Değişik Yönleriyle Maddî-Manevî Temizlik





Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 05/10/2023
Clap

Dinin özü; manevî kirlerden arınma, Allah'ı tanıma O’na itaat ve ibadet etmekle birlikte, ruhun yücelişi ve insanın böyle manevî bir bağlantı ortamına geçebilmesidir. Bunun için insanı çevreleyen fizikî şartların da uygun olması gerekir. İbadet hayatıyla ve manevî temizlenme ile beden ve çevre temizliği arasında sıkı bir bağın kurulması hatta Kur’ân'da, temizlikten, hem maddî hem de manevî temizliği kapsayacak şekilde genel bir anlatımla söz edilmesi böyle bir anlam taşır.

 

a) Temizlik İmanın Yarısıdır

Namaza başlamadan evvel yapılıp yerine getirilen temizlik, namazın anahtarıdır. Dolayısıyla bu temizliği yapamamış insan, namaza girememiş demektir. “.. İlk günden takva üzerine kurulan mescit (Kuba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.” (Tevbe, 9/108) ayeti, namaza hazırlık konusunda temizliğe, dolayısıyla abdeste çok önem veren Kuba ehli hakkında nazil olmuştur.

Hz. Enes (radıyallâhu anh), Allah Resulü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kuba ahalisine:

Allah, temizlik hususunda sizi övmektedir. Bu neden ileri geliyor?” diye sorduğunda, onların:

Biz, istincada taşla suyu birleştiriyoruz; (önce taşla silip arkadan su ile yıkıyoruz)” dediklerini rivayet eder. (İbn Kesir, Tefsir, 4/154.) Evet, iç nezafet ve temizliğin, abdest halinde dışa taşmasını sağlayan mümin, netice itibariyle Allah’ın sevdiği bir insandır.

Yapılıp yerine getirilen temizlikle, bir taraftan el-ayak, saç-sakal.. kirden pastan temizlenirken, diğer taraftan da dopdolu bulunduğu mana ile kalb, kötü ahlâka ait hususiyetlerden sıyrılıp yükseklere pervaz eder. Derken sır, Cenab-ı Hak’tan gelen şeyler karşısında mücella bir ayine haline gelir ve safiyetini muhafaza eder. İşte böyle bir temizlikle, imanın yarısı elde edilmiş olur ki, Allah Resulü’nün:

Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim, Taharet 1; Tirmizi, Da’avat 91) sözünün hakikati burada ortaya çıkar. Geriye kalan yarısı ise; imanın gönülde yaratılması meselesidir ki, o da tamamıyla Cenab-ı Hakk’a aittir. İnsan, Rabbine ibadet yapma niyetiyle böyle bir temizlik içerisine girince, içindeki is pas silinecek.. ve imana müheyya hale gelen bu kalbde de Cenab-ı Hak iman şem’asını, meşalesini tutuşturuverecektir.

 

b) Yapılan Temizlikle Elde Edilecek Mertebeler

Namaz, dört mertebe temizliği içeren muhteşem bir ibadettir. Ona hazırlık adına en başta gusül veya abdest almakla, beden ve organlar kir ve pastan temizlenmiş olur. Vücudun temizlenmesi ilk mertebedir. İkinci sırada “Elbiseni tertemiz tut.” (Müddessir 74/4) ayetinin ifadesiyle insanın elbisesini, bulunduğu ortamı ve namaz kılacağı mekânı ve zemini temizlemesi yer alır. Bu şekilde bir temizlik ameliyesinden geçen göz, harama bakmaz; ağız, kötü söz söylemez; el, fena iş yapmaz; ayak, kötülük istikametinde adım atmaz.. ve bütün azalar bu şekilde günahtan sıyrılmış olur. Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu durumu şöyle ifade eder:

Mümin bir kul abdest aldı mı, yüzünü yıkayınca, gözüyle bakarak işlediği bütün günahlar su ile –veya suyun son damlasıyla- yüzünden dökülür iner; ellerini yıkayınca elleriyle işlediği hatalar su ile birlikte –veya suyun son damlasıyla- ellerinden dökülür iner; ayaklarını yıkayınca da ayaklarıyla giderek işlediği bütün günahları su ile –veya suyun son damlasıyla- dökülür iner. (Öyle ki abdest tamamlanınca) günahlarından arınmış olarak tertemiz çıkar.” (Müslim, Taharet, 32; Muvatta, Taharet 31) Belki bu yüzden Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), her vakit namaz için ayrı ayrı abdest almıştır. Hatta Mekke fethine kadar O’nun bir abdestle iki vakit namaz kıldığı bilinmez.

Üçüncü derecede kalb temizliği vardır ki, kötü duygu ve düşüncelerden tecerrütle berrak bir hale gelip verâsında Rabbin rızasını göstermesi de kalbin temizliğidir. Evet, Cenab-ı Hak emir buyurduğu şeylerle insanlara bakmayı murad ediyor ve onların kendisine yönelmesini bu bakmaya vesile yapıyor; “Siz bana yönelin, dua edin ben de size yöneleyim ve duanıza cevap vereyim.”[1] buyuruyor. Başka bir ifadeyle bir insan namazla Allah karşısında iki büklüm ise, Allah da ona bakıyor demektir.

Zaten âyette Beni anın ki, Ben de sizi anayım..” (Bakara, 2/152) buyuruluyor, hadis-i şerif de bu manayı şerh ediyor; “Geniş ânınızda Allah’ı anın ki sıkıntılı anlarınızda O sizi ansın.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307; Hakim, Müstedrek, 3/623) Dünyada Beni anın ki kabirde, mahşerde, sıratta cehennem kıvılcımları üzerinize geldiği zaman Ben de sizi anayım.. ayet ve hadis bunu ifade etmekte. Evet kul, âdeta pervane misali, döne döne O’nu aramalı ki, bir gün O’nu bulsun. İşte namaz bu teveccühü temin ediyor; namaza hazırlık yapan bir mümin, ister istemez abdestle kendisini yenileyip ter ü taze bir hâl alacak, sonra da O’nun huzuruna koşacak ve O’na yönelecektir. Cenab-ı Hak da bu yönelişe bigane kalmayacak ve bütün kapıları ardına kadar açacaktır.

Bir de taharetin son mertebesi olan nebilerin tahareti vardır ki, o da kalbin masivâullahtan tecerrüdü, dünyaya ait meşrû şeylerin dahi kalbden çıkarılıp atılması ve Allah’ın tecelli etmesidir. İşte Efendimiz ve diğer nebilerden istenen temizlik.. ve onların temizlikte ulaştıkları nihai nokta budur. Bu mertebeye ulaşabilmek için, baştan başlayıp sırayı sonuna kadar takip etmek gerekmektedir. Meselâ; kalb temizliğinden geçip mezmum ahlâktan tecerrüde mazhar olmadan, masivaullahtan temizlenme mümkün olmaz. Zira kalb, kötü ahlâktan sıyrılıp dünyayla alâkalı şeylerden kopmadıktan sonra Allah’la münasebet kuramaz. Yine uzuvlar günahtan sıyrılmadan, kalbde bir ışık yakılamaz. Başka bir ifadeyle, ancak iç ve dış uzuvların günahtan uzaklaşması sayesinde, insanın kalbinde iman lem’ası parlayacaktır. Demek oluyor ki, sırasıyla bu mertebelerden biri geçilmeden öbürüne ulaşmak mümkün değildir. Tıpkı merdivenin basamakları gibi; kademe kademe yükselip istenilene ulaşılacak ve neticede rıza-yı ilahi elde edilecektir. Peygamberler, bu dengeye dikkat etmiş ve o makama yükselmişlerdir. Meselâ Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), hem abdestte hem de namazda alabildiğine titiz davranmış, kalb temizliği adına sadece bir günde yüz –başka bir rivayette yetmiş- defa istiğfar etmiş ve bunu ifade sadedinde, “Şurası muhakkak ki, ben Allah’a günde yüz defa istiğfar eder (affımı diler) tevbe ederim” (Müslim, Zikr 41; Ebu Davud, Salat 361.) buyurmuştur.

Peygamber Efendimizin (aleyhissalâtu vesselâm) istiğfar ve tevbe etmesini şu şekillerde yorumlamak gerekir; insanlara istiğfar etmenin ne kadar gerekli olduğunu ders vermesi, ümmetinin günahları için Allah’tan af dilemesi ve devamlı manevî terakkî halinde olması itibarıyla, son durumuna göre bir önceki makamını eksik bulması ve nadiren daha evlâ olanı terk etmesi. Yoksa O’nu kendimiz gibi biri düşünerek bizim gibi günahlarından istiğfar ediyor-haşa- şeklinde anlamak doğru değildir. Çünkü Peygamberler büyük ve küçük günahlardan masumdurlar.

Yine O’nun sabah-akşam birkaç defa, “Ey kalbleri evirip çeviren! Kalbimi din üzerine sabit kıl” (Tirmizi, Kader 7; İbni Mace, Mukaddime 13) şeklinde dua ettiği bildirilir.

İşte, O’nun iç kontrolü bu kadar sağlam, içte de bu kadar duru ve derindir.

 

c) Temizlikte Denge

Kulluk anlayışındaki dengesizlik, içim temiz diye ibadet ü taati terk eden bir düşünce şeklinde tezahür eder ki, dinde laubaliler güruhu, benim kalbim temiz, ibadete ne gerek var.. Kitap okumak, sohbet etmek ondan daha ileri, ibadetin kazası olur, ama bunların olmaz vs. demek suretiyle bir laubaliliğe düşmüşlerdir.

Bu tefritin yanında bir de ifrat hastaları vardır; bunlar da yapılan ibadetlerde, sadece kalıplara hassasiyet göstermekte, bu manada meselâ başını toprağa koymamak için, insanlar yanında seccade taşımakta, zaruret olmadığı halde namaz için hususi elbiseler giymekte, yine istibra yapacağım düşüncesiyle sevimsiz hallere girmektedirler ki, bütün bunlar ne Efendimiz, ne selef-i salihin, ne de fukaha-i izamda görülmeyen şeylerdir.

Evet, işin dışıyla fuzulî meşgul olan, kuvvetle muhtemeldir ki içiyle o kadar meşgul değildir ve kalbinin paslanmasından haberi yoktur. Şu katiyen bilinmelidir ki, insan istibra yapacağım diye ne kadar rezalet izhar ederse etsin, ayağım kuru kaldı, yüzümün her tarafına su yetişmedi diye ne kadar vücudunu ovalarsa ovalasın.. iç âleminden ve yaptığı şeylerin muhtevasından habersiz olarak yaşıyorsa, yaptığı şeylerin değeri olmayacak ve onlar birer rezalet emaresi olarak öbür tarafta yüzüne çarpılacaktır. Din, kolaylık dinidir. Onu zorlaştıranlar, onu hakiki manada anlamayanlardır. Allah Resulü’nün ifadeleri içinde bu durum:

Bu din kolaylık dinidir. Kimse (aşırı gayretle) dini geçmeye çalışmasın, (başa çıkamaz, yine de yapamadığı eksiklikleri kalır ve) galibiyet dinde kalır” (Buharî, İman 29.)şeklinde dile getirilir. Evet, din yaşanır bir şeydir; o, hem kalbim temiz diye ibadet ü taati terk etme gibi bir anlayıştan; hem de seccadesiz yere secde etmeme gibi, aşırılıktan çok uzaktır. Haddizatında bir insanın Rabb’e karşı kulluğu, içinde taşıdığı heyecanı kadardır. O, bu heyecanın üstünde yapmacık birtakım hareketlere kesinlikle girmemelidir. Aksi halde dengeyi bozmuş olur. İnsan, istediği kadar şekille uğraşsın, içle bir bütünlüğü yoksa, başı açık, ayağı yalın halde bu vadide dolaşır fakat eli boş geri döner. O halde, peygamberlerin başını koyduğu yere, şeytanî bir hava ve eda içinde başını yere koymama gibi bir gurur ve kibir içine kesinlikle girilmemelidir. Zira bütün bunlar, muvazenesiz şeylerdir.

Peygamberler, ibadetlerde de belli bir dengeyi getirmişlerdir. İnananlar onlara uyup onların dediği şekilde ibadetleri yerine getirdiklerinde, istikameti muhafaza edilebilirler. Bu itibarla su ile abdest alınır, su bulunmadığı durumlarda, Kur’ân-ı Kerim’in emir buyurduğu gibi, toprakla teyemmüm edilir, o müthiş istihale fabrikasına eller, yüzler sürülür namaza durulur. Ama bunun yanında iç berraklığı ve iç aydınlığı nispetinde, dış temizliğine de dikkat edip hassasiyet göstermek, bütünlüğü bozmadığından, gayet güzeldir. Müminler, dinin, emrettiği temizliğe dikkat eder, üstlerine bir damla idrarın dahi sıçramamasına özen gösterir. Yine istibra yapılacaksa, onu yapılması gereken yerde yapar, idrar sızıntılarının kesilmesini bekler. Daha ayağını pisliklerin bulunduğu yere atarken:

Allah’ım! Ben pis, necis, habis ve muhbis olan şeytan-ı racimden sana sığınırım[2] der, üzerine sıçrayacak şeylerden sakınma ahd ü peymanında bulunur. Dolayısıyla, bu şekilde hem nefsine bir hatırlatma yapar, hem de manevî pisliklerden Rabbe sığınılmış olur. Cenab-ı Hak, içteki fazlalıkları dışarı çıkarma imkânı verdiğinden dolayı dışarı çıkınca da, “Benden ezayı giderip afiyet veren Allah’a hamdolsun[3] denir. Zira kalb, üç-beş dakika da olsa O’ndan gaflet içinde bulundu. Yine O, insanı rahatsız eden şeylerden kurtardı ve afiyet verdi. Bunun nasıl bir afiyet olduğu, ancak çeşitli rahatsızlıklarından dolayı idrarını yapamayan insanlara sorulduğunda öğrenilebilir!..

Sonra da, ne maksatla olursa olsun, ister yemek artıklarını gidermek, isterse diş etlerindeki bakterileri izale edip onları geliştirmek maksadıyla olsun, abdest almadan evvel dişler fırçalanır ya da misvaklanır. Çünkü insan, her ne kadar kendi işlerinde hür görünse de, Allah’ın kulu olması itibariyle O’nun izni dairesinde olmadan kendi nefsinde dahi bir kısım müdahalelerde bulunamaz. O, Allah’ın kuludur; kul ise ancak efendisinin izni dairesinde hareket eder.

Meselâ, insan kendi parmağından, bu benim parmağımdır, istediğim tasarrufta bulunurum düşüncesiyle bir parça kesip atamaz. Bu haramdır ve yapıldığı takdirde tevbe etmek gerekir.

Aynı şekilde insan, bu takım elbise benim, istediğim gibi tasarruf ederim düşüncesiyle onu parçalayamaz.

Buradan hareketle, bir insanın ağzındaki diş sayısı otuz ikidir. Bu dişlerin şu ya da bu şekilde işe yaramaz hale getirilmesi de bir insanın kan bedeline denk sayılmıştır. Demek insan vücudundaki en küçük şeyler bile değersiz değil; onların her biri ayrı bir değere sahiptir ve hepsi ayrı bir nimettir. Ancak bu nimetlerin başta verilmesi cebrî; onların tamamlanıp devam etmesi ise kulun iradesine bağlıdır. Şayet insanın kendi ağzındaki dişler sağlam değilse, bu nimet devam etmiyor ve tamam değil demektir ki, bu da kulun bu husustaki gayretinin olmamasıdır. Peki nedir bu gayret?

Bu gayret, günde en az birkaç defa dişlerin çok ciddi şekilde fırçalanıp temizlenmesidir. Mütevatir olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifte Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem):

Dişlerinizi misvaklayın. Çünkü misvak ağız için temizlik sebebidir, Allah’ın rızasına vesiledir. Cibril her gelişinde bana misvakı tavsiye etti; öyle ki bana ve ümmetime farz kılacağından korktum. Ümmetime zorluk veririm diye endişe etmeseydim bunu onlara farz kılardım. Ben öyle (ciddi) misvak kullanırım ki, öndeki dişlerimin (veya diş etlerimin) diplerinden kazınacağı endişesine kapılırım.” (İbni Mace, Taharet 7; Buharî, Cum’a 8) Hadis, kırk küsur kişilik bir grup tarafından rivayet edilmiştir. Hıfzıssıhha adına bugün de konu üzerinde hassasiyetle durulmakta; ihtimal gelecekte de çok durulacaktır. Fakat bizler bu meselenin önemini anlatan, Allah Resulü’nün sözü seviyesinde başka bir söz bilmiyoruz. Diğer bir hadis-i şeriflerinde ise O (sallallâhu aleyhi ve sellem):

Muhakkak ki ağızlarınız Kur’ân’ın yollarıdır, onları misvakla temizleyin” (Buharî, Savm 27; Nesei, Taharet 4) buyurur. Evet,

Allah (c.c.) güzeldir, güzel olanı sever.” (Müslim, İman, 147; İbn Mace, Dua, 10); latiftir, latif olanı sever.. O, çirkin şeyleri sevmez. Siz ağzınızı temiz tutacaksınız ki, Allah da sizden hoşnut olacak. Değilse O’na hesap vereceksiniz demektir.

Burada son olarak bir şeye daha işaret etmek gerekirse; “sivak” kelimesi, her ne kadar sivak ameliyesini yapan ağaç manasına kullanılmışsa da, asıl bu kelimeden kasd edilen şey dişlerin temizlenmesidir. Bu temizlik elle ovularak, diş fırçası veya ipiyle ya da herhangi bir şeyle yapılabilir. Tabi bu temizliğin Allah’ın rızası, O’nun hoşnutluğu gözetilerek yapılması halinde, dinin insan hayatı ile alâkalı emirlerinin ciddiyeti daha iyi anlaşılmış olur.

 

d) Abdest, Başlı Başına Bir Temizliktir

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) abdesti, evin önünden geçen bir nehre benzetir ve müminin günde beş defa, o nehirde yıkanmasıyla üzerinde hiçbir kir ve pasın kalmayacağını bildirir. (Buharî, Mevakıt 6; Müslim, Mesacid 282) Bu yüzden, ibadete niyetlenen her mümin, abdest alırken Rabbin huzuruna çıkma havası içinde abdestini alır ve belki dış temizliğinden çok iç temizliğine önem verir. Zira o, dışın temiz olması nispetinde, içte bir karanlık kendini gösterir ve hissettirirse, iç ve dış bütünlüğü sağlanamadığından münafık olma endişesini taşır ve elini yüzünü üçer defa yıkayıp onlardaki tozu toprağı temizlemenin yanı başında, içinde bir kısım eracif ve çirkefle Rabbin huzuruna çıkmayı O’na karşı bir saygısızlık addeder. “Cenab-ı Hak, cesetten ziyade, kalbe bakar” (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9); dıştaki temizliğe karşı içte bir fersûdelik ve köhnelikle kendi huzuruna gelenleri, huzurundan kovabilir. Bu yüzden dış temizliği, mümin için aynı zamanda bir iç temizliği mahiyeti taşır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir hadis-i şeriflerinde:

Uykudan uyanınca, sizden hiç kimse, üç sefer yıkamadıkça ellerini kaba sokmasın. Çünkü o, ellerinin geceyi (vücudunun) neresinde geçirdiğini bilemez.” (Buharî, Vudu 26; Müslim, Taharet 87.) buyurur. Günümüzde mesele bir hekime sorulsa, ihtimal mikropların daha çok koltuk altı gibi rutubetli yerlerde yaşadığını söyleyecek, sadece bir tırnak arasında bile milyarlarca mikrobun barınabileceğini ve içine daldırılacak kabı bir anda kirletip mikrobik hastalıkların insan vücuduna bu yolla sirayet edebileceğini haber verecektir. Dolayısıyla insan, gece farkına varmadan elinin koltuk altında ya da vücudunun herhangi bir yerinde dolaştığını bilemez. O halde, mesele ister hekimlik açısından ele alınsın, ister namaz için taharete vesile sayılsın, isterse bunlar hiç düşünülmeden Resulü Ekrem’in fermanına iktida havası içinde, “O emrettiği için yapıyorum.” denilsin fark etmez; zira bu bir temizlik meselesidir. Günahlardan ancak Allah’ın affetmesi halinde kurtuluruz. Kirli elin hatası ise, onun güzelce yıkanmasıyla zail olur. Dolayısıyla günde beş defa abdest alan bir insan, ne iç duruluğunu bulandırmak suretiyle Rabbisine karşı hata eder; ne de herhangi bir şekilde vücuduna mikrop bulaştırma hatasına maruz kalır. Abdest, bütün bunlara keffaret olur ve müminin derecesini yükseltir. Mümin, daha ellerini suyun altına götürürken, çoktan Rabbin mehafet ve mehabeti altında bir abdest alma havası içine girer ve dünyaya ait fuzûli söz ve sohbeti bırakır. Ne havanın soğukluğu, ne de sıcaklığı, onun tastamam bir abdest almasına mani olmaz. Ey iman edenler! Namaza kalkmak istediğinizde yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedip topuklarınızla birlikte ayaklarınızı da yıkayın..” (Maide, 5/6) fermanına uyarak tam bir taharet içinde Rabbin huzuruna gelir. Bu durumu ifade sadedinde sarf edilen,

Allah’ın günah ve hataları silmeye, handikapları def ü ref etmeye ve dereceleri yükseltmeye vesile kıldığı şeyleri size söyleyeyim mi? sözlerine karşı, Sahabe’nin:

Evet ey Allah’ın Resulü, söyleyin!dediği ve Allah Resulü’nün de:

Zahmetine rağmen abdesti tastamam almak.” (Müslim, Taharet 41; Muvatta, Sefer 55) şeklinde ifade ettiği hadis-i şerifinde O (sallallâhu aleyhi ve sellem), “esbiğ” kelimesini kullanır ki bu, eksiksiz, tastamam; ağıza, burna dolu dolu su vermek, elleri ayakları iyice yıkamak demektir. Yine hadiste “ale’l-mekârih” ifadesi kullanılır ki bu da, bütün zorluklara rağmen, soğuk-sıcak demeden suyun başına koşup tastamam abdest almak demektir. Aynı kelime “abdestin size zararı olmadığı sürece” manasına da gelir. Diğer taraftan hasta bir insan, eğer su ile abdest aldığında hastalık artacaksa veya iyileşmesi gecikecekse bu durumda teyemmüm edebilir. Aynı şekilde soğuk su ile gusül abdesti aldığında hastalanma tehlikesi varsa yine teyemmüm edilir.

Suyun fiilen veya hükmen (suyun mevcudiyeti ile birlikte kullanılamadığı durumlar) olmadığı zamanlarda ise teyemmüm edilir ki bu da ayrı bir nimet.

Hasılı; mümin, aldığı tam bir abdestle, dışa ait bütün pislikleri izale ettiği gibi, içte de bir temizlik yapmış olacak ve her türlü çirkinliklerden uzak bir halde Rabbin huzuruna gelecektir.

 

e) Abdest Müslümanlara Özel Bir Keyfiyettir

Abdestin geçmiş ümmetlerde nasıl olduğunu bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa, o da İslâmiyet kadar temizliğe önem veren başka bir dinin olmadığı, İslâmiyet’in, maddî-manevî temizliğe çok önem verdiğidir. Bu cümleden olarak Allah-u Teâlâ, kulluğun en önemli ibadeti olan namazdan önce abdesti emretmiştir:

Ey iman edenler! Namaza kalkmak istediğinizde, yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedip, topuklarınızla birlikte ayaklarınızı da yıkayın. Cünüp iseniz tastamam yıkanın, boy abdesti alın. Eğer hasta veya yolcu iseniz veya tuvaletten gelmişseniz, yahut kadınlarla münasebette bulunmuş olup da su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm edin, manen arınma niyeti ile ondan yüzlerinize ve ellerinize meshedin...(Maide, 5/6) ayetiyle abdesti ve guslü Müslümanlara teşri kılmış; namazın terkine sebep olacak bir halde kalmayı haram saymış ve su bulunamadığı takdirde toprakla teyemmüm yapılmasını istemiştir.

Abdest deyip geçmemeliyiz, haddizatında o büyük bir manadır. Belki bizim için ülfet olmuş olabilir, onun parlaklığını göremiyor olabiliriz; ama biraz, abdest alıp namaz kılanların dışına çıkıp, deryanın dışındaki mahiler gibi deryaya dışarıdan baksak onun kadir ve kıymetini daha iyi anlar ve kavrarız. Soğuk kış şartları altında, buz gibi sularla abdest alan insanların hali tüyler ürpertir. Bunun nasıl bir mana taşıdığını ifade etmek çok zordur.

Evet, abdest sadece müminlere has bir keyfiyettir. Müslüman’dan başka soğuk-sıcak demeden abdest alan başka kimse de yoktur.

 f) Nimetler Abdestle Tamamlanır

Cenab-ı Hak, insan vücudu adına koyduğu mekanizmada baş döndürücü gayeler takip buyurmuştur. İmam Gazali Hazretleri, insan vücudundan daha garib ve acib bir şey yoktur der. Alexis Carrel de, yazmış olduğu “İnsan Denen Meçhul” adlı kitabında, insanın fizikî yapısının ne kadar muhteşem olduğundan bahisler açar. İnsan vücuduna öyle hassas dengeler yerleştirilmiştir ki, bu dengeleri değiştirmeye kalksanız isabetsizlik etmiş olur, bütün bir bedenin ifsadına sebep olursunuz. Meselâ, vücutta, yerinde emme-basma tulumbası görevini yapan kalb ve damar sistemleri vardır. Bu sistem hayatımızda o kadar âşikârdır ki, her an nabzımızı tutmakta ve vücudumuzun en ücra yerlerine kadar kanın pompalanıp taşınmasını sağlamaktadır. Hayatımıza canlılık kazandıran bu sistem, biz hiç farkına varmadan, hayat boyu, Allah deyip atar. Dervişler, “La ilahe illallah, La ilahe illallah..” ritminin, kalb atışlarına denk geldiğini söylerler. İnsan, “La ilahe illallah” demeye başladıktan sonra kalb de o ritme uyar, “La ilahe illallah, La ilahe illallah..” demeye başlar ve vücudu ayakta tutan kanı, bedenin en ücra yerlerine kadar pompalar. Kanın taşınmasında ise kılcal damarlar vazife görür. Bu damarlar tıpkı su boruları gibidir; su borularının cidarlarının zamanla kireçlenmeden dolayı tıkanması gibi, damarlar da oluşan yağ tabakalarıyla zamanla sertleşir ve görevini yapamaz hale gelir. Bu durumda en çok gadre uğrayacak olan uzuvlar ise, el-ayak parmaklarının uç kısımları, beynin son noktası gibi kalbe en uzak olan uzuvlardır. Bu uzuvların sağlıklı olabilmesi için, vücutta kan dolaşımının sıhhatli bir şekilde işlemesi gerekmektedir. İşte abdest suyu, buna yardımcı olur ve kalbe en uzak noktadaki kılcal damarları harekete geçirir. Bu ise, biyolojik olarak kirlenen kanın kalbe geri dönüp temizlenmesi ve yeniden süzülüp o uzuvlara ulaşarak onların canlılığını koruması açısından çok önemlidir. Bütün bunlar Allah’ın birer nimetidir. Allah (c.c.), yukarıda zikrettiğimiz abdesti emreden ayetinin sonunda Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemiyor; fakat sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak istiyor, umulur ki şükredersiniz.(Maide, 5/6) buyurmaktadır.

“Peki bu tamamlanmak istenen nimet nedir?” denecek olursa; Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği her şey bir nimettir. Fakat bu nimetlerin tamamlanması kulun kendi iradesine bırakılmıştır. Zira ilk yaratılış cebrîdir; Allah (c.c.) yaratır ve sevk eder.. kimseye sormaz. Ama bu nimetlerin devam ve temadisi kulun kendi iradesine bağlıdır; meselâ, bugün doktorların da ifade ettiği üzere, damar sistemlerinin elastikiyetinin korunmasında önemli amillerden biri, onların bazen sıcak, bazen de soğuk su ile yıkanmasıdır. Sıcak su damarların açılmasına yardım eder, soğuk su ise onları büzer. Dolayısıyla insan abdest aldığı sürece, onların sürekli büzülüp tekrar açılarak görev yapmalarını kendi iradesiyle temin etmiş olur.

Yine abdest ve gusül, vücudun kan dolaşım mekanizmasına katkıda bulunduğu gibi lenf sisteminin uyarılıp harekete geçmesine de yardımcı olur. Herkesin bildiği bir gerçektir ki, bu sistemin çalışması yaraların tedavisinde ve mikroplara karşı vücudun korunmasında önemli bir faktördür. İslâm’la tıbbı telif adına yazılmış kitapların çoğunda, bu lenf sisteminin uyarılmasının ancak burna ve boyun etrafına verilen su ile mümkün olduğu ifade edilir. İşte Cenab-ı Hak abdestle bu vazifeyi gördürmektedir. İnsan vücudunun bütününde olmak üzere statik bir elektrik dengesi vardır. Bu elektrik dengesinin sürekliliği vücut sağlığı açısından çok önemlidir. Aslında denge her yerde önemlidir; bir zamanlar acımasızca tabiatın dengesini bozanlar, dengenin ne denli önemli olduğunu çok sonra anladılar. Yine çeşitli gazlarla ozon tabakasının delinmesine sebep olunca, ne büyük dengesizlik yaptıklarını daha yeni anladılar. Allah (c.c.), eğer yapılan bu dengesizlikleri yeniden tamir etmez, bu delikleri yamamazsa, onu tamir etmek kimsenin elinden gelmez. Bunun gibi, insan vücudundaki elektrik dengesinin de korunması gerekir. Bilhassa günümüzde psikosomatik rahatsızlıklar dediğimiz ruhsal hastalıklar, büyük oranda bedeni de baskı altına almakta ve ona etki etmektedir. Meselâ; mide ülserleri gibi rahatsızlıklar, bu tür etkileşimin bir neticesidir. Günümüzde insanın ruh yapısını etkileyecek ve ondaki elektrik dengesini bozacak olumsuzluklar bir hayli fazladır. Kirletilen hava, plastik giysiler ve kaplar vs. bütün bunlar vücuttaki elektrik dengesini bozacak ve insanı dengesizliğe itecek birer faktördür. Bütün bu dengesizlikleri izale edip vücut elektriğini ayarlayacak şeylerin başında ise su ve toprak gelir. Bu iki madde de iletkendir. İnsanın günde beş defa o âb-ı hayat musluklarına yanaşıp abdest alması, suyu bulamadığı takdirde de ayetin ifadesiyle temiz toprakla teyemmüm etmesi, vücuttaki elektriği regüle edip ayarlar, fazlasını dışarı atar. İşte Kur’ân, bu hususa da dikkat çekiyor; namaza kalktığınız zaman abdest alın, cünüpseniz gusledin, su bulamamışsanız teyemmüm edin buyuruyor. Bütün bunlar, Cenab-ı Hakk’ın kulları üzerindeki nimetlerini tamamlaması içindir.

Aynı şekilde hayat da bir nimettir. Bu nimetin devam ve temadisi, başka bir ifadeyle ebediyet kazanması, onun ebediyet yolunda harcanmasına bağlıdır. Allah (c.c.), bu imkânı vermiş; fâni ve zail bir hayatı, sermedi bir güneş haline getirme imkânını kulun kendi iradesine sunmuştur. Bu çerçevede, insan sağlığını tehdit eden içki, alkol vb. uyuşturucuları haram kılmıştır. Evet, dinde gözetilmesi gerekli olan belli dengeler vardır. meselâ Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), hayat-ı seniyyeleri boyunca cemaate çok önem vermiş, namazları camide cemaatle birlikte kılmayanlar hakkında, Nefsimi kudret eliyle tutan Zât’a kasem olsun! Ezan okutup namaza başlamayı, sonra halkın namazını kıldırması için yerime birini bırakmayı, sonra da beraberlerinde odun desteleri olan bir grup erkekle namaza gelmeyenlere gitmeyi ve evlerini yakmayı düşündüm.” (Buharî, Ezan 29; Müslim, Mesacid 252) demek suretiyle tehdit ifade eden kelimeler kullanmıştır; fakat diğer taraftan ağzında soğan, sarımsak vs. kokusu olanların da camiye gelmelerini istememiştir. (Buharî, Et'ime, 49; Ebu Davud, Et'ime, 40)

Geçen kısımlarda ifade edildiği gibi, ağız içinin sadece bir bölümünü teşkil eden dişler ne denli ehemmiyet arz ediyorsa, onun diğer kasımları olan damak, gırtlak, yemek borusu vs. ne kadar ehemmiyet arz eder, düşünmek gerekir. Bu âzaların içki, sigara veya başka uyuşturucu şeylerle ifsad edilmesi veya onların haram şeylerle beslenmesi doğrudan doğruya hayata bir kasıt manası taşır. Bu konuda, dinin temel prensipleri vardır. Meseleye bu açıdan bakıldığında, meselâ sigarayı sadece bir israf meselesi olarak değerlendirmemek gerekir. Bu mevzuda hekimler, kanser gibi onulmaz dertlere düşenlerin çoğunluğunun sigara içenlerden müteşekkil ve yine yemek ve nefes borusu, gırtlak, ağız içi, dudak.. kanserlerinin büyük bir oranla sigaradan kaynaklandığını bildirirler. İşte bu tür illetlere yakalanma sonucu o uzuvların kesilmesi bir kan diyetine tekabül eder. Dolayısıyla bir insanın herhangi bir yolla bu azalarından birini tahrip etmesi ve işe yaramaz hale getirmesi, kendisini tedrici olarak intihara sevk etmesi demektir.

Evet, İslâm kolaylık dinidir. Allah, hiçbir zaman kulunu zora sokmak istemez. Bir ayet-i kerimede ifade ettiği gibi, O kolaylık murad buyurur, zorluk istemez.(Bakara, 2/185) Bu yüzden, niçin zor şartlarda da olsa abdest almamız isteniyor denemez. Çünkü O, üzerimizdeki nimetlerini tamamlamak istemektedir ve abdest de o nimetlerin devamında önemli bir faktördür.

 

g) Abdestin Mümine Kazandırdıkları

Allah’a karşı yapılan kulluğun bir fihrist ve hülâsası olan namazın anahtarı, içte bir hazırlık yapmak, dışta da abdest almaktır. Zira abdest alma; ruhu zindeleştirip kendi gücüyle serfiraz kılma, vücudun melekiyet yönünü geliştirme ve böylece Rab’den gelecek lütufları intizar etme havası içine girme demektir. Meselâ, soğuk suyun vücudumuzla teması anında nasıl bir elektriklenme ve zindelik hissediliyor.. ve bunun fizikî ve tabiî bir izahı varsa, öyle de gençleşmiş ve zindeleşmiş ruh da, Rab’den gelecek şeylere makes olabilme hüviyetini kazanmış olmaktadır.

Bu mana ve bu keyfiyette olan bir abdesttir ki, ümmet-i Muhammed’in ahirette diğer ümmetler arasında hususî bir isimle çağrılmasına vesile olacaktır. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) abdest alırken ellerini neredeyse omzuna kadar, ayaklarını da bacaklarına kadar yıkar ve sonra da: “Ben Resulullah’ın: ‘Ümmetim kıyamet günü çağrıldıkları vakit abdestin izi olarak (nurdan) bir parlaklıkları olduğu halde gelirler. Öyleyse kimin imkânı varsa parlaklığını artırsın. (Müslim’in diğer bir rivayetinde de; müminin zineti, abdestin yükseldiği yere kadar yükselir)’ dediğini duydum” (Buharî Vudu 3; Müslim, Taharet 34) der.

Başka bir rivayetinde meseleyi daha tafsilatlı şekilde anlatır:

“Resûlullah, kabristana (Bakiü’l-Gargad ki, tarihçilerin tespit ve ifadelerine göre bugün on bin sahabeyi bağrında saklamaktadır) gelerek: “Selâm size ey müminler diyarı! İnşaallah biz de size katılacağız. Din kardeşlerimizi görmeyi çok arzu ederdim.” buyurdu. Bunun üzerine ashab: “Biz, Senin din kardeşlerin değil miyiz ya Resulallah?” dediler. Efendimiz: “Siz benim ashabımsınız, kardeşlerimiz ise henüz gelmeyenlerdir.” buyurdu. Bunun üzerine ashab: “Ümmetinden henüz gelmeyenleri nasıl tanıyacaksın ya Resulallah?” dediklerinde de; “Ne dersiniz, bir adamın yağız ve doru at sürüsü içinde, bir kısım alnında, ayağında beyazlık olan atları olsa, o adam atlarını tanımaz mı?” buyurdu. Ashab: “Tanır ey Allah’ın Resulü!” dediklerinde ise; “İşte onlar da abdestten dolayı böyle sakar ve sekili gelecekler. Ben havuza onlardan önce varacağım. Dikkat edin, birtakım adamlar benim havuzumun başından kayıp develerin kovulduğu gibi kovulacaklar. Ben onlara: “Hey, beri gelin!” diye nida edeceğim. Bunun üzerine bana, “Sen bilmiyorsun, senden sonra, bunlar neler yaptılar.” denilecek. Ben de: “(Öyleyse) uzak olsunlar! Uzak olsunlar!” diyeceğim” (Müslim, Taharet 39.) buyurmuştur.

 

h) Temizliğin Mana Ve Önemi

Kur’ân’ı Kerim’in birçok ayetinde, Allah Resûlü’nün hadislerinde ve örnek hayatında temizliğin önemi ve gerekliliği üzerinde ısrarla durulmuştur. Genel anlamda temizlik ve ibadet amaçlı temizlikle ilgili birtakım ilke ve ölçüler getirilmiş ve temizlik bazı ibadetler için ön şart sayılmıştır.

Dinin özü; manevî kirlerden arınma, Allah'ı tanıma O’na itaat ve ibadet etmekle birlikte, ruhun yücelişi ve insanın böyle manevî bir bağlantı ortamına geçebilmesidir. Bunun için insanı çevreleyen fizikî şartların da uygun olması gerekir. İbadet hayatıyla ve manevî temizlenme ile beden ve çevre temizliği arasında sıkı bir bağın kurulması hatta Kur’ân'da, temizlikten, hem maddî hem de manevî temizliği kapsayacak şekilde genel bir anlatımla söz edilmesi böyle bir anlam taşır.

İslâm kültüründe genel anlamdaki temizlik ile ibadet amaçlı temizlik birbirini tamamlar ve birlikte bir anlam ifade eder. Bu sebeple İslâm bilginleri temizliği; maddî temizlik, hükmî temizlik ve manevî temizlik şeklinde üç safhalı bir faaliyet olarak görürler.

Kur’ân-ı Kerim’de çevrenin ve ibadet yerinin temizliğinden söz edilir. Allah'ın, temizlik konusunda titizlik gösterenleri sevdiği bildirilir. (Bakara 2/125; Tevbe 9/108; Hac 22/26)

Peygamberimiz de bu hususta şöyle buyurur:

Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim, Taharet 1)

Allah temizdir temizliği sever.” (Tirmizi, Edeb 41)

Namazın anahtarı temizliktir.” (Ebu Davud, Salat 73; Tirmizi, Taharet 3)

Abdest başlı başına ve bizzat amaç olan bir ibadet değil belli ibadetleri yapmayı mubah kılan, kulun bu ibadetlere manen ve ruhen hazırlanmasına ve bu ibadetlerden azami verim elde etmesine yardımcı olan vesile-i ibadettir.

Abdest almak isteyen kimsenin abdest öncesi hazırlığa başlarken (tuvalete gitme vs.) niyet etmesi sünnettir. Böylelikle abdest ve öncesi yaptığı bütün fiilleri ibadete vesile ve hazırlık olması cihetiyle bir çeşit ibadet olup sevap kazandırır.

Temizliğin görünür kir ve pisliklerin giderilmesine “necasetten taharet”, abdestsizlik durumunun kaldırılmasına ise “hadesten taharet” denir.

 

* "Bir Müslüman’ın Yol Haritası" kitabından...

 

[1] Bkz. Ğâfir 40/60

[2] İbni Mace, Taharet 9.

[3] İbn Mace, Taharet 10, 40.

Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 05/10/2023