlı eserini talebelerin önceden hazırlanıp huzurda okuması şeklinde okutmuştur. Aynı zamanda biraz önce bahsettiğimiz Tuhfetü'l-ahvezî şerhinin mukaddimesi de geniş bir usul-i hadîstir. Ayrıca sürekli hadîs kitaplarını şerhleriyle birlikte okuttuğundan tatbiki olarak da usul-i hadîs işlenmektedir. Bu sahada Merhum Ahmed Naim'in Tecrid-i Sarih Mukaddemesi'nin çok güzel bir eser olduğunu ve okunması gerektiğini de tavsiye etmektedir.

 

Tefsir ve Usulü

Tefsirde ders okuma metodu şöyledir: Talebeler önceden okunacak yere hazırlanıp huzurda metni seri bir şekilde okurlar, Hocaefendi kendisi gerek gördüğü veya soru tevcih edilen yerlerde açıklamalar yapar.

Türkçe tefsirlerden Allâme Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’ân Dili tefsirine çok önem verir. Hocaefendi, bir keresinde bir grup talebeyle Elmalılı’nın tefsirinin tamamını talebelerine ders halkasında özetlettirmiştir. Her talebe bir Kur’ân sayfasına tekabül eden tefsir kısmını önceden iyice okuyup özetini çıkararak derste arz etmiştir. İlk önce Kur’ân sayfasını tilâvet edip ardından hazırladığı özeti sunmuş; sunum yapılırken Hocamız okunan ve tefsir edilen âyetlerle ilgili mülâhazalarını, talebeleriyle paylaşmıştır. Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar kitabı bunun semerelerindendir. Son zamanlarda Hocaefendi, Hak Dini Kur’ân Dili tefsirini farklı bir okuma şekliyle tedris etmeye başlamıştır. Şöyle ki: önce Elmalılı Tefsiri’nden bir miktar okunmakta, okunan yerler ile ilgili Hocaefendi mülâhazalarını ifade ettiği gibi sorulan sorulara da cevap verir.

Bir sonraki gün Elmalılı’nın tefsirinden okunan yerler derse gelmeden önce her bir talebe kendisine verilen tefsire bakıp Hak Dini Kur’ân Dili’nden okunan yerle mukayese ederek onda geçmeyen yerleri tespit ederek derste özet hâlinde sunar. Arz edilenler üzerine de yine Hocamız tarafından yer yer yorum ve izahlar yapılır. Elmalılı ile mukayeseli okuma yapılan tefsirler şunlardır: İmam Maturidi - Te’vilâtü’l-Kur’ân, Zemahşeri - Keşşaf, Fahreddin Razi - Mefatihu’l-Gayb, Beyzavi - Envarü’t-Tenzil ve Esrarü’t-Te’vil, Ebu Hayyan - Bahru’l-Muhit, Ebu’s-Suud - İrşadu Akli’s-Selim ilâ Mezâyâ-i Kitabi’l-Kerim, Tantavî Cevherî - el-Cevâhir fî Tefsiri’l-Kur’âni’l-Kerim, Seyyid Kutup - Fi Zilâli’l-Kur’ân, Molla Bedreddin Sancar - Ebdau'l-Beyân

Bu şekilde bir okuma usulüyle Elmalılı tefsirini bitirmek çok uzun zaman alacağı bedihidir. Esas maksat ise mukayeseli okuma metodunu uygulamalı bir örnek üzerinden göstererek teşvik etmektir. Hocaefendi, aynı usulü başta hadîs olmak üzere İslâmî ilimlerin hemen hemen hepsinde yapılmasını tavsiye etmektedir.

 

Fıkıh ve Usulü

Hocaefendi, her ders halkasında hadîs, tefsir ve gramerin yanında fıkıh ile ilgili bir kitap okutmuş ve “fıkıh bilinmeden hoca olunamayacağı” hakikatini ifade etmiştir. Hocaefendi’nin genelde fıkıh kitaplarını okutma metodu şu şekildedir:

Talebe metni cümle cümle veya paragraf hâlinde okur ve yine cümle cümle tercüme eder. Bununla birlikte bazı fıkıh kitaplarının sadece Arapçası okunmuştur. Nitekim Vehbe Zuhaylî’nin el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhu adlı eserinin, klâsik fıkıh kitaplarına göre dili sade ve günümüz insanının anlayacağı bir üslûpta olduğundan sadece Arapçasını okutmuş, tercüme ettirmemiştir.[4] Fıkıh kitapları okunurken Hocaefendi, mücmel olarak ifade edilen bir fıkhî hükmün veya yaklaşımın daha geniş ve müdellel ele alan fıkıh kitaplarından bakılmasına işaret eder, kitaplara bakıp derste kendisine getirildiğinde de orayı okuyarak mütalâalarda bulunur. Mezheplerin müftâbih kavillerinin iyi bilinmesi gerektiğine bu konuda zuhüllerin yaşandığına dikkatleri çeker. Mütekaddimun fıkıh âlimleri ile müteahhirin arasındaki zaman zaman yaşanan yaklaşım farklılıklarına işaret eder. Hanefi mezhebine bağlı olmakla birlikte diğer mezheplere son derece saygılıdır. Hanefilerin çok geniş alanlı bir fıkıh müdevvenatı vücuda getirdiklerini bunun “eraeytecilik” ile bir alâkasının olmadığını ifade eder.

Her zaman olduğu gibi ve özellikle ders esnasında Mezhep imamlarının, müçtehitlerin, fakihlerin isimleri zikredilirken mutlaka saygı ve hürmet ifade eden bir niteleme ile birlikte bahsedilmesine çok önem verir. İmam Âzam Ebu Hanife Hazretleri, İmam Şafii, İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel, İmameyn-i Hümameyn Hazretleri gibi.

Hocaefendi, bazı fıkıh kitaplarını şerhiyle beraber takip ederek okutmuştur. Talebeler metni okurken kendisi şerhten önemli gördüğü, ihtiyaç duyulan yerleri okumuş, yer yer de mütalâalarda bulunmuştur.

Hocaefendi, Hanefi fıkhında çok önemli bir yeri olan el-Hidaye’yi Fethu’l-kadir şerhi ile birlikte -öğrenebildiğimiz kadarıyla- değişik zamanlarda farklı ders gruplarıyla üç kere ders halkasında tedris etmiştir. Elmalılı’nın Hak Dini Kur’ân Dili tefsirinde olduğu gibi fıkıhtan aynı usulle Aliyyü’l-Kârî’nin Fethü babi’l-inaye’sini farklı fıkıh kitaplarıyla mukayeseli okutmaktadır. Bir gün Fethü babi’l-inaye teenni ile metin tercüme edilmek suretiyle okunduktan sonra ertesi gün okunan yer diğer fıkıh kitaplarından bakılıp, mukayese edilerek bahsi geçen kitapta olmayan farklı yaklaşım ve yorumlar tespit edilip daha sonra derste özet hâlinde arz edilmektedir. Mukayeseli okunan fıkıh kitapları şunlardır: Sadru’ş-Şerîa’nın el-Vikaye’si, Burhaneddin el-Mâze’nin Muhîtü’l-Burhanî’si, Mergınânî’nin el-Hidaye’si, Şeyhzade’nin Mecmau’l-Enhur’u, İbn Âbidin’in Haşiyetü Reddi’l-Muhtar’ı, İbn Âbidinzâde’nin el-Hediyyetü’l-Alâiyye’si, Vehbe Zuhaylî’nin el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhu, Heyetin hazırlamış olduğu Diyanet İslâm İlmihali, Esad Muhammed Saîd Sağarcî’nın el-Fıkhu’l-Hanefî ve Edilletuhu.

 

Tasavvuf

Hocaefendi, her ders grubunda diğer ilimlere paralel olarak mutlaka “İslâm’ın kalb ve ruh hayatı”nı anlatan tasavvuf eserlerinden birinin okutulmasını, mütalâa edilmesini tavsiye ettiği gibi kendileri de bizzat bunu gerçekleştirmiştir. Tasavvufa ait Kuşeyrî’nin er-Risale’si, Haris el-Muhasibî’nin er-Riaye’si, İmam Rabbanî’nin Mektubat’ı gibi eserler talebelerin önceden metne çalışıp huzurda okuması şeklinde takip edilir. Hocamız da bu dersler esnasında münasebet düştükçe kalb ve ruhun hayat derecesine götüren en önemli dinamikler üzerinde durmuş; bu konudaki vicdanî tecrübelerini paylaşmıştır.

Hocaefendi’ye göre günümüz hastalıklarından biri de Allah dostlarına karşı tavır almak, onların büyüklüklerini görmezlikten gelerek onları kendi seviyemizde insanlar olarak değerlendirmektir. Böyle bir bakış korkunç bir düşünce kaymasıdır. Bazılarının “İmam Âzam Ebû Hanife, İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İmam Mâlik, İmam Gazzalî, İmam Rabbanî, Şazilî, Abdülkadir Geylânî gibi kişiler de bizim gibi insanlardır. Dolayısıyla da onlara ait menkıbelerin aslı-astarı yoktur…” diyerek bu büyük zâtları küçültmek istemesiyle küçülmediklerini, böyle yapanların eline büyüklerin feyiz ve bereketinden ve de büyüklüğe inanmadıklarından dolayı büyüklüğe giden yollardan mahrumiyetten başka bir şey geçmeyeceğini vurgulamaktadır. Zîrâ böyle yapan insanlar Abdülkadir Geylânî’yi, İmam Rabbanî’yi, kendi seviyelerine indirmekle, kendi ufuklarını kapatmaktadırlar. Bu büyük insanlarla kendilerinin aynı seviyede olduklarına inandıklarından ötürü, kendileri için gidecek yol, alınacak mesafe kalmamış ve yolun sonuna varılmış olmaktadır. Ruh ve kalbin kendilerine göre birer derece-i hayatları bulunduğuna o sahanın büyükleri olduğuna inanmayan insanın, kat’iyen o mertebelere çıkması söz konusu değildir.

Diğer taraftan Hocaefendi, Abdulkadir Geylânî, Ahmed Rifâî, Hasan Şazilî gibi mâneviyat büyüklerinin kalb ve ruh hayatından bahsederek onlar gibi bir yaşama gayreti ortaya koymadan menkıbe Müslümanlığı ile teselli olmanın da ayrı bir belâ olduğuna dikkat çekmektedir. Hocaefendi’ye göre asıl yapılması gereken o büyük zatları mâneviyat âleminin sultanları hâline getiren dinamikleri iyi öğrenip hayata geçirmektir.

 

Selefe Saygı

Hocaefendi, talebelerle ders okurken kendi ifadesiyle müzakere ederken asr-ı saadetten günümüze kadar gelen âlimlerin yorum ve yaklaşımlarına fevkalâde saygılıdır. Başta sahabe, tâbiîn, tebe-i tâbiîn, mezhep imamları, Abdülkadir Geylânî, Hasan Şazilî, Ahmed Rıfaî, Şah-ı Nakşibend, İmam Rabbanî ve Bediüzzüman Said Nursî gibi mâneviyat büyüklerine ve onların yorum ve yaklaşımlarına çok saygılıdır. İslâmî disiplinlerden hangisi okunursa okunsun âlimlerin yorum ve yaklaşımlarının fevkalâde saygı ile ele alınmasına sık sık vurgu yapar. Bunun yanında kendi görüş ve yaklaşımlarını da dinin muhkematına uygunluk veya ters düşmemesi kaydıyla “İbn Kesir böyle buyurmuş; ama (kendisini kastederek) İbn Kalil’in de şöyle bir yaklaşımı var.” veya “Fakirin, kıtmirin de şöyle bir yorumu, mülâhazası var.” gibi mütevazice seslendirir.

Derse katılan talebelerine âlimlere saygı ekseninde dinin temel disiplinlerine ters düşmeyen yorum ve yaklaşımların da olabileceğini/olması gerektiğini ifade etmektedir. Zîrâ herkes bir mânâda ibnü’z-zaman’dır. Her zamanın, içinde yaşanılan devir ve şartların dinin yoruma açık yanlarını yorumlamada önemli bir varidatı vardır. Her Müslümana düşen de yaşadığı zamanın şartlarını iyi okuyarak zamanın varidatını da yanına alarak inandığı değerleri hayata taşımaktır. Bu arada en önemli bir husus da kesinlikle âlimleri hafife alıcı, tezyif edici “Bu meseleyi anlamamışlar.” gibi bir saygısızlığa meydan vermemektir.

 

Kitap Özetleme

Hocaefendi’nin ders halkasında uyguladığı metotlardan birisi de talebenin belli bir kitabı özet çıkararak arz etmesi şeklindedir. Hocaefendi, günümüzde çok kitabın neşredildiğini, bir insanın bunları okumaya yetişemeyeceğini, iştirak-i a’mal prensibinden hareketle ihtiyaç duyulan, okunmasında fayda mülâhaza edilen kitapların onda bir veya yirmide bir özetlenerek ders halkasında mütalâa ve müzakere edilebileceğini söyleyerek bu şekilde bir okuma metodunu bizzat uygulayarak teşvik etmektedir.

Kitap özetlenerek derste anlatılması şu şekilde yapılmaktadır: Hocaefendi, okunmasında fayda mülâhaza ettiği kitap ve dergileri talebelere, derse katılanlara önceden verir. Her bir eser iyice okunup özetlenir sonra da derste arz edilir. Özetlenen kitaplar: İslâmî ilimlerin değişik dallarından, edebiyattan, tarihten, felsefeden vs. olmak üzere çok geniş alanlıdır.

 

Sonuç

Hocaefendi’nin ders metodunu ulaşabildiğimiz, anlayabildiğimiz kadarıyla ifade etmeye çalıştık. Hocaefendi, medrese usulü geleneğinde ders almış, daha sonra da ders ve tedris metodunda geçmişe bağlılık ve saygı içinde çok yeni açılımlar ve teknikler geliştirmiştir. Klâsik ders usulünde adı bile duyulmayan pek çok kitabı hattâ müracaat eserlerini ders kitabı olarak okutmuştur.

Ders okutma tarzı talebe merkezlidir. Sürekli yeniliklere ve farklı metotta okumaya açıktır. Talebelerin bilgisayar, sinevizyon gibi teknik imkânlardan da istifade ederek İslâmî kaynaklara ulaşmasına, derste bunlardan istifade edilmesine açık olmakla birlikte ilgili yerlerin kitaplardan bulunup okunmasına çok önem vermektedir. Teknolojinin ürünleri bilgiye kısa sürede ulaşmayı kolaylaştırmakla birlikte asıl olan kitaptan okunması ve gerektiğinde de yanına notların alınmasıdır. Bir diğer önemli nokta da teknolojinin insanın yedeğinde olması, insanın istidat ve kabiliyetlerinin inkişafına mâni olmamasıdır.

Hocaefendi, selef-i salihîni, ulemayı hayırla yâd etmenin, onların gayretlerini, yorum ve yaklaşımlarını saygı ve hürmetle karşılamanın bir Müslüman’ın ilim ahlâkı ve vefa borcu olduğunu değişik vesilelerle ifade etmektedir. Bu hissiyatını zaman zaman o insanların devirlerini aştıklarına dikkat çekerek, yer yer de gözyaşlarıyla beraber onlara medyun olduğumuzu söyleyerek seslendirmektedir. Yine Hocaefendi, her zamanın ayrı bir varidatı olduğunu, günümüz insanlarının da duyup hissettiklerini, Allah’ın gönüllerine bahşettiği ilhamları dinin muhkematının süzgecinden geçirerek değerlendirmeleri gerektiğine vurgu yapmaktadır. Ona göre bu şekilde hareket etmek iradenin hakkını vermek, Allah’ın kalblere, gönüllere ve kafalara lütfettiği ilhamların kıymetini bilmek ve de mazhar olunan nimete şükretmenin bir ifadesidir. Hocaefendi zaman zaman kendisinden ders okuyan talebelere: “Benim sizin üzerinizde hiçbir hakkım yok. Şayet bir hakkım söz konusu olsaydı sizden bunu ölünceye kadar talebe okutmanız şeklinde talep ederdim.” demiştir.

Bununla birlikte ne kadar büyüseler, hoca olsalar da talebelikten uzaklaşmamalarını Zeynüddin İrakî’den ömür boyu ders okuyan Nureddin Heysemî’yi örnek gösterek tavsiye etmektedir. Zaman zaman latifevârî bir üslûpla: “Melekler talebe-i ulumun canını bal, kaymak yedirerek, acıtmadan alırmış.” buyurarak sürekli öğrenme iştiyakı içinde talebe olarak kalmayı teşvik etmektedir. Hâsılı, Hocaefendi’ye göre ders, tedris ve ilim öğrenmekten asıl maksat imanın, mârifet ufkuna ulaştırılması, mârifetin muhabbetle derinleştirilmesi ve dur durak bilmeden hasbilik ve adanmışlık ruhuyla kanatlanarak i’lâ-yı kelimetullah yoluyla Allah’ın hoşnutluğunu yakalamaya çalışmaktır.

* Yeni Ümit Dergisi arşivinden (Ekim, 2010; 90. sayı)


[1] Taberanî, Mu’cemu’l-Kebîr, 25/7; Aclunî, Keşfu’l-hafa, 1/179.

[2] Yusuf suresi, 12/18; En’am suresi, 6/21.

[3] İbn-i Manzur, Lisanu’l-arab, Zebidî, Tacu’l-arûs, “kzb” md.

[4] Bu kitap 1-6 ciltleri okunmuştur.

Author: Dr. Ergun ÇAPAN - min read. - Post Date: 12/11/2024