KUR’ÂN’IN OKUNUŞUNDA DURAKLAR
Kur'an İlimleri ve Arapça bilmeyenlerin, vakf yerlerini hakkıyla bilmesi mümkün değildir. Bundan ötürü yazılan veya basılan mushaflarda, vakf yerlerini gösteren birtakım işaretler konulur.
Kur’ân ilimlerinden biri olan vakf ve ibtida, Kur’ân okurken, mâna esas alınarak nerelerde durulup nerelerde geçileceğini bildirir. Bu yerler bilinmedikçe, birçok durumda mânaya vâkıf olunamaz ve hüküm çıkarılamaz. Ebû Ca’fer en-Nahhâs’a (ö.338/948) göre sahabe, Kur’ân metnini öğrendikleri gibi, vakf yani durak yerlerini de öğreniyorlardı.[1] Birçok âlim, vakf yerlerini öğrenmenin farz olduğunu söylemiştir.
Nahiv, kıraat, tefsir, lügat, kıssa ve fıkıh âlimi olmayan kimsenin, vakf yerlerini hakkıyla bilmesi mümkün değildir.[2] Bundan ötürü yazılan veya basılan mushaflarda, vakf yerlerini gösteren birtakım işaretler konulur. Kur’ân okuyan kimse, bu işaretlerin delâletlerini bilmek ve onlara riâyet etmekle mükelleftir.
Mushafların ekserisinde Secâvendi’ye (ö.560/1164) göre işaretler konulduğundan, vakf çeşitlerini onun sınıflandırmasına göre ele alacağız. Ona göre vakfın beş derecesi vardır ki bunlar sırasıyla:
- Lâzım,
- Mutlak,
- Caiz,
- Bir vecihle caiz,
- Zaruret hâlinde izin verilen vakflar.
- Vakf-ı lâzım: Durulmadığı takdirde murad olan mâna değişir. İşareti, durulacak kelimenin son harfinin üstündeki م’ Meselâ:
وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ (Ali İmran, 7) âyetinde إِلاَّ اللهُ dedikten sonra vakf-ı lâzım vardır. Buna göre mânası: “Hâlbuki onun tefsirini, Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde ileri gidenler ise inandık, hepsi Rabbimizdendir derler.” Fakat mezkûr durak olmadığı takdirde mâna şöyle olur: “Hâlbuki onun tefsirini, Allah’tan ve ilimde ileri gidenlerden başka kimse bilmez. Onlar derler ki (...).”
- Vakf-ı mutlak: Mâna bakımından, kendisinden sonra gelen kısımla başlamak (ibtidâ) güzel olan ve durak yerinde mânanın tamamlandığı vakftır. İşareti, durulacak kelimenin son harfinin üstündeki ط ’dır. Meselâ: مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (Fatiha, 4) âyetinde bu durum vardır.
- Vakf-ı caiz: Hem vasl, hem de fasl edilmesi, yani geçilmesi ve durulması mümkün olan duraktır, İşareti ج ’dir. قُلْ هُوَ اللهُ أَحَدٌ اللهُ الصَّمَدُ (İhlâs, 1-2) âyetlerinde hem أَحَدٌ hem de الصَّمَدُ lâfzında, caiz olan vakf vardır.
- Caiz olmakla beraber geçilmesi tercih edilen vakf. Alâmeti ز Meselâ: بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا(ز) وَالآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى (A’lâ, 16-17) cümlesinde الدُّنْيَا kelimesinde durmayıp geçmek daha evlâdır.
- Zaruret hâlinde murahhas olan, yani sonrası, öncesine muhtaç olmakla beraber, nefesin yetmemesi veya devam eden sözün uzunluğu sebebiyle durulan yerdir. Ancak, sonraki kısım, anlaşılması mümkün olan bir cümle olduğundan, baştan almak gerekmez.
Alâmeti ص ’dır. Meselâ: تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجِّيلٍ(ص) فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ (Fil, 4-5) kısmında سِجِّيلٍ kelimesinde durmak böyledir.
Durmak caiz olmayan yerler ise لا işaretiyle gösterilir. Çaresiz kalıp durma halinde o kelimeyi tekrar etmek gerekir Buralarda durmak, mânayı bozmaya sebep olmaktadır. Meselâ: قَالُوا مَا أَنْتُمْ إِلاَّ بَشَرٌ مِثْلُنَا(لا) وَمَا أَنْزَلَ الرَّحْمَنُ مِنْ شَيْءٍ(لا) إِنْ أَنْتُمْ إِلاَّ تَكْذِبُونَ (Yasîn, 15) âyetinde لا işaretli iki yerde durmak hâlinde, inkarcıların sözleri, onlardan nakledilen sözler olmaktan çıkıp, okuyan tarafından söylenen söz zannedilir. Yahut: فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ(لا) (Maun, 4) deyip durmak caiz değildir; zira bu durumda “Namaz kılanların vay haline!” denilmiş olur. Hâlbuki arkasından, bunların kimler olduğunu bildiren sıfat gelmektedir. Bazı âlimlere göre, sonrası ile ilgili olsa dahi, âyet sonlarında durmakla sünnete uyulmuş olur.[3] Kur’ân okumaya son verirken, âyetin ortasında bırakmayıp sonuna gelmelidir. Aksine hareket, sahabeden beri mekruh görülmüştür.
[1] Süyûtî, İtkan, I,
[2] Aynı eser, I, 87.
[3] Aynı yer.