Zaman Üzerine





Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 12/18/2022
Clap

Zamanın ayrıca, hem düz çizgi (lineer) hâlinde, hem de helezonik bir yapısı vardır. Ferdin hayatı geri dönüşü olmayan, ileriye doğru akan düz bir çizgiye, toplumlarınki ise, helezonik bir gidişe benzetilebilir.

Zaman aslında hepimizin algıladığı ve hissettiği bir fenomendir. Fakat onu tarif etmeye çalıştığımızda zorlanırız. Çünkü zamanın kendisini değil; ancak neticelerini ifade edebiliriz. Bu yüzden de, zaman hakkında daha temel, daha derin bir tarife ihtiyaç duyarız.

İslâm kozmolojisinde âlem tasavvuru, dâirevî işleyen ve bir bütünlük gösteren gayb, misâl ve şehadet âlemlerinden oluşur. Varlıklar da, vâcibü'l-vücud (varlığı kendinden ve zorunlu olan, yokluğu düşünülemeyen Cenab-ı Hakk'a ait sıfat,), mümkinü'l-vücud (varlığı ve yokluğu Allah'ın dilemesine bağlı olan; olsa da olur, olmasa da) ve mümteniü'l-vücuddur (olması muhâl ve imkânsız olan). Gayb âleminde varlıklar ilim kalemiyle İmam-ı Mübin (Levh-i Mahfuz) denen kader defterinde yazılıdır, dâimî kalıpları olan birer ayân-ı sabitedir. Bunların ilmî varlık seviyesinden hâricî varlığa çıkmaları İlâhî irade ve kudretin tecellisine bağlıdır. İlmî varlıklar hâricî varlık seviyesine çıkmadan önce aradaki geçiş âlemi olan misâl âlemlerine (Levh-i Mahv ve İsbat) düşerler (rüyalar, ilhamlar). Dolayısıyla her varlığın kaderî bir kalıbı olduğu gibi, misâlî bir şekli ve görüntüsü de vardır. En sonunda hâricî varlık elbisesi giyerek beş duyumuza görünür hâle gelirler. Vazifelerini ve ömürlerini tamamladıktan sonra, tekrar misâl ve gayb âlemlerine veya ilmî vücudlarına geri dönerler. Bediüzzaman (ra), varlıkların yaratılış olarak tarif ettiğimiz bu âleme gelişlerini kef ve nun ("kün fe yekun!" = "Ol! der ve olur") tezgâhındaki tecelliler olarak ifade eder. Bunun en tipik misalî, ağacın var oluş programını tekvinî emirlerin mücessem bir hâli olarak içinde barındıran bir tohumun bir silsile şeklinde fide, gövde, ağaç, dal, yaprak, çiçek, meyve ve tekrar tohuma dönüşmesidir.

Yukarıdaki varlık görüşünü ortaya koyan Bediüzzaman Hazretleri'nin zamanı da bu eksende izah ettiğini görürüz (Bkz, Sözler, 10. ve 30. Söz). Zamanın misâlî bir sayfası olan Levh-i Mahv ve İsbat'ta varlık silsileleri icad edilirken, zerreler (atom-altı dünya) tahrik edilir. Demek zerrelerin hareketi, ilmî varlıkların ilim kalemiyle yazılmış İmam-ı Mübin'den irade ve kudret kalemiyle yazılmış Kitab-ı Mübin'e, yani gayb âleminden görünen âleme, ilmî vücuddan hâricî vücuda geçmeleri sırasında Levh-i Mahv ve İsbat sahnesinde bir titreşim, bir salınım ve bir harekettir (Atom-altı dünyalardaki kuantik hâdiseleri anlamak bizim için bu yüzden zor olmaktadır). Levh-i Mahv ve İsbat sahnesi ise, sabit ve dâim olan Levh-i Mahfuz'un mümkinat dairesinde (ölüme ve hayata, varlığa ve yokoluşa mazhar olan varlıklar âleminde) sürekli değiştirilen bir defteri ve yazılıp bozulan bir tahtasıdır. İşte zamanın hakikati budur. Zaman, kâinattaki varlıkların, içinde akıp gittiği büyük bir varlık-yokluk nehrine benzetilebilir. Zaman ayrıca, Levh-i Mahv ve İsbat'ta yaratılan İlâhî kudrete ait kitapların bir sayfası ve mürekkebi olarak da yorumlanabilir. Özetle, zaman hareketin bir rengi, bir türevi, şeridi hükmünde olduğundan itibarî, izafî bir hususiyet arz eder. Hareketle ölçüldüğünden, varlıkların ve işlerin akış hızına bağlı olarak yavaş veya hızlı algılanabilir... Varlıkların gayb âleminden şehadet âlemine geçişini gösteren bir ip, bir şerittir ki, Sâni–i Zülcelâl her sene bir başka âlemi ona takıp gösteriyor. Bu ifadelerden, hareketin olmaması durumunda zamanın olamayacağını, bizim âlemimize bakan yaratılış (hareket) durduğunda maddî varlıkların donup kalacağını, geçmişlerine ve geleceklerine gidemeyecekleri neticesini çıkarıyoruz.

Kudsî bir Hadîs-i Şerif'te Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Âdem oğlu dehre söverek beni ezalandırır, hâlbuki ben dehr(in yaradanıy)ım. Her emir (iş) benim elimdedir. Geceyi gündüzü ben idare ederim." (Buhârî, Tefsiru Sûre 45/1; Tevhid 35; Edeb 101; Müslim, Elfâz 1,2, 5, 6; Ebû Dâvûd, Edeb 169).

Efendimiz de Hadîslerinde, "Sakın sizden biriniz 'Vay dehrin musibetine', demesin (böyle sövmesin)! Çünkü dehr ancak Allah'tır." ve "Dehre sövmeyin!. Çünkü dehr ancak Allah'tır." buyurmuştur. (Buhârî, Edeb 101; Müslim, Elfâz 4; Muvatta', Kelâm 3).

Bu Hadîslerdeki "Dehr Allah'tır." ibaresinin mânâsı şudur: Zamanı ezelî ve ebedî kabul edip her şeyin dehr (zaman) tarafından (kendiliğinden) meydana getirildiğine inanan ve bu yüzden Dehriyye ismini alan, başta cahiliyye Arapları ve onların izinde giden diğer dehrîler (materyalistler) herhangi bir musîbete mârûz kalınca dehre söverler. Halbuki dehri ve her şeyi yaratan Allah'tır. Bu sövme, neticede Allah'a varmaktadır ve bundan dolayı dehre (zamana) sövmek yasak edilmiştir. (Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1978, IX, 706-707; Tecrid-i Sarih Tercümesi, XII, 160). Hoşa gitmeyen bir şey karşısında, "Bunu dehr yapıyor." diye dehre söven, -dehr bir şey yapmadığına ve her şeyi Allah yarattığına göre- Allah'a sövmüş oluyor. Onun için Cenâb-ı Allah, "Dehr Benim" buyurarak dehrin yaratıcısı, mâliki ve mutasarrıfının kendisi olduğunu bildiriyor.

Bütün bunlardan yola çıkarak zamanın büyük bir sır olduğunu söyleyebiliriz. Birçok düşünce ve bilim adamının zaman hakkında farklı şeyler söylemesi, zamanı anlamada aciz kaldığımızı göstermektedir.

Batı'da da düşünürler ve bilim adamları zaman hakkında pek çok şey söylemiştir. Alfred North Whitehead: "Zaman, olmanın şeklidir." derken; Aziz Augustine şöyle bir ifade kullanmıştır: "Zaman üzerine düşünmediğimde zamanın ne olduğunu biliyorum; ama zamanın ne olduğu üzerine düşünmeye başladığımda zamanı bilmediğimi fark ediyorum." "Zaman, ne kadar beklediğinizdir." diyor fizikçi R. Feynman. Genel veya gündelik bir tarif olarak, "Zaman, doğru çalışan bir saatin ölçtüğü şeydir." diyebiliriz. Zaman, gerçekleşen hâdiseler arasındaki öncelik-sonralık münasebetini de ifade eder. Meselâ, "Yavuz Selim Han, Fatih'ten sonra, Kanunî'den önce yaşamıştır." cümlesindeki italik kelimelerle belirtilen durum gibi.

Zamanın ayrıca, hem düz çizgi (lineer) hâlinde, hem de helezonik bir yapısı vardır. Ferdin hayatı geri dönüşü olmayan, ileriye doğru akan düz bir çizgiye, toplumlarınki ise, helezonik bir gidişe benzetilebilir. Bu itibarla fert, zamanın her ânını çok iyi değerlendirmelidir.

Aristo'ya göre, zaman değişimin ölçüsüdür. Ama zamanın kendisi değişim değildir. Çünkü, bir değişim hızlı veya yavaş olabilir; fakat zaman olamaz. Zenon, Eflatun, Spinoza, Hegel ve McTaggart gibi filozoflar, zaman kavramında bulduklarını düşündükleri çelişkilerden dolayı zamanın var olmadığı veya gerçek olmadığı neticesine varmışlardır. René Descartes, "Zaman nedir?" sorusuna çok farklı bir cevap vermiştir. Ona göre kâinattaki varlıklar kendi başlarına var olmaya devam edebilecek güç ve kâbiliyette olmadıkları için, Allah varlıkları her ân yeniden yaratmaktadır. Bu yok olup yeniden yaratılma süreci ise zamandır. Newton, zamanı, bütün hâdiseleri içine alan sonsuz bir kap gibi düşünmüştür. Leibniz ise buna karşı çıkarak, zamanın hâdiselerden ayrı ve bağımsız olarak var olmadığını, bunların sıralamasıyla ilgili olduğunu söylemiştir. Leibniz'e göre, zaman, var olmak için hâdiselere muhtaçtır. Immanuel Kant, zamanın insanın zihninde olduğunu, daha doğrusu zihin tarafından dışarıdaki nesnelere yansıtıldığını ortaya atmıştır. Reichenbach, zamanı, hâdiseler arasındaki sebep-netice münasebetine göre tarif etmiştir. Martin Heidegger'e göre ise, insan var oluşunun en önemli unsuru, zamana bağlı olmasıdır, hattâ varlık zamandır. Bazı bilim adamları ise, zamanın doğurduğu felsefî problemlerle ilgilenmemiş ve zamanı, fiziğin denklemlerinde aramışlardır.

 

Fizikte zaman

Fizikçi John Archibald Wheeler, zamanı, her şeyin bir ânda olup bitmesini engelleyen şey olarak tarif eder. Klâsik fizikte zaman düzgün ve değişmeden akan bir nehir gibidir. Gündelik hayatta bu doğrudur. Sizin saatinize göre 1 dakika geçtiğinde benim saatime göre de 1 dakika geçer. Zaman her yerde aynı akar. Gözlemciye veya şartlara göre değişmez.

Fizikte Einstein'dan sonra zaman anlayışı değişmiştir. Artık zaman, uzayla beraber düşünülmekte, 3 uzay boyutuyla birlikte 4 boyutlu uzay-zaman denen yapıyı oluşturmaktadır. Ayrıca, zaman uzayıp kısalabilir, gözlemcilere göre değişebilir. Meselâ dünyada 1 saat geçerken, uzaya gönderilen çok hızlı bir rokette yarım saat geçebilir. Böyle bir roket, on yıllık bir uzay yolculuğu yapıp dünyaya geri döndüğünde dünyada yirmi yıl geçmiş olacaktır. Roketin 2008 yılında fırlatıldığını düşünürsek, döndüğünde dünyada tarihler 2028 yılını gösterecek; fakat roketin içindeki astronotlar sadece 10 yıl yaşlanmış olacaklardır. Ayrıca, bir gözlemciye göre eşzamanlı olan, yani aynı zamanda gerçekleşen iki hâdise, başka bir gözlemciye göre eşzamanlı olmayabilir. Böyle garip neticeleri olan izafiyet teorisi, şimdiye kadar yapılan deney ve gözlemlerle uyuşmaktadır, yani fizikte kabul edilen bir teoridir.

İzafiyet teorisinin başka bir neticesi, çekim alanına göre uzay-zamanın değişmesidir. Nötron yıldızları gibi çok yoğun maddeler, zamanın fark edilebilir ölçüde değişmesine sebep olabilmektedir. Hattâ karadeliklerde zaman tamamen durmaktadır. Bu yüzden, uzaktan baktığımızda karadeliğe düşen bir cismin karadeliğin içine girdiğini hiçbir zaman göremeyiz. Zamanın değişmesinden dolayı, bu cisim karadeliğe yaklaştıkça git gide yavaşlıyormuş gibi görünecek, olay ufku denen sınıra vardığında ise nerdeyse durmuş gibi algılanacaktır.

Zaman, fizikî âlemin bir boyutudur ve kâinatla birlikte yaratılmıştır. Başka önemli bir nokta da, fizikteki zaman kavramının "şimdi" diye bir şey ihtiva etmemesidir. Fiziğe göre bütün zamanlar veya zamanın bütün dilimleri aynı özelliktedir, yani, "şimdi" dediğimiz zaman noktasının diğer zaman noktalarından bir ayrıcalığı yoktur. Hâlbuki "şimdi", bizim için vardır ve önemlidir; hattâ en önemli ândır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Erteleyenler (Yarın, sonra yaparım diyenler) helâk oldu." buyurmuşlardır. Yaşanılan "ân", geçmiş ve geleceği birbirinden ayırmaktadır. Fizik kanunları ise geçmiş ve geleceğe göre simetriktir. Yani geçmiş ve gelecek arasında ayrım yapmaz.

Uzay-zaman denen fizikî yapıyı düşündüğümüzde, kâinat hakkında şöyle bir resim ortaya çıkmaktadır: Kâinat bir kitaba benzemektedir. Bu kitabın sayfaları zamandır. Meselâ Asr-ı Saadet bir sayfa, Hz. İsa'nın (aleyhisselâm) zamanı bir sayfa, Hz. Musa'nın (aleyhisselâm) zamanı başka bir sayfadır. Biz şu ânda, 2010 yılında, bu kitabın sayfalarından birinde bulunmaktayız. Yapıp ettiğimiz şeylerle, yani amellerimizle, bu kitabın bir kısmını biz kendimiz yazıyoruz. Bu kısım âhiret gününde "amel defterimiz" olarak karşımıza çıkacaktır. Bu kitap, yani sayfaları zamandan ibaret olan kâinat kitabı, zamanüstü olarak mevcuttur. Allah'ın ilminde yer alan bu kitaba Levh-i Mahfuz (İmam-ı Mübin) denmektedir. Yaratma, bu kitaptaki ilmî proje mahiyetindeki varlıkların fizikî varlık kazanması, yani, Allah tarafından ilim dairesinden kudret dairesine geçirilmesidir. Bu kitabın hiçbir sayfası diğerinden yapı olarak farklı olmadığından, herhangi bir zamanın da diğer bir zamana yapı olarak ayrıcalığı yoktur [Bazı zaman dilimlerinin diğerlerinden daha hayırlı olması ayrı bir konudur ve zamanın fizikî yapısıyla değil mânevî değeriyle ilgilidir]. Bu durumda yaratılış bize, yani şuurlu varlıklara göre cereyan eden bir şeydir. Çünkü Levh-i Mahfuz kitabı zaten değişmeden olduğu gibi ortada durmaktadır; aynen yazılıp bitmiş bir kitabın artık değişmemesi gibi. Bunu, "Kalem kurudu." Hadîsi ifade etmektedir. Dolayısıyla, zamana bağlı yaratılma ve değişiklik bizim için sözkonusu olup her insan kendi zamanını yaşamaktadır. Allah Tealâ, kaderimizden belli levhaları sırasıyla bize göstermekte, bizim verdiğimiz tepkilere, yaptığımız tercihlere göre başka levhaları önümüze çıkarmaktadır. Ama bütün bu levhaları ve bizim yapacağımız tercihleri ezelî ilmiyle bilmektedir. Bizim için bir öncelik-sonralık münasebeti arz ederek sürüp giden bu işleyişin son noktası ölümdür. Kur'ân-ı Kerîm'de "Her ümmet için belirlenmiş bir müddet vardır..." (A'raf, 34) buyrulmaktadır. Bundan sonra, ölüm ötesi hayat başlayacaktır. .

 

Kur'ân-ı Kerîm'de zamanın izafîliği

"Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac Sûresi, 47)

"Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir." (Mearic Sûresi, 4)

"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde Sûresi, 5)

Bu âyetler, zamanın izafi karakterinin çok açık birer ifadesidir. Bilim tarafından 20. yüzyılda ulaşılan bu neticenin bundan 1400 yıl önce Kur'ân'da bildirilmiş olması ise, elbette enteresandır. Kur'ân'ın daha pek çok âyetinde kullanılan üslûp zamanın bir algı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bunu bilhassa bazı kıssalarda görmek mümkündür. Meselâ Allah Kur'ân'da bahsedilen mümin bir topluluk olan Kehf ehlini üç yüzyılı aşkın bir süre derin bir uyku hâlinde tutmuştur. Uyandırdığında bu kişiler zaman olarak çok az bir süre uykuda kaldıklarını düşünmüşler, ne kadar uyuduklarını tahmin edememişlerdir:

"Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık." (Kehf Sûresi, 11-12)

"Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: 'Ne kadar kaldınız?' Dediler ki: 'Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.' Dediler ki: 'Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir...' " (Kehf Suresi, 19)

"Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: 'Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?' Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: 'Ne kadar kaldın?' O: 'Bir gün veya bir günden az kaldım' dedi. (Allah ona:) 'Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?' dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: '(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir.' " (Bakara Sûresi, 259)

Bu âyetlerden şunu da anlamak mümkündür ki, zaman, Allah'ın elinde evirip çevirdiği, değiştirip kullandığı bir şeydir. Her şey gibi o da Cenab-ı Hakk'a boyun eğmiş, emrine hazır beklemektedir.

 

* Sızıntı Dergisi arşivinden (Mart, 2010)

Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 12/18/2022