Peygamberimiz’in Hayatında Zaman Tanzimi
Allah Resûlü'nün (as) hayatında her iş için, muayyen bir zaman dilimi, bir müddet ayrılmıştır, aykırı hareket edildiği takdirde dikkat çekecek ve hatta Kur’ân vahyine yansıyacak derecede önemli hâdiselere sebep olacak kadar bu müddetlere pek dakik şekilde riayet edilmektedir.
“Hz. Peygamber’in huzuruna, bazı saatlerde kimse giremezdi, zevceleri olduğumuz halde biz de giremezdik.” Hz. Hafsa
İslâm’ın zaman karşısındaki görüşünü ve onun uygun şekilde değerlendirilerek insan hayatının azamî biçimde verimli kılınmasını sağlamak için koyduğu nazari ve pratik tedbirleri kaydettikten sonra, şimdi de, bizzat Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselam) hayatında, zamanla ilgili bir kısım fiilî uygulamalarını göstermeye çalışacağız. Böylece önceki söylediklerimiz mücerret nazariyeler olmaktan çıkmış olacak ve maddî tatbikatını sünnette görmüş olacağız.
1- Üç Prensip
Resûlullah’ın (aleyhissalâtu vesselam) zamanı kullanmasıyla ilgili bir kısım teferruata geçmeden önce, zaman kullanımında ısrarla yer verdiği üç prensibe dikkat çekeceğiz:
1- Aleyhissalâtu Vesselam işlerini, imkan nispetinde günlere göre haftalık, vakitlere göre günlük programlara tâbi kılmıştır. İmkan nispetinde de buna uymuştur.
2- Her iş için, muayyen bir zaman dilimi, bir müddet ayrılmıştır, aykırı hareket edildiği takdirde dikkat çekecek ve hatta Kur’ân vahyine yansıyacak derecede önemli hâdiselere sebep olacak kadar bu müddetlere pek dakik şekilde riayet edilmektedir.
3- Zamanın boş geçirilmesi söz konusu değildir.
Hz. Peygamber’in, haftalık ve günlük işlerini tanzim ve tatbikte bu üç prensip çerçevesinde hareket ettiği görülür.
2- Haftalık Tanzim
İbnu Abbâs’tan (radıyallâhu anh) gelen mevkuf bir rivayet, haftanın her bir gününde yapılacak işleri sayar:
“Pazar günü, ekip dikme ve inşâ günüdür; pazartesi günü yolculuk günüdür; salı günü kan (aldırma) günüdür; çarşamba günü, alma ve ihsanda bulunma günüdür; perşembe günü, sultanın huzuruna çıkma günüdür; Cuma günü, evlendirme ve aileye ilgi günüdür; cumartesi günü, avlanma günüdür.”[1]
Bu rivayet mevkuf ve zayıf olmaktan öte, bağlayıcı, emredici bir mâhiyet taşımaz. Yani bu rivayetten hareketle, haftanın günlerinde zikredilen işleri yapmak gerekir diye bir hükme varmak mümkün değildir. Ancak işlerimizi, imkân nispetinde haftanın günlerine göre belli bir programa bağlamanın gereği prensibini çıkarabiliriz. Nitekim, bu prensibi te’yîd eden daha mevsuk rivayetler bizzat Hz. Peygamber’den (aleyhissalatu vesselam) yapılmıştır. Meselâ Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) “Her pazartesi günü ilim talep edilmesini” emreder.[2] Cuma gününün bayram günü olarak değerlendirilmesinde ısrar ettikten başka, bıyığından fazla kısımları almak, tırnak kesmek, haftalık banyo almak gibi temizliğe müteallik bir kısım işleri de Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) aynı günde yaptığını ifâde eden ve böyle yapmalarını mü’minlere tavsiye eden rivayetler vardır.[3] Keza, hacamat olmak (kan aldırmak) isteyenlere pazartesi, salı ve perşembe günlerini tercih etmelerini tavsiye, diğer günlerden kaçınmayı tembih eder. Ayrıca, hacamat (kan aldırmak) için bir ay içerisinde 17, 19 ve 21. günleri tavsiye eder.[4] Bu tavsiye sırf bir zaman disiplini işi midir, yoksa ayın bu günlerinde, sıhhate etki yapan kozmik şuaların tesiri gibi başka durumlar da söz konusu mudur? Ayrı bir tecrübe ve araştırma mevzuudur.
Şurası muhakkak ki, bu hadisin irşadından hareketle, herkes kendi şartlarına göre, ziyaret, alış-veriş, pazar, iş takibi gibi meşguliyetlerini belli günlere göre planlayıp, her aklına estiğinde iş peşine düşmek, çarşıya çıkmak gibi gevşekliklerden kaçınıp, vaktini daha verimli kullanma gayretine girebilir, rivayetin zayıflığı bu istifademize mâni olmamalıdır.
Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselam) hayatında zaman tanzimi meselesiyle ilgili olarak en çok teferruat, günlük hayatın tanzimi üzerine gelmiştir. Bu meseleyi aydınlatan ve Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselam) günlük programda ısrar ve istikrarını gösteren rivayetler çoktur. Bunların kaydına geçmeden, bir günün nasıl programlandığını anlamada yardımcı olacak bir hususa temas edelim: Günlük işler başlıca iki gruba ayrılmaktadır:
- a) Muvakkat-zuhûrât işler,
- b) Mûtad-muttarıd işler.
Muvakkat-Zuhûrât İşler: Bu gruba giren işler önceden programlanmaksızın zuhur eden işlerdir. Aniden gelen bir heyetin kabulü, bir yabancının müracaatı, bir ihtiyacın zuhuru gibi.
Bunların programa bağlanması müşkil olmakla beraber, bunlar da imkân nispetinde tanzime çalışılmıştır. Şöyle ki, bu çeşit işler, mûtat-muttarıt işlere tahsis edilen vakitlerin dışındaki zamanlarda ele alınmaktadır. Ayrıca, meselâ Medine’ye gelen misafir heyetleri, Aleyhissalâtu Vesselam, münâsip ilk fırsatta kabul ederken, bir müddet kalmaları hâlinde, onlarla olan temaslarını da, derhal mûtat-muttarıt işlerde olduğu şekilde, belli bir programa göre yürüttüğü anlaşılmaktadır. Bu son noktayı açıklayan rivayet, Sakîf heyetiyle ilgilidir:
Sakîf heyeti, Mescid’in arka kısmına kurulan çadırda ağırlanmıştı. Medine’deki ikametleri esnasında Aleyhissalâtu Vesselam her gün yatsı namazından sonra muntazaman kendilerine uğrayarak, alâka gösteriyor, gerekli açıklamalarda bulunuyordu. Bir gün ziyareti geciktirince, bu gecikme dikkatlerine çarpar ve sorarlar:
“Ey Allah’ın Resulü! Bugün, her zaman uğramakta olduğunuz vakitte gelmediniz, geciktiniz, sebep ne idi?..”[5]
3- Günlük Mûtat-Muttarıt İşler
Günlük program deyince esas kastedilen işler bunlardır. Bunlar her gün yapılması gereken ihmal edilmesi caiz olmayan hayatî işlerdir ve programa bağlıdır. Bunların programlanmasında namaz vakitleri hareket noktalarını teşkil etmektedir. Aleyhissalâtu Vesselam bu gruba giren işleri iki buutlu olarak programa bağlamıştır:
1- Aynı işler her gün aynı vakitlerde yapılmaktadır:
2- Her işe tahsis edilen belli bir müddet vardır. O iş her gün aynı müddet içinde tamamlanmaktadır, istikrar bulan zaman hududu aşılmamaktadır.
Rivayetler, Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselam) bu işlerin programında aksama olmaması için hassas davrandığını ifâde eder. Şartların icbârıyla vukua gelen aksamalar derhal dikkat çekici olmuştur. Telâş ve heyecan meydana getirmiş, tecessüsle “niçin?”ini aratmıştır. Nitekim, bir kısım rivayetlerde şu ibarelere rastlamaktayız:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) bir gün, hiç çıkmadığı ve kimsenin de ona rastlamadığı bir saatte evinden çıktı...”[6]
“Resûlullah (aleyhissalatu vesselam), bir gün minbere çıktı, halbuki, bundan önce, Cuma günü dışında minbere çıkması vâki değildi. Bu hâl, halkın merakını artırdı...”[7]
Gündüz veya gece programına giren mûtad işler bu vasfı taşırlar.
4- Gece Programı
Rivayetler, Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselam) geceyi üçe ayırdığını belirtir: Bir bölümü Allah’a, bir bölümü ehline, bir bölümü de kendisine tahsis etmiştir. Kendisine tahsis ettiği kısmı, ayrıca halka ayırır, onlarla görüşürdü.[8]
Rivayetler, güneş battıktan sonra Hz. Peygamber’in geri kalan günlük işleri bıraktığını[9] haber verir. Ancak bu tamamen istirahate çekildiğini ifâde etmez. Çünkü bazı görüşmeleri akşamdan sonra yaptığını daha önce zikretmiştik. Prensip olarak, yatsı namazından önce uyumayı, yatsıdan sonra da sohbeti sevmezdi.[10]
Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ), Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) gecenin başında uyuyup, sonunda kalkıp ibâdet yaptığını belirtir.[11] Bu çeşit rivayetlerden hareket eden âlimler, çoğunluk itibariyle, yatsıdan önce uyumayı, yatsıdan sonra da konuşmayı mekruh addetmiştir. Yalnız Ramazanda yatsıdan önce uyunabilir diyen de olmuştur.[12] Hz. Peygamber’in bazı istisnaî durumlarda “âmme işleri için”[13] gecenin geç saatlerine kadar uyanık kalıp istişarelerde bulunduğuna da[14] yeri gelmişken işaret edelim.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Aleyhissalâtu Vesselam kıyâmu’l-leyl’i şahsî hayatında değişmez bir prensip yapmıştır. Gecenin sabaha yakın tarafında, yani ikinci yarısından itibaren her gün kalkar, ibâdette bulunurdu. Bu saati tercih edişini: “Zira Allah (celle celâluh) dünya semâsına gecenin son üçte birinde inerek: ‘Bir tövbe eden var mı?; bir istiğfar eden var mı, dua eden var mı? Tâ ki isteklerini yerine getireyim’ der ve fecrin doğuşuna kadar devam eder”[15] diyerek açıklar.
Gece kalkışını, Hz. Peygamber’in çoğunlukla Hz. Dâvud tarzında yaptığı anlaşılmaktadır. Zira onu takdirle yâd eder: “Allah’a en sevgili gece namazı, Dâvud’unkidir. O, gecenin ilk yarısında uyur, üçte birinde kalkıp namaz kılar, son altıda birinde (sabah namazından önce) tekrar uyurdu” buyurur.[16]
5- Gündüz Programı
Sabah namazından sonra yatmayı her Müslüman’a yasaklayan Aleyhissalâtu Vesselam, kendisi güneş doğuncaya kadar mescitte kalır, ashâbıyla sohbet ederdi. Bu sırada dinî olmayan konularda sohbetler de yapılır, şiir okunurdu. Neşeli geçen bu saatlerde ashâb güler, de tebessüm buyururdu.[17] Bu sohbetler sırasında karşılıklı rüyalar da anlatılır ve yorulurdu.[18] Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) bu sohbetlere verdiği ehemmiyeti şöyle ifâde eder:
“Sabah namazını kılıp, sonra da bir cemâatte oturup güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikretmem, bana, Allah yolunda, düşmana saldırmamdan daha sevimlidir. İkindiyi kıldıktan sonra güneş batıncaya kadar geçen zaman için de böyle.”[19]
Ashâbla olan sabah sohbetinden sonra Aleyhissalâtu Vesselam zevcelerine ziyareti, onlarla ailevî sohbeti başlatmaktadır.[20] Oruçlu olmadığı günlerde sabah yemeğini de bu sırada yemesi tabiîdir.
Öğle vakti, namaz ve kaylûle (öğle uykusu) saatleridir, istirâhatle ilgili bahiste bazı teferruat kaydedeceğimiz kaylûle Resûlullah’ın günlük mûtad-muttarıd işlerinden biridir.
İkindi namazından sonra hanımlarını ziyaret de günlük mûtad-muttarıd programa dâhildir. Az ileride belirteceğimiz üzere, bu da uzun olmayan belli bir müddet içerisinde tamamlanmakta, müddeti taşmamaktadır.[21]
Hz. Peygamber’e Ziyaretler
Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) gece olsun, gündüz olsun, belli esaslara bağlamış bulunduğu işlerden birinin de ziyaretler olduğu anlaşılmaktadır. Gerek kendisine yapılan ziyaretler ve gerekse kendisinin yaptığı ziyaretler zaman, müddet ve hattâ âdab bakımından herkesçe bilinen bir programa bağlanmışa benziyor. Mü’minlerin istedikleri zaman, istedikleri şekilde ziyârete tevessüllerine, bizzat vahyin müdâhale ettiğini göreceğiz. Çok yakınlarının ziyaretleriyle ilgili rivayetlere göre, ancak belli saatlerde Hz. Peygamber’le (aleyhissalatu vesselam) görüşebilmektedirler:
Sözgelimi, Hz. Ali (radıyallahu anh), Peygamber Efendimiz’in yanına biri gece, biri gündüz olmak üzere iki sefer uğrayabildiğini belirtir.[22] Hz. Âişe (radıyallahu anhâ), Selmân-ı Fârisî’nin Peygamber Efendimiz’le (aleyhissalatu vesselam) günlük karşılaşmasının akşamları cereyan ettiğini bildirir.[23] Hz. Hafsa (radıyallahu anh), bazı saatlerde Hz. Peygamber’in huzuruna kimsenin girmesine müsâade edilmediğini[24] –ve hattâ zevcesi olmasına rağmen– kendisinin bile o saatlerde giremediğini belirtir.[25]
Ziyaret Protokolü
Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselam) şahsî hayatında zaman tanzîmiyle alâkalı açıklamaları tamamlayan bir husus, O’nun huzuruna giriş protokolüdür. Bu maksatla konan düsturların zaman değerlendirme yönünün de olduğuna inanarak bu bahse yer verdiğimi bilhassa belirtmek isterim. Bugün, Resûlullah yok ise de, hayatımızda devamlı, temas kurmak durumunda kalacağımız resmî şahıslar vardır. Onlarla düzensiz, rastgele temaslar, onların verimliliğine tesir eder, hasıl olacak mahzurlar daha bir vüs’at ve genişlik kazanır. Bu sebeple belirteceğimiz esaslar üzerinde durup, pratik hikmetlerini anlamaya çalışmalıyız.
Gerek Kur’ân ve gerekse hadîste gelen nasslardan anlaşıldığına göre, medenîleşen içtimâi hayatta zarurî olan, büyüklerle temas âdabının esaslarını tespit işi de ehemmiyet kazanmıştır. Günümüzün tabiriyle protokol (veya teşrifat) dediğimiz bu çeşit kâideler, âyetlerle bizzat Hz. Peygamber’le (sallallâhu aleyhi ve sellem) olan münâsebetler zımnında vazedilmek suretiyle bütün mü’minlerin müşterek kültürü arasına dâhil edilmiştir. Diğer içtimaî ve amelî esaslarda olduğu gibi, bu kâidelerin öğretiminin de Medine döneminde ele alındığı anlaşılmaktadır. Zira meseleye temas eden âyetler medenîdir:
1- Şu âyet “husûsî ve mahrem” konuşmaları imkân nispetinde asgariye indirme gayesini gütmektedir:
“Ey imân edenler! Siz Peygamber’e mahrem bir şey arzetmek istediğiniz vakit, bu mahrem konuşmanızdan evvel sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı, daha temizdir. Fakat bulamazsanız, şüphe yok ki Allah çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir...” (Mücâdile, 58/12)[26]
2- Şu âyetler Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) huzuruna ancak çağrılınca girmeyi, girince fazla kalmamayı, dolayısıyla huzuru gereksiz yere işgal etmemeyi emreder:
“Ey imân edenler! (Bundan sonra) Peygamberin evlerine -yemeğe davet olunmaksızın, vakitli vakitsiz- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamber’i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyor. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber’in zevcelerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin kalbleriniz de, onların kalbleri de daha temiz kalır.” (Ahzâb, 33/53)
3- Hucurât sûresinin baş kısmını teşkil eden şu âyetlerde, protokolün, konuşma âdabına giren, ses tonunun ayarlanmasına kadar inen bazı teferruat emredilmiştir:
“Ey imân edenler! Allah ve Resulünün huzurunda (sözde, işte) öne geçmeyin. Allah’tan korkun. Çünkü Allah hakkıyla işiten, her şeyi bilendir. Ey imân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden yüksek çıkarmayın. Ona sözle birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir. Seslerini Resûlullah’ın yanında kısan kimseler, Allah’ın kalblerini takva için imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük mükâfat vardır. Sana hücrelerin arkasından bağırarak seslenenlerin çoğu, akletmeyen kimselerdir. Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu. Allah mağfiret edendir, merhamet edendir.” (Hucurât, 49/1-5)[27]
Taşradan gelen bedevilere, Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) huzuruna çıkarılmazdan önce, selâm, konuşma vs. âdabının öğretildiğini, âdaba riâyet etmeyenlere müdâhale edildiğini, hattâ bu maksatla hususi vazifelilerin bulunduğunu gösteren rivayetler çoktur.[28] Ancak konunun teferruatı mevzumuzu ilgilendirmez. Resûl-i Ekrem’e rastgele soru sormanın yine vahiyle yasaklanmış olması da[29] ziyaret âdabı zımnında hatırlatılması gereken bir başka husustur. Yasaktan sonra, ashâb, taşradan “akıllı” bir bedevinin gelerek sorular sormasını temenni etmiş,[30] teşvik etmiş,[31] hattâ bazıları daha da ileri giderek, bu çeşit âdabın câhili yabancılara bazı hususları Aleyhissalâtu Vesselam’dan sormaları için bahşiş bile vermiştir.”[32]
6- Hz. Peygamber’in Ziyaretleri
Rivayetler Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselam) şahsî ziyaretlerinin de belli bir programa bağlı olduğunu, muayyen ve mûtad bir müddet devam ettiğini göstermektedir. Hz. Ebû Bekir’i (radıyallahu anh) her gün aynı saatlerde bir sabah, bir de akşam vakti olmak üzere iki defa ziyaret etmektedir.[33] Bu düzen fevkalâde bir durum olmadıkça bozulmamaktadır. Nitekim, hicrete karar verip, bunu bildirmek üzere aniden Hz. Ebû Bekir’e (radıyallahu anh) uğrayınca bu geliş hayretle karşılanmış, “âdeti olmayan bir saatte” geldiği rivayetlerde ifâde edilmiştir.[34]
Kızı Hz.Fâtıma’ya (radıyallahu anh) da “her sabah” uğrayıp “namaz!, namaz!” diyerek sabah namazına kaldırdığı belirtilir.[35]
Hanımlarına da “gece olsun, gündüz olsun”[36] aynı saatlerde ve muayyen müddet içerisinde ziyarette bulunmaktadır. Bu ziyaretler devrî (periyodik) olarak, sabah namazını müteakip Ashâb’la yaptığı sohbetinden ve ikindi namazlarından sonra vâki olmaktadır.[37] ilâ’ya[38] karar verdiği gün, sabah namazından sonra, mûtat sohbeti ve hanımlarına olan ziyareti terk ederek meşrübe denilen hususî hücreye çekildiğini gören ashâb, nahoş bir durum olduğunu tahmin ederek telâşlanmıştır. Öyle ki, Hz. Ömer (radıyallahu anh) “Resûlullah (aleyhissalatu vesselam) hanımlarını boşadı” diye endişelenmiş, durumu tahkik için hemen kızı Hafsa’ya (radıyallahu anh) koşmuştur.[39]
Ziyaret Müddeti
Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselam), günlük hayatını tanzim ederken, belli vakitlerde belli işleri yapmakla kalmayıp, o işleri belli müddet içinde yapmayı prensip hâline getirdiğini de görmekteyiz. Öyle ki, alışılmış olan müddete, nâdir durumlarda meydana gelen azıcık bir riayetsizlik, muhatapların hemen dikkatini çekebilmiş, birbirini takip eden bir kısım hâdiselere sebep olabilmiştir. Bunun en güzel misâli, sûre-i Tahrîm’in inzaline sebep olan hâdisedir: İkindi namazlarından sonra hanımlarına yaptığı ziyaretlerinden birinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) zevcelerinden Hz. Hafsa validemizin (radıyallâhu anh) yanında, kendisine ikram etmiş bulunduğu bal şerbetinin hatırı için sohbeti birazcık uzatmıştı. Diğer hanımlar, bu gecikmenin sebebi hususunda tecessüs ve tahminlerde bulunurlar. Birbirini takip eden bazı hâdiseler sonunda Aleyhissalâtu Vesselam bir daha bal şerbeti içmemeye yemin eder.[40] Arkadan gelen bir vahiy, Aleyhissalâtu Vesselam’ı bu davranışı sebebiyle tevbîh eder:
“Ey Peygamber! Zevcelerinin rızasını gözeterek, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi, niçin kendine haram kılıyorsun! Allah bağışlayandır, rahmet sahibidir. Allah şüphesiz size yeminlerinizi keffâretle geri almanızı meşru kılmıştır...” (Tahrîm, 66/1-5)
Resûlullah, zaman kullanımında, programlı ve böylesine dakik, ve uygulamada tavizsiz olmasaydı bunun başarısına menfi yansımalar yapacağı, ve bir kısım beklenmeyen tatsız hadiselerin vukua geleceği söylenebilir.
Sünnet kültürümüze Resûlullah’ın bu yönlerinin de dâhil edilmesi gereğini bir kere daha tekrar etmek isterim.
[1] el-Metâlib 3/265.
[2] Feyzu’l-Kadîr 1/543.
[3] Üsdü’l-Gâbe 3/346; Müslim, Cum’a 7-10; Muvatta, Cum’a 1.
[4] Ebû Dâvud, Tıb 5; İbnu Mâce, Tıb 22.
[5] Üsdü’l-Gâbe 1/168.
[6] a.g.e. 5/15.
[7] İbnu Mâce, Fiten 33.
[8] Üsdü’l-Gâbe 1/32.
[9] Müstedrek 3/461.
[10] Buhârî, Mevâkıt 13/23.
[11] İbnu Mâce, İkâme 182.
[12] Tuhfetu’l-Ahvâzî 1/511.
[13] Zâd (Mevâhib şerhi ile) 1/141.
[14] Müstedrek 2/227.
[15] Üsdü’l-Gâbe 6/91; İbnu Mâce, İkame 182.
[16] Buhârî, Teheccüd 7; Müslim, Sıyâm 189; Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl 14.
[17] Nesâî, Sehv 98.
[18] Müslim, Rü’yâ 23.
[19] Üsdü’l-Gâbe 2/466.
[20] Fethu’l-Bâri 11/229.
[21] Şerhu Müslim 10/73-76.
[22] Nesâî, Sehv 17.
[23] Üsdü’l-Gâbe 2/420.
[24] Fethu’l-Bâri 3/301.
[25] a.g.e. 3/293.
[26] Müteakip âyet de mevzu ile ilgilidir.
[27] Müfessirlerimiz âyetlerden hem burada belirtilen âdabı anlamışlar, hem de dinî meselelerde Allah ve Resulünün beyânından dışarı çıkmamayı, meselelerin hallinde bu iki kaynakta yeterli araştırma yapmadan şahsî içtihada gitmeme gereğini anlamışlardır, bak: İbnu Kesîr 6/366-67.
[28] Buhârî, Şurût 15; Fethu’l-Bâri 6/266; Tirmizî, Da’avât 102.
[29] Müslim, İmân 10; Dârimî 1/130, 656. hadîs (1966 baskısı).
[30] Müslim, İman 10; Darimî 1/130, 656. Hadis
[31] Tirmizî, Tefsîr, Ahzâb.
[32] Bak. Cânan, Kütübü Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi 5,295.
[33] Fethu’l-Bâri 13/110.
[34] a.g.e. 8/235; 12/388.
[35] Üsdü’l-Gâbe 5/407.
[36] Fethu’l-Bâri 1/392.
[37] a.g.e. 11/292.
[38] İlâ hâdisesi: Bâzı ailevî sebeplerle Resûlullah’ın (aleyhissalatu vesselam) hanımlarından bir ay ayrı yaşamasıdır.
[39] Müslim, Talâk 30-31; Heysemî 5/8-9.
[40] Fethu’l-Bâri 11/229; Şerhu Müslim 10/73-76.
* Müellifin, "İslâm’da Zaman Tanzimi" adlı kitabından alınmıştır.