İnsanlığa Bir Rol Model; Hz. Muhammed aleyhissalâtu vesselam (Mevlid-i Nebi münasebetiyle)





Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 10/03/2022
Clap

Hz. Peygamber Efendimiz, insan haklarını Allah’a saygının bir ifadesi olarak kabul ediyordu. Neticede insan olduğundan dolayı bir Yahudi’nin cenazesi için ayağa kalkıyor ve bunu herkese gösteriyordu.

14 Eylül Cumartesi günü Mevlid kandili. Biz de bu haftaki gündemimizin en önüne, viladetiyle insanlığın dünya ve ahireti adına aydınlık bir kapı açan Allah Resûlü Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’i geçiriyoruz. Doğrusu O, sadece bu hafta değil, her zamanki gündemimizin birinci sırasında. Resûl-i Ekrem (aleyhisselam)’i farklı yönleriyle anlatan ufuk açıcı yazılarımız sitemizde.

 

Allah, dinini insanlara ulaştırmak için yine onların içinden, onlar gibi birisini seçmiştir. Gerçi, ilk muhataplardan bazılarının da ifade ettiği gibi, bu dini insanlara bir melek anlatabilirdi. Ama bir melekle insanlara ulaştırılan din, örnek alınması mümkün olmadığından, her yönüyle mükemmel bir beşer tarafından anlatıldığı kadar etkili ve kalıcı olmayacaktır.

Kendi devrindeki bazı inkârcıların bir eksik olarak kabul ettiği, yiyen, içen ve ihtiyaçlarını karşılamak için çarşı-pazarda dolaşan bir peygamber vardır. Aslında O’nun insan olması bütün insanlık için örnek ve model olmasının gereğidir. Bir ayette Kur’an, bu durumu ifade eder ve insanlara dünya ve ahirette muvaffakiyet istiyorlarsa kimi örnek alacaklarını anlatır: Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem).

Hakikaten, Allah’ın Resûlü’nde sizler için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı bekleyen ve Allah’ı çok zikreden sizler için en mükemmel bir örnek vardır.” (Ahzab sûresi, 21) Bu ayet aynı zamanda bize farklı bir empati yapmamızı da tavsiye etmektedir.

 

Efendimiz’i (s.a.s) anlamak...

Bilindiği gibi empati, karşımızdaki insanı anlamak için kendimizi onun yerine koyarak, onun psikolojik durumunu ve hangi şartlar altında karar verdiğini düşünüp, onu kendi şartları içinde anlamaya çalışmaktır. Tarifle tam örtüşmese bile, buradan yola çıkarak Müslümanlar olarak biz de hayatta karşılaştığımız her hadiseyi “Peygamber Efendimiz hayatta olsaydı, bu durumda ne yapardı?” şeklinde değerlendirebiliriz. Bu değerlendirmeyi yapabilmek için de elimizde yeterli bilgi vardır. Allah Resûlü (aleyhisselam) dışında, özellikle peygamberlikten sonraki hayatını düşündüğümüzde, bu kadar derinliğine incelenmiş ikinci bir şahıs göstermek mümkün değildir. Sahabîler O’nu, yemesinden içmesine, yatmasından kalkmasına, konuşmasından susmasına, gülmesinden ağlamasına.. bütün yönleriyle kendilerinden sonra geleceklere tanıtmışlardır. Hayatı bu kadar ayrıntılı anlatılmış olan Allah Resûlü; ya tanınmıyor ya da anlatılanlar, kafada oluşturulan bir peygamber imajının etkisi altında değişik yorumlarla farklı bir hal alıyor. O’nun mükemmelliğini ve bunun yanında da farklı özellikleriyle bir insan olduğunu şair şöyle ifade eder:

“Hz. Muhammed (s.a.s) bir beşerdir; ama diğer insanlar gibi değil. Bilakis O, taşlar arasında elmas gibidir.” Elmas da maddesi itibarıyla taştır. Ama o diğer taşlar gibi değildir; insanlar onun değerini bilip yükseklerde tutarlar.

Şimdi O’nun günümüz Müslümanlarına, hatta bütün insanlığa yol gösterebilecek olan pek çok vasfından bazılarını görüp, diğerlerini daha ziyade O’nun bir insan olarak yaşadıklarını ve beşeri yönünü anlatan, “siyer felsefesi” de diyebileceğimiz kitaplara havale etmek istiyoruz.

 

O “Muhammedü’l-Emin”di...

Hz. Muhammed (s.a.s) insanların en cömerdiydi. Allah Resûlü’nün bu yönünü anlatan sahabîler, O’nun hiç kimseyi hiçbir zaman reddetmediğini, istenilen şeyi mutlaka verdiğini, yoksa vermeyi vadettiğini anlatırlar. Bu hususta Hz. Ömer’in (ra) anlattığı bir hâdise şöyledir:

Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselam) huzuruna bir yoksul gelir, ihtiyacını söyler. İstediği şey Allah Resûlü’nde yoktur. Olmadığı için de gidip çarşıdan satın almasını ve borcu kendi hesabına yazdırmasını, eline para geçtiği zaman borcunu ödeyeceğini söyler. Hâlbuki aynı kişiye daha önce de yardım yapılmıştır. Hz. Ömer bundan duyduğu rahatsızlığı haliyle ifade eder. Ancak Allah Resûlü, “Bana infak etmem ve infak ettiğimden dolayı yoksulluğa düşmekten korkmamam emredildi.” buyurur ve tarihe cömertlik örneklerinin en müstesnalarından bir tanesini daha armağan eder.

O, her hususta insanların kendisine güvendiği bir kişiydi. Sözlerinde hiçbir zaman hilaf-ı vaki olmazdı. Şakalarında bile doğruluk vardı; hemen göze çarpmasa bile. Henüz peygamber olmadan önce bile insanlar, O’na her hususta güvenebileceklerini biliyorlardı. Bu yüzden kendisine “Doğrudan hiç ayrılmaz, hep doğruyu ifade eder ve kendisine her hususta güvenilebilecek bir insandır” manasına “el-Emîn” demişlerdi.

Kâbe’nin tamiri sırasındaki bir problemde insanların O’ndan beklentisi güvenilirliğini çok iyi ifade etmektedir. Kâbe tamir edilmiş ve Hacerü’l-Esved’in tekrar eski yerine konulması büyük bir mesele haline gelmişti. Bu, önemli bir işti. Hiç kimse bu şerefli işi başkasına bırakmak istemiyordu. Neredeyse kavgaya tutuşacaklardı. İçlerinden birisi Kâbe’ye ilk giren kişinin hakem olmasını önerdi. Bu hususta anlaştılar. Kâbe’ye ilk girecek kişi olarak uzaktan Hz. Muhammed’i (s.a.s.) görünce; “el-Emin” (güvenilir insan) geliyor” diyerek O’nun çözümüne kayıtsız şartsız razı olacaklarını söylediler. Çünkü O’nun en uygun yolu bulacağını ve kimseye haksızlık yapmayacağını katiyen biliyorlardı.

O’nun doğruluğunu belgeleyen bir başka hadise de henüz Müslüman olmamış Ebu Süfyan’la Herakliyus arasında geçen bir konuşmadır. Herakliyus, Ebu Süfyan’a Allah Resûlü’nü sorar. O da bazı olaylar anlatır. Konuşmanın bir yerinde Efendimiz’in hayatında hiç yalan söylemediğini söyleyince, Herakliyus şu enfes tespiti yapar: “Bunca zaman insanlara yalan söylemekten kaçınan bir insanın bu yaşından sonra kalkıp Allah’a karşı yalan söylemesi mümkün değildir.

Verdiği sözde durmada da Efendimiz zirveyi temsil eder. Bu hususta da O’nun derinliğine ihtiyacımız apaçık görülmektedir. “Söz verdiğinizde aksini yapmayın, sözünüzde durun” buyuran Allah Resûlü, bunu, hem de daha peygamber olmadan önce kendi hayatında uyguluyordu. Bir sahabî anlatıyor: “Henüz İslam dini gelip insanları içinde bulundukları cahiliye karanlıklarından kurtarmadan önce İnsanlığın İftihar Tablosu’yla bir yerde buluşmak üzere anlaşmıştık. Ancak ben sözleşmemizi unutmuşum. Üç gün sonra hatırladım. Hemen buluşma yerine gittim. O bekliyordu. Bana kızmadı ve darılmadı. Ondan ancak şu sözü işittim, “Delikanlı! Bana meşakkat verdin. Üç gündür gelmeni bekliyorum.”

 

Merhametlilerin en güzeli!

Allah Resûlü merhamet yönünden de örnek alınması gereken bir rehberdi. O “Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin” ve “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” buyurmasının yanında kendisi de merhametin en güzel örneklerini sunuyordu. Mekkeliler O’nu kendi şehrinden çıkarmış, kaç defa kılıçlarıyla karşısına çıkmış ve en son da aydınlık şehir Medine’de kendisini muhasara altına almışlardı. Sıra kendisine gelmiş ve Mekke’ye muzaffer bir komutan gibi değil, neredeyse başı atının boynuna değecek kadar eğilmiş bir vaziyette giriyordu. Bütün Mekkeliler endişe içindeydiler. Allah Resûlü sordu:

“Benden nasıl bir muamele bekliyorsunuz?” Onlar da,

“Sen kerimoğlu kerimsin. Senden ancak kerem beklenir.” dediler. Bunun üzerine Efendimiz de:

Gidin! Hepiniz hürsünüz. Bugün size kınama yok. Allah hepinizi bağışlasın.” dedi ve onları serbest bıraktı.

Bu merhamet ve müsamaha karşısında da çoğu iman ediyor ve Müslüman oluyordu. Kendisinden bir topluluğa lanet okumasını isteyenlere, merhametinin bir yönü olarak, “Ben lânet okumak için değil, âlemlere rahmet olmak üzere gönderildim.” buyurmuştu.

Efendimiz’in merhameti sadece insanlarla sınırlı değildi. O hayvanlara karşı da çok merhametliydi. Allah Resûlü’nün de içlerinde bulunduğu bir seferden dönülüyordu. Dinlenme vaktinde, bazı sahabiler bir kuş yuvası görmüş ve yuvadaki yavruları alıp sevmeye başlamışlardı. O esnada anne kuş geldi ve yavrularını onların elinde görünce çırpınmaya ve acı sesler çıkarmaya başladı. Efendimiz, ne olduğunu öğrenince bu işi yapanlara memnuniyetsizliğini belli etti ve yavruların hemen yuvaya konulmasını emretti.

Hz. Aişe (r.anhâ) evinde bir kuş besliyordu. Onun anlattığına göre Allah Resûlü evdeyken kuş sanki O’ndan bir şeyler öğrenecekmiş gibi sükûnetle dururdu. Evden ayrılınca da huysuzlaşırdı. O’nun sayesinde hayvanlar da Allah’ın yarattığı İlahi bir sanat olma seviyesini kazanmışlardı.

Haram olmayan iki şey arasında birisini seçmesi için serbest bırakılan Peygamberimiz, her zaman bunlardan kolay olanını seçerdi. Hoşlanmadığı bir şey olunca, bu, yüzünden belli olurdu. Allah Resûlü bir kişinin üzüleceği bir şeyi yüzüne karşı söylemez ve hiç kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı.

Allah Resûlü çocuklara karşı da çok şefkatliydi. Oğlu İbrahim küçük yaşında vefat edince çok üzülmüş ve gözyaşlarını serbest bırakmıştı. Onun şefkatini gösteren bir hadise de şöyle cereyan etmişti:

Çölden bir bedevi Efendimiz’in yanına gelmişti. O’nun çocuklarla münasebetini görünce kendisinin çocuklarını hiçbir zaman öpüp okşamadığını söyledi. Bunun üzerine Allah Resûlü,

Eğer Allah, senin gönlünden rahmet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim?” buyurdu.

Onun çocuklarla ilişkisini Hz. Enes şöyle anlatır: “Resûlullah biz çocukların arasına karışır ve güler yüzle bize şaka yapardı.” Allah Resûlü, çocukları hakkıyla sevmeyi, onlarla ilgilenmeyi, onları çeşitli tehlikeler karşısında korumayı cehennemden kurtuluşa vesile saymaktadır.

Allah Resûlü (aleyhisselam) yerinde insanlara şaka da yapardı; ama O’nun şakalarında asla yalan olmazdı. Bir gün Efendimiz’in huzuruna yaşlı bir kadın geldi ve,

“Ey Allah’ın Resûlü, cennete girmem için Allah’a dua eder misin?” dedi. Efendimiz ona şakayla,

Yaşlılar cennete giremez.” buyurdu. Buradaki espriyi anlayamayan kadın ağlayarak geri döndü. Bunun üzerine Efendimiz, kadının arkasından haber göndererek, “yaşlıların cennete gençlik halleriyle gireceğini” bildirmiş ve şakasında dahi bir gerçeğe parmak basmıştı.

 

Hep mütebessimdi...

Kahkahayla güldüğüne şahit olunmayan Allah Resûlü, hep mütebbessimdi. Bu durumunu bir sahabi şöyle dile getiriyor: “Allah Resûlü’nden daha çok tebessüm eden kimse görmedim.” İslam’da sadaka vermenin önemi bilinen bir mevzudur. Efendimiz, tebessümü de sadaka olarak görmekte ve “Kardeşine gösterdiğin tebessüm senin için sadakadır.” buyurmaktadır.

Peygamberimiz yavaş yavaş ve tane tane konuşurdu. Hatta bazı sözlerini dinleyenler ezberleyebilirlerdi. Önemli meseleleri üç defa tekrarlardı ki, dinleyenler arasında konuyu anlamayan kalmasın. O, insanlara onların akıl ve anlayış seviyelerine göre konuşur, İlahi vahyi onların anlayacakları şekilde açıklardı.

Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselam) tertibe son derece özen gösterir ve insanlara da tertipli ve temiz olmalarını tavsiye ederdi. Değişik üsluplarla dağınık insanları uyarır ve daha düzenli olmalarını emrederdi. “Allah güzeldir ve güzel olan her şeyi sever.” ifadesi hadis kitaplarına, güzelliklerle alakalı bir ölçü olarak giren söz cevherlerindendir.

Hz. Peygamber Efendimiz, insan haklarını Allah’a saygının bir ifadesi olarak kabul ediyordu. Neticede insan olduğundan dolayı bir Yahudi’nin cenazesi için ayağa kalkıyor ve bunu herkese gösteriyordu.

Bir yazı çerçevesinde sadece birkaç örneğini ifade edebildiğimiz Allah Resûlü her yönüyle örnektir. Kendisine tabi olduğunu söyleyen Müslümanlar, O’nu her yönüyle örnek almalıdırlar. Örnek alabilmek için de her şeyden önce örneğin iyi tanınmasında zaruret vardır.

Author: Wise Institute - min read. - Post Date: 10/03/2022