İmam Mâtürîdî’ye Göre Âhirete İnanmayı Engelleyen Sebepler
Mâtürîdî’ye göre insanı âhirete inanmaktan uzaklaştıran engeller insanın kendisinden kaynaklanır. Bunlar; en temel inanç olan Allah’ı inkâr etmek, bilgi kaynaklarını doğru yönde kullanmamak, kendini yeterli görüp gururlanma, taklit zihniyeti ve dünya nimetlerine aşırı düşkünlük olarak sıralanmaktadır.
Ferdin, ailenin, cemiyetin ve topyekün bütün insanlığın hakikî refah, saadet ve huzura erebilmesi ancak ve ancak, büyük-küçük bütün amellerin hesabının görülebileceği bir ahiret yurduna inanmaya bağlıdır.
İslâmiyet’in önemli bir inanç esası olan ahirete iman, “Aydınlanma Dönemi”nden itibaren dünyayı etkileyen materyalist ve seküler anlayış tarafından reddedildiğinden diğer din mensuplarında[1] olduğu gibi, İslâm dininin mensupları arasında da zayıflamıştır. Bu dönemde öne çıkan “bilimsel bilgi”, hayatın ve varlığın kıymetini belirlemede yegâne değer ölçüsü kabul edilmiştir. Bu durum ferdin iç huzurunu alıp götürdüğü gibi insanları âhiret inancından uzaklaştırmış ve sonunda da beşerî münasebetleri dünyevîleştirmiş, suçların artmasına ve iyiliklerin azalmasına sebep olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in nerede ise üçte birinin âhiretten söz etmesine karşın bazı Müslümanlar, imana ve hayata derinlik katan huzur ve değer kaynağından mahrum kalmıştır. Âhirete iman etmeye çağıran ve değerlerin bu âleme göre belirlenmesini salık veren Kur’ânî beyan karşısında Müslümanlar ölüm ötesi hayat adına endişe duyması gerekirken dünyevîleşmenin tesirinde kalmış, âhirete iman zayıflayarak insan davranışları üzerindeki tesirini yitirmiştir.
İslâm dininin ana ilkelerini naslardan hareketle belirleyip rasyonel bilgilerle temellendiren kelâm ilminin tabii olarak diğer bir görevi de temel inanç konularına iman etmeyi engelleyen sebeplerin tespiti ve bunların inananların dikkatine sunulmasıdır. Bu noktada nakil-akıl münasebetinde dengeleyici bir yöntem geliştirerek Sünnî kelâmın ve dirâyet tefsirinin kurucuları arasında yer alan Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin fikirleri son derece önem kazanmaktadır. Ölüm ötesi hayata iman etmeyi engelleyen sebepleri konu alan araştırmamızda temel kaynak, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne’si[2] ile bunun şerhi olan Alâeddîn es-Semerkandî’nin Şerhu’t-Te’vîlât[3] adlı yazma eseridir.
Mâtürîdî, âhirete inanmayı engelleyen sebepleri; Allah’a iman etmeme, bilgi kaynaklarının doğru yönde kullanılmaması, (İslâm’da bilginin temel kaynakları üçtür. Haber-i mütevatir gibi havass-ı selime ve akıl da bilgi kaynağıdır. Bunların kullanılmaması da insanları inançsızlığa sürüklemektedir) önceki nesillerin izinden gitme, kibirlenme ve dünya menfaatlerini terk edememe gibi yönlerden ele almıştır.[4]
Allah’ı inkâr etmek
Öncelikle bir Tanrı’nın varlığını kabul etmek, dolaylı olarak öte dünya hayatının varlığını kabul mânâsına gelir. Nitekim geçmişten günümüze tanrı inancı bulunan milletlerin tamamında bir âhiret inancının bulunduğu araştırmalar neticesinde tespit edilmiş bir husustur.[5] Özellikle İlâhî dinler söz konusu olduğunda bunun çok açık ve kesin olduğu, bu din müntesiplerinin hem yazılı hem de sözlü geleneklerine bakılarak görülebilir.[6]
İmam Mâtürîdî, âhirete inanmayı engelleyen sebeplerin başında Allah’a iman etmemeyi zikreder. Nitekim günümüzde Yaratıcı’nın varlığının kabulüne, diğer her şeyi açıklayan kesin temel gerçek olarak bakılmaktadır.[7] Hattâ Tanrı’nın varlığı kabul edilmediği takdirde ölüm ötesi hayatın mümkün olduğunu düşünmek için bir dayanağın kalmadığı önemle vurgulanır.[8]
Mâtürîdî’ye göre imanda esas olan kalbî tasdik olup bunu sağlayan da bilgidir. Fakat bilgi, mahsûsât (duyulur şeyler), ma’kûlat (düşünülür şeyler) içindir. Onun yöntemi somuttan soyuta hareket eder. Kalbî tasdik olan imanı, bilgi sağlamakla birlikte âhiret bilgisinin kaynaklarından biri de iman olmaktadır. Bu dünya, âhirete dair bir ipucu ve delildir. Bu delili de ancak kalbinde iman bulunanlar görüp anlayabilir.[9]
Mâtürîdî’ye göre insanın hak ve hakikati kavramasında imanın etkisi büyüktür. İnsan, bir nesneyi görüp algılayabilmek için öncelikle bir görme duyusuna ve bu görmeyi gerçekleştirecek ışığa ihtiyaç duyar. Her ikisi bulunduğu takdirde görme fiili geçekleşir. Şayet ikisinden birisi olmazsa görme hâdisesi gerçekleşemez. Bu örnekte olduğu gibi hakikatin kavranabilmesi için iki nura ihtiyaç vardır. Biri kalbin nuru ki, bu imandır. İkincisi ise duyuların nuru, yani sağlamlığıdır. Şayet bunlardan birinde aksaklık meydana gelirse gerçek anlaşılamaz. İnkâr kalbe girerek onun nurunu örttüğü takdirde duyular sağlam olsalar bile hakikat elde edilemeyecektir. Hakikatin tecellisinde ve bâtıldan ayrışmasındaki imanın önemi ortaya çıktığından onun yokluğu hâlinde âhiretin varlığına işaret eden kevnî ve naklî deliller bir mânâ taşımamaktadır.[10]
Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan azap tasvirleri karşısında imandan yoksun olan kâfir, azabın ne zaman olduğunu alay ederek sorar. Mümin ise taşıdığı imanın bir gereği olarak azabı var kabul edip korku ve ibretle dinler. Bu iki durum, iman etmenin âyetleri anlamaya olan tesirine bir örnektir.[11]
Bilgi kaynaklarını doğru yönde kullanmamak
Mâtürîdî’ye göre insanı âhiret inancından alıkoyan sebeplerden biri de şeytanın Allah’ı unutturması ve O’ndan uzaklaştırmasıdır. Bu da haber verilen ölüm ötesi hâllerin doğru olmadığı, hayatın sadece bu dünyadan ibaret olduğu ve dünyanın kazanılması gerektiği[12] gibi telkinlerden ibaret olup, kişinin âhiret hakkında doğru düşünmesini engellemektedir.[13]
Mâtürîdî, insanların çoğunun âhiret hayatından gâfil olmasını[14] akıl, duyular ve doğru haber yoluyla elde edilen bilgiler üzerinde doğru düşünmemelerine bağlar. Bu düşünceden uzak hayat, insanlar arasında yaygın olduğundan âhireti bilmeme vasfı insanlığın geneline izafe edilmiştir. İnsanların çoğu yakın faydayı gözeterek nefislerine uymakta ve bilinmeyen fakat tefekkür ile elde edilen bilgiden uzak bir şekilde zanna dayanarak yaşar. Meselâ su üzerinde düşünerek her şeyin kıvamının onunla olduğunu fark edemez. Bunlar kâinattaki hikmeti kavrayamadıklarından, algıları dünya hayatıyla sınırlı kalıp bütün doğum ve ölümleri anlamlı kılan âhiret inancından uzak yaşar. Mâtürîdî’ye göre kalblerin mühürlenmesinin sebebi de, kişilerin bu bilgi yolları üzerinde düşünmemeyi alışkanlık hâline getirmeleridir. Böyle insanların, bilgi kaynaklarını yeterince doğru yönde kullanmadıklarını Cehennem’de itiraf etmeleri[15] bunun bir delilidir.[16]
Mâtürîdî, kötü arzularının esiri olanların müminleri saptırmak istemelerine[17] işaret eden âyet bağlamında onların bu arzularının esiri olmalarının sebebini Cenâb-ı Hak’tan kendilerine bir beyanın ulaşmamasına değil, âkıbet üzerinde derinlemesine düşünmeyi terk etmelerine bağlar. Bu çerçevede Hz. Ömer’in insanı Rabb’ine karşı aldatan şeyin ahmaklık olduğuna dair sözünü aktarır. İnsanları bu tefekkürden alıkoyan ise ya arzuladıkları dünyevî bir statü veya onları yoldan çıkaran dünyevî imkânlardır.[18] Eğer insanlar, düşünce ve fikir sahasında kendilerini biraz zorlayıp bilgiyi kullanarak bir adım atabilselerdi, onların inkâra düşmeleri söz konusu olmazdı.[19]
Kur’ân-ı Kerîm’de insanın kendi yaratılışını unutarak çürümüş kemiklerin nasıl diriltileceğine dair sorusu hayretle karşılanır.[20] Mâtürîdî, insanın bu sorusunu, Allah’ın kudreti hakkında gaflette bulunmakla açıklar. Onların toprağa dönüşümü de Allah tarafından bilinmektedir.[21] Şayet biraz aklını kullanmış olsaydı, insanın zigot hâlinden, ölümüne kadar geçirdiği aşamalar ve dönüşümlere muktedir olan Allah için insanı yeniden yaratmanın ne kadar kolay olduğunu[22] aklen anlayabilirdi. Biz Allah’ın ne kadar kolay yarattığını anlamak için “kef” ve “nun” adı verilen “ol!” emri ile iki harf kullanıyoruz. Ancak Allah bu harfler daha bir araya gelmeden yoktan var etme gücüne sahiptir.[23]
İnsanların şuuraltlarında göklerin, dağların ve yerin daima var olacağı fikri hâkimdir. İnsanı bu fikre sevk eden şey, bu sayılanların dışında her varlığın şu veya bu şekilde yok olmasıdır. İnsan, bu tablo karşısında kendi cinsinin fâniliğini anlamakta ve göklerin, dağların ve yerin bâki olduğu kanaatine vararak âhiret hayatı fikrinden uzaklaşmaktadır. Ancak Allah, kitapların sahifelerinin dürülmesi gibi göğün dürüleceği günün düşünülmesini,[24] o gün yer ve göklerin de başka yer ve göklere dönüştürülmesini,[25] göğün yarıldığı anı,[26] dağların atılmış renkli yünler gibi olacağını,[27] dağların kıyamet gününde toz haline gelip savrulacağını[28] ve başlangıçta ilk yaratmanın nasıl yapıldıysa ikinci kez yine yapılacağını[29] haber veren âyetler üzerinde aklını kullandığı takdirde yukarıda sözü edilen göklerin, dağların ve yerin dâima var olacağı fikrini ortadan kaldırmaktadır.[30]
Gurur ve kibir (büyüklenmek)
Gurur, kişinin mânevi açıdan değersiz olan şeylere aldanıp onlarla avunması mânâsında bir ahlâk terimidir.[31] Gurur ve kibir, şeytanın Âdem’e secde etmesini engellediği[32] gibi insanın da hakikate ulaşmasının önündeki en büyük engeldir.
Mâtürîdî’ye göre kibir, Kur’ân-ı Kerîm’de âhiretin varlığına işaret eden âyetleri anlamaya ve âhirete iman etmeye bir engeldir. Çünkü kibir insanı akıl yürütmekten uzaklaştırıp inatçı bir tavır takınmasına sebep olmakta, doğruyu bulma gayesiyle yapılan tefekkürü unutturmaktadır. Mâtürîdî, bu inadî tutumun ve kibrin onların bir tabiatı hâline geldiğine değinerek, kendilerine göklerin kapıları açılsa bile büyülendiklerini zannedeceklerine[33] işaret ederek âhiret hayatı hakkındaki özendirme ve sakındırmaların onların tekzip ve inkârlarını artırdığını söyler.[34]
Kur’ân-ı Kerîm’de âhiretin varlığını inkâr edenler gururlu ve kibirli kimseler olarak nitelenmektedir. Zirâ Hz. Mûsâ’nın âhirete inanmayan her kibirliden Allah’a sığınması[35] bunu göstermektedir.[36]
İnkâr edenlerin âhiret hayatına karşı duyarsız kalmalarındaki psikolojik sebeplerden biri de bu dünya hayatında kendilerine verilen imkânların ölüm ötesi âlemde de verileceğini umarak âhiret hayatıyla ilgili tehditlere kulak asmamalarıdır. Eğer Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem), Allah’ın bir elçisi olsaydı sıkıntı içinde olmazdı. Allah nazarında biz daha sevgiliyiz. Çünkü biz rahat içindeyiz ve geniş imkânlara sahibiz, derlerdi. Onlara göre burada veren orada da verir. Rablerinin katına döndürülseler bile daha iyisini bulacaklarını sanırlar.[37]
Bunun yanında böyle önemli bir vazifenin kendilerine verilmemesi de bir inkâr sebebidir. Bu psikoloji onları âhirete karşı kayıtsız bırakmıştır. Hattâ kendilerine sahifeler verilmesini bile temenni eder olmuşlardır. Mâtürîdî’ye göre, şeytanın ateşten yaratılmasından ötürü topraktan yaratılan insana kibirlenerek secdeden uzak kaldığı[38] gibi Mekkeli müşrikler kendilerinin sahip olduğu nüfûz ve imkânlar karşısında ihtiyaç içinde sandıkları Hz. Peygamber’i ve Müslümanları küçümsemiştir. Hattâ tehdit ettiği azabı getirmesini isteyecek kadar kibirlerinde ileri gitmişlerdir.[39] Müşriklere göre bu dünyada mutlu, zengin ve güçlü olan kimseler Allah’ın sevgili kullarıdır. Köleler, fakirler ve güçsüzler ise Allah’ın kötü kullarıdır, cezalarını çekmektedir.[40] Aynı ruh hâli Hz. Mûsâ döneminde yaşamış olan firavunlar için de söz konusudur. Firavunlar, elçilik verilseydi bu ülkeye hükmedene verilirdi, diyerek karşı çıkmışlardır.[41] Hâlbuki onlar dünyadaki her nimetin bir imtihan vesilesi olduğunu anlayamamaktadırlar.
Taklit zihniyeti
Birçok konuda olduğu gibi âhireti inkâr etmenin de en önemli sebeplerden biri insanın doğru bilgiyi elde etmede iradesinin hakkını verip araştırmadan çalışmadan öncekilerin düşüncelerini takip etmesidir. Kur’ân onların bu şuursuzca taklitlerini, tâbi oldukları kimselerin yanlış üzerinde olma ihtimallerini hatırlatarak[42] sorgulamaktadır.
Aklî zaaflardan kabul edilen taassubun farklı bir boyutu da Mâtürîdî’ye göre nazar ve tefekküre dayalı araştırma yoksunluğunu ifade eden taklittir.[43] Bilindiği üzere Mâtürîdî, akaid sistemini oluştururken, taklitten kaçınarak nazar ve akıl yürütmeyle tahkîkî imana ulaşmayı kelâm ilminin temel prensiplerinden biri olarak benimsemiştir.[44]
Mekke müşriklerinin putlardan şefaat beklemeleri onların âhirete inandıkları zannını ortaya çıkarabilir. Fakat onlar âhirete kesinlikle inanmıyorlardı.[45] Mâtürîdî, Mekke halkının önceden taşıdıkları inançların, onları âhirete inanmada kayıtsız bıraktığını belirtir. Ona göre Hz. Peygamber’in geldiği dönemde Mekke halkı iki farklı âlem tasavvuruna sahiptir.[46] İlki âlemin kıdemine inananlar olup, bunlar Dehriyye ile aynı fikre sahip olanlardır. Diğeri âlemin bir sonunun olduğuna inanan fakat ölümden sonraki hayatı inkâr edenlerdir. Mekke halkı, zihinlerindeki bu inançları sebebiyle öldükten sonraki diriltilmeyi uzak ve şaşılacak bir hâdise olarak algılamışlardır. Bu taklit ve taassup onları toprak hâline gelmiş kemiklerin tekrar diriltilmesine alayla yaklaşmaya götürmüştür.[47]
Mâtürîdî’ye göre âhiret hayatına karşı mümin ve kâfir tarafından sergilenen kayıtsız davranışlar esas itibariyle birbirine denk tutulamaz. Âhiret hayatına inanmayan münkirlerin içinde bulundukları hal inadî tutum, peşin hüküm sahibi ve sâbit fikirli olmalarından kaynaklanmaktadır. Zirâ onlara yeri ve gökleri kimin yarattığı sorulsa, “Allah” diyeceklerinin bildirilmesi[48] ve yer ve göklerin yaratılmasından daha kolay olan ba’si inkâr etmeleri, onların inadî bir tavır içerisinde olduklarını göstermektedir. İman sahibi kimselerin âhiret hayatı yokmuş gibi davranmaları gafletin ve dünya sevgisinin yanı sıra şehevî duyguların ağır basmasındandır.[49] Mâtürîdî’ye göre bu kısır döngünün bir sebebi de insanın tövbeyi geciktirmesi ve yapılanların karşılığının alındığı bir hesap günü yokmuş gibi günah işlemeye devam etmesidir.[50]
Böylece Mâtürîdî, İlâhî ikaz karşısında peygamberlerin haberlerini yalanlayanların inanmama gerekçelerinden biri olarak da inanç bakımından babalarının arkalarından gitmelerini sayar. Onların doğru haber verdiğinden emin oldukları ve resûl olduğu hakkında duyum aldıkları hâlde Hz. Peygamber’e inanmamalarını bir çelişki olarak görür.[51]
Âhirete inanamayan insana göre, dünya nimetlerinden istifade etmekte ve sıkıntı çekmekte inanmayan ile inanan insan arasında bir fark yoktur. Her insan için vâki olacak ölüm ânında inanmayan kâfir için görünen bir azap vukû bulmamaktadır. Bu düşünce, münkiri, yaratıkların var edilişine ilişkin bir hikmetin bulunmadığına ve oradan da âhirete inkâra götürmektedir.[52]
Dünya nimetlerine aşırı düşkünlük
Ebedî ve daha mükemmel olan âhiret hayatının varlığına inanmak insanın yaratılışında bulunan bir özellik iken yaşadığı hayattaki nimetlerin çekiciliği kişiyi âhirete inanmaktan uzaklaştırır.[53] İnsan, âhirete iman ettiği takdirde sahip olduğu nimetlerin kaybolacağı endişesini de taşır.[54]
Âhiret inancı, menfaat kavramına bakışı değiştirdiği gibi, yanlış menfaat yaklaşımı da insanı âhirete iman etmekten uzaklaştırmaktadır.[55] Mâtürîdî’ye göre insan tabiatında bulunan şehevî ve sonu gelmez arzular neticesinde ortaya çıkan davranışlar, zamanla ön plâna çıkarak, insanın yapıp ettikleri üzerinde etkili olmakta ve böylece insan, bu davranışlarını uygun ve güzel bulmaktadır. Yaptıklarına bu dünyadan başka bir karşılık beklemeden çıkarlarını, yegâne değer hâline getirmektedir. Sahip oldukları inançlarıyla yaşamış ve bu dünyadan çekip gitmiş olan babaları herhangi bir felâkete maruz kalmamıştır. Kendilerini de aynı âkıbetin beklediğini iddia ederek tutarlı olduklarını ileri sürerler. Neticede yanlışı göremeden bir kısır döngü içerisinde bocalayıp dururlar.[56] Mâtürîdî, şeytanın, Sebe melikesi Belkıs ve halkının[57] kötü fiillerini onlara doğru ve güzel göstermesini âhiret karşısında insanın içine düştüğü fasit daireye bir örnek olarak getirir.[58]
Mâtürîdî, servetinin kendisine âhireti unutturduğu ve servetinin kendisini meşgul ettiği Kârûn’a dair kıssaya dikkat çeker. Âhiret yurdunu araması için verilen zenginlik, Kârûn’un âhireti unutmasına sebep olmuştur. Elindeki servet onu âhiret hayatını düşünmekten müstağni kılmıştır. Bunun yanında kendilerini ebedî kılacağını sandıkları mal toplama ve zengin olma düşüncesi de insanı âhireti düşünmekten alıkoymaktadır.[59]
Mâtürîdî, Dehriyye’den başka inkârcı akımla karşılaşmayan Arap müşriklerinin âhirete inanmama psikolojilerini şöyle açıklar: Onların ileri gelenleri, kendilerine tâbi olan aşağı tabakadan insanların bağlılıklarını arttırmak için Dehriyye’nin fikrine sahip çıkarak bu dünya hayatıyla aldanmıştı. Onları kendi köleleri olarak görürlerdi. Âhirete inandıkları takdirde bağlıları âhiret için de çalışacakları için kendilerine olan hizmeti aksatacaklarından zenginliklerine ve nüfûzlarına zarar söz konusuydu. Bu sebeple onlar, dünyevî bir zarardan ötürü âhiret inancından kaçınarak kendilerini helâk edecek gücün zamandan başka bir şey olmadığı fikrine sahiptir.[60]
Hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olduğunu iddia eden kimselerin ölüm sonrasına ait telâkkileri ise soylarından gelecek nesillerin çoğalması ve adlarının anılmasından ibarettir. Onlar devam eden nesilleriyle menfaatlerinin süreceğine inanır.[61] Mâtürîdî, salih kimselerin nesilleri tarafından hayırla anılmaları gibi onların hayırla hatırlanmadıklarına değinir.[62]
Allah’ı inkâr eden insanlar dünya hayatında evlâtlarının ve mallarının çokluğundan güç ve yardım aldıkları gibi ölüm sonrası hayatta da sahip oldukları varlıkların kendilerine yardım edeceğine ve sıkıntıya uğramayacaklarına inanarak,[63] vahyin tehditlerini dikkate almaz. Yani bu dünya hayatındaki menfaatleri ölüm sonrasında da onları beklemektedir ve onları kurtaracaktır. Fakat Cenâb-ı Hak onlara; “İnkâr edenlerin ne malları ne de evlâtları Allah huzurunda kendilerine bir fayda sağlayacaktır.”[64] demektedir.
Mâtürîdî’ye göre âhireti inkâr edenler, dünya hayatında servet sahibinin yaptığı çalışmasının karşılığını aldığını, darlık içinde olanın ise yaptığı yanlışların cezasını çektiğine inanır. Bu onların sebep-netice münasebeti içerisinde bir imtihanın varlığını kabul ettiklerini gösterir. Mâtürîdî, onlara bu dünyada yapılan işlerin de bir neticesinin olduğunu hatırlatarak çelişkileri ortaya koyar.[65]
Netice
Mâtürîdî, âhirete inanmayı engelleyen sebepleri ele alırken beşerî âlemi daima göz önünde bulundurmuş, insan psikolojisini ve toplum realitesini de hesaba katmıştır. Mâtürîdî’ye göre insanı âhirete inanmaktan uzaklaştıran engeller insanın kendisinden kaynaklanır. Bunlar; en temel inanç olan Allah’ı inkâr etmek, bilgi kaynaklarını doğru yönde kullanmamak, kendini yeterli görüp gururlanma, taklit zihniyeti ve dünya nimetlerine aşırı düşkünlük olarak sıralanmaktadır. Bu sayılanlar üzerinde derinlemesine bir tefekkür, insana potansiyel olarak sahip olduğu zaaflarını öğretmekte ve kişiye şüphelerden arınmış, hayatına huzur katan âhiret âlemi inancını kazandırmaktadır. Bunun yanında çoğunluğu insan tabiatının yansımaları olan âhirete imanı engelleyen sebeplerin bilinmesi, insanın kendini tanımasına ve Müslümanların tutarlı ve etkili bir imana sahip olmalarına katkı sağlayacaktır.
[1] Nitekim Nature dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir çalışmaya göre Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilim Akademisi üyeleri arasında Tanrı’nın veya âhiretin varlığına inanan bilim adamlarının oranı sadece yüzde yedi’dir. Bkz. Edward J. Larson, Larry Witham, Correspondence: Leading scentists stil relect God, Nature, 394 (1998), s. 313.
[2] Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne’nin Fâtıma Yusuf Haymî tarafından neşredilen Beyrut 2004 baskısı temel alınmıştır.
[3] Alâuddin es-Semerkandî tarafından, hocası Ebu’1-Muîn en-Nesefî’nin Te’vîlât’a ait açıklamalarından istifade ederek kaleme alınan Süleymaniye Ktp., Medine Bölümü, nr. 179 da bulunan yazma temel alınmıştır.
[4] Kur’ân-ı Kerîm’e göre âhireti inkâr düşüncesi ve âhireti inkâra sevkeden nedenler hakkında bilgi için bkz. Yener Öztürk, İmkânı ve Lüzumu Açısından Kur’ân’da Âhiret, İstanbul 2001, s. 57-99; Güllüce, a.g.e., s. 200 vd.
[5] Cağfer Karadaş, “İslâm Düşüncesinde Âhiret İnancı” (İlâhiyat Fakülteleri XII. Kelâm Anabilim Dalı Eğitim-Öğretim Meseleleri Koordinasyon Toplantısı ve İslâm’da Âhiret İnancı Sempozyumu), Sivas 2007, s. 31.
[6] Turan Koç, Ölümsüzlük Düşüncesi, İstanbul 1991, s. 213-221.
[7] Richard Swinburne, Tanrı Var mı? (çev. Muhsin Akbaş), Bursa 2001, s. 17.
[8] Michael Peterson ve Diğerleri, Akıl ve İnanç; Din Felsefesine Giriş (çev. Rahim Acar), İstanbul 2006, s. 279.
[9] Hanifi Özcan, “Mâtürîdî’ye Göre “İmân-İslâm-İhsan” ve “Küfür” İlişkisi”, DÜİFD, sy. 8 (1994), s. 202; Işık, Mâtürîdî’nin Kelâm Sisteminde İman, Allah ve Peygamberlik Anlayışı, s. 53.
[10] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne (thk. Fatıma Yusuf Haymî), Beyrut 2004, III, 187, 252, 253; Alâeddîn es-Semerkandî, Şerhu’t-Te’vîlât, Süleymaniye Ktp., Medine Bölümü, nr. 179, vr. 474b.
[11] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV, 155; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 618b.
[12] el-İsrâ 17/64.
[13] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 176; V, 80; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 762b.
[14] el-Ankebût 29/7,8.
[15] el-Mülk 67/10.
[16] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 86, 93, 113, 356, 359, 547, 571; IV, 35, 36, 61, 71-73, 75, 205, 212, 383, 600, 609; V, 192, 193; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 502b, 552b, 583b, 591a, 593b, 630b, 632b, 680a, 735b, 737b, 791b. Mâtürîdî’de duyu ve duygu zayıflığının hidayete olan negatif etkisi hakkında bkz. Ramazan Biçer, “Mâtürîdîye Göre Hidayete Engel Olan Beşeri Zaaflar ve Tezâhürleri”, SAÜİFD, VIII, sy. 1 (2003), s. 47.
[17] en-Nisâ 4/27.
[18] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, I, 404; IV, 364; V, 398; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 161b, 674b, 845b.
[19] Mehmet S. Aydın, Müsbet İlim ve Allah, İstanbul 1976, s. 199.
[20] Yâsîn 36/78, 79; en-Nâziât, 79/10, 11.
[21] Kâf 50/4.
[22] er-Rûm 30/27.
[23] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV, 214, 215, 322; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 633a, 663b.
[24] el-Enbiyâ 21/104.
[25] İbrahim 14/48.
[26] el-İnfitâr 82/1; el-İnşikâk 84/1.
[27] el-Kâria, 101/5.
[28] Tâ-Hâ 20/105; el-Vâkıa 56/6.
[29] el-Enbiyâ 21/104.
[30] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 349, 350; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 501a.
[31] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “grr” md.; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “grr” md.; Mustafa Çağrıcı, “Gurur”, DİA, XIV, 212-213.
[32] el-Bakara 2/34.
[33] el-Hicr 15/14, 15.
[34] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, II, 615; III, 42-43,76, 79, 158, 162, 205; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 407b, 425b, 433b, 434b, 630b.
[35] el-Ğâfir 40/27.
[36] Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, IV, 76.
[37] el-Kehf 18/36.
[38] el-A’râf 7/12.
[39] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 275, 277; IV, 153, 157, 187, 314, 388, 431, 432, 625; V, 245, 375; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 481a, 618a, 619a, 626b, 661b, 681a, 692a, 692b, 741a, 741b, 805a, 805b, 839b.
[40] Mevlüt Güngör, “Kur’ân Bağlamında İslâm Öncesi Mekke Toplumundaki Tanrı ve Âhiret İnancı”, DAD, VIII, sy. 23 (2005), s. 23, 27.
[41] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV, 438, 439, 475, 554, 555; V, 145, 267, 328, 329 Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 694a, 702b, 703a, 724a, 779a, 811a, 827b.
[42] el-Bakara 2/170.
[43] Biçer, a.g.m., s. 46.
[44] Ali Abdülfettah el-Mağribî, İmâm-ı Ehli’s-Sünne ve’l-Cemâa, Ebu Mansûr el-Mâtürîdî ve ârâühü’l-kelâmiyye, Kahire 1985, s. 79.
[45] Veysel Güllüce, Kur’ân-ı Kerîm’de Âhiret İnancının Temelleri, Erzurum 2001, s. 53-63; Mevlüt Güngör, “Kur’ân Bağlamında İslâm Öncesi Mekke Toplumundaki Tanrı ve Âhiret İnancı”, DAD, VIII, sy. 23 (2005), s. 27; İsmâil Çalışkan, Kur’ân’da Din Kavramı, Ankara 2002, s. 63.
[46] İslâmiyet öncesi Arapların sahip oldukları inançlar hakkında daha fazla bilgi için bkz. Şemseddin Günaltay, İslâm Öncesi Araplar ve Dinleri (haz. M. Mahfuz Söylemez-Mustafa Hizmetli), Ankara 1997; Mevlüt Güngör, “Kur’ân Bağlamında İslâm Öncesi Mekke Toplumundaki Tanrı ve Âhiret İnancı”, DAD, VIII, sy. 23 (2005), s. 27.
[47] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV, 144; V, 343; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 615a, 831b. Mâtürîdî’ye göre Mekke’de ilk inen âyetler üç inkârcı grubu hedef almıştır. Söz konusu üç akım; tevhidi, nübüvveti ve ölümden sonraki yaşamı inkâr edenlerden oluşmaktadır. Başka bir yerde Mâtürîdî, onları Dehriyye ile aynı fikirde olanlar, şirk koşanlar ve tevhide inanıp ba´si inkâr edenler diye de sınıflandırmaktadır. Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV, 201, 456; V, 41; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 29b, 652b, 698b, 751b.
[48] ez-Zuhrûf 43/9.
[49] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 317; IV, 424, 477, 480, 596, 598, 599; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 492a, 690a, 703b, 704a, 734b, 735a, 735b.
[50] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, V, 333; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 829a.
[51] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 164, 572; IV, 72, 223, 429, 430; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 559b, 593b, 635a, 691b.
[52] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV, 6; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 575b.
[53] Bekir Topaloğlu, “Âhiret”, DİA, I, 545.
[54] Kurtubî, el-Câmi´ li Ahkâmi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Beyrut 1988, VII, 57.
[55] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 138; III, 193, 605; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 451a, 459a, 570a.
[56] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 551; IV, 374; V, 408, 409; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 552b, 677b, 847b, 848a.
[57] en-Neml 27/24.
[58] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 559; IV, 171, 345, 434; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 555b, 622b, 669b, 693b.
[59] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 614, 615; IV, 411; V, 142, 250, 519; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 573a, 573b, 687a, 778a, 806b, 871b.
[60] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, II, 109; II, 408; IV, 448, 477; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 247b, 696b, 703b. Mekkelileri bu fikre iten davranışların temelinde bir çeşit nihilizm vardır. Kabirden sonra hiçbir şey olmaz düşüncesinden doğan bir nihilizm. Bu anlayış onları bütün gayretleriyle bu dünyada refah içinde yaşama arzusuna kilitlemiştir. Toshihiko Izutsu, onların zeki, kabiliyetli tüccarlar olmalarına rağmen âhiret hayatına iman etmemelerini bu ticaretin getirdiği istiğna durumuna bağlar. Fakat bunu tamamen doğru bulmak yanlıştır. Zira Mâtürîdî’nin işaret ettiği üzere onları bu kabiliyet ve iş yeteneklerine rağmen âhirete inanmaktan alıkoyan daha çok dünya hayatındaki menfaatlerinin kesileceği düşüncesidir. Bkz. Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan (çev. Süleyman Ateş), Ankara 1975, s. 83-84.
[61] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 402; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 514b.
[62] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III, 403; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 515a.
[63] Sebe 34/35.
[64] Âl-i İmrân 3/10.
[65] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, V, 196, 452; Alâeddîn es-Semerkandî, a.g.e., vr. 792b, 857b.
* Yeni Ümit Dergisi arşivinden (Ekim, 2012; 98. sayı)