Kur’ân’ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi





Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 03/12/2024
Clap

M.Fethullah Gülen Hocaefendi'nin, WISE bünyesinde yayına hazırlanan, Kur’ân’ın Sihirli Ufku Yusuf Sûresi kitabını Prof.Dr. Suat Yıldırım hocamızın takdimi...

 

Eser Hakkında

 Kur’ân-ı Hakim’i gönderen Rabbimize hamd, onu açıklayan Peygamber Efendimize ve ona tâbi olanlara salât-ü selam ederiz.

Kıssalar, üçüncü hicrî asır müfessiri Taberî’ye göre Kur’ân’ın üçte birini, çağdaş müfessirlerden M. Reşid Rıza’ya göre ise dörtte üçünü oluşturur. Bu tür tespitlerde kesinlik değil de nispî bir doğruluk bulunabileceğini söylemeye lüzum yoktur. Fakat kesin olan, kıssaların Kur’ân’da çok geniş bir yer tuttuğudur. Kıssaların başlıca şu gayelerini düşünürsek bu kadar geniş yer verilmesinin hikmetini anlayabiliriz. Şöyle ki:

1. Hazreti Muhammed’in (aleyhisselâm) nübüvvetini ispat etmek,

2. Bütün peygamberlerin (aleyhimüsselâm) İslam dinini tebliğ ettiklerini göstermek,

3. Muhatapların dersler çıkarmalarını sağlamak,

4. Hazreti Peygamberin ve müminlerin kalplerini takviye etmek,

5. Nimetleri bildirip hatırlatmak,

6. Şeytanlardan sakındırmak. (Prof.Dr. Suat Yıldırım, “Kur’ân Kıssaları”, Kur’ân’a Bakışlar, İstanbul, 2011, c. 1, s.404 vd.).

“Kıssa” geçmişte gerçekleşmiş, fakat unutulmuş olayları, doğru bir biçimde bildirerek, ders almaları için insanları o zamanda yaşatmayı amaçlar. (Aynı yer, s.402).

Kur’ân’da kıssa, farklı siyaklarda, daha başka dersler vermek için farklı ayrıntılarla görünüşte tekrarlanır: Hazreti Musa, Hazreti İbrahim, Hazreti Âdem, Hazreti Nuh (aleyhimüsselâm) vb. kıssalar gibi. Fakat azıcık dikkatle bakılırsa tam tekrar olmayıp siyaka göre farklı ayrıntıların bulunduğu görülür. Yalnız Hazreti Yusuf kıssası sadece bir defa yer almaktadır. Bu kıssaya mahsus başka özellikler de bulunup başlıcaları şunlardır:

1. On iki sayfalık uzunca bir bölüm oluşturmaktadır.

2. Kıssanın kahramanı, çocukluğundan hayatının sonuna kadar Hazreti Yusuf’tur (aleyhisselâm).

3. Hazreti İbrahim’den (aleyhisselâm) başlayarak, özellikle Hazreti Yakup ve Hazreti Yusuf dönemi üzerinde, nübüvvet ocağı ve onun insanlığı eğitmesi üzerinde yoğunlaşır.

4. Kur’ân’da bu sûre kadar geniş bir hacme sahip başka bir peygamber kıssası bulunmamaktadır.

Bu gibi özellikleri ile bariz bir farklılık gösteren Yusuf sûresini Kur’ân-ı Hakim’in “en güzel kıssa” diye nitelemesinin diğer gerekçeleri ise şunlardır: Bu kıssa kadar ibret, hikmet, ders, detay ihtiva eden başka bir şahsiyet yoktur. Yusuf’un, ağabeylerinin kendisini kıskanmalarına ve eziyetlerine sabretmesi, onlara nezaketle davranması, Hazreti Yakub’un kendi evlatlarına şefkat ve adaletle muamele etmesi, hatta en sevdiği müstakbel peygamber evladını ölüme terk eden çocuklarına şefkat edip hakka rücu etmelerini beklemesi, peygamberler, melekler, salihler, âlimler, rüya çeşitleri ve tabirleri, cahiller, kervancılar, şehir halkı, devlet bürokrasisi, kral, bakanlar, hizmetçiler, kadınlar sosyetesi, hapishane hayatı... gibi farklı insan tipleri, Hazreti Yusuf’un tevhid dinini hikmetle tebliği, feraseti, rüyaları yorumlaması, tarih şuuru, toplum ve devlet idaresindeki, eğitimdeki mahareti gibi çok önemli konular bulunmaktadır. Olayların sıralanması, sahneden sahneye geçiş, sunumda ve belagatte zirvede olan Kur’ân Arapçasındaki edebî üslup özellikleri ile olunca muhatap, kendisini okuyucu değil, mahir bir sinematografik tekniğinin cazibesine kapılmış bir seyirciye dönüşmüş bulur. Kıssanın hayatın her yönüne yeni mesajlar sunması itibariyle, Fethullah Gülen hocamızın da temas ettiği gibi, onu okuyan hemen herkes onda kendisine ait bir şeyler bulur. Hele Mustafa İsmail gibi Kur’ân’daki müzikalite özelliğini duyuran bir hafızın kıraatinden işitilirse bu özellik daha etkileyici olur.

Kitapta diğer semavî kitapların mevcut nüshalarının değişikliğe maruz kalmaları sebebiyle bazı kıssaları gerçeğe uymayan bir şekilde bildirdiklerine, örnek verilmeksizin dikkat çekilir. Mesela Hazreti Yusuf kıssasında Mevcut Tevrat ile farkları bildirmek iyi olurdu (Bunlardan bir kısmı için bkz.: Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Yusuf sûresi, 28-29. âyetler). Yusuf’u evden oyun için götürme ve kervancılara satma konusu (Tekvin, 37: 1-36). Tevrat Hazreti Yusuf’un, Bakan’ın karısının beraber olma ısrarını reddetme olayını Kur’ân’dan oldukça farklı bir şekilde bildirir (Tekvin, 39: 11-20). Talmut, vezirin mahkemede dava açtığını yazar ki Kur’ân’da bu yer almaz. Hapishaneye giren iki gencin kıssası, Tekvin’de farklı ve uzunca anlatılır (39: 5-23). Tekvin, Firavun’un o zaman otuz yaşında olan Yusuf’u evlendirmesini, daha sonra iki oğlunun dünyaya geldiğini anlatır (Tekvin, 41: 45-46, 50-51). Hazreti Yusuf’un buğday için gelen kardeşlerini casuslukla itham ettiğini bildirir (Tekvin 42: 9-14). Tekvin 43 ila 48. bölümlerinde uzun uzadıya Hazreti Yakub’un (aleyhisselâm) hanedanının Mısır’a gelip Firavun ile görüşmelerini anlatır. Bu farklara dikkat çekilse, Kur’ân’ın Yusuf kıssasını Ehl-i Kitap’tan naklettiği şeklindeki oryantalist iddiasının asılsız olduğu gösterilmiş olurdu. Muhtemelen müellifimiz tasrihe gerek olmayan bir gerçek olduğu mülahazası ile bunu yapmamıştır.

Müellifimiz, Cenab-ı Allah’ın Tevrat’ı İbranice, İncil’i Aramice, Kur’ân’ı da Arapça indirerek, her kavmin kendi diliyle ve aklının anlayacağı şekilde konuşmasının ise başka bir rahmet tecellisi olduğunu bildirir (s.41). Fakat Kur’ân’ın Arapça olmasını sadece Peygamber Efendimiz’in Arap olmasıyla alâkalı görmeyip, bunun diğer bir sebebinin, Arapçanın diğer dillerden farklı özellikler taşıması olduğunu söyler: Arapça harflerde ayrı bir musiki, canlılık ve ses zenginliği vardır. Bu harflerin bazıları dudak, bazıları boğaz, bazıları ağız boşluğu, bazıları da dil ve dişler kullanılarak çıkar. Yani Arap alfabesindeki harfler telaffuz edilirken ağız ve boğazın her tarafıyla beraber diyafram ve göğüs kası da etkili bir şekilde kullanılır. Böylece Arapçanın, Kur’ân’ın edebiyat harikası olduğunu göstermeye imkân verecek özellikler taşımaya, ilahî hikmetle hazırlandığına dikkat çeker.

Hazreti Yusuf’un sekiz yıl kadar süren haksız yere hapsi, hayatındaki en bariz bir dönemi olduğundan, onun insanlığa vereceği ders üzerinde önemle durur. “Evet, hemen her dönemde, peygamber yolunun yolcuları için medrese-i Yusufiye, bir kader hâline gelmiştir. Geçmişte olduğu gibi günümüzün hapse düşen çilekeşleri de kendilerini medrese-i Yusufiye talebesi olarak görmeli ve hapiste geçirdikleri zamanı Hazreti Yusuf gibi değerlendirmelidirler. Nitekim böyle yapanların sayısı az değildir.” (s.133).

“Zira insanlığın peygamber soluklarını duymaya ihtiyacı vardır. Bunu da ancak peygamber yolunun yolcuları yapacaktır. Bunun yolu yöntemi ise insanları ayağına çağırmak değil, bizzat onların ayağına gitmektir. Eğer insan bunu iradî olarak yapmazsa Cenab-ı Hak bazen ona cebrî olarak yaptırır. Yani nebevî yolun yolcuları göçler tertip edip dünyaya hak ve hakikati duyurmak için yayılmazlarsa Allah bir zalimi başlarına musallat eder ve onları dünyanın dört bir tarafına saçar. Böylece insanlık yeni bir ses ve solukla tanışır. Bunun elbette kendine göre zorlukları olacaktır. Fakat şikâyet etmemek gerekir. Şikâyet etmek şöyle dursun, bunu Allah’tan bir nimet olarak bilip razı olmak icap eder.” (s.165).

Çalışmada bazen, tefsir kitaplarından nakledilip sıhhat şartlarını taşımayan nakillere de yer verilmiş olabilir. Bu, müfessirlerin kendilerini kurtarmakta zorluk çektikleri bir vakıadır. Bu konuda en titiz davrananlardan biri olan İbn Kesir bile bunlara yer verebilmiştir. Onun tefsirindeki İsrailiyat rivayetlerini toplayan, küçük bir kitap olacak kadar bir çalışma yayınlanmıştı. Yazarımız, mesela saatin Hazreti Yusuf tarafından icat edildiğine dair rivayet olduğunu söyleyip bunları nakletmeye girişmez (s.94). Onun kuyuya atıldığı sıradaki yaşı hakkında fikir yürütse de sonunda “En doğrusunu Allah bilir.” der (s.96). Sûrenin 53. âyetinde “Doğrusu ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hariç nefis daima kötülüğe sevk eder.” diyenin muhtemelen Hazreti Yusuf olabileceğini yazmakla beraber sonunu şöyle bağlar: “Tabii bunların hepsi birer tevcih ve tercih meselesidir. İşin doğrusunu en iyi Allah bilir.” (s.190). Bu görüş, müfessirlerin ekserisi gibi müfessirimizin de kesin tercihidir.

16-18. âyetlerde babalarına yalan söyleyen evlatlar vesilesi ile müfessirimizin psikolojik tefsir konusundaki teklifi dikkate değer: “Belki yirmi otuz tefsire baktım. Her birinin kendine has güzel bir yönü ya da yönleri var. Fakat bahsettiğim yönden eksik olduklarını da inkâr etmemek gerekir. (…) Söz konusu tefsir ancak psikologların ve psikiyatristlerin de bulunduğu uzman bir heyet tarafından yapılabilir.” (s.100-101). “Kur’ân’da ismi geçen kişi ve toplumları, ırk, millet, kültür, konum ve şahsiyetleri açısından ele alıp değerlendirme henüz yapılamamıştır. Hâlbuki baştan sona Kur’ân’da çok farklı karakterler ortaya konmaktadır. Bunların günümüzün verilerinden de destek alarak ortaya çıkarılması gerekir.” (s.100).

Muhterem Müellif, Hazreti Yusuf’un, kardeşi Bünyamin’in çuvalına kralın su kabını koydurtmasının bir aldatma olmayıp, ileriye yönelik bir kısım maslahatlar için meşru dairede bir çare üretmekten ibaret olduğunu belirttikten sonra şöyle devam eder: “Konu ile doğrudan alâkalı olmasa da burada özellikle Hanefi mezhebinde uygulanan hiyel (çareler/çözümler) meselesine temasta fayda mülahaza ediyoruz. Hanefi mezhebinin imam ve müçtehitleri çözümsüz kalan bazı meselelere çözüm bulma adına bazı yollara başvurmuşlar ve içinden çıkılamayan problemlere bilinen metotların dışında farklı fakat meşru yollarla çareler aramışlardır. (...) Hazreti Yusuf’un bu uygulaması da bu türden hile-i şeriyelerin meşruiyeti için kullanılan bir örnek olarak kabul edilmiştir. Malum olduğu üzere geçmiş peygamberlerin şeriatlarındaki uygulamalar, eğer Kur’ân ve Sünnet tarafından reddedilmemişse, bizim için de geçerlidir.” (s.248-249).

Müfessirimizin önemle dikkat çektiği hususlardan biri de Hazreti Yusuf’un Mısır’da gerçekleştirdiği entegrasyon siyasetidir:

“Hazreti Yusuf’un ailesini Mısır’a yerleştirmesinin entegrasyon açısından da değerlendirilmesi gerekir. O, ahlakı ve takip ettiği siyaset sayesinde orada iyi bir entegrasyon örneği ortaya koymuştur. Öncelikle kendini her seviyeden insana sevdirmiştir. İdarecilerin konumlarına, yerli halkın örf ve âdetlerine karşı saygılı davranmıştır. Halkın faydasını ve idarenin hassasiyetlerini gözetmiştir. İdarede söz sahibi olduğunda, halka âmirane ve baskıcı yaklaşmamıştır. Onlara asimile olma endişesi yaşatmamıştır. Kral başta olmak üzere insanlar onun getirdiği dini kabul etmişse bu, Hazreti Yusuf’un zamana yayarak oluşturduğu sevgi, hoşgörü ve diyalog atmosferi sayesinde olmuştur.” (s.298).

Bu takdim yazımda, eserdeki dikkate değer izahların çok azına eşantiyon kabilinden yer verebildim. Asıl istifade, kitabı dikkatle okumakla elde edilecektir. “Evet, bugün zamanın ihtiyaçlarına göre Kur’ân’ı yeniden anlayacak himmet ve gayret ehline ne kadar da çok ihtiyaç var. Kur’ân, onun hakkında konuşurken, sanki geçmişteki kavimlere inen bir kitapmış gibi hep mazi sigasıyla konuşup düşünen değil, onun günümüze dair ne dediğini anlayabilecek, geniş zamanlı düşünen cins dimağları bekliyor.” (s.277-278). Hikmet kaynağı Kur’ân’ı okuma konusundaki bu serlevha tutum, dikkatli okuyucularımızın şahit oldukları gibi, müfessirimizin de bu eserinde uygulamaya çalıştığı bir düstur olmuştur. Hocamıza bütün okuyucularımızla birlikte, gerek bu kitabından gerek diğer dünya çapındaki hizmetlerinden ötürü teşekkürlerimizi sunar, Cenab-ı Allah’tan afiyetler dileriz.

Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 03/12/2024