Kur’ân Yazısının Özellikleri
Bazı âlimler, Mushaf hattının tevkîfî olduğunu, çünkü Peygamberimiz'in gözetiminde bu şekilde yazıldığını ve böyle yazılmasının da çeşitli hikmetlere dayandığını; en azından bu konuda ashâbın icmaının bulunduğunu ifade etmişlerdir.
Kur'ân-ı Kerîm'in kendine mahsus bir yazı şekli vardır ki, buna "Hz. Osman zamanında istinsah edilen Mushafların yazı ve imlâ şekli" mânâsında "Resm-i Osmanî" veya "Resmü'l-Mushaf" denir. Mushaflarda belirlenen bu yazı şekli günümüze kadar özenle ve aynen muhafaza edilmiştir.[1]
İşte bu titizlik sebebiyledir ki, çok eski devirlerden beri, Kur'ân'ın yazısıyla ilgili müstakil eserler yazılmış ve bunun neticesinde "Resmü'l-Mushaf" ilmi doğmuş ve bu ilmin öğrenilmesi de farz-ı kifâye olarak değerlendirilmiştir.[2]
Bazı âlimler, Mushaf hattının tevkîfî olduğunu, çünkü Peygamberimiz'in gözetiminde bu şekilde yazıldığını ve böyle yazılmasının da çeşitli hikmetlere dayandığını; en azından bu konuda ashâbın icmaının bulunduğunu, bu bakımdan buna uymanın lüzumlu olduğunu ifade etmişlerdir.[3]
İmam Mâlik (179/795), ilk yazı şeklinin korunmasını ve buna uyulmasını gerekli görmektedir.[4] Ahmed b. Hanbel (241/855) de, bu yazıya muhalefet etmenin haram olduğu görüşündedir.[5] Hanefîlerce, Hz. Osman Mushaflarının yazısının dışında bir yazıyla Mushafın yazılmaması gerektiği bildirilmektedir.[6] Şâfiîler de, bu yazıya tâbi olmanın, uyulması gereken bir sünnet olduğunu söylemişlerdir.[7] Şu hâlde dört mezhebin ortak görüşü, Resm-i Osmânîye uymanın zarûrî olduğu noktasında birleşmektedir.
Nitekim bu ilmin en önde gelen âlimlerinden olan Ebû Amr ed-Dânî de (444/1053), İslâm âlimlerinin bu yazıya uymanın gerektiği görüşüne muhalefet etmediklerini kaydetmektedir.[8] Zeccâc (311/923), İbn Dürüsteveyh (347/958) gibi ileri gelen bazı dilciler ile hem müfessir hem de bir dil bilgini olan Zemahşerî (538/1143), Mushaf yazısına uymanın sünnet (takip edilmesi gereken bir yol) olduğunu ve buna muhalefet etmenin câiz olmadığını belirtmişlerdir.[9]
Bazı âlimler ise, bu imlâ tarzının, o devirde yazının olgunlaşmamış olmasından ileri geldiğini iddia etmektedirler.[10] Bu bakımdan Resm-i Osmânî'ye uymak gerekmez; hatasız okumak neyi gerektiriyorsa Kur'ân'ın Arap harfleriyle o şekilde yazılması lâzımdır.[11]
Fakat bu, teoride kalmış bir görüştür. Çünkü pratikte Resm-i Osmânî o zamandan bu zamana kadar (hem Mushaflarda hem de bu konuyla ilgili eserlerde) muhafaza edilmiştir. Yani Kur'ân kelimeleri Peygamberimiz ve ashâb zamanında hangi harflerle yazılmışsa bugüne kadar öyle yazılagelmiştir. Hareke ve nokta konulması sayesinde de hatalı okumaların önüne geçilmiş, başka bir imlâ tarzına ihtiyaç kalmamıştır.
Aslında okunmasının zor olduğu söylenen kelimeler birkaç tanedir ve hepsi de harekelidir; harekesi olmayan harfler zaten okunmamaktadır. Bu bakımdan bunları gerekçe göstererek güncel Arapça imlâya uygun olarak yazılması gerektiğini söylemenin tutarlı bir tarafı yoktur. Kaldı ki söylenilen şekilde, en güncel, en kolay imlâ ile yazılmış bile olsa ve okuyacak kişi Arap da olsa, hiç kimse, önce bir hocadan ders almadıkça Kur'ân'ı doğru okuyamaz.
Unutulmamalıdır ki, Arapça dil kuralları sonradan tespit edilmiştir. Üstelik bu alanın bilginleri arasında da birçok ihtilaf vardır.[12]
Bu konuda bir üçüncü görüş olarak da, yazının gelişmemişliği veya kâtiplerin yeterli bilgiye sahip olmayışları yahut hataları sebebiyle değil, o zamanki yazı anlayışının, geçerli yazım kurallarının o şekilde olduğu ve mevcut sahih kıraatler de gözetildiği için Mushafların böyle yazıldığını söylemek mümkündür. Nitekim Hz. Osman tarafından çoğaltılıp belirli İslâm merkezlerine gönderilen Mushaflar, noktasız ve harekesiz bir hâlde, çeşitli kıraatlere göre okunmasına elverişli olarak yazılmıştı.
Netice olarak, Peygamberimiz zamanından bu zamana kadar Kur'ân'ın kıraat tarzı nasıl korunduysa, yazısının da aynı şekilde korunmasının gerekli olduğu açıktır. Aksi hâlde bunun sonu gelmez, her bölge ve her devir insanı kendine göre Mushaf yazmaya kalkışır; Müslümanlar arasındaki Mushaf birliği ortadan kalkar, ihtilaflar ortaya çıkar. Ayrıca kıraatlerin muhafazası, Resmü'l-Mushaf'a uymakla mümkündür.
Müslümanlar bu zarurete inandıkları içindir ki, Kur'ân yazısı (Resm-i Osmânî/Resmü'l-Mushaf), her hâli ile muhafaza olunmuş ve günümüze kadar gelmiştir.[13]
Burada şunu da ifade edelim ki, ilk dönem Mushaflarının yazısına bakıp da, günümüzdekilerle mukayese ederek farklı yazılmış olduğu yanılgısına düşmemelidir. Bunu, yani yazı tiplerinin farklı olmasını, şimdiki bilgisayarlarda kullanılan harf karakterlerinin (fontların) farklılığı gibi değerlendirmek gerekir; yani görünümleri farklı olsa da harfler aynı harftir.
Kur'ân yazısının özellikleri
İlgili eserlerde hat (yazı) iki kısımda incelenmiştir:
- Hatt-ı kıyâsî: Bir kelimenin telâffuz edildiği gibi yazılmasıdır.
- Hatt-ı ıstılâhî: Mushafların imlâ tarzıdır. Bilhassa Resm-i Osmânî'nin kıyasa muhalif olan özellikleridir.[14]
Kur'ân kelimelerinin çoğu hatt-ı kıyâsî denilen tarzda, yani kelime nasıl okunuyorsa öyle (telâffuz edildiği gibi) yazılmıştır: اَلْحَمْدُ - نَعْبُدُ - نَسْتَعِينُ kelimeleri telâffuz edildiği gibi yazılmıştır. Buna mukabil bazı kelimeler, söylenişinden veya daha sonraki dönemlerde ortaya çıkmış bulunan imlâ kurallarından biraz farklı olarak (اَلصَّلٰوة - اَلزَّكٰوة kelimelerinde olduğu gibi) yazılmıştır ki işte bu, Mushafa mahsus bir özellik olarak değerlendirilmekte ve buna da hatt-ı ıstılâhî denilmektedir. Bunlar şu şekilde özetlenebilir:[15]
1- Hazif: Bazı harflere söyleyişte bulunduğu hâlde yazıda yer verilmemiş olması. Meselâ şu kelimelerde telâffuzda elif bulunduğu hâlde yazıda bulunmamaktadır: اَلرَّحْمٰن - ذٰلِكَ - لٰكِنْ . Aynı şekilde لِيَسُۤؤُا kelimesinde[16] iki vav'dan birisi, هَلْ يَسْتَوُنَ lâfzında da[17] yazıdaki vav harfini uzatmaya yarayacak harf-i med olan vav yazılmamıştır. Keza اَلنَّبِيّنَ - اَلْاُمِّيّنَ gibi bazı kelimelerden ikinci yâ harflerinin yazılmaması da böyledir.
2- Ziyade: Bazı harflerin söyleyişte bulunmadığı hâlde yazıda yer alması. Meselâ مِائَةَ kelimesinde elif, وَا۪يتَاۤئِ ذِي الْقُرْبٰى âyetinde[18] yâ, اُولُوا ve اُولِى kelimelerinde vav harfi telâffuzda bulunmadığı hâlde yazılmıştır. (Hazif ve ziyade başlığı altında incelenen hususlar halen Batı dillerinde de vardır; nitekim bazı harfler yazıldığı hâlde okunmaz, buna mukabil telâffuzda bulunduğu hâlde yazıda bulunmaz).
3- Hemze: Hemze bazı âyetlerde farklı yazılmıştır: اَلرُّؤْيَا kelimesinin اَلرُّءْيَا şeklinde vav'sız, وَرِئْيًا kelimesinin ise yâ harfi olmadan وَرِءْيًا şeklinde[19] yazılması buna örnektir.
4- Bedel (veya ibdâl): Bazı harflerin başka bir harfe dönüştürülerek yazılması. Meselâ سَلَاسِلَا kelimesi[20] tenvinden bedel elif ile yazılmıştır. Aynı şekilde وَكَاَيِّنْ lâfzındaki nûn'un aslı tenvin olduğu hâlde bu şekilde yazılmıştır. Buna karşılık لَنَسْفَعًا kelimesindeki tenvinin aslı te'kid nûnu (نْ) olduğu hâlde Mushaflarda bu şekilde yazılmıştır. Kezaاَلصَّلٰوة - اَلزَّكٰوة - اَلْحَيٰوة gibi bazı kelimeler -muzaf olmadıkları yerlerde- elif ile değil elif'den bedel vav ile yazılmıştır (Muzaf oldukları yerlerde ise -Tevbe 9/103 ve Hûd 11/87 hâriç- elif ile yazılmışlardır: عَنْ صَلَاتِهِمْ - وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ - اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا - لِحَيَاتى). Bazı kelimelerde bulunan müennes tâ'ları da bazı yerlerde açık, bazı yerlerde kapalı yazılmıştır: Meselâ رَحْمَت - رَحْمَة ، نِعْمَت - نِعْمَة ، - سُنَّة سُنَّت kelimeleri böyledir.
5- Vasıl: Bazı harf ve edatların bitişik yazılması demektir. Meselâ "an-mâ" edatları (A'râf 7/166: فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ hâriç) bütün Kur'ân'da عَمَّا şeklinde vasledilerek yazılmıştır. Aynı şekilde "in-mâ" (Ra'd 13/40: وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ hâriç) اِمَّا şeklinde bitişik yazılmıştır. Keza "en-lâ" lâfzı bazı âyetlerde[21] ayrık olarak اَنْ لَا şeklinde yazıldığı hâlde, genellikle اَلَّا şeklinde bitişik olarak yazılmıştır.
6- Fasıl: Bazı harf ve edatların ayrık yazılması demektir. Meselâ "fî-mâ" bazı yerlerde[22] فِى ما şeklinde ayrık yazılmıştır. Aynı şekilde "enne-mâ" genellikle bitişik (اَنَّمَا şeklinde) resmedilmişken iki yerde[23] اَنَّ مَا şeklinde ayrık yazılmıştır.
7- Mushaflar arasındaki yazım farklılıkları: Yukarıda belirtilen ortak özelliklerden başka bir de Mushaflar arasında görülen az sayıdaki yazım farklılıkları söz konusudur:
Bilindiği gibi Kur'ân, Hz. Osman zamanında birkaç nüsha (7-8); istinsah edilmiş ve bunlar belirli merkezlere gönderilmiştir. İstinsah edilen Mushaflar, Peygamberimiz'e dayandırılan çeşitli kıraatleri ihtiva etmesi için harekesiz ve noktasız yazılmıştır. Bu nüshalarda Kureyş lehçesi esas alınmakla birlikte, Müslümanlar arasında yaygın olan ve daha sonra mütevâtir kıraatler bünyesinde yaşayacak olan vecihler de muhafaza edilmiştir. Nokta ve hareke bulunmayan bir yazı ile istinsah edilen bu Mushaflara, bir vech ile okunan kelimeler, nüshaların hepsinde aynı yazılmış; az sayıda bulunan, iki veya daha fazla vechi ihtiva eden kelimeler, (hareke ve nokta konulmadığına göre) aynı imlâ ile yazılınca hepsini içine alabiliyorsa, onlar da yine bütün Mushaflara bir imlâ ile yazılmıştır.
Meselâ (فَاكِهُونَ) kelimesinde[24] iki kıraat vardır. Birisi fâ'nın meddi ile diğeri de medsiz kıraatıdır.[25] Bu kelime bütün nüshalarda elifsiz (فَكِهُونَ) yazılmıştır. Buna göre elifsiz yazılışı bir kıraati, fâ'dan sonra bir elif takdîri ile okuyuş da diğerini ihtiva etmiş olur.
Aynı şekilde A'râf sûresi 169. âyetin sonunda yer alan (اَفَلَا تَعْقِلُونَ) lâfzı, altta ve üstte iki nokta olmadan (ـعْقِلُونَ) şeklinde yazılarak, (تَعْقِلُونَ - يَعْقِلُونَ) şeklindeki iki kıraati[26] da kapsamıştır.
Buna karşılık çok az sayıda bulunan bazı lâfızlarda bunu sağlamak mümkün olmadığı için bunlar, ayrı ayrı nüshalarda gösterilmiştir. Meselâ Bakara Sûresi'nin 132. âyetindeki (وَوَصَّى) kelimesi diğer bazı kıraatlerde, iki vav arasına bir elif ilavesi ile (واَوْصَى) şeklindedir.[27] Kezâ Tevbe 100. âyette yer alan (جَنَّاتٍ تَجْرِى تَحْتَهَا الَانْهَارُ), lâfzı bir kıraatte (مِنْ) ilâvesiyle (مِنْ تَحْتِهَا) şeklindedir.[28] Bunun gibi bir kaç yerde görülen farklılıklar ise, ayrı ayrı Mushaflarda gösterilmek sûretiyle muhafaza edilmiştir.[29] Bunun da pek çok anlam zenginliği vardır. Kıraat farklılıklarının tefsir ve hüküm istinbatında önemli bir yeri vardır. Bu ise semavi bir zenginliktir.
Burada işaret edilmesi gereken diğer bir husus da şudur: "Resm-i Osmâniye uygunluk vâciptir. Fakat bu uygunluktan maksat, Hz. Osman tarafından yazdırılan Mushaflardan herhangi birisinin resm-i hattına uygunluktur. Bu uygunluk, tahkîkî muvafakat ile takdîrî muvafakat diye iki kısma ayrılır. Meselâ el-Mukni'de zikredildiği üzere mesâhif-i Osmâniye'nin hepsinde eliflerin yazıdan hazfi ile (ملك يوم الدين) yazılmıştır. Şimdi yeni yazılacak bir Mushafta da bu elif'in yine hazfi ile yazılırsa mesâhif-i Osmâniye'ye tahkîkî bir muvafakat; elif izhar edilerek (مالك) şeklinde yazılırsa takdîrî muvafakat husule gelmiş olur. Bu bakımdan (ملك) yerine (مالك) şeklinde yazılması asıl kıraate uygun olduğundan bu, hatt-ı Osmânî'den ayrılma sayılmaz. Benzer kelimeler hakkında da hüküm böyledir."[30]
Mushaf yazısına gösterilen hassasiyet
Ashâb ve ondan sonra gelen tâbiûn nesli (ve daha sonrakiler), mushafların yazımına çok dikkat ederlerdi. Kur'ân'dan olmayan hiçbir şeyin yazılmamasını söyler, gereksiz işaretlerin konulmasını da hoş görmezlerdi.[31] Ayrıca Mushafın büyük ebatlı sayfalara iri harflerle ve düzgün bir şekilde, açık ve okunaklı yazılmasını isterlerdi. Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi bazı sahâbîlerin harflerin ince ve küçük yazılmasını hoş karşılamadıkları nakledilmiştir.[32]
Bütün bu gayretler de, Kur'ân'ın ve onun yazısının orijinalliğinin bozulmamasını sağlamak içindi.
Yüzyıllar boyunca Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Osman Mushaflarına uygun olarak meşhur hattatlar tarafından çok güzel yazılarla yazılmıştır. Kütüphanelerimizde şanına yaraşır bir şekilde yazılmış binlerce cilt Mushaf bulunmaktadır.
İlk dönem Kur'ân yazmaları ma'kılî ve kûfî (sert köşelerin ve düz hatların hâkim olduğu) yazıyla yazılmıştır. Bu yazı türlerinin karakteri gereği ilk devir Kur'ân yazmaları oldukça hacimlidir. Nesih ve sülüs diye anılan yazı türleri yaygınlaştıktan sonra, hacimler gittikçe ufalmış; sayfaları birbirini tutan Mushafların benimsenmesinden sonra sayfa sayısı bakımından da Mushaf hacmi belirli hale gelmiştir.
Öte yandan, Mushafları en güzel şekilde yazma gayretleri sonunda hat (yazı) sanatı büyük bir gelişme göstermiş, bir yandan yazısı (hüsn-i hat) ve süslemeleriyle (tezhib), diğer yandan cilt ve mahfazalarıyla her biri birer sanat şaheseri olan Mushaflar meydana gelmiştir. Mushafların üzerine konulduğu zarif rahleleri de bu gayretlerin ürünleri arasında anmak gerekir. Özellikle Müslüman Türkler bu alanda çok gayret sarf etmişler, bundan ötürü "Kur'ân-ı Kerîm Mekke'de indi, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı" sözü meşhur olmuştur.
Cevdet Paşa ileri gelen Türk hattatları arasında, Şeyh Hamdullah Âgâh Efendi (926/1520), onun talebesi Hâfız Osman, onun talebesi Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi, onun talebesi Şekerzâde Mehmed Efendi isimlerini zikreder. Kendi tasnifine göre ikinci derecede gelenler ise, Eğri Kapılı Rasim Efendi, Deli Osman, Mehmed Celâleddin ve Şimşir Hâfız'dır.[33]
Kayışzâde Hâfız Osman Nûri (vf. 1894) ve Hasan Rıza Efendi (vf. 1920), nesih yazıyla Mushaf yazımında zirveye ulaşan isimler olarak kabul edilir. Her ikisi de âyetlerin sayfa başında başlayıp sonunda bitecek şekilde ve her sayfada on beş satır düzenine göre (berkenar veya derkenar tertip) nesih yazıyla yazdıkları Mushaflarla tanınmışlardır. Satır ölçüsünde Kevser ve İhlâs sûrelerinin uzunluğu, sayfa ölçüsünde de Bakara Sûresi'nin "müdayene âyeti" denilen 282. âyeti esas alınmıştır. Söz konusu âyet on beş satır tutmuş, diğer yerler de bu ölçüye göre yazılmıştır. Başta İstanbul kütüphaneleri ve Türk ve İslâm Eserleri Müzesi olmak üzere, dünyanın birçok yerinde çok değerli el yazması Mushaflar mevcuttur. Hacim itibariyle en büyük Mushaf (117x98 cm.) Kahire'de Hidiviye Kütüphanesi olarak bilinen Dârü'l-Kütübi'l-Mısrıyye Kütüphanesinde bulunmaktadır.[34]
15. asrın ortalarında matbaanın icadından sonra ilk Mushaf basımı Venedik'te 1530 yılında gerçekleştirilmiş, ancak bu baskının nüshaları Papa VII. Clement tarafından toplatılarak yaktırılmıştır. Paris'te Lâtince tercümesiyle birlikte Mushafın ilk baskısı 1543'te, Hamburg'da 1694'te, Londra'da 1833'de, Leipzig'de 1768 ve 1834'te, Petersburg'da 1787'de, Hindistan'ın Leknev şehrinde 1850'de, Bombay'da 1852'de, Delhi'de 1863'te basılmıştır. Hz. Osman Mushaflarındaki imlâ esas alınarak 1864'te Mısır'da, 1801'de Kazan'da, Hâfız Osman hattı esas alınarak 1871'de İstanbul'da ilk baskı gerçekleştirilmiştir.[35]
Kur'ân'ın başka harflerle yazılması
Bilindiği gibi, Kur'ân sûre ve âyetlerinin tertibi, kelimelerin yazılış şekli ve tamamına ait yazısının neden ibaret olduğu hususunda, Müslümanlar arasında bir birlik meydana gelmiştir. Bu konuda kararlaşan icmâ sebebiyle, artık bu yazının değiştirilip yerine başka bir yazının ikame edilmesi câiz değildir.
Ömer Nasuhi Bilmen (1971) Büyük Tefsir Tarihi isimli eserinde bu hususta bazı âlimlerin görüşlerini nakletmekte ve Kur'ân'ın bilinen şekli ve harfleriyle yazılmasının zaruri olduğunu bildirmektedir.[36] Zerkânî (1945) de aynı konuya temas ederken, Ezher âlimlerinin verdiği bir fetvayı naklederek, gerek ashâb-ı kirâmın ve gerekse onlardan sonra zamanımıza kadar gelen Müslümanların, Kur'ân'ın Arap harfleriyle yazılmasını gerekli gördüklerini, binaenaleyh Kur'ân-ı Kerîm'in Lâtin harfleri (ve Arapça dışındaki diğer alfabeler) ile yazılmasının caiz görülmediğini bildirmekte[37] ve "Âlimlerimiz, Kur'ân'ın Arap harflerinden başka bir alfabeyle yazılmasını men etmişlerdir"[38] demektedir.
Bedreddin ez-Zerkeşî ise (794/1392), cevazına ihtimal olmakla beraber, Kur'ân'ın Arapça dışında okunmasının haram olması gibi, bunun da yasak olmasının daha uygun olacağı kanaatindedir.[39]
Konuyu şu şekilde izah etmek mümkündür:
1) Kur'ân yazısının dışında bir yazı, Kur'ân-ı Kerîm'i, harflerin mahreçlerine (çıkış yerlerine) ve tecvîd kaidelerine riayet ederek okunmasında yeterli olmamaktadır. Meselâ şu harflerin Türk alfabesinde karşılığı yoktur: ث - خ - ذ - ض - ظ - ع . Kur'ân'da, içinde bu harflerin bulunduğu yüzlerce kelime vardır. Bu tür kelimeleri Lâtin harfleriyle yazınca bunları doğru okumak mümkün olmaz.
Ayrıca hemze (ء) ile ayın (ع), te (ت) ile tı (ط), se (ث) ile sîn (س) ve sâd (ص), hâ (ح) ile hı (خ) ve he (هـ), dâl (د) ile dat (ض), zel (ذ) ile ze (ز) ve zı (ظ), kaf (ق) ile kef (ك) harfleri, Lâtin harfleriyle yazılınca birbirine karışabilir; dolayısıyla bu harflerden meydana gelen yüzlerce Kur'ân kelimesi de hatalı telâffuz edilmiş olur.
Meselâ Kur'ân'da Lâtin harfleriyle "ism" şeklinde yazılabilecek iki türlü kelime vardır. Birisi (اثم) kelimesidir ki "günah" anlamındadır. Diğeri ise (اسم) kelimesidir ve "ad" mânâsına gelir. وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ : Günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın (Mâide 5/2). فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظيمِ : Öyleyse Yüce Rabbinin adını tesbih et (Vâkıa 56/96).
Türkçede "halk" şeklinde yazılabilen iki türlü kelimeden birisi "yaratmak" anlamında (خلق), diğeri ise tıraş etmek anlamına da gelen (حلق) kelimesidir. وَالَّذينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ : Allah'ı bırakıp da taptıkları şeyler, hiçbir şey yaratamazlar; aslında kendileri yaratıktır (Nahl 16/20). وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُۧسَكُمْ حَتّٰى يَبْلُغَ الْهَدْىُ مَحِلَّهُ : "(Hacda) Kurban, yerine ulaşıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin" (Bakara 2/196).
Aynı şekilde "sûre" şeklinde yazılabilen iki kelimeden birisi "sûre" anlamında (سورة), diğeri de "sûret, şekil" mânâsında (صورة) kelimesidir. وَاِنْ كُنْتُمْ في رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه : Eğer kulumuz (Muhammed'e) indirdiğimiz (Kur'ân) hakkında şüphede iseniz, haydi onun gibi bir sûre meydana getirin (Bakara 2/23). فيۤ اَىِّ صُورَةٍ مَا شَاۤءَ رَكَّبَكَ : Seni dilediği sûrette terkip eden de O'dur (İnfitâr 82/8).
"Asâ" şeklinde yazılabilen (عَسَى) kelimesi "ümit etmek" mânâsında, (عَصَى) ise "isyan etmek" anlamındadır. وَعَسٰىۤ اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ : Olur ki sizin hoşlanmadığınız bir şey, sizin iyiliğinizedir (Bakara 2/216). فَكَذَّبَ وَعَصٰى : Fakat o, yalanladı ve isyan etti (Nâziât 79/21).
Keza "Mahzûrâ" şeklinde yazılabilen (مَحْذُورًا) kelimesi "sakınmak, korkmak" anlamında, (مَحْظُورًا) kelimesi ise "yasaklamak" mânâsındadır. اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا : Rabbinin azabı, sakınılacak bir azaptır (İsrâ 17/57). وَمَا كَانَ عَطَاءُ رَبِّكَ مَحْظُورًا : Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir (İsrâ 17/20).
Kur'ân-ı Kerîm'de bunlara benzer, Lâtin harfleriyle yazıldığı takdirde hatalı okunabilecek yüzlerce kelime göstermek mümkündür.
Bu harflerin altına üstüne, sağına soluna ilâve noktalar, virgüller veya çizgiler koyarak (transkripsiyon) çözüm bulmaya çalışmak da çare değildir, orijinalinin yerini tutamaz. Bu tür özel işaretleri öğrenip alışılacak zaman zarfında orijinal harfleriyle Kur'ân okumayı öğrenmek daha kolay ve daha sağlıklıdır.[40]
2) Lâtin harfleriyle yazılan âyetlerde, tecvîd kurallarının pek çoğunu uygulamak da mümkün olmaz. Meselâ medler, idğamlar, ihfâlar, iklâblar, kalkale, vakıf ve ibtidâ kuralları hakkıyla tatbik edilemez.
3) Ayrıca Kur'ân yazısının dışında bir yazı, mevcut Kur'ân yazısının ihtiva ettiği kıraat vecihlerini de içermez.
4) Bundan başka, mevcut yazının hâfızaya büyük yardımı olmaktadır. On-on beş yaşlarındaki binlerce çocuğun bu ilâhî kelâmı güçlük çekmeden ezberlemeleri bu hususu ispat etmektedir.
5) Hepsinden de en önemlisi Kur'ân-ı Kerîm'in hem Mushaf halinde yazılmış şeklini hem de kıraatini muhafaza etmek Müslümanların en başta gelen görevidir. Çünkü Kur'ân, Peygamberimiz zamanında hem yazılı şekliyle hem de okunuş tarzıyla koruma altına alınmış ve bize emanet olarak bırakılmıştır: "Size bir şey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılırsanız, artık bir daha sapıklığa düşmezsiniz. Ki o, Allah'ın Kitabı Kur'ân'dır."[41]
Merhum Ömer Nasuhi Bilmen, bu konuda şöyle demektedir: "Semâvî kitaplar arasında şimdiye kadar gerek lâfzı ve mânâsı ve gerek şekli itibariyle varlığını ve aslını koruma imtiyazı yalnız Kur'ân-ı Kerîm'e mahsustur. Büyük bir tarihî kıymet ve dinî yücelik taşıyan bu İlâhî Kitab'ın lâfzını da, mânâsını da, resm-i hattını (yazısını) da olduğu gibi muhafaza etmek, Müslümanlar için en kat'i bir vecîbedir. Bütün Müslümanlar, Kur'ân-ı Azîmüşşân'a karşı böyle bir vecîbe ile mükellefiyeti ebedî bir şeref ve övünç telakki etmektedirler."[42]
Kur'ân'ın Yazısıyla İlgili Eserler
Bu ilme dâir yazılan eserlerde, Kur'ân'ın yazısının kendine mahsus özellikleri anlatılmakta, kelime ve harflerin çeşitli durumlarda nasıl yazılmış oldukları, istisnaî hâlleri ve bunların sebepleri inceden inceye tespit olunmaktadır.[43] Böylece Kur'ân'ın kendine mahsus yazım özellikleri, hem Mushaflarda hem de bu tür eserlerde muhafaza edilmiş bulunmaktadır.
Bu konuda eser yazan müelliflerin bazıları şunlardır:[44]
- Ebü'l-Esved ed-Düelî (69/688),
- İmam İbn Âmir (118/736),
- İmam Ebû Amr (154/771),
- Halil b. Ahmed (175/791),
- İmam Kisâî (189/805),
- Ebû Muhammed Yahyâ b. el-Mübârek el-Yezîdî (202/817),
- Yahyâ b. Ziyad el-Ferrâ (207/822),
- Ebû İshâk İbrahim b. Yahyâ el-Mübârek el-Yezîdî (225/840),
- Ebû Abdullah Muhammed b. Yahyâ el-Mübârek el-Yezîdî (227/842),
- İmam Halef b. Hişâm (229/843),
- Ebû Abdurrahman Abdullah b. Yahyâ el-Mübârek el-Yezîdî (237/851),
- Ebû İshak İbrahim b. Süfyan ez-Ziyâdî (249/863),
- Ebû Abdullah Muhammed b. Îsâ el-Isbehâhî (253/867),
- Ebû Hâtim Sehl b. Muhammed es-Sicistânî (255/869),
- Ebû Hanîfe Ahmed b. Dâvud ed-Dîneverî (282/895),
- Ebû Bekr Muhammed b. es-Sirrî b. es-Serrâc (316/928),
- Ebû Bekr Ahmed b. Mûsâ b. Mücâhid (324/936),
- Ebû Bekr Muhammed b. el-Kâsim el-Enbârî (327/939),
- Ebü'l-Hasen Ahmed b. Ca'fer b. el-Münâdî (334/946),
- Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah b. Eşte (360/971),
- Ebü'l-Hasen Ali b. Muhammed el-Antâkî (377/987),
- Ebü'l-Hasen Ali b. Îsâ er-Rummânî (384/994). Bu âlimlerin ilgili eserlerinin günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir.[45]
Kur'ân'ın yazısıyla alâkalı eserlerden bazıları ise şunlardır:
- Halil b. Ahmed (175/791), Naktü'l-Mesâhif/Kitâbü'n-Nakt ve'ş-Şekl,
- İbn Ebû Dâvud es-Sicistânî (316/928), Kitâbü'l-Mesâhif,
- Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ammâr el-Mehdevî (440/1048?), Hicâü Mesâhifi'l-Emsâr,
- Ebû Muhammed Abdullah b. Yûsuf el-Cühenî (442/1051), Kitâbü'l-Bedî' fî Ma'rifeti mâ Rusime fî Mushafi Osman b. Affân,
- Ebû Amr Osman b. Said ed-Dânî (444/1053), el-Mukni' fî Ma'rîfeti Mersûmi Mesâhıfi Ehli'l- Emsâr, aynı müellif: el-Muhkem fî Nakti'l-Mesâhif, Ebû Dâvud Süleymân b. Necâh el-Kurtubî (496/1103), et-Tebyîn li Hicâi't-Tenzîl, aynı müellif, et-Tenzîl fî Hicâi'l-Mesâhif,
- Şâtıbî, el-Kâsım b. Fîrrûh b. Halef er-Ruaynî (ö. 590/1194), Akîletü Etrâbi'l-Kasâid fî Esne'l-Makâsıd (Kasîde-i Râiyye),
- İbn Vesîk, Ebû İshâk İbrahim b. Muhammed el-İşbîlî (654/1256), el-Câmi limâ Yuhtâcü ileyhi min Resmi'l-Mushaf,
- Ebû Abdullâh Muhammed b. Muhammed el-Harrâz (718/1318), Mevridü'z-Zam'ân fî Resmi'l-Kur'ân,
- Ebü'l-Abbas el-Merrâküşî (721/1321), Ünvânü'd-Delîl fî Rüsûmi Hattı't-Tenzîl,
- İbrahim b. Ömer el-Ca'berî (732/1331), Ravdâtü't-Tarâif fî Resmi'l-Mushaf,
- İbnü'l-Kâsıh, Ebü'l-Bekâ Ali b. Osman el-Uzrî (801/1399), Telhîsü'l-Fevâid ve Takrîbü'l-Mütebâid,
- Ca'fer b. İbrahim el-Kuraşî (894/1489), el-Cemâlü'l-Esheru'l-Müfîd,
- Sadüddîn b. Muhyiddîn el-Yâfiî (1313/1894), Ğâyetü'd-Dabt fî Ma'rifeti Resmi'l-Hatt,
- Şeyh Muhammed b. Ahmed, el-Lü'lü'l-Manzûm,
- Şeyh Muhammed Halef el-Hüseynî: Mürşidü'l-Hayrân,
- İbrahim b. Ahmed el-Mârğınî et-Tûnisî, Delîlü'l-Hayrân alâ Mevridi'z-Zam'ân,
- Şinkîtî, Muhammed Habîbullah, Îkâzü'l-A'lâm li Vücûbi İttibâi Resmi'l-Mushafi'l-İmâm,
- Abdülfettâh Abdülğanî el-Kâdî, Târîhu'l-Mushafi'ş-Şerîf,
- Ğânim Kaddûrî Hamed, Resmü'l-Mushaf,
- Şaban Muhammed İsmail, Resmü'l-Mushaf ve Zabtuh.
Bibliyografya
Bilmen, Ömer Nasuhi (1971), Büyük Tefsir Tarihi / Tabakâtü'l-Müfessirîn, İstanbul 1973 (I - II).
Çetin, Abdurrahman, Kur'ân'ı Kerîm'in İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar, İstanbul 2010, 2. baskı, Ensar Neşriyat. Çetin, Nihat M, "Arûz", DİA, III, 424-437, İstanbul 1991.
Dânî, Ebû Amr Osman b. Saîd (444/1053), el-Mııhkem fî Nakti'l-Mesâhif, nşr: İzzet Hasen, Dimaşk 1379/1960.
----- el-Mukni' fî Ma'rifeti Mersûmi Masâhıfi Ehli'l-Emsâr, nşr: Muhammed Ahmed Dehmân, Libya 1359/1940.
----- et-Teysîr fi'l-Kırââti's-Seb', nşr: Otto Pretzl (1941), İstanbul 1930.
Dimyâtî, Ahmed b. Muhammed (1117/1705), İthâfü Fudalâi'l-Beşer fi'l-Kıraâti'l-Erbaati'l-Aşer, nşr: Şaban Muhammed İsmail, Beyrut-1987, (I-II). Ebû
Ubeyd Kâsim b. Sellâm el-Herevî (224/838), Fedâilü'l-Kur'ân, nşr: Mervân el-Atıyye - Muhsin Harâbe - Vefâ Takıyyüddîn, Beyrut 1999, 2. baskı.
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara 1979, 2. baskı. Corci Zeydân (1332/1914), Medeniyet-i İslâmiyye Tarihi, trc: Zeki Megâmiz, İstanbul - 1329 (I-V).
Hindî, Ali b. Abdülmelik (975/1567), Kenzü'l-Ummâl fî Süneni'l-Akvâli ve'l-Ef'âl, nşr: Bekrî Hayyân - Safvet es-Sikâ, Beyrut 1399/1979 (I-XVI).
İbnü'l-Cezerî, Ebü'l-Hayr Şemsüddin Muhammed b. Muhammed (833/1429), en-Neşr fi'l-Kırââti'l-Aşr, nşr: Ali Muhammed Debbâ, Mısır ts. (I-II).
İbn Haldun, Abdurrahman Mağribî (808/1406), Mukaddime, Beyrut, ts, 4. baskı.
İbn Kesîr, Ebü'l-Fidâ' İmâdüddîn İsmail b. Şihâbüddîn Ömer b. Kesîr ed-Dimaşkî (774/1373), Fedâilü'l-Kur'ân, (Zeylü Tefsiri İbni Kesîr), Mısır, ts, trc: Mehmed Sofuoğlu, Kur'ân'ın Faziletleri, İstanbul 1978.
İbnü'n-Nedîm, Muhammed b. Ishak (385/995), el-Fihrist, Beyrut ts.
İbn Teymiyye, Takıyyüddin Ahmed b. Abdülhalîm (728/1328), Fetâvâ, nşr: Abdurrahman b. Muhammed Asımi, Riyad 1381 (I-XXXVII).
Mukaddimetân fî Ulûmi'l-Kur'ân (ve hümâ Mukaddimetü Kitâbi'l-Mebânî ve Mukaddimetü'bni Atıyye), nşr: Arthur Jeffery, Mısır 1954.
Keskioğlu, Osman (1989), Kur'ân Tarihi, İstanbul 1953.
----- Son İlâhî Kitap Kur'ân-ı Kerîm, Ankara 1983.
----- “Türkiyede Matbaa Tesisi ve Mushaf Basımı”, Ankara İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. XV (1967).
Kılıç, Hulûsi, "Basriyyûn", DİA, V, 117-118, İstanbul 1992.
----- "Kûfiyyûn", DİA, XXVI, 345-346, Ankara 2002. Komisyon, Hatt-ı Kur'ân-ı Kerîm, İstanbul 1337. Merâğî, Ahmed Mustafa, Tefsîru'l-Merâğî, Beyrut 1974, 3. baskı (I-X).
Okiç, Muhammed Tayyib (1977), Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri, editör: Hayati Yılmaz, İstanbul 1995.
Sarı, Mehmed Ali, İmam Âsım ve Asım Kıraati, (Öğr. Üye. tezi, İstanbul Y.İ.E, 1970).
Subhî Sâlih, Mebâhis fî Ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut 1979, 11. baskı.
Süyûtî, Celâlüddîn Abdurrahman (911/1505), el-İtkân fî Ulûmi'l-Kur'ân, nşr: Mustafa Dîb el-Buğâ, Beyrut 1996, 3. baskı (I-II).
Taşköprizâde, Ahmed b. Mustafa (968/1561), Miftahü's-Seâde ve Mısbâhü's-Siyâde fi Mevduâti'l-Ulûm, nşr: Kâmil Bekr-Abdülvehhâb Ebü'n-Nûr, Kahire 1968 (I-III).
Yûnuszâde Ahmed Vehbi, "Resm-i Mushaf", Sırât-ı Müstakim, C. 2, sayı: 52, s. 413.
Zemahşerî, Cârullah Mahmud b. Ömer (538/1143), el-Keşşâf an Hakâikı't-Tenzîl, Beyrut ts. (I-IV).
Zerkânî, Muhammed Abdülazîm (1367/1945), Menâhilü'l-İrfân fî Ulûmi'l-Kur'ân, Mısır, ts. (I-II).
Zerkeşî, Bedrüddin Muhammed b. Abdullah (794/1392), el-Bürhân fî Ulûmi'l-Kur'ân, nşr: Muhammed Ebü'l-Fadl İbrahim, Mısır 1972, 2. baskı (I-IV).
[1] İbn Kesîr, Fedâilü'l-Kur'ân, s. 15.
[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, I, 27.
[3] Zerkânî, Menâhil, I, 377; Yûnuszâde Ahmed Vehbi, "Resm-i Mushaf", Sırât-ı Müstakim, C. 2, sayı: 52, s. 413; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, I, 26-27.
[4] Ebû Amr ed-Dânî, el-Mukni', s. 9-10 ve 23; İbn Teymiyye, Fetâvâ, XIII, 420; İbn Kesîr, Fedâilü'l-Kur'ân, s. 15; Zerkeşî, el-Bürhân, I, 379; Süyûtî, el-İtkân, II, 1183; Taşköprizâde, Miftâhü's-Seâde, II, 372.
[5] Merâğî, Tefsir, I, 13 ve bir önceki dipnotta belirtilen yerler.
[6] Zerkânî, age, I, 379; Ömer Nasuhi Bilmen, age, I, 29
[7] Zerkânî, age, I, 379.
[8] Dânî, el-Mukni', s. 10.
[9] Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 82; Taşköprizâde, age, I, 94; Bilmen, age, I, 34.
[10] Bkz: Zerkeşî, age, I, 379; İbn Haldun, Mukaddime, s. 419; Zerkânî, age, I, 380.
[11] Bkz: Zerkânî, age, I, 385.
[12] Bunlar, "Basriyyûn" ve "Kûfiyyûn" diye iki ekole ayrılmışlardır. Basriyyûn, hicrî ikinci ve dördüncü asırlar arasında Basra'da yetişen ve Arapça'nın gramer kaidelerini tespit etmeye çalışan dilcilerle bunların görüşlerini benimseyen bilginlere verilen isimdir. Kûfiyyûn ise, hicrî ikinci asrın sonlarına doğru ortaya çıkan, Basriyyûn'dan ayrılarak ayrı bir grup oluşturan Kûfe dil mektebine mensup bilginlere verilen addır. Her iki mektep mensuplarının ihtilafları hakkında eserler yazılmıştır. İbnü'l-Enbârî'nin yazdığı eserde 121 temel ihtilaf konusu tespit edilmiştir (Hulûsi Kılıç, "Basriyyûn", DİA, V, 117; a. mlf, "Kûfiyyûn, DİA, XXVI, 345).
[13] Mushafların yazılmasına gösterilen özene bir misal olmak üzere şu hâdiseyi nakledelim: Abdülaziz b. Mervân Mısır'da valilik yaptığı bir sırada, kendisine bir mushaf yazılmasını emretmiştir. Mushafın hatasız olmasına son derece dikkat ederek, yazılan bu mushafta her kim bir yanlış bulursa, kendisine kurbanlık bir koç ile otuz dinar mükâfat vereceğini ilân etmiştir. Kûfe kurrâsından bir zât, bu mushafta "Na'ce" yerine "Nec'a" yazılmış bir hata bulmuş ve mükâfatını almıştır (Corci Zeydân (1322/1914), Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, III, 112
[14] Komisyon, Hatt-ı Kur'ân-ı Kerîm, s. 3. Bu iki türden başka bir de hatt-ı arûz (hattu'l-arûz) denilen sunî bir imlâ tarzı vardır ki bu, vezin ve kafiye gereği, normal yazıda yazılmayan harfleri gösteren, telâffuz edilmeyenleri atan, değişenleri söylenişlerini karşılayacak harflerle yazan, hattâ kelime sonundaki tenvinleri harfle gösteren arûz şiirine mahsus bir imlâ şeklidir (Nihat M. Çetin, "Arûz", DİA, III, 427; ayrıca bkz: Taşköprizâde, age, I, 93-94).
[15] Bunlar için bkz: Dânî, el-Mukni, s. 10-122; Dânî, el-Muhkem, s. 57-196; İbnü'l-Cezerî, en-Neşr, II, 128-161; Süyûtî, el-İtkân, II, 166-170; Dimyâtî, İthâf, I, 81-96; Zerkânî, Menâhil, I, 369-373.
[16] İsrâ 17/7.
[17] Nahl 16/75.
[18] Nahl 16/90.
[19] Meryem 19/74.
[20] İnsân 76/4
[21] Meselâ bkz: A'râf 7/105, 169; Tevbe 9/118, Hûd 11/14 vs.
[22] Meselâ bkz: Bakara 2/240, Mâide 5/48, En'âm 6/145 vs.
[23] Hacc 22/62, Lokman 31/30.
[24] Yâsîn 36/55.
[25] İbnü'l-Cezerî, en-Neşr, II, 354.
[26] İbnü'l-Cezerî, age, II, 257.
[27] Dânî, et-Teysîr, s. 7.
[28] Dânî, age, s. 119.
[29] Dânî, el-Mukni', s. 115; Abdurrahman Çetin, Kur'ân-ı Kerîm'in İndirildiği Yedi Harf ve Kıraatlar, s. 201-202.
[30] Ömer Nasuhi Bilmen, age, I, 29
[31] Ebû Ubeyd, Fedâilü'l-Kur'ân, s. 394-397.
[32] Ebû Ubeyd, age, s. 398-399; Hindî, Kenzü'l-Ummâl, II, 332, 341; Süyûtî, age, II, 1180.
[33] Osman Keskioğlu, Son İlâhî Kitap Kur'ân-ı Kerîm, s. 65.
[34] Osman Keskioğlu, Kur'ân Tarihi, s. 257.
[35] Bu konuda bkz: Tayyib Okiç, Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri, s. 96-97; Osman Keskioğlu, "Türkiye'de Matbaa Tesisi ve Mushaf Basımı", AÜİF Dergisi, C. XV, s. 133-134 (1967); a. mlf, Kur'ân Tarihi, s. 258-261; Subhî Sâlih, Mebâhis, s. 99-100.
[36] Bilmen, age, I, 34 vd.
[37] Zerkânî, age, II, 134.
[38] Zerkânî, age, II, 133.
[39] Zerkeşî, age, I, 380.
[40] Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu kararında şöyle denilmektedir: "Kur'ân-ı Kerîm Arapça'dır. Hâlen kullanmakta olduğumuz Lâtin alfabesinde yer alan harfler, Arapça'daki bütün sesleri karşılamamaktadır. Bu sebeple birtakım özel harf ve işaretler kullanılmadan, Kur'ân-ı Kerîm'in Lâtin alfabesiyle eksiksiz ve doğru olarak yazılması ve hatasız okunması mümkün değildir. "Transkripsiyon" denilen özel harf ve işaretler ise, Arap harflerini bilmeyenler için bir anlam taşımaz. Bu itibarla Lâtin harfleriyle yazılmış Kur'ân-ı Kerîm'i doğru ve düzgün okuma imkânı olmadığından, bu harflerle yazılan Kur'ân'ı okumak uygun değildir." (Diyanet Aylık Dergi, Mart 2005, s. 44)
[41] Ebû Dâvud, Menâsik, 57; İbn Mâce, Menâsik, 84.
[42] Bilmen, age, I, 36.
[43] Geniş bilgi için Bkz: Dânî, el-Mukni', s. 10-146; a. mlf, el-Muhkem, s. 1-259; Mukaddimetân, s. 134-171; Zerkeşî, el-Bürhân, I, 376-440; Süyûtî, el-İtkân, II, 166-171; Taşköprizâde, Miftâhü's-Seâde, II, 372-377; Merâğî, Tefsîr, I, 13-15; Zerkânî, Menâhil, I, 369-405; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, I, 26-36; Subhî Sâlih, Mebâhis, s. 275-280; İsmail Karaçam, Kur'ân-ı Kerîm'in Nüzûlü, s. 202-213.
[44] Bkz: İzzet Hasen, el-Muhkem mukaddimesi, s. 32-33; ayrıca bkz: İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s. 53; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 94-95.
[45] İzzet Hasen, el-Muhkem mukaddimesi, s. 33.
* Yeni Ümit Dergisi arşivinden (Ekim, 2012; 98. sayı)