Kur'ân'da Yardımlaşma ve İnfak





Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 01/08/2023
Clap

Mümin, kâinatı bir yardımlaşma armonisi olarak görür ve "Kâinat tepeden tırnağa bir yardımlaşmadan ibarettir." der. Öyleyse insan da kâinattaki bu umumî âhenge uymalı, bu senfonizmayı, bu umumî mûsıkiyi bozmamak için o da hep yardıma koşmalıdır.

İnfak ve yardımlaşma konusunu daha net bir tarzda anlatabilmek ve hatıra gelebilecek başlıca hususları vurgulamak gayesiyle, soru-cevap şeklinde işlemekte fayda görmekteyim.

 

Soru: Yardımlaşma insan olmanın bir gereği midir? Hangi temel üzerine bina edilebilir? Tabir yerinde ise yardımlaşmanın felsefesi nedir?

Cevap: Yardımlaşma, varlığın en kapsamlı kanunudur. Yüce Yaratıcı’mız onu maddî kâinatta işlettiği gibi, dünyayı şenlendiren insanın içtimaî hayatına da koymuştur. Böylece küçük kâinat olan insanın, büyük kâinatla bütünleşmesini dilemiştir. Evrene baktığımızda, toprak, su, hava, ışık gibi cansız denilen unsurların, bitkilerin yardımına koştuğunu görürüz. Meselâ bir incir ağacı çamur yer, onu tatlı bir meyve hâline getirir ve canlılara ikram eder. Bitkiler, diğer canlıları beslerler. Hayvanlar sütleri, etleri, yumurtaları ve yünleri ile canlıların imdadına koşarlar. Cansızı, madenleri, bitkileri, hayvanları ile bütün kâinat da insanların ihtiyaçlarını temin etmek için seferber olur. Kandaki alyuvar hücreleri, canlı bedenin diğer hücrelerine yardım götürmek uğrunda kendilerini telef ederler. Dolayısıyla bütün bir kâinatın normal ve sağlıklı bir tarzda varlığını sürdürmesi, bu muazzam yardımlaşma sayesinde olur.[1]

 

Soru: İnsan ve toplum hayatının sağlıklı bir şekilde devamı neye bağlıdır?

C: Yardımlaşma kanununun zerrelerden güneşlere, büyük gök cisimlerine, hücrelerden bedenimizdeki organlara kadar pek kapsamlı bir kanun olarak işlediğini, kâinatın ancak böylece varlıkta devam ettiğini gördük. İşte küçük kâinat olan insanın ve insan toplumlarının da aksamadan, hastalanmadan devam etmesi için aynı yardımlaşma nizamını Yüce Rabb’imiz toplum hayatına da koymuş, irademizle gerçekleştirmemizi bizim sorumluluğumuza havale etmiştir. Kâinat gibi toplum hayatını da bir sistem hâlinde kurup insanları birbiri ile ilişkilendirmiş, toplum hâlinde yaşamaya mecbur etmiş, aralarında iş bölümü yaptırmak suretiyle herkesin bir işlev görmesini dilemiştir. Varlıklarını matlub olan bir biçimde sürdürebilmeleri için onları yardımlaşmaya mahkûm etmiştir.

 

Soru: Bu görevin dinimizdeki adı nedir?

C: Kur’ân-ı Hakîm’de yer alan “teavün” kelimesi, “yardımlaşma” mânâsına gelir. Bundan çok daha fazla olarak elli kadar âyette “infak” kavramı kullanılır. İnfak; gerekli ve gerçek ihtiyaçları karşılayacak yardımı, muhtaç olana ulaştırmak demektir. Bu yardım, imkân sahibinin yoksula bir lütfu değildir. Kur’ân’a göre, Allah Teâlâ’nın fakirler için belirlediği bir haktır. “Onların mallarında yardım isteyenler ve ihtiyaçlarını dile getirmekten çekinenler için belirli bir hak vardır.”[2]

Kur’ân-ı Kerîm ilk inen âyetlerinden itibaren bu yardımı vurgulamıştır. Daha sonra gelen bir âyet imandan, namazı gereği gibi kılmadan sonra üçüncü görev olarak infakı bildirmiştir:

O müttakiler gayba iman eder, namazlarını gereği gibi kılar ve kendilerine ihsân ettiğimiz nimetlerden infak ederler.”[3]

İnfak hakkındaki âyetlerden biri de şudur: “Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını! İşte düşünesiniz diye Allah âyetlerini böyle açıklıyor.[4]

Zekât miktarı belirlenmiş olarak farz kılınmadan (yani hicretin ikinci senesine kadar), kazanç sahipleri bu âyete göre kazançlarından kendilerine yetecek kadar alıp gerisini Allah yolunda infak ediyorlardı. Altın, gümüş gibi nakit sahipleri de bir yıllık geçimlerini alıp gerisini Allah rızası için veriyorlardı. “İlgili âyet ve hadîslerden, İslâm’ın getirdiği kardeşlik ve yardımlaşma kavramlarından bizde hâsıl olan kanaat ve anlayışa göre, toplum içinde temel hak ve ihtiyaçlarını temin edememiş insanlar bulunduğu müddetçe, bu ihtiyaçları gidermeye yardımcı olmayan kimseler, ihtiyaç fazlası malları sebebiyle sorumlu olacaklardır.”[5]

 

Soru: İnfakın, Allah’a kulluğumuzun ve yaratılışımızın bir gereği olmasını açıklar mısınız?

C: Allah’tan başka yaratıcı olmadığından mülkün tek sahibi O’dur. O elimiz altındaki bütün nimetleri emanet olarak vermiştir. Hayatı ve ölümü, kimin iyi bir iş ortaya koyacağını göstermek, imtihan etmek üzere o yaratmıştır. Maddî imkânlarımızın da ihtiyacımızdan fazla olan kısmını, muhtaçlara dağıtma şerefi ile bizi şereflendirmek istemektedir. İnfak, her şeyden önce serveti bize nasip eden Rabb’imize bir teşekkür, yani şükür görevini yerine getirmedir. Nimetini tanımamadan, nankörlük etmeden kurtuluştur. “Yapılan yardım, yoksulun eline girmeden önce Rahman’ın eline ulaşır.”[6] hadîs-i şerîfi bu gerçeği belirtmektedir. Diğer taraftan infak, vereni geliştirir, olgunlaştırır. Şu âyet-i kerîme bunu açıkça bildirir: “Müminlerin mallarından zekât al ki bununla onları temizleyesin ve arındırasın.”[7] Evet infak, kişinin şahsiyetini geliştirir. Yaratılışta eşitimiz olan ihtiyaç sahibi bir kardeşimizi sıkıntısından kurtarma hazzını tattırır. Din kardeşinin gönlünü kazanma, duasını alma sevincini yaşatır. Böylece karşılıklı bir etkileşimle maşeri vicdanı, toplumu da eğitir.

Müslüman infak ederek malına güvenmeyi bırakır, Rabb'ine güvendiğini ortaya kor. Bu da onun imanını güçlendirir, kişiliğini kuvvetlendirir. İstikbal endişesinden, maddî sebeplere ve şartlara esir olmaktan kurtarır. Allah Tealâ kuluna değer kazandırmak için, onun vermesini istiyor. Böylece veren insan, kendini aşıyor, içinde şeytana yardımcı olan hislere karşı koyuyor, fâniye aldanmamayı öğreniyor. İnsanın bu mertebeyi kazanması, Allah katında, onun çok mal sahibi olmasından veya çok mal harcamasından daha önemlidir. Ne mutlu Allah yolunda malını harcayan o kimseye ki infak ettiği fânî mal ile, bâki Allah’ı, O’nun hoşnutluğunu kazanır. En üstün mertebe olan “rızâ” mertebesine yükselir.

 

Soru: İnfak ile Zekât vermekle ve diğer yardımlarla mal eksilir mi?

C: Allah yolunda harcamanın mükâfatı, ahirette Cennet gibi ebedî bir mutluluktur. Dünyada ise, Allah için verdiği malın yerinin, O’nun tarafından doldurulmasıdır. O şöyle teminat veriyor: “De ki Rabbim dilediği kimsenin nasibini bollaştırır, dilediğinin nasibini de kısar. Siz hayır yolunda her ne harcarsanız Allah onun yerini doldurur. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.[8] Peygamber Efendimiz Aleyhissalatüvesselam: “Mal, yardım sebebiyle noksanlaşmaz.”[9] buyurmuştur. Sayısız tecrübelerle bu vaat yaşanmaktadır.

Zekât: “Artma, çoğalma, bereket, arındırma mânâlarına gelir. Yoksul zümrelerin hakkı olan zekâtın onlara ulaşması, her şeyden önce onların onurlarını korur, onların mâneviyatlarını yükseltir. Ayrıca artan satın alma gücü sayesinde yükselen genel talep hacmi, ekonomik hayatı da hareketlendirir.”[10] Bu noktada Hz. Ali’nin (ra) pek önemli bir tespiti hatırıma geldi. İktisat felsefesi bakımından son derece mühimdir, izin verirseniz aktarayım.

- Memnuniyetle!

- Hz. Ali, parayı eline alıp ona hitaben şöyle demiştir: “Ey para! Sen öyle bir şeysin ki ancak elden çıkarıldığın zaman işe yararsın.” Para, altın vs. külçe hâlinde insanın yanında dursa hiçbir işe yaramaz. Ne zaman insan onu yerinde sarf ederse, o zaman fonksiyonel olur, işe yarar. Evet, insan mal biriktirmekle sadece onu istif eden bir işçi olur. Toplama, yığma, kazanma, sayıp durma, sonra bir yere sevk etme, kazanç sağlama hâlinde hesaplarını tutma suretiyle oyalanarak hayatını tüketir. Kazanç sahibinin biraz da kendisine zaman ayırması gerekmez mi? Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) hadîsinde bildirdiği gibi: “Âdemoğlu ‘malım’ ‘malım’ der. Senin malın sadece yiyip tükettiğin, giyinip eskittiğin ve Allah yolunda harcayıp ahirete gönderdiğindir. Bunun dışında kalan ise senin değildir, insanlara bıraktığındır.”[11]

 

Soru: İnfakın, başka hikmetleri de var mıdır?

C: Elbette! Kulluğun başlıca neticesi olan şükrü gerçekleştirme ve insanın mânen arınmasını sağlamaktan başka, çok hikmeti vardır. Zengin ile yoksul arasında hüsnüzan, güven, sevgi ve saygı köprüleri kurar, insanları kaynaştırır. Fakirleri hasetten, kıskançlıktan kurtarır. İsraf gibi Şeytanı sevindiren tarafları giderir. Hayırsızlık, dilencilik gibi durumları azaltır. İnsanın, toplumda beraber yaşadığı kimselere yardımı, sonuçta yine kendisine döner. Böylece insan, bencillik hastalığından ve zilletinden kurtulduğu gibi başkalarının da kurtulmasına vesile olur. Böylelikle bütün toplum kazanır. Toplum bozulur, fertleri birbirine ilgisiz, düşman hâle gelirse, topyekun millet birlikte mahvolur. İnsanlık tarihini iyi okuyacak olursak şu sonuca varırız: Bütün kargaşa ve savaşların sebebi şu iki düşüncedir: Birincisi: “Ben doyduktan sonra başkası ne olursa olsun.” İkincisi: “Sen çalış, ben yiyeyim.” İslâm zekât ve yardımlaşmayı farz kılarak birinci derdi ortadan kaldırır. Faizciliği yasaklamakla da ikinci derdi giderir. İnsanın insanı sömürmesini önler.[12]

 

Soru: Mal ve para dışında şeylerle de infak olur mu?

C: Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) infakın çerçevesinin çok geniş olduğunu bildirmiş, meselâ:

Her makbul şey sadakadır.”[13]

Allah’ın kullarına selâm vermen sadakadır.”[14]

“Gülümsemen sadakadır.”[15] buyurmuştur.

Bilgisinden başkalarını yararlandırma, zamanını insanların hizmetinde değerlendirme, güzel işler yapma, gerektiğinde bedeni ile ihtiyacı olanlara yardım etme farklı infak alanlarıdır.

 

Soru: İnfak, sadece maddî durumu iyi olanlara mı mahsustur?

C: İslâm, infakı sadece zenginlere mahsus bir ayrıcalık görmez, bütün insanları da imkânları ölçüsünde bu güzellikten hissedar etmek ister. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “Yarım hurma ile dahi olsa infak edin ki Allah da sizi ahirette kurtarsın![16] buyurmuştur. Böylece eli dar olanlara da infak etmenin zevkini tattırmak istemiştir. Yüce Rabb’imiz şu âyet-i kerîmede eli dar olanları da infaka teşvik eder:

O müttakiler ki bollukta da, darlıkta da Allah yolunda infak ederler. Kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.”[17]

Tatlı söz, kusur bağışlama; peşinden incitme gelen maddî yardımdan çok daha iyidir. Zîrâ Allah ğanidir (sizin böylesi yardımlarınıza muhtaç değildir), halimdir.”[18]

 

Soru: Yardım ederken dikkat etmemiz gereken hususları başlıklar hâlinde ifade etmek gerekirse, neler söylenebilir?

C: Dikkat edilmesi gereken durumlar çoktur. Aslında bunları biraz da açıklamak gerekir. Fakat yerimiz mahdut olduğundan sadece başlıklar hâlinde şunları söyleyebilirim:

Her şeyden önce yardım, sırf Allah rızasını kazanmak için, O bizden bunu istediği için, O’nun vaad ettiği mükâfatı umarak yapılmalı.

Peygamber Efendimiz’in yoluna uymak, O’nun Sünnet’ini yerine getirmek, böylece üzerimizdeki hakkını bir nebze ifa etmek ve onun şefaatine nail olmak için yapılmalı.

Sağlıklı, genç iken, zengin olmayı ummakla beraber kaybetme ve muhtaç olma endişesi taşırken verilmeli.

Tam ihtiyaç zamanında verilmeli. Geç kalan yardımın fazla değeri olmaz.

İnfakta el çabuk tutulmalı, çünkü insan ne kadar yaşayacağını bilemez.

Aynî yardım yapma hâlinde kaliteli mal verilmeli.

Yapılan yardımdan geri dönülmemeli.

Yardımcı olunan kimselerden karşılık beklenmemeli.

Riya ve gösterişten kesinlikle uzak durulmalı. İçe böyle bir his düşmesi hâlinde yardım gizli yapılarak isim duyurulmamalı.[19]

Gerçek ihtiyaç yerleri tespit edilmeye çalışılmalı. Meselâ milletin istikbaline hükmedecek olan yeni nesilleri iman, bilgi ve ahlâk yönlerinden güzelce yetiştirecek eğitim hizmetlerine, tam ihtiyaç sahiplerine öncelik verilmeli.

 

Soru: Müslümanlar zekâtın öneminin farkındalar mı?

C: Yapılan alan araştırmalarına, sağlıklı anketlere dayanmadan isabetli bir tespit yapmak zor. Fakat hüsnüzanda bulunarak, namazına dikkat eden Müslümanların zekâtlarını da verdiklerini zannediyorum. Zekât verenlerin önemli bir kısmı, zekâtlarını dernek ve vakıflar aracılığı ile vekâlet vermek suretiyle ulaştırıyor. Böyle vekâlet verenlerin güvenlerinin devam etmesi için, denetim işini de ihmal etmemeleri, verdiklerinin yerlerine ulaşıp ulaşmadığını takip etmeleri gerekir. Hayır ve yardımlaşma duygusunun toplumumuzda iyi düzeyde olduğunu düşünüyorum. Bildiğim nice insan var ki, onlar zekâtla yetinmeyip, onun çok daha fazlasını Allah yolunda infak etmekte, İslâm dininin yayılması ve din düşmanlarının tahribatlarının giderilmesi için cihad yapma hissi ile vermektedir. Zekât ve hayır potansiyelinin merkezî bir organizasyon ve plânlama ile yapılması ideal olarak düşünülebilir. Fakat bunu gerçekleştirmek çok zor olduğundan, herkes sesinin ve gücünün ulaştığı alanla bu işi yürütme durumundadır.

Zekâtı, Ramazan ayında verme âdeti ülkemizde yaygın. Bilindiği üzere böyle yapılması için bir hüküm yoktur. Fakat Ramazan’da amellerin sevabı kat kat fazla olduğundan böyle yapılması yerinde bir iştir. Hem de zekât için malın üzerinden bir yıl geçme süresi de böylece bir disiplin altına alınmış olur, daha kolay hatırlanıp vaktinde eda edilir. Aylık maaş gibi belirlenmiş gelirlerin zekâtını ise aydan aya vermek –merhum Mahir İz Hoca’mızın yapıp etrafına da tavsiye ettiği gibi– pratik bir uygulama olarak tavsiye edilebilir. Hem veren için daha kolay olur, hem verilen muhtaç için daha makbule geçer.

 

Soru: İsraf nedir, hangi davranışlarımız israf kapsamına girer?

C: İsraf, makul olan sınırın dışına çıkmaktır. Kur’ân’da dini inkâr, her türlü günah ve zulme dalma gibi geniş anlamda kullanılmakla beraber, İslâmî eserlerde yeme, içme, giyinme ve diğer tüketim alanlarında aşırı derecede harcama anlamında kullanılmaktadır. İnsan, Allah Tealâ’nın kendisine nasip ettiği her türlü imkânı meşru şekilde kullanma sorumluluğu taşımaktadır. Şu hadîs-i şerîf israfın geniş çerçevesini çizmektedir:

Ahirette insan şu beş şeyden; ömrünü nerede tükettiğinden, servetini nasıl kazanıp nerede harcadığından, ne gibi işler yaptığından, bedenini ne yolda yıprattığından ve bildiklerini uygulayıp uygulamadığından sorguya çekilmedikçe Allah’ın divanından ayrılamaz.”[20]

Dinimiz toplumun zararına harcamaları yasaklar. İçki, kumar, fuhuş, rüşvet, sefahet başlıca israf şekillerindendir. İnsanların hayatlarını sürdürmeleri için gerekli harcamalar meşru olup israf sayılmaz. Zorunlu olmasa da, hayatı kolaylaştıran imkânlardan da yararlanılabilir. Fakat bunun ötesinde, ihtiyaç giderme, rahatlık ve kolaylık gayesinin ötesinde gurur, kibir, faydasız rekabet, gösteriş, övülme, şöhret gibi bencil duyguların etkisi altında yapılan harcamalar kesinlikle israftır.[21] İslâm’da sağlığı ve zamanı israf da haramdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İki nimet vardır ki insanların çoğu bunlarda aldanmaktadırlar: Bunlar sıhhat ve boş zamandır.[22]

Şahs-ı mânevî, tüzel kişilik olarak çalışan bazı dernek ve vakıflar takdire değer hizmetler vermektedirler. Dünya işlerinin çok çeşitlendiği, zorlaştığı bu zamanımızda yardım etmek isteyenlere rehberlik etmek, onların zekât, kurban ve diğer yardım ve bağışlarını muhtaçlara ulaştırmak çok önemli. Zîrâ insanların bizzat kendilerinin bu işleri takip etmeleri kolay değil. Güven verici işleri ve eserleriyle halkın teveccühünü kazanan derneklere destek olmak gerekir. Bunlar bizim yerimize iş yapıyor, farz-ı kifaye ifa ediyorlar. Meselâ Kimse Yok Mu Derneği, küresel bir yardım kurumu olmuş durumda. Pakistan, Şili, Sudan, Endonezya, Haiti, Gazze, Osetya, Somali gibi musibet yerlerine hemen ulaştıklarını görüyoruz. Musibete maruz kalan yerlere çadırlar, arama kurtarma ekipleri, evler, sağlık hizmetleri, yemek ikramları, kurak yerlerde su kuyuları açma, okullar, onlar için yardım kampanyaları organize etme, evlenme imkânı bulamayanları evlendirme çalışmaları, muhtaç annelere meslek edindirme gibi, aklımıza gelen ve gelmeyen daha başka faaliyetlerle pek kapsamlı çalışmalar yapan bu derneklerimize ve orada çalışan kardeşlerimize şükran borçluyuz. Allah onlardan razı olsun. Unutmayalım ki diğer insanların da onlara destek olma görevi vardır.

 

[1] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 17. Lem’a, s.146 ve 155,İstanbul, Şahdamar Yay. 2007.

[2] Mearic 24-25.

[3] Bakara 3.

[4] Bakara 219.

[5] Diyanet İş. Bşk.lığı, Kur’ân Yolu Tefsiri, bu âyetin tefsirinde, 1/237.

[6] İmam Ahmed, Müsned, 2/418 ve 541.

[7] Tevbe 103.

[8] Sebe’ 39.

[9] Müslim, Birr 69; Tirmizi, Birr 83.

[10] İ.Kafi Dönmez, İslam’da İnanç, İbadet Ansiklopedisi, İFAV, İstanbul, 1997, 4/523).

[11] Müslim, Zühd 3; Tirmizi, Zühd 31.

[12] Bediüzzaman S. Nursi, Sözler, İstanbul, Şahdamar Yay., 2007, s.771.

[13] Buhari, Edeb 60.

[14] Buhari sulh 11 ve cihad 2; Müslim, Edeb 160.

[15] Müslim, Birr, 144.

[16] Buhari, Edeb 34; Müslim,Zekât 66.

[17] Al-i İmran 134.

[18] Bakara 263.

[19] Dr. Nihat Temel, Kur’ân’da İnfak, s.37-54, İstanbul, İFAV, 2001.

[20] Tirmizi, Kıyamet 1.

[21] Mustafa Çağırıcı, İslam’da İnanç ve İbadet Ansiklopedisi, İsraf md., 2/442.

[22] Buhari, Rikak 1.

Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 01/08/2023