VAHYİN GELDİĞİ ORTAM (ESBÂBÜ’N-NÜZUL)
Kur’ân-ı Kerim’in tefsirini öğrenmek için gerekli olan Kur’ân ilimleri çoktur. Fakat biz burada, ihtisas ehlinden olmayan bir okuyucuyu, en çok ilgilendireceğini düşündüğümüz bazılarını ele alacağız.
Sebeb-i Nüzul:
Bir veya daha fazla âyetin -tazammun etmek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere- inmesine vesile teşkil eden hâdiseye denir. Sebeb-i nüzul, semadan gelen vahy-i ilâhînin, yeryüzünde istikbâl ediliş çerçevesidir. Bu terimdeki sebeb, “bir neticenin meydana gelmesi için şart olan şey” mânasında felsefî bir muhteva taşımayıp, Kur’ân’ın bir kısım âyetlerinin indirilmesine vesile olan ortam demektir. Bu, hiç unutulmaması lâzım gelen bir husustur. Kur’ân’ın ahkâma ve ahlâka dâir olan âyetlerinin çoğu, sebeb-i nüzul denilen bazı vesilelerle gelmiştir. Buna mukabil, eski ümmetlerden bahseden âyetlerin ekserisi, muayyen bir sebep olmaksızın (ibtidaen) indirilmiştir.
Zira birinci neviden olan âyetler, toplumun hayat tarzını değiştirmeye yöneliktir. Yön verici hükümlerin ve teşriî hükümlerin, nazarî kalmamaları için, bazı hâdiselerle ortaya çıkan tam muhtaç olunduğu sırada gönderilmeleri gerekir. Bu neviden olan âyetlerin ihtiva ettikleri hükümlerin ve o hükümlerin teşriî esaslarının doğru anlaşılabilmesi için de sebeb-i nüzulün bilinmesi şarttır. Çoğunu kıssaların teşkil ettiği ikinci nevi âyetlerin[1] iniş zamanı ve muhiti pek mühim değildir ve onları doğru anlamak için, mutlaka sebeb-i nüzulü bilmek de şart değildir.
Bu kabil âyet ve sûrelerin inmesine gerçek vesile sayılmayan, umumî sebep veya vesileden bahsetmek daha doğru olur. Değişik tarzlarda müteaddit sûrelerde tekrarlanan Hz. Musa kıssası, bunun misallerinden biridir. Mutlaka umumî bir sebep aranacak olursa, “Hz. Peygamber’i teselli etmek için indirilmiştir” denilebilir.
Sebeb-i Nüzulü Bilmenin Yolu
Nüzul sebeplerini bilmek, aklî muhakeme ile ve içtihadla olmaz; vahyin inişini müşahede eden sahabenin nakli ile bilinir. Nüzul sebebi, akılla idrâk edilmesi mümkün olmayıp sadece işitme veya görme sûretiyle bilinebileceğinden, sahabîden gelen rivâyet hükmen merfû sayılır, yani âdeta Peygamberimiz tarafından bildirilmiş olduğuna hükmedilir.
Sebeb-i nüzuller niçin bizzat Kur’ân’da belirtilmiyor? Allah’ın kelâmında yer almıyorsa, hiç değilse Peygamber Efendimiz bildirebilirdi, neden o bildirmiyor?
Sebebini Allah ve Resulü en iyi bilir, ama hikmetleri şunlar olabilir:
İlâhî olanla beşerî olan, semavî olanla arzî olan karıştırılmak istenmemiştir.
Bu hâdiselerin ve vesilelerin Kur’ân’da yer almaması, onun vahiy eseri olduğuna delâlet eder. Zira vahiy olmasaydı, mutlaka o hâdiseler araya girer, zikredilir, hâsılı yeryüzü ortamı kendisini gösterirdi.
Vesile olan hâdise belirtilseydi insanlar, hükmün o meseleye mahsus olduğu zannına kapılabilirlerdi.
Sebeb-i nüzuller, ekseriya şahıslarla ilgili olduğundan onların sırları saklanmıştır. O şahısların, arzu etmedikleri mahremiyetlerini, insanların en çok okuduğu kitap olan Kur’ân, zikretmek sûretiyle ebedîleştirmek istememiştir.
Başta sahabe olmak üzere arkadan gelen müminlere, vahyin doğru anlaşılabilmesi için gayret ve katkılarını ortaya koyma imkânı bırakılmıştır.
Nüzul sebepleri, kalıplaşmış 4-5 siga ile nakledilir. Bazen nüzul sebebi olarak birden fazla olay rivâyet edilir. Nüzul sebebi bildirdiği kesin olan rivâyeti tercih konusunda, âlimlerimizin koyup uyguladıkları birtakım ince ölçüler vardır ki onları anlatmayıp sâdece bu işaretle yetineceğiz.
Esbâb-ı Nüzulü Bilmenin Faydaları
- Âyetlerin mânalarını açıklamak hususunda nüzul sebeplerini bilmenin büyük bir ehemmiyeti vardır. Zira bazı âyetler ilk anda, maksud olmayan tarzda anlaşılabilir. Müfessir, âyetlerin îma ettiği hâdiseleri, keza umumu tahsis eden kıssaları veya kelâmı, murad olmayan zahirinden çevirme vecihlerini bilmekle mükelleftir.
Meselâ Âl-i İmran, 188 âyetini Mervan İbn Hakem (ö.65/684) yanlış anlayarak: “Yaptıklarına sevinen ve yapmadıklarıyla övülmesini isteyen herkes azaba duçar olursa hepimiz azab çekeceğiz.” demişti. Bu hususta fikrini sorduğu İbn Abbas ise:
“Bu sizinle ilgili değildir. Resûlullah Yahudileri çağırtıp bir şeyler sormuş, onlar da esas söylemeleri gereken bilgileri gizleyip başka cevaplar vermişler, üstelik doğruyu bildirdikleri iddiasıyla, onun kendilerini övüp teşekkür etmesini beklemişler ve yaptıkları bu gizleme işini de beğenmişlerdi (Âyet, onlar hakkında nazil olmuştur). Sonra İbn Abbas şu âyeti okudu:
“Allah, kendilerine Kitap verilenlerden ‘onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz!’ diye teminat almıştı, fakat onlar verdikleri sözü arkalarına attılar ve ona karşılık birkaç para aldılar. Ne kötü şey satın alıyorlar onlar! O ettiklerine sevinen, yapmadıkları şeylerle övünmelerinden hoşlananların azaptan kurtulacaklarını sakın sanma; onlar için acı veren bir azap vardır.” (Âl-i İmran, 187-188).
- Allah Teâlâ’nın hükümlerindeki hikmetini anlamak kolaylaşır. Özellikle müskiratın, faizciliğin, haramlığının ve cihadın farz kılınmasının nihâî bir şekilde hükme bağlanmasında tedricin gözetilmesi, İslâmiyet’in insanlığı nasıl şefkatle hidâyete götürdüğünü gösterir.
- Kur’ân âyetlerinin kolayca ezberlenmesi sağlanmaktadır. Özellikle, Kur’ân’ın, ümmîliğin yaygın olduğu bir ortamda indirildiği düşünülürse, parça parça gelmesinin, âyetlerin ezberlenip unutulmaktan kurtulması hususunda ne büyük bir rol oynadığı anlaşılabilir.
- Âyetlerin ihtiva ettikleri mâna, hüküm ve hikmetlerin iyice anlaşılıp hazmedilmesi, böylece kolaylaşmış olur. Zira hükümleri, o hükümlere duyulan ihtiyaç ortamına yerleştirmek, o hâdiselerle irtibatlandırmak, hâdiseleri mekânlar, zamanlar ve şahıslarla münâsebete koymak, hem meseleleri zihinlere iyice yerleştirmeyi, hem de ihtiyaç hâlinde onları hatırlamayı kolaylaştıran hususlardandır.
- Kur’ân’ın i’cazını açıklayan Meânî ve Beyan ilimlerinin medarı olan “mukteza-yı hâli bilmek”, nüzul sebeplerini bilmekle mümkün olur. Zira aynı söz; söyleyene, muhataplara, şartlara ve sözün söyleniş gayesine göre muhtelif hükümler alabilir, değişik anlamlar ifâde edebilir.
Nüzul konusunda muteber olan, sebebin hususîliği değil, lâfzın umumîliğidir. Hüküm ihtiva eden âyetler ekseriya muayyen şahıslar hakkında nazil olmuşlarsa da, aynı durumda olan herkes hakkında geçerlidirler. İşte âyetlerin hükümlerini gerçek nüzul sebeplerinden başkasında da geçerli kılmak, cumhuru, sebebin hususiyetine değil, hükmün umumiyetine ehemmiyet vermeye sevketmiştir. Zira Kur’ân’ın umumiyetinin, muayyen şahıslara mahsus kılınmasını kabul etmek aklen mümkün değildir.
[1] Asr-ı saadette cereyan eden bazı kıssaların iyice anlaşılması için sebeb-i nüzulü bilmek faydalıdır. İfk hâdisesinde (Nûr, 11-20) ve bazı gazvelerde vâki’ olan durumlara işaret eden âyetlerde olduğu gibi. Bunların nüzul vesilelerine ekseriya, îma ve tariz sûretiyle işaret edilir. Bundan ötürü, okuyucunun o pasajları iyi anlayabilmesi için hâdiseyi açıklamak gerekir. Maamafih, bu nevi kıssaların da nüzul vesilelerinin bulunmasına mâni yoktur. Meselâ Kehf süresindeki Zülkarneyn kıssasının, yahudilerin suali üzerine nazil olması gibi.