Kurban Tarlası
Her anını kurban olma ufkunda feda eden, ömrünü Hak ve hakikate adayana…
Kurban ne güzel bir söz. Ölüm kurbanla mukaddesleşir. Yoksa mürd gitme de söz konusudur hani. Kurban ile miraç çizgisinde yol alır bir ruh. Kurbanlaşır. Şehitler böyle kurbanlardır vatan için ölen. Bir kurşun bir kalbe saplanır ve ömür ebedi bahara döner.
İbrahim Halilullah’ın sünnetidir kurban. İlk onda tulû etmiş bir bayram. İsmail boyun eğmiştir ilk bıçak darbesine. Ama bıçak kesmez. Zira bu bir imtihan.
İsmail boyun eğdiği nispette ledünnî bir iklimde zirveleşir. Ve başına taç koyulur sonsuzluktan. Bayram bu tacın çevresinde halkalar teşkil etmek ve bir şölen hazırlığı, bir şehrayindir.
Kurbanla selam yurduna erer kişi. Buraklaşır binek. Kurban binek olur bu demde. Ya nefis. Kurban olursa kalb İbrahim’ine ya da boyun eğerse gönül Halil’ine nasıl bir binek olur insana.
Buraklaşır mı? Evet.
Kurban’da bir de melek silueti vardır geri planda. Koçu düşünür de insan onu indiren meleği düşünmez mi. Bu aydınlık çehre bir bahar muştusu, bir cennet rengi, bir ümit ışıltısı taşır. Pırıl pırıl bir nasiye ve takdim ettiği itaatin sembolü varlık. Munis. Melek ve koyun ikisi de birbirinin izdüşümü. Biri koyun itaatinde bir ulvî varlık, diğeri melek itaatinde bir koç.
Melek tacı koyunun başında hilal.
Evet, Hak bir imtihanda nasıl ve neler okutuyor insana. Kalb görüyor bu yazıları, bu cümleleri ilahî bir levhada.
Bir ulvî panoramada gönül görüyor bu imzaları, bu mühürleri ve bu turaları.
Kurban ile aşk gelir akla. Sevda gelir. Zira sevdiğine kurban olma ufkuna ermiş bir mecnun gibidir yürek sevda anında, aşk ikliminde.
Ölümü göze almak bir kurbanlık hususiyetidir.
Aşkın olmadığı yerde ulvî hisler de yoktur. Ledünnî pınarlar, zirvelerde çağlayan bengisular ve Kevserler de yoktur. Bir seraptır su gibi görülen, bir halüsinasyondur şırıl şırıl duyulan sesler.
Zira Leyla olmayınca, Leyla’ya aşk olmayınca yalancı sevdalar insanı bin bir yerden döver. Bir kere kurban olmayan kalb, binbir kez ölür, bin bir kez gayyalara çekilir ama bir tek nefes bile bu ulvî duyguyu tatma payesine eremez.
Gurbetteki bir insan hasret bıçağıyla kurban olmaz mı? Ölürse şehit olmaz mı? Her an bir duygusu düşmez mi yere tohum diye. Gözyaşları yüreğinden koptukça ve gözlerinden yanaklara yürüdükçe bir kurbanlık Burak yürüyüşüyle, yol almaz mı garibin kalbi Hakk’a.
Elbette. Bundan ne şüphe.
Bir mal ikiye bölününce veya kırkta birinin başı koparılınca bir kısmı hizmet deyü verilince mal zekât bıçağıyla kurban edilmiş olmaz mı? Hayat da böyle olursa başı gövdesinden ayrılmış bir kurban tablosu ve tasviri çizmez mi nazarımızda.
Lakin bazen geçici zevkler bıçağını vurur kalbin boyuna. Dünya meyleri onun elindeki kadehte kıpkızıl rengiyle durur bazen de boğazından dökülür derinliklere. Ve sarhoş olur kalb, gönül. Ama maddi iksirlerle, fani müskirlerle. Sonuç bir hiç.
Birkaç kez fena bıçağı iner kalkar kalbin en köküne. Yine sonuç bir hiç.
Ölüp ölüp dirilmeler olur. Stresler, hafakanlar insanı bulur. Sarıp sarmalar ve en derin acıların okyanusuna atar. Monte Kristo kontu gibi çuvala girmiştir yürek kaç sefer. Ve kaç kez bıçağını çuvalın ağ dokusuna çeker ve kurtulur. Ama bunların hiçbiri ufuklu bir mücadele değildir. Ve hiçbirinde kurban olma itaati ve kurban olma çilesi ve ızdırabı yoktur. Onun için beyhudedir bütün çekilenler.
Mukaddes davada böyle mi ya.
O bir hissin iptali, bir şehvetin inkıtaa uğraması, bir yemek yerken bırakma, bir su içerken terk etme, bir bakarken gözlerini kapama, bir giderken vazgeçme hepsi azar azar kurban izleri taşır. Allah’ın men ettiği bir ameli terk eden, muhacir sevabını alır buyuruyor Nebiler Nebisi. Evet, bu bir ümit ışığı gibi düşer bizim gönül levhamıza. Çilemize bir ışık sunar. Izdırabımıza bin bir nur gönderir. Ve net yazılar okunur, ayan beyan mukaddes çilenin yüzü, çehresi görülür.
Her ızdırap, her acı bir Hakk’a itaat noktasında kurban olma ufkunun sayhalarını, neşidelerini, nefes ve soluklarını, muştu ve müjdelerini taşır. Bu ne kutsi bir yoldur. Bu ne ulvî bir iklimdir. Savaşta parmağı kesilen Peygamberimizin sözü ne manidardır: Sen Allah için şehit oldun, ne mutlu sana. Demek ki can değil maldan, bir tırnaktan, bir zerreden bile kurban olma vardır. İnsanın hak yolda kılı bile kopsa bu kurban olmanın izi ve çizgisi veya bir nevi imzasıdır.
Hayat mektubunda kaç kurban olma mührümüz var. Kaç turramız var. Her nefes böyle bir şehadet olabilir mi? Olabilir ama sıkıntısı çoktur bu yolun. Bu yol uzaktır / Menzili çoktur / Geçidi yoktur / Derin sular var, diyen Yunus gibi çok acıları vardır bu iklimin bu şehrâhın.
Kurban olmak ne güzel. Hakk’a itaat ne güzel bir yürüyüş ve ne güzel bir boyun eğiş ve ne güzel bir giriştir. Bu boyun eğişte bu itaat ile iki büklüm oluşta bir cennet kapısına boynunu uzatma, bir rahmet eşiğine başını koymak vardır. Evet, yaklaşılan belde Hakk’ın kurtuluş eşiği ve beraat sınırıdır. Buraya kadar gelmiş olan kalb ve gönül artık bir hamle daha yapsa içerdedir, Cennetü’l-Firdevs’tedir.
İşte böyledir kurban panoraması. Ve bize sunulan güzellikleri ve derin manaları. Kevser olarak bize dönen ve bir bolluk ve bereket iklimi, bire bin veren başaklar gibi bir itaat sümbülü veya ekimi, biçimi. Dünya böyle bir kurban tarlasıdır. Her anımız o tarlaya ekilmiş ve feda edilmiş bir tohumdur.
Biz de tamamen o tarlaya bir gün ekileceğiz. Önce antrenman yapıp küçük şeylerimizi vereceğiz sonra da canımızı. Bu rütbe pek muallâ bir makamdır, yüksek bir seviyeyi haizdir.
Evet, kurban olma tarlasında yeşeren düşünceler vardır. Başak başak fikirler vardır. Hicret edilirken terk edilen nice dünyevî hisler ve şehevî arzular vardır. Bunların hepsinde İbrahim ciddiyeti ve heybeti ve emre amade oluşu ve İsmail itaati ve boyun eğişinin çizgileri mevcuttur ve hepsi de Halilullah odaklı ve esintili, rütbeli ve yıldızlıdır.
Arkadaş, böyle bir kurban oluş ne mukaddes bir yükseliş. Ne güzide bir arşiye ferşiye çiziştir. Evet, kurbanın kanatlarında yol alan insan berk gibi bin yıllık mesafeyi bir anda kesebilir mi. Elbette keser. Ama önce hissini, duygusunu, arzusunu, heveslerini keser. Belki de bir ömrünü yatırır yere onu kurban eder. Sonra keser bu yolu bir anda, geçer gider ebed diyarına, Aden illerine, Firdevs diyarına. Hakk’ın huzuruna, rıza iklimine, Cennetü’l-Me’vâ’ya, elhasıl ebedi kurtuluşa, sınırsız saadete, yüceler yücesi Mevlâ’ya.