Zaman ve İnsan
Belirli bir zamanda evimizi terk etmemiz gerekir ve günün geri kalan kısmı, bölüm ve zamana tren tarifesi kadar kesin olarak ayrılmış vaziyettedir.
Bize bağlı olmayan ve kendisinin her yönüyle bizi sınırladığı “zaman”, pek öyle önemsenmeyecek gibi değil. Her canlıda olduğu gibi insanoğlunun da başlangıçtan itibaren buna, yani dünyaya gelebilmek için bile belli bir zamana ihtiyacı vardır. Dokuz ay beklenecektir. Yürüme, konuşma, okula başlama, bir iş başına gelme hep belli zamanlardan sonra olmaktadır: Bunların yanında günümüz insanının hayatı, büyük nisbette bizzat kendisinin en iyi şekilde geliştirdiği icatlarından biri ve zaman ölçüsü olan “saat” tarafından ayarlanmıştır. Belirli bir zamanda evimizi terk etmemiz gerekir ve günün geri kalan kısmı, bölüm ve zamana tren tarifesi kadar kesin olarak ayrılmış vaziyettedir. İnsanın günlük yaşama düzenini değiştirmesi, tren tarifesinde büyük zaman değişikliklerine sebebiyet verecek ve tarifeyi değiştirecek nitelikteki düzensizliklerin ortaya çıkardığı zorluklar kadar mühim hale gelmiştir. Günlük çalışmamız bitse bile az veya çok bir zamana kendimizi uydurmaya devam ederiz. Şu saatte evde bekleniyoruz, şu zamanda yemeği bitirmeliyiz, biraz sonra şunlar gelecek gibi. Çoğu zaman devamlı bir yeknesaklık hüküm sürer ve belirli kalıplar içinde, bazen de basit düşüncelerimiz, basit hesaplarımız içinde sıkışıp kalırız.
Acaba niçin Paskal’ın düşündüğü gibi düşünemiyoruz? Zira o, insanı ve diğer yaratıkları başı ve sonu belirsiz gibi görünen doğru bir çizginin ortasında görür. Sanki bu, gökyüzüne çıkıp hayatı bir çizgi üzerinde takip etme gibi bir şeydir. Kinatın işleyişiyle ilgili bu zaman çizgisinde insana ayrılan çizgi bölümü gayet barizdir ve belli sınırlar içindedir. Bu süreyi fevkalde hadiseler her an kısaltabildiği halde uzaması söz konusu değildir. Mesel yüz yaş gibi bir yaşa gelince insan, kendisinin çizginin öbür tarafının mecburi davetçisi olduğunu bilir. O halde belli zaman sınırı içinde insan, bu kadar kısa zamanda ne yapabilirim, ne yapmalıyım diye şaşırıp kalmakta mıdır? Bu, pek de öyle olmamaktadır, bir bakıma duvarları ayna ile kaplı daracık bir odada bulunan insanın durumunu andırmaktadır. Oda, her yönüyle çok genişmiş gibi görünür. Fakat bir tarafa küçük bir hareket aynalara çarpmayla neticeleneceğinden insan ancak bu hadiseden sonra dar odada olduğunu anlar.
Öyle ya, gelecek için bir sürü plan yaparız, “randevular” veririz, anlaşmalar yaparız. Fakat küçük bir dikkatsizlik, bir kaza, beklenmedik bir hastalık, hayatın son bulma anıyla burun buruna gelme, dünyanın daha doğrusu zamanın o kadar geniş olmadığını bize kuvvetle hissettirir. Teselli için “yalan dünyada uzun emel boşuna” diye söylenilen sözler de aslında hep bu zamanın sınırlı oluşunun değişik ifadeleridir.
Zaman çarkı diye de adlandırılabilen bu büyük devirli çark adeta güzerghı uzun bir trene benzemektedir. Biz insanlar, bir duraktan binip başka bir durakta inmekteyiz. O, yine yoluna devam etmekte. Güzergh o kadar uzun ki nereden gelip nereye gittiğini ve kimin emriyle çalıştığını çoğu zaman aklımıza bile getirmediğimiz gibi bazen aklına getirenler de kendi kendine hareket ediyor, hedefini kendi biliyor zehabına kapılmaktadırlar. Akl-ı selim sahibi kişiler ise kendilerini çok yakından ilgilendiren böyle bir hadiseyi inceden inceye tetkik edip Öylesine düzenli bir işleyişin gelişigüzel olamayacağını, hareket halinde olup belli bir hedefe giden bir trenin hareket ettiricisinin, hedefi tayin edicisinin mutlaka olması gerektiğini sezebilmektedirler.
Herkes Paskal olmasa bile, her insanda irade ve düşünebilme kabiliyeti olduğuna göre, sınırlı zaman içinde meydana gelen mikro-makro lem arası mükemmel ilişkiler, baş döndürücü kinat hadiseleri, gece gündüzün meydana gelmesi, gözle güneş arasındaki ilişki, arının insana her yönüyle ilç olan balı yapabilmesi başka nasıl ifade edilebilir? Geçici dünya diye kastedilen yine bu kısa zaman süresi içindeki olaylara göre, çizginin devamında, çarkın dönen diğer kısmında, trenin gittiği daha uzak istasyonda, bunları hareket ettiren yine bunları durdurup yaptığımız binbir çeşit iyi kötü davranışların neticesine göre başka bir lemde yeniden devamına muktedir değil midir?
Hadiseleri derinlemesine tahlil etmeden, "evet” veya “hayır” diye kolayca cevabı verilecek bir soru değil herhalde. Her hadise karşısındaki davranışın soru-cevap olduğu bu imtihan meydanında sınıfı geçebilmek öğreticiye kulak vermeden olacağa benzemiyor.
* Sızıntı Dergisi arşivinden (Şubat, 1981)