İmanın Yenilenmesi ve Güçlenmesi





Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 10/09/2022
Clap

Her lâhza zaman ve mekân değişmektedir; bu itibarla insan da, bu değişmeler içinde her an kendini aydınlatmalı, yenilemeli ve ruhta yeni bir dirilişe geçmelidir ki, hayatını teşkil eden karelerden hiçbiri karanlık kalmasın.

İman kelime olarak, “emn-ü emân=emniyet, güven” mânâsında olup; bir habere veya hükme, kesin olarak ve gönülden gelerek inanmak, bir şahsın sözünü doğru kabulle mutlak mânâda tasdik etmek demektir. İnanma, bir mânâda tasdikin yanı sıra imanda ikrarın da çok önemli olduğuna Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu hadîsleriyle işaret buyurmuşlardır:

Kalbinde buğday, arpa ve zerre ölçüsü iman bulunduğu halde Allah’tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir diyen kimse Cehennemden çıkar.”[1]

Dil ile ikrarın önemini ifade eden bir diğer hadîs-i şerîfte de Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) meâlen şöyle buyurmuştur:

İman, kalb ile marifet, dil ile tasdik ve erkân ile ameldir.”[2]

Ehl-i Sünnet âlimlerinin cumhûru nazarında imanın hakikati; Allah Teâlâ’nın ulûhiyetini ve tevhidini, Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberliğini ve Allah’tan (celle celâluhu) getirip tebliğ ettiklerinde sâdık olduğunu dil ile ikrar, kalb ile tasdiktir.

Ebu Hanife (h. 150) Hazretleri Fıkh-ı Ekber’inde,

وَالْإِيمَانُ هُوَ الْإِقْرَارُ وَالتَّصْدِيقُ. وَإِيمَانُ أَهْلِ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَا يَزِيدُ وَلَا يَنْقُصُ مِنْ جِهَةِ الْمُؤْمَنِ بِهِ, وهُوَ يَزِيدُ وَيَنْقُصُ مِنْ جِهَةِ الْيَقِينِ وَالتَّصْدِيقِ

İman, ikrar ve tasdiktir. Yer ve gök ehlinin imanı, inanılacak hususlar itibarı ile ne artar ne de eksilir. Ancak iman, yakîn ve tasdik açısından hem artar hem de eksilir.”[3] demektedir.

Ebû Mansur es-Semerkandî (h. 333) bu konuda şunları söylemektedir:

“Sadece ikrarla iman olmaz. Çünkü sadece ikrarla iman olsaydı, bütün münafıkların mü’min olmaları gerekirdi. Kezâ sadece tasdikle de iman olmaz. Eğer sadece tasdikle iman olsaydı, bütün kitap ehlinin mümin olması gerekirdi. Zîrâ Allah (celle celâluhu) meâlen; “Allah şahitlik eder ki münafıklar yalancıdırlar” (Münafikun 63/1) ve “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Peygamberi oğullarını tanır gibi tanırlar” (Bakara 2/146) buyurmaktadır.”[4]

İmam Maturidî Hazretleri imanın lügatte tasdik mânâsına geldiğini,[5] bir kısım insanların kalbde tasdikin değil, ancak marifetin olabileceğini iddia ettiklerini, hâlbuki kalbde tasdikin mümkün ve doğru olduğunu ifade etmektedir. Devamla tasdikin zıttının tekzip, marifetin zıddının cehalet olduğunu, haktan cahil olanın hakkı tekzip eden mânâsına gelemeyeceğini, dolayısıyla da imanın kalbde marifet dışında bir cevher (tasdik) olması gerektiğini ifade etmektedir.[6] Sa’düddîn et-Teftâzânî, Ebû Hafs Ömer b. Muhammed en-Nesefî’ye (ö. 537) ait el-Akâid isimli eserine yapmış olduğu şerhte, ancak bazı kaderiyyecilerin imanı marifet olarak tanımladıklarını ifade etmektedir.[7] Dolayısı ile bu durumda iman ancak iç duyuş, kalbî hissediş, inanılan prensiplerin salih amele dönüşmesi, âzâ ve cevârihle pratiğe aktarılması vb. hususlar itibarı ile yenilenmekte ve güçlenmekte ya da eskimekte ve güçsüzleşmektedir. Yine Ehl-i Sünnet âlimlerimizin tamamı “mü’menün bih / kendisine inanılması gereken bütün unsurlar”da bir artma ya da eksilme olmayacağında icma etmişlerdir.

 

İmanın Yenilenmesi:

Allah’a (celle celâluhu) imanın, çeşitli vesilelerle yenilenebileceği ile alâkalı olarak âyet-i kerîmede meâlen şöyle buyrulmaktadır: “Ey îmân edenler! Allah Teâlâ’ya ve O’nun Peygamberine ve Peygamberine indirmiş olduğu kitaba ve daha evvel indirmiş olduğu kitaplara imân ediniz. Ve her kim Allah Teâlâ’yı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse muhakkak ki pek uzak bir dalâlete ve sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa 4/136) Müfessirler bu âyet-i kerîmenin imanda devam ve sebata; taklit yoluyla yapılmış olan imanın, istidlal ve tahkik yolu ile geliştirilmesine; mücmel istidlallerle oluşturulmuş imanın tafsilatlı istidlallerle artırılması ve zenginleştirilmesine; tafsîlî delillerle Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine imanı neticesinde, insan zihninin hiçbir şekilde Allah’ın azametini kavrayamayacağını kabullenmesine işaret ettiğini belirtmişlerdir.[8] Bu âyet-i kerîmenin bir benzeri Hadîd Sûresi’nde olup şu mealdedir: “Ey imân edenler! Allah’tan korkunuz ve O’nun peygamberine imân ediniz ki, size rahmetinden iki nasip versin ve sizin için bir nûr kılsın ki, onunla yürürsünüz ve sizin için mağfiret buyursun ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (Hadid 57/28) Said b. Cübeyr (radıyallâhu anh), bu âyet-i kerîmenin Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmeti hakkında indiğini belirtmektedir.[9] Allah Teâlâ bu âyetle Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetine de, iman eden ehl-i kitaba verdiği gibi iki kat ücret verdiğini, ayrıca onlara fazladan bir nur ve af da verdiğini beyan etmiştir. Âyet-i kerîme, iman etmiş kimselerin mutlaka Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gönüllerinin tâ derininden gelerek inanmaları gerektiğini ve bu güçlü imanın arkasından gelecek büyük mükâfatı açıklamış olmaktadır.

 

İmanın Güçlenmesi

Ali İmran Sûresi’nde imanın güçlenmesi ile ilgili olarak meâlen şu âyet-i kerîmeyi görmekteyiz: “Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: “Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan korkun!” dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını güçlendirmiş ve “Hasbunallah ve ni’me’l-vekil - Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” demişlerdir.” (Ali İmran, 3/173) İmam Kurtubî, bu âyet-i kerîme ile alâkalı olarak şu yorumları aktarmaktadır: “Allah’ın (celle celâluhu) bu âyet-i kerîmedeki: “onların imanlarını güçlendirdi” beyânı, “müminlerin dinlerine olan tasdik ve yakînlerini, dinlerine yardımcı olmaktaki kararlılıklarını, güçlerini, cesaretlerini ve hazırlıklarını artırdı.” mânâsına gelmektedir. Bu mânâ ile imanın artışı, amellerdeki bir artışı ifade eder. İbadet u taate iman denilmiştir. Çünkü Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) meâlen şöyle buyurmuştur: “İman, yetmiş küsur şubedir. Bunun en üstünü Lâ ilahe illallah sözü, en aşağısı ise yoldan rahatsızlık veren şeyleri kaldırmaktır. Hayâ da imandan bir bölümdür.”[10]

Hz. Ali’den (radıyallâhu anh) de şöyle dediği nakledilmektedir:

“İman, önceleri kalbde beyaz bir parlaklık olarak ortaya çıkar. İman arttıkça bu parlaklık da artar. -Hz. Ali’nin (radıyallâhu anh) bu ifadesinde, imanın artıp eksildiğini kabul etmeyenlere karşı bir delil vardır.- Münafıklık da bu şekildedir. O da kalbde siyah bir karartı olarak ortaya çıkar. Münafıklık arttıkça kalb bütünüyle siyahlanıncaya kadar kararma devam eder.”

Bazı âlimler şöyle demiştir: “İman bir cevherdir. Mümin kalbindeki parlaklık, imanın gereği olan tutum ve davranışların birbiri peşi sıra temadisi ve imanın fiilen devamlılığı ile artar. Mümin kalbin, ardı arkasına gaflete düşmesi neticesinde ise iman eksilir. Bir kısım âlimlerin kanaatine göre de imanın artıp eksilmesi deliller itibarı ile söz konusudur. Bir kimsenin imana dâir sahip olduğu deliller artarsa, bu, imandaki bir güçlenme olarak kabul edilir. Peygamberlerin diğer insanlara üstünlüğü de işte bu bakımdandır. Çünkü peygamberler, imanı diğer insanların bildikleri şekil ve yollardan daha farklı pek çok şekil ve yollarla öğrenip bilmişlerdir.[11]

Bir başka âyet-i kerîmede de Cenâb-ı Hak meâlen şöyle buyurur:

Hakikatte mümin olanlar o kimselerdir ki, Allah Teâlâ zikredildiği zaman yürekleri titrer ve onlara Cenâb-ı Hakk’ın âyetleri okunduğu zaman imanları ziyadeleşir ve Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal, 8/2) Allah Teâlâ’nın burada yer alan; “Âyetleri okunduğu vakit imanları ziyadeleşir” buyruğu, müminlerin tasdiklerini artırmaları mânâsına gelmektedir. Çünkü şu andaki iman, dünkü imana bir ziyadedir. İkinci ve üçüncü defa tasdik eden bir kimsenin yaptığı da önceki tasdiklerine nispetle, kalbindeki genişliğin âyet ve delillerin çoğalması ile artışı demektir.[12]

Tevbe Sûresi’nde ise meâlen şöyle buyrulmaktadır:

Yeni bir sûre indirildiğinde onlardan bazıları: ‘Bu inen kısım hanginizin imanını ziyadeleştirdi acaba?’ diyerek vahyi küçümserler. Ama bu, iman edenlerin imanını ziyadeleştirir ve onlar sevinip birbirlerini müjdelerler. Fakat kalblerinde bir hastalık olanlara gelince, (o surenin nüzûlü) onların küfürlerine küfür katıp arttırmıştır ve onlar kâfirler oldukları halde ölüp gitmişlerdir.” (Tevbe, 9/124) İmam Râzî Hazretleri âyet-i kerîme ile ilgili olarak şu yorumu yapmaktadır:

“Bu sûrenin inmesi sebebiyle hem müminler, hem de kâfirler için iki şey tahakkuk etmiştir: Birincisi, bu sûrenin müminlerin imanını ziyadeleştirmiş olmasıdır. Bu sûre inerken, onlar bunu mutlaka okuyor ve onun, Allah katından indirilmiş gerçek olduğunu itiraf ve kabul ediyorlardı. İkincisi ise, onların duydukları ve elde ettikleri sevinç ve müjdedir. Bazıları bu müjdeyi âhiretteki mükâfat mânâsına, bazıları dünyada elde ettikleri yardım ve muzafferiyete, bir kısmı da kendisiyle daha fazla mükâfat elde edilebileceği için yeni gelen mükellefiyetler sebebiyle hâsıl olan sevinç ve sürûra hamletmişlerdir.”[13]

Bir başka âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak meâlen, hidayete erenlerin, hidayetini ziyadeleştirdiğini, onlara takvalarını (Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını) ihsan ettiğini beyan buyurmaktadır. (Muhammed, 47/17). Çünkü Cenab-ı Hak, hidayete erenlerin ilimlerini arttırmış, onlar da din adına dinlediklerini bilmiş, bildikleriyle amel etmiş, basiretleri ve peygamberleri tasdikleri artmış, sahih imanları sebebiyle kalblerine inşirah, haşyet ve takva ihsan edilmiştir.[14]

Fetih Sûresi’nde yer alan bir âyet-i kerîme ise meâlen şöyledir:

İmanlarını bir kat daha ziyadeleştirsinler diye müminlerin kalblerine güven indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır” (Fetih, 48/4). Bu âyet-i kerîmedeki, “imanlarını kat kat ziyadeleştirmeleri için” ifadesi ile ilgili olarak İmam Râzî Hazretleri şu izahların düşünülebileceğini belirtmektedir:

  1. Allah (celle celâluhu) müminlere art arda, peş peşe birtakım mükellefiyetler yükledi de onlar, o mükellefiyetlerden her birine tam iman edip, tasdik ettiler. Meselâ, Allah’ın bir olduğuna inanmakla emrolundular. Onlar da iman edip itaat ettiler. Savaşla, hacla emrolundular, onlara da iman edip itaat ettiler. Bu sebeplerle de imanları kat kat artıverdi.
  2. Allah (celle celâluhu) onlara, sekîneti indirdi, böylece sabrettiler. Derken gayba iman etmek suretiyle, ilme’l-yakîn olarak bildikleri İlâhî yardımı, ayne’l-yakîn şekilde müşahede ettiler de gayba inanmaya dayalı imanlarına, müşahedeye dayalı imanlarını katarak imanlarını katmerleştirdiler.
  3. İtikadî esaslara imanlarının yanısıra, fürûa ve amele dâir olan hususlara da iman ederek imanlarını ziyadeleştirdiler. Çünkü onlar, Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah’ın Resulü olduğunu, Allah’ın (celle celâluhu) vahdaniyetini, haşrin mutlaka meydana geleceğini tasdikin yanı sıra, Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) söylediği şeylerin tümünün doğruluğuna, Allah’ın emrettiği her şeyin farz olduğuna da iman etmişlerdir.
  4. Onlar fıtrî olan imanlarına, istidlali olan imanlarını da ekleyerek, imanlarını artırıp pekiştirdiler.[15] Konumuza ışık tutan diğer bir âyet-i kerîmede ise Cenâb-ı Hak meâlen şöyle buyurmaktadır:

Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirdik. Onların sayısını da inkârcılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, iman edenlerin imanlarını ziyadeleştirsin; hem kendilerine kitap verilenler hem müminler şüpheye düşmesinler, kalblerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de: ‘Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?’ desinler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Bu ise, insanlık için ancak bir öğüttür.” (Müddessir, 74/31)

İmam Mâtüridî’ye göre de kalb ile tasdik her zaman yenilenebildiği için, küfürden her kaçış ve uzaklaşmada iman yenilenmekte ve ziyadeleşmektedir. Güçlenme ve yenilenme küfür için de mümkün olup küfür ehlinin inat, tekzip ve örtmede devamlılık ve sebatları küfürde artışı ve küfrün yenilenmesini beraberinde getirmektedir. Ona göre, “imanın ziyadeleşmesi”, inanılan şeylerin ayrıntılarının artmasına bağlı olarak, tasdikin şümulünün artması, ayrıntıları bilmeden tasdik ederken, ayrıntıları bilerek tasdik etme, tasdikin “icmâlî” hâlden, “tafsîlî” hâle gelmesidir.[16] İmam Râzî Hazretleri bu âyet-i kerîme münasebeti ile gelen; “Size göre imanın hakikati ne artar, ne eksilir. Öyleyse bu âyet hakkında ne diyeceksiniz?” sorusuna, “Biz bu âyeti, kişinin imanının ürünü ve neticesi olan şeylerin güçlenmesi mânâsına alıyoruz.” demiştir.[17]

 

İmanın Yenilenmesi ve Eskimesi ile İlgili Hadîs-i Şerîfler:

İmanın yenilenmesi hususu, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek beyanları içerisinde yer almaktadır. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir defasında ashabına: “İmanınızı yenileyiniz.” buyurunca, ashab: “Ya Rasulallah, imanımızı nasıl yenileyebiliriz?” diye sormuşlar, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de “La ilahe illallah cümlesini tekrar etmekle.”[18] buyurmuştur.

Bir defasında da şu ikazda bulunmuştur: “La ilahe illallah zikrini ve istiğfarı sıklıkla yapmanız üzerinize bir görevdir. Çünkü İblîs; ‘Ben insanları günah işletmekle helâk ettim, onlar ise beni ‘La ilahe illallah’ cümlesini söylemekle ve istiğfâr etmekle helâk ettiler.’ demektedir.”[19] Bu hadîs-i şerîfte yer alan ‘ceddidû îmâneküm bi lâ ilâhe illallah (imanınızı ‘lâ ilâhe illallah’ ile yenileyiniz)’ cümlesini farklı bir açıdan yorumlayan Fethullah Gülen Hocaefendi şunları ifade etmektedir:

“İmanı yenileme meselesi devamlılık isteyen bir husustur. Mümindeki bu yenilenmenin onun tabiatının bir yanı, fıtratının bir parçası hâline gelmesi için devamlı surette imanını derinleştirmesi ve onu hayatına aksettirici temrinatla bezemesi gerekmektedir. İnsanda ruhen böyle bir yenilenme isteği, kavlî olarak ‘Lâ ilâhe illallah’ demekle başlayıp, onun mahz-ı mârifet hâline getirilmesiyle devam ederek mârifeti muhabbet e, muhabbeti aşk u şevke, aşk u şevki de cezb hâline getirmekle en ileri seviyeye ulaşabilir.”[20]

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), imanın yenilenmeye muhtaç olduğunu bizlere şu benzetme ile anlatmaktadır: “Şüphesiz ki içinizdeki iman, tıpkı elbisenin eskidiği gibi eskir. O yüzden Allah Teâla’dan kalblerinizdeki imanı yenilemesini isteyin.[21]

Kur’ân-ı Kerîm’i sıklıkla okumayı ve Allâh’ı (celle celâluhu) her daim anmamızı tavsiye ettiği bir başka teşbihinde ise şöyle buyurmaktadır:

“Bu kalbler de tıpkı su isabet etmiş demir gibi paslanırlar. Kalblerin cilası Kitâbullah’ı çok okumak ve zikrullahı çokça yapmaktır.”[22] Cenâb-ı Hak, imanlarını kat kat ziyadeleştirmek için müminlerin kalblerine sekîne (huzur, güven, itminan, Allâh’a içten bağlılık) indirdiğini beyan buyurmaktadır (Fetih, 48/4). Resülullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) da sekîne ile alâkalı olarak şu hususu belirtmektedirler:

“Bir grup, Allah’ın evlerinden birinde toplanır ve orada Allah’ın kitabını okur ve aralarında ders yaparlarsa, üzerlerine mutlaka sekine iner, İlahî rahmet onları kaplar, melekler onları sarar ve Allah da yanında bulunan mukarreb meleklere (tek tek) onları anar.”[23]

 

İMANI YENİLEME YOLLARINDAN BAZILARI

Kur’ân-ı Kerîm Okuma

Kur’ân okuyan bir kimse doğrudan Allah (celle celâluhu) ile konuşuyor gibi olur. Çünkü hadîs-i şerîfte: “Kim Rabbi ile söyleşmek isterse, Kur’ân-ı Kerîm okusun.” buyrulmuştur.[24] Düzenli Kur’ân okumak, Peygamber Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) aksatmadığı ve çok önem verdiği bir sünnetiydi. Evs b. Huzeyfe (radıyallâhu anh), arkadaşlarıyla birlikte Medine’de Peygamberimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) misafir oldukları günleri şöyle anlatır: “Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) her gece yatsı namazından sonra yanımıza gelir ve bizimle İslâm üzerine konuşurdu. Mekke’de çektikleri sıkıntıları anlatırdı. Bir gece yanımıza biraz geç geldi. Ben, ‘Bu gece biraz geciktiniz yâ Resûlallah!’ deyince; ‘Kur’ân’dan her gün okuduğum kadarını (hizbimi) bitirmeden çıkmak istemedim.’ buyurdu. Sabah olunca bu konuyu sahâbîlere sorduk. Onlar, “Biz Kur’ân’ı bölümlere ayırarak okuruz. Üç sûre, beş sûre, yedi sûre, dokuz sûre, kendi içinde birer okuma bölümü (hizb) oluşturur.” dediler.[25]

 

İstiâze

Allah Teâlâ meâlen şöyle buyurmaktadır: “İmdi, Kur’ân’ı okuyacağın zaman hemen o kovulmuş olan şeytandan Allah’a sığın.” (en-Nahl, 16/98). Ne sağından ve ne solundan bâtılın kendisine ulaşamadığı Kur’ân okunacağında böyle bir ihtiyaç söz konusu ise, diğer amellerde elbette bu sığınmaya daha çok ihtiyaç vardır.[26] Bilhassa da kalbi gaflet bulutlarının sardığı zamanlarda[27] hemen istiâze ve istiğfara yönelmelidir. Kalbin kararmasının önüne ancak büyük ve samimi bir tevbe, evbe, inâbe ve teveccüh ile geçilebilir. Şimdi aktaracağımız hadîs-i şerîflerde, şeytanın özellikle de kişinin imanına zarar vermeye çalışacağı ve bu duruma karşı ne yapılması gerektiği bizlere talim edilmektedir:

“Şeytan sizden birine gelir ve ‘Şunu kim yarattı, bunu kim yarattı?’ diye diye nihâyet ‘Senin Rabbini kim yarattı?’ der. İş bu noktaya ulaşırsa kişi Allah’a istiâzede bulunsun ve o soruları sonlandırsın.”[28] Bu hadîs-i şerîfin bir benzeri de şu şekildedir:

“Hiç şüphesiz ki şeytan sizlerden birine gelir ve (içinizden sessizce şöyle) sorar: “Seni kim yarattı?” Sen cevaben: ‘Allah’ dersin. Bu kez “Peki, Allah’ı kim yarattı?” der. Sizden her kim içinde böyle bir şey bulursa: “Âmentü billâhi ve rusülihî (Allah’a ve peygamberlerine iman ettim)” desin. Çünkü böyle demek, bu hâli ondan giderir (şeytan durmaz kaçar).”[29] Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) dualarında, insana sıkıntı ve üzüntü verecek, onu zarara sokacak, dünya ve âhirette zillete düşürecek pek çok konuda Allah’a (celle celâluhu) sığınmaktadır. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Cehennem’den; Cehennem ateşinden, kabir fitnesinden, her canlı şeyin ve nefsin şerrinden, yoksulluktan, borcun galebe çalmasından, tembellikten, küfürden, kötü ahlâktan, hevâ ve heveslerden; kederden, yaşlılıktan, felâketlerden Allah’a (celle celâluhu) sığınması bunlar arasında sayılabilir.[30]

 

İstiğfar

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), istiğfar sayesinde vicdanın nasıl arındığını şu güzel benzetme ile anlatır:

“Kul bir hata işlerse kalbine siyah bir nokta konulur. Şayet o, (günahtan) vazgeçer, bağışlanma diler, tövbe ed(ip Allah’a dön)erse kalbi cilâlanır. Eğer (bunları yapmaz günah ve hataya) geri dönerse (siyah nokta) artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Allah’ın ‘Yaptıkları yüzünden kalbleri pas tutmuştur.’ (Mutaffifîn, 83/14) diye anlattığı pas işte budur.”[31]

“Seyyidü’l-İstiğfar” da şu şekildedir:

Ey Allah’ım, Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın ve ben Sen’in kulunum. Ben kulluğumda gücüm yettiği kadar Sana verdiğim sözün ve Sen’in vaadin üzereyim. Ya Rabbi, yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Sen’in bana ihsan ettiğin nimetleri ikrar ve itiraf ediyorum. Kendi kusur ve günahlarımı da itiraf ediyorum. Ya Rabbi, beni af ve mağfiret eyle. Zîrâ Sen’den başka günahları affedecek kimse yoktur.”[32]

 

Netice

İman, insanın yaratılma sebebidir. Bu bakımdan iman, insan için ebedî saadeti kazanma vesilesidir ve insanın imanını son nefesine kadar devamlı yenileyerek, güçlü bir şekilde muhafaza etmesi her şeyden daha önemli bir konudur.

Hakikî imanı elde eden insan kâinata meydan okuyabileceği gibi, imanının güçlenmesi nispetinde de hâdiselerin tazyik ve baskısından kurtulabilir. Kişi, imanını güçlendirmek için âfâkta ve enfüste Cenâb-ı Hakk’ın kendisine göstereceği işaretleri gözetmek, daimî surette bilgisini artırması için dua dua yalvarmak, istiğfar ve istiâzeden uzak kalmamak, Kur’ân-ı Kerîm’i devamlı surette okumak, okuyup öğrendiklerini düşünüp değerlendirmek ve böylece âhirete yönelik hayatını düzene sokmak durumundadır. İyiyi, kötüyü, güzeli ve çirkini bu şekilde ayırt edebilenler, ahlâk ve davranış yönünden de yüksek bir şahsiyet kazanmış olurlar.

Cenâb-ı Hak bizlere kâmil iman nasib etsin..

 

[1] Buhârî, Îmân, 33; Tirmizî, Cehennem, 9; İbn Mâce, Zühd, 37.

[2] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 6/226 (6254), 8/262 (8580), Dâru’l-Harameyn-1995; İbn Mâce, Mukaddime, 9 (65); Beyhakî, Şuabü’l-İman, 1/47 (16), Dâru’l-Kütübi’l-İlmî-2000.

[3] Ebu Hanîfe, Şerhu Fıkhi’l-Ekber, s. 11, Daru’n-Nil, 2007.

[4]

فالإقرار وحده لا يكون إيماناً. لأنه لو كان إيماناً لكان المنافقون كلهم مؤمنين. وكذلك المعرفة وحدها لا يكون إيماناً. لأنه لو كانت إيماناً لكان أهل الكتاب كلهم مؤمنين. وقال اللّٰه تعالى في حق المنافقين: ﴿وَاللّٰهُ يَشْهَدُ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَكَاذِبُونَ﴾ (المنافقون 1) وقال اللّٰه تعالى في حق أهل الكتاب: ﴿اَلَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءَهُمْ﴾ (البقرة 146, والأنعام 20)

Ebû Mansur Muhammed b. Mahmud es-Semerkandî, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, s. 148, Katar, trsz.

[5] Mâturîdî, Ebu Mansur, Kitâbu’t-Tevhîd, s. 375, Dâru’l-Maşrik, Beyrut, Lübnan, trsz.

[6] Mâturîdî, age., s. 380.

[7] Et-Teftezânî, Sa’düddin, Şerhu’l-Akâidi’n-Nesefî, s. 82, Mektebetu’l-Külliyyâti’l-Ezherî, Kâhire-1988.

[8] Er-Râzî, Fahruddin, Tefsîru’l-Kebîr Mefâtîhu’l-Ğayb, 11/76, Dâru’l-Fikr-1981.

[9] Et-Taberi, İbn Cerir, Tefsiru’t-Taberi, 22/436, Daru Hicr, Kahire-2001.

[10] Buhârî, İman: 3; Müslim, İman: 57-58, (35-36); Ebu Dâvud, Sünnet: 15, (4676); Tirmizî, İman: 6, (2617); Nesâî, İman: 16, (8, 110); İbnu Mâce, Mukaddime: 9, (57)

[11] El-Kurtubi, Ahmed b. Ebi Bekr, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 5/424-425, Müessesetü’r-Risale-2006.

[12] Kurtubi, age, 9/451.

[13] Râzî, age, 14/236-237.

[14] Kurtubî, age, 19/264.

[15] Râzî, age, 28/80-81.

[16] İmam Maturidi, Tevilatu Ehli’s-Sünne, 2/290 (Hanifi Özcan, “Mâtüridî’ye Göre İman-İslâm-İhsân ve Küfür İlişkisi”, Diyanet İlmi Dergi, 29/3, s. 93).

[17] Râzî, age, 30/206.

[18] Ahmed İbn Hanbel, 2/359 (8695).

[19] Ebu Ya’lâ el-Mevsılî, Müsnedü Ebî Ya’lâ, 1/99 (136), Dâru’l-Kıble, Cidde-1988.

[20] Gülen, Fethullah, Fikir Atlası, s. 71, Nil Yayınları, İzmir-2007.

[21] Hâkim, Müstedrek, 1/45 (5), Dâru’l-Harameyn-1997.

[22] Beyhakî, Şuabü’l-İman, 2/353 (2014), Dâru’l-Kütübi’l-İlmî-2000.

[23] Müslim, Zikr 38, (2699); Ebu Davud, Edeb 68, (4946); Tirmizî, Hudud 3, (1425).

[24] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1/320 (360), Dâru’l-Ma’rife-1972.

[25] Ahmed b. Hanbel, 4/9; İbn Mâce, İkâmetü’s-salavât, 178.

[26] Ebu’s-Suûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, 3/399, Mektebetu’s-Saâde, Riyad-1997.

[27] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 5/247 (5220), Dâru’l-Harameyn-1995.

[28] Buhâri, Fiten, 15, Rikâk, 52; Müslim, Fiten 4, 7, 10, Zikr, 47-52, 61, 62, 66, 73, 76, 96, Birr, 109, 110, Fadâilu’s-Sahâbe, 140, Eymân, 36.

[29] Ahmed b. Hanbel, 6/257 (26246).

[30] Buhârî, Deavat, 35-46, Et’ime, 28, Eşribe, 30; Bedü’l-Halk, II, Edeb, 76, Tefsiru Sûre, 6/2, Ezân, 149.

[31] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83 (3334); İbn Mâce, Zühd, 29.

[32] Tirmizî, Deavât, 15.

 

* Yeni Ümit Dergisi arşivinden (Ocak, 2015; 107. sayı)

Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 10/09/2022