Takva
Takva sahiplerinin bakışları nurlanır ve dünyaları aydınlanır. Çünkü mü’min basiretlidir ve muttaki insan olmaya çalışan kişi bu basireti en üst noktaya taşımaya çalışır. Muttaki insanlar, dünyada bir imtihan içerisinde olduklarının şuurunda olarak, uhrevi meselelere müteallık çalıştığı gibi dünyevi işlerden de tamamen kopuk değildirler.
“Allah’a karşı gelmekten sakının (takva sahibi olun) ve bilin ki Allah muttakiler ile beraberdir.” (Bakara Sûresi, 2/194)
Takva sözlükte korkmak, sakınmak, korunmak, haşyet duymak gibi manalara gelmektedir. Şer’î ıstılahta takva, Allah’ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmak suretiyle O’nun azabından korunma cehdi şeklinde tarif edilmiştir. Bir de takvanın oldukça şümûllü ve umumî manası vardır ki, İslâm dini prensiplerini hassasiyetle görüp gözetmeden şerîat-ı fıtriye kanunlarına riayete; Cehennem ve Cehennem’i netice veren davranışlardan Cennet’i semere verecek hareketlere; sırrını, hafîsini şirkten, şirki işmam eden şeylerden koruyup kollamaktan, düşünce ve hayat tarzında başkalarına benzemekten sakınmaya kadar geniş bir yer işgal eder.[1] Takvayı Allah’ın çizdiği hudutta durmak, bu hududun ne berisinde kalmak ne de ötesine geçmek şeklinde tarif edenler de olmuştur.[2]
Takvadan, insanın manevi veya bedeni yapısını ayakta tutan şeylerde İslâm’a göre bir sapmanın veya zarar ve kuşkunun bulunduğu her şeyden sakınmak şeklinde de bahsedilmiştir.[3] Yani o, şüpheli şeyi atıp şüphesizini almaktır. Takva, bazen insanı günahlara düşmemek için esasında beis olmayan şeylerden de uzaklaştırır.[4] Büyük Sûfilerden Şah Kirmani, takvanın alametinin vera, veraın alametinin de helal olduğu şüpheli olan şeyleri yapmaktan geri durmak olduğunu ifade etmiştir.[5]
Takva, kendisi ile nefislerin olgunlaştığı, kişilerin üstünlük kazandığı bir meziyettir. İslâm dininde insanlar arasındaki üstünlük ve fazilet ölçüsü mal, mülk, makam, soy, ırk vb. şeyler değil sadece takvadır. Zira Yüce Allah, Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır:
“Allah katında en üstün olanınız en çok takva sahibi olanınızdır.” (Hucurât Sûresi, 49/13)
Takva günahlardan kaçınmak, yani bir Müslüman’ın üzerine düşeni yapmaya gayret etmesidir. Takvadan maksat insanın Rabbini gazaplandıracak, nefsine zararlı olacak şeylerden sakınmasıdır. Kur’ân’ın insanlarla halk arasında ve insanlarla Yaratıcı arasında gerekli olan münasebeti istediği bir fazilettir. Dünyada felaketlerden, ahirette azaptan kurtulmak için, iki şeyin lazım olduğu söylenmiştir: Emirlere sarılmak, yasaklardan sakınmak! Bu ikisinden, en büyüğü, daha lüzumlusu, ikincisidir ki, buna Vera’ ve Takva denir. Nitekim, Resûlullah (s.a.s.)’ın yanında, birisinin çok ibâdet ü taat ettiğini söylediler. Birisinin de, yasak edilen şeylerden, çok sakındığını söylediklerinde, “Hiçbir şey, vera’ gibi olamaz!” (Tirmizi, Kıyamet 61) buyurmak suretiyle yasaklardan sakınmanın daha kıymetli olduğunu ifade etmiştir.[6]
Bu kavram, Kur’ân’ın ahlâkla ve içtimaî konularla ilgili pek çok ayetinde zikredilmektedir. Kur’ân örnek bir Müslüman tipi çizerken takva esaslarını ortaya koyar. Olgun mü’minlerin, muttaki mü’minler olduğu ve bütün Müslümanların böyle olmaya çalışması gerektiği hususu özellikle vurgulanır.
Ayrıca Kur’ân’ın anlaşılması ile takva arasında da sıkı bir münasebetin olduğu bir gerçektir. Zira mana ve muhteva itibariyle takvada öyle bir büyü var ki, ona sığınmadan Kur’ân’ı tam anlamak ve Kur’ân yörüngesinde yürümeden ona ulaşmak mümkün değildir. Başta, Kur’ân, kapısını müttakilere aralar ve (Bakara Sûresi, 2/3) fısıldar; neticede, Hz. Furkan ekseninde yaşamaya işaret eder ve nazarları (Bakara Sûresi, 2/21) ufkuna çevirir.[7]
Mutasavvıflar, ilmin bâtınî meyvesinin fetva ve hükümler olmayıp takva olduğunu ifade etmişlerdir.[8]
Mevlânâ Celaleddin-i Rumî, kulun takvasının onun hamdetmesine bir nişane olduğunu söyler.[9]
Ebu Ubeyde el-Bâci, ölüm döşeğinde hasta yatan Hasan Basri’yi ziyarete gittiklerinde, onun kendilerine şu nasihati verdiğini aktarır: “Sabreder, tasdik eder ve takva sahibi olursanız bu dünya açık ve güzel bir sahadır.”[10]
İmam Gazali de kalbin mahmud (övülen) hâllerinden bahsederken bunların içinde takvayı da saymaktadır.[11]
Bir hadislerinde İki Cihan Serveri (s.a.s.) takva ile ilgili şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlar nezdinde kişinin kıymetini artıran şey maldır. Allah nezdinde de değerini artıran şey takvadır.”[12]
Öyleyse ahirete imanı olan her Müslüman’ın Allah nezdinde değerini artırma gayreti içerisinde olması gerekir.
Takva dinin özü olduğu gibi hayrın da esasıdır. Kulun her hâlinde herhangi bir şeyle kendini müstağni görmemesidir. Takva bütün ibadet ve muamelatın toplamıdır.
Takva ile desteklenmiş, riya ve gösterişten uzak, ihlas ve samimiyet ile salih ameller işlemeye gayret etmeliyiz. Çünkü şanı yüce Allah, “Allah’tan korkun çünkü kalblerin içindekini Allah bilmektedir.”[13] buyurarak, bizlerin takvayı kalbimizde samimi bir şekilde hissederek yaşamamız gerektiğini belirtmiştir. Dua ederken bile dualarımızda takvayı istemeliyiz.
Efendimiz (s.a.s.)’in mağara ve hicret arkadaşı ve kendisine olan müthiş sadakatinden dolayı Sıddîk-i Ekber unvanına mazhar olmuş Hz. Ebu Bekir, en akıllı insanların takva sahipleri, en ahmak olanların da günah sahipleri olduğunu söylemiştir. O büyük insan, akıllı ve düşünceli bir kişinin kendisini ateşe atamayacağını, Cehennem ateşine girmesine sebep olacak günahları işleyemeyeceğini, daha doğrusu işlememesi gerektiğini belirtmiştir.
Yüce Rabbimiz bir ilahî fermanında şöyle buyurmaktadır: “Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size ‘Allah’tan korkun.’ (takva sahibi olmaya gayret edin) diye emrettik.” (Nisa Sûresi, 4/131)
Takvadan üç değişik manada veya üç mertebe olarak da bahsedilmiştir. Bunların ilki, insanın nefsini şirk ve küfürden temizleyerek iman etmesidir. Buna takvanın ilk adımı da denebilir.
Diğer bir anlamı da kişinin büyük günahları terk ederek farzları yerine getirmesidir. Bu da takvanın ikinci merhalesidir aslında.
Bir diğer manası ise kulun kalbini Allah’tan alıkoyacak her şeyden âri kılması, kendisine Allah’ı unutturacak ve kendisini meşgul edecek her şeyi bırakıp gönlünü yalnızca Allah’a vermesidir. Bu en hususi manasıdır ve belki de en üst noktadaki mertebesidir. Takvanın bu en has anlamında, dinin emir ve yasaklarına karşı fevkalâde duyarlı olmak, mükâfattan mahrumiyet veya cezayı gerektiren davranışlardan uzak kalmaya çalışma gayesi vardır.[14]
Takvanın, insanın ahireti için manevi bir azık olduğunu şu ayet-i kerime bizlere çok güzel ifade ediyor: “… Azıklanın ve şunu bilin ki en hayırlı azık takvadır.” (Bakara Sûresi, 2/197)
Görüldüğü gibi insanların maddi ve biyolojik ihtiyaçları için azıklanması ne kadar hayati ve önemli ise manevi hayatı için -tabiri caizse- manevi açlığı için de azıklanması en az o kadar, belki ondan da çok mühimdir. Hazırlamamız gereken bu manevi azık da Rabbimiz tarafından takva olarak bildirilmiştir bizlere.
Yahya b. Muaz er-Razi, gerçek zahidin vasıflarından bahsederken onun azığının takva olması gerektiğini ancak onunla varacağı yerin Cennet olacağını söylemektedir.[15] Ömer b. Abdulaziz de bir hutbesinde şöyle demiştir: “Her yolculuğun kendine göre bir azığı vardır. Ahiret yolculuğu için de takvayı azık alın.”[16] Takvanın manevi bir azık olması ile ilgili Sehl b. Abdullah da şunu söylemiştir: “Allah’tan başka yardımcı, Resûlullah (s.a.s.)’tan başka delil (rehber), takvadan başka azık ve ibadette sabırdan başka amel yoktur.”[17]
Mutasavvıflardan Nehrecori takvadan bahsederken şu nefis benzetmeyi yapar:
“Dünya, deniz; ahiret, sahil; takva, vapur; halk ise yolcudur.”[18]
Bizler için en güzel örnek ve en doğru rehber olan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) her zaman ve zeminde kişinin takva ehli olması gerektiğini şöyle ifade buyuruyor:
“Her nerede olursan ol, takva sahibi ol. Her işlediğin günahtan sonra bir hayır işle ki o günahı silsin. İnsanlara karşı güzel ahlâk sahibi ol.” (Tirmizi, Birr 55)
Takva neticesinde kulun derecesinin meleklerin bile üstüne çıkma ihtimali vardır. Zira insanların meleklerden daha üstün olabilmesi ve terakkî etmeleri, yükselmeleri bu sayededir. Melekler de, emirlere itaat etmektedir. Ancak melekler (yaratılış gayelerine uygun olarak) terakkî edemiyor. O hâlde, takvaya sarılmak ve takva üzere olmak, her şeyden daha lüzumludur. İslâmiyet’te en kıymetli şey takvadır. Dinin temeli de takvadır.[19]
Takva sahiplerinin bazı alametlerinin olduğu söylenmiştir. Bunlar, Allah’ın kaza ve kaderine razı olmaları, Allah’ın nimetlerine şükretmeleri, Allah’tan gelen bela ve musibetlere sabretmeleri, doğru sözlü olmaları ve ahitlerine sadık kalmalarıdır.
Takvanın, insanın Cennet’e girmesine vesile olan çok önemli bir vasıf olduğu hususu da yine Fahr-ı Kâinat’ın (s.a.s.) mübarek ifadelerinde şöyle geçmektedir:
“Hz. Peygamber (s.a.s.)’e insanı Cehennem’e en çok götüren şey soruldu. O, ağız ve ferc (yani bu iki uzvun sebep olduğu ve işlediği günahlar)’dir, buyurdu. Kendisine insanı Cennet’e en çok götüren şey sorulunca da, Allah’tan korkmak (yani takva sahibi olup O’na gerektiği gibi ve layık olduğu şekilde saygı göstermek) ve güzel ahlâk diye cevap vermiştir.” (Tirmizi, Birr 62)
Anlaşılıyor ki ebedî saadete ulaşmanın yolu takva ve güzel ahlâktan geçiyor. Yani Allah Teâlâ’ya karşı üzerine düşeni yapmak ve insanlara karşı da güzel muamele sahibi olup onlarla iyi geçinmek, kişinin ahiret nimetlerine kavuşmasına vesile oluyor. Kısacası örnek bir mü’min, güzel ahlâk sahibi olması gerektiği kadar aynı zamanda muttaki bir kişiliğe sahip olmalıdır.
Takva, şerefli bir elbisedir ki onunla süslenme şerefine ancak hakkıyla iman edenler nail olur. Allah Teâlâ o elbiseyi ancak katında şerefli kulları olan salih kullarına giydirir. Çünkü onlar Allah’ın emirlerini yerine getirir, yasaklarından da kaçınırlar. Bu hususla ilgili olarak da Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Kişi mahzurlu olan şeyden korkarak mahzursuz olanı terk etmedikçe gerçek takvaya ulaşamaz.” (Tirmizi, Kıyamet 20)
Kişinin zahiri elbise ile süslenmesinden daha hayırlısı Allah’tan korkma ve vera elbisesidir. Çünkü iç güzellik dış güzellikten daha önemlidir. Bakın yüce Rabbimiz bize ne buyuruyor:
“Takva elbisesi, işte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın ayetleridir. Belki düşünüp öğüt alırlar.”[20]
Muttaki insanın takva sayesinde erişeceği birçok güzellik vardır. Yani takvanın çok güzel meyveleri vardır. Takva, salih amellerin kabulüdür. İnsanın işlediği güzel işlere derinlik kazandırır. Çünkü takva ile desteklenmiş ve takva ile süslenmiş ameller güzeldir ve kabule daha şayan hâle gelmiş demektir.
Sûfilerden İbrahim b. Şeyban, şerefin, tevazuda; izzetin, takvada; hürriyetin, kanaatte olduğunu ifade etmiştir.[21]
Takva üzüntü ve endişenin giderilmesidir. Muttaki insan Allah’ın inayeti ile üzüntü ve tasa içerisinde olmaz. Zira takvanın verdiği güç ve moralle imanın gereği olarak her bela ve musibetin birer imtihan vesilesi olduğunun bilincinde olur.
Takva günahlardan bağışlanmadır. Çünkü takva sahibi insan istiğfarı yani mağfiret talebi bol olan insandır. Muttaki insan, geçmiş ve gelecek tüm günahları bağışlanmış olan Resûl-i Ekrem (s.a.s.) dahi devamlı istiğfarda bulunduğu için bu konuda bizim gibi günahkâr kulların çok daha fazla istiğfarda bulunması gerektiğinin şuurunda olan insandır. Allah Resûlü’nden (s.a.s.) katiyen günah sayılabilecek bir fiilin sudûru görülmemiştir. Buna rağmen günde yetmiş defadan fazla tevbe ve istiğfar ediyordu. Evvela O, mahviyet, murakebe ve muhasebe insanıydı. Her adımda Cenâb-ı Hakk’a doğru bir önceki adıma nisbetle daha fazla yaklaşmış olduğundan, kazandığı bu yeni durum zaviyesinden eski ve mercuh hâline bakıp istiğfar ediyordu. Yani her yeni gününde O, bir evvelki günü istiğfarla anıyordu.
Takva ahiret nimetlerinden faydalanma vesilesidir. Zira bu nimetlere kavuşturacak olan yol takva sınırları içerisinden geçer. Takva, insanın yapacağı güzel ameller için medh ve senadır. Takva gökten ve yerden berekettir.
Takva sahiplerinin bakışları nurlanır ve dünyaları aydınlanır. Çünkü mü’min basiretlidir ve muttaki insan olmaya çalışan kişi bu basireti en üst noktaya taşımaya çalışır. Muttaki insanlar, dünyada bir imtihan içerisinde olduklarının şuurunda olarak, uhrevi meselelere müteallık çalıştığı gibi dünyevi işlerden de tamamen kopuk değildirler.
Allah’ın yardımı muttakiler ile beraberdir. Takva sahipleri için güzel bir akibet vardır.
Hâsılı, takva bir kevser, müttaki de ona ulaşmış bahtiyardır; Hak katında bu mazhariyeti elde etmiş insan da azdır.[22]
Âkıbet muttakilerindir.
* Yeni Ümit Dergisi arşivinden (Temmuz, 2008; 81. sayı)
[1] Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 1/76.
[2] Abdulkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, İst-1999, s.142.
[3] Abdurrezzak Kaşani, Tasavvuf Sözlüğü, İst-2004, Vera md.
[4] İmam Gazali, İhya (I-IV), İst-2002, c.4 s.288.
[5] Kuşeyri, Risale, s.124.
[6] Bkz. İmam Rabbani, Mektubat (I-II), İst-Trz., 76. Mektup.
[7] Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, Takva md.
[8] İmam gazali, İhya, c.1 s.85.
[9] Mevlana, Mesnevi, 92. hikaye.
[10] İmam Gazali, İhya, c.4 s.824.
[11] İmam Gazali, İhya, c.1 s.59.
[12] Tirmizi, Tefsir, Hucurat, 3282.
[13] Maide, 7.
[14] Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, Takva md.
[15] İmam Gazali, İhya, c.4 s.424.
[16] İmam Gazali, İhya, c.4 s. 814.
[17] Kuşeyri, Risale, s.200.
[18] Kuşeyri, Risale, s.135.
[19] İmam Rabbani, Mektubat, 76. mektup.
[20] A’raf, 26.
[21] Kuşeyri, Risale, s.236.
[22] Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, Takva md.