Kurban: İbrahimî Bir Gelenek
Baba-oğul Allah tarafından ikram olarak gönderilen koçu kurban ettiler. Bugün biz Müslümanlar dünyanın dört bir yanında kurban keserken, Hz. İbrahim ve İsmail’in girip kazandıkları bu zor imtihanı bir kere daha hatırlıyoruz.
Peygamberler babası Hz. İbrahim (as), Kur’ân’ın ifadesiyle, biz Müslümanlar için önemli bir örnektir. Cenab-ı Hak, “İbrahim ve onunla beraber olup içinde yaşadıkları toplumdaki yanlışlara karşı tavır alanlar sizin için takip edilmesi gereken güzel birer örnektir.” (Mümtehine sûresi, 60/4) buyurur. Evet, biz “İbrahim milleti”ndeniz. Hz. İbrahim’e herkesten daha yakınız. Müslüman olarak yaptığımız pek çok ibadette O’nun izleri ve öncülüğü vardır. Kurbanda da Hz.İbrahim öncümüzdür:
Hz. İbrahim yaşlanmış, fakat çocuğu olmamıştı. Neslini ve davasını devam ettirecek iyi bir evlat istiyordu. Bunu zaman zaman yaptığı dualarından şöyle dile getirmişti: “Ya Rabbî, bana salih evlatlar, hayırlı çocuklar lütfet!”
Allah ona yaşlılığında ekstra bir lütuf olarak çocuklar verdi. İlk eşi Hz. Sare ile evliliğinden uzun yıllar geçmesine rağmen çocuğu olmayınca, eşinin de yönlendirmesiyle hizmetçileri Hz. Hacer ile evlendi. Bu evliliğin meyvesi olarak bir oğlu oldu. Adını İsmail koydu. Henüz ilk çocuğu İsmail küçükken Allah’ın ekstra bir lütfu olarak ilk eşinden, adını İshak koydukları bir çocuğu daha oldu. Aile içi küçük tatsızlıklar annesi ile oğlu İsmail’in başka bir yerde yaşamasına sebep oldu.
Hz. İbrahim Allah’tan aldığı emir üzerine, bebek İsmail ve annesini “ekin bitmez, kurak bir vadi”ye, bugünkü Mekke’nin olduğu yere bıraktı.
Zaman zaman oğlunu ve Hacer’i ziyaret eden Hz. İbrahim rüyasında üst üste oğlunu kurban ettiğini görüyordu. Bu bir rüya idi ama aynen tekrar ediyordu. Peygamber rüyası da bir çeşit vahiy idi. Gördüğü rüyayı her yönüyle değerlendirip bunun bir işaret/emir olduğu kanaatine varmıştı. Emri yerine getirip oğlunu kurban etmek üzere Mekke’ye gitti.
Yapması gereken ilerlemiş yaşında kavuştuğu ciğerparesini kurban etmek, ondan dünya adına ebediyen ayrılmaktı. Evlat imtihanının ilkini, onu annesiyle uzak bir yere bırakarak başaran Hz. İbrahim için bu ikinci imtihanın da geçilmesi gerekiyordu.
İsmail büyümüş, babasıyla beraber iş yapacak yaşa gelmişti. Babası onu, bir geziye gitme heyecanı içinde kurban edeceği yere, Mina’ya götürdü. İmtihanı baba-oğul beraber geçmeleri gerekiyordu. Büyüklerin imtihanı da büyük oluyordu. Pek çok şekilde denenen Hz. İbrahim bir imtihan da ciğerparesi ile oluyordu. Hz. İbrahim niyet planında imtihanı geçmişti. Sıra oğlu İsmail’deydi. Sordu oğluna:
“Evladım, kuzum! Ben rüyamda seni kurban ettiğimi görüyorum. Bu, İlahi bir emir. Sen ne düşünüyorsun, ne dersin bu konuda?”
Cevap normal yetişkinlerin bile zorlanacağı olgunluktaydı:
“Babacığım sen, sana emredilen neyse, onu yap. Beni düşünüp duraksama. Göreceksin ki, ben sana karşı gelmeyecek, Allah’ın izniyle sabredeceğim.”
Plan hayata geçirildi ve İsmail tam teslim olmuş bir kurban gibi yere yatırıldı. İmtihan geçilmişti. İlahi nida şöyle diyordu:
“Ey İbrahim! Sen rüyanda gördüğün emre göre hareket ettin; emrin gereğini yerine getirdin. İşte biz, iyileri bu şekilde mükâfatlandırırız. İbrahim’in yaşadığı apaçık bir imtihandı. Bu imtihanı geçince, oğluna bedel olarak büyük bir kurbanlık koç gönderdik. Daha sonra gelenler arasında ona güzel bir nam, yâd-ı cemîl nasip ettik. Selam olsun İbrahim’e…” (Sâffât suresi, 102-109)
Baba-oğul ikram olarak gönderilen bu koçu kurban ettiler. Bugün biz Müslümanlar dünyanın dört bir yanında kurban keserken, Hz. İbrahim ve İsmail’in girip kazandıkları bu zor imtihanı bir kere daha hatırlıyoruz.