Bazı öğretmenler, bir kısım maddî mahrumiyet ve zorlukların yanında, öğrencilerin haylazlığı, okuma ve öğrenmeye meraklı olmamaları gibi hususların kendilerini zaman zaman etkilediğini ifade ediyorlar. Bu konuda ne diyebiliriz?
Dinî bir kısım esasları göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki, öğrenme ve öğretme, ucu gökler ötesine uzanan iki yüce vazifedir. Pek çok âyet-i kerime ve hadis-i şerifte ilmin önemine dikkat çekilip insanlar ona teşvik edilmiştir. Mesela bir âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak, هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer sûresi, 39/9) beyan-ı sübhânisiyle, bilenlerin bilmeyenlerden daha üstün olduğuna işaret ederken başka bir âyet-i kerimede ise هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمٰى وَالْبَصِيرُ أَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ “Hiç körle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?” (En’âm sûresi, 6/50) buyurmak suretiyle bilenleri görenlere, bilmeyenleri ise körlere benzetmiştir.
Peygamber Yolunun Mirasçıları
Seyyidina Hz. Âdem’in (aleyhisselâm) meleklere faikiyeti anlatılırken, onun potansiyel olarak ilme açık bulunmasının öne çıkarılması da, Kur’ân-ı Kerim’in ilme verdiği önemi göstermesi açısından mânidardır. Zira Allah Teâlâ, Hz. Âdem’e bütün isimleri öğrettikten sonra, bunları meleklere arz etmiş, fakat onlar bilememiş; Hz. Âdem ise kendisine talim edilen esmâyı bildirmiştir. (Bkz.: Bakara sûresi, 2/31-32) Buradan anlaşılmaktadır ki, insana melekler üzerinde mevki kazandıran en önemli husus, ona “esmâ”nın talim edilmesi yani onun potansiyel olarak ilme açık bulunmasıdır.
İlmi, bir yönüyle peygamberlik mirası olarak nazara veren Allah Resûlü de (aleyhissalâtü vesselâm) şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الْأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلَا دِرْهَمًا وَرَّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أَخَذَهُ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ
“Peygamberler, miras olarak ne dirhem ne de dinar bırakır. Onların bıraktıkları miras ancak ilimdir. Kim o ilmi elde ederse, çok büyük bir nasip elde etmiş olur.” (Tirmizî, ilim 19; Ebû Dâvûd, ilim 1; İbn Mâce, mukaddime 17) Başka bir beyanlarında ise O; إِنَّمَا بُعِثْتُ مُعَلِّمًا “Ben ancak bir muallim olarak gönderildim.” (İbn Mâce, mukaddime 17; Dârimî, mukaddime 32) ifadeleriyle ilmin ve ilmi başkalarına öğretmenin ehemmiyetine dikkat çekmiştir.
İşte muallim böyle ulvî bir misyonun temsilcisi, fikir işçisi ve mimarıdır. Zannediyorum, günümüzde derdi, davası olan bir muallim, çağımızın imkânlarını değerlendirip ilimlerin temel esprilerine inerek matematik, biyoloji, fizik, kimya, anatomi, fizyoloji ve jeoloji gibi her bir ilim dalından girizgâhlar bularak, öğrencilerinin hem akıllarını hem ruhlarını aydınlatabilir. Bu açıdan denilebilir ki, insanları şekillendirerek onlarla âdeta bir âbide ve bir heykel ortaya koymanın en elverişli yolu öğretmenliktir. Zaten böyle olduğundan dolayıdır ki, Kur’ân, öğrenmeye bu kadar önem atfetmiş ve Efendimiz de (aleyhissalâtü vesselâm)ısrarla bu meselenin üzerinde durmuştur. Bu açıdan ülkesine, milletine, insanlığa faydalı olmak isteyen bir fert, bütün zorluklara katlanarak her şeye rağmen bu sahada hizmet vermeli ve böyle önemli bir enstrümanı mutlaka kullanmalıdır.
Bir Talebeden Oymağa Uzanan Tesir Sahası
Diğer taraftan her ne kadar çocukların dinen şehadetleri makbul olmasa da, (Bkz.: es-Serahsî, el-Mebsût 30/153) aslında onlar insan psikolojisi açısından dünyanın en güçlü şahitleridirler. Ne söylerlerse inanılır onlara. “Çocuktan al haberi.” diye bir atasözümüz de vardır bizim. Bu açıdan öğretmenlerin tek muhatapları, karşılarındaki talebeleri değildir. Çünkü her bir öğrencinin babası, annesi, dayısı, amcası, kardeşi gibi alâkadar olduğu pek çok akrabası vardır. Çocuk eve geldiğinde okulda yaşadıklarını, öğretmeniyle olan münasebetlerini çevresindekilere aktaracaktır. Öğretmen, çocuğa kendisini nasıl ifade ederse, çocuk da ailesine onu o şekilde yansıtacaktır. Mesela kendisiyle alâkadar olan sevdiği bir öğretmenini, o, “Öğretmenimiz bize şu centilmenlikte bulundu. Derdimizi dinledi. Şu problemimize çare buldu. Biz üzüldüğümüz zaman gam ve kederimizi dağıtarak bize şöyle teselli verdi…” vb. ifadelerle ailesine anlatacak ve öğretmeni hakkında hüsnüzanların oluşmasına vesile olacaktır. Hele bir de öğretmen, aile ziyaretleri ve benzeri fırsatları değerlendirerek ailelerle sağlam bir diyalog tesis edebilmişse, bazen bakarsınız bir talebe vasıtasıyla kocaman bir oymakla münasebete geçilmiş olur. Bu açıdan bir talebeye sahip çıkan öğretmen aynı zamanda bir haneye hatta o aile ile şöyle böyle münasebeti olan bütün akrabalara sahip çıkabilir. Bu sebepledir ki, öğretmenin tesir alanı çok geniştir.
Kanaatimce bu kadar getirisi olan bir meslek, meşakkati ne kadar çok olursa olsun mutlaka icra edilmelidir. Gerekirse ölmeyecek kadar bir iaşeyle hayat idame edilmeli ve maaşın az olması gibi maddî zorluklar problem yapılmamalıdır. Zira her şey para üzerinde dönmüyor. Belki dünyanın en fakir insanları peygamberlerdir. Fakat insanların gönüllerine taht kuran, onları hayra yönlendiren ve dünyaya yeni bir hayat bahşeden de yine onlar olmuştur. Bu ifadelerimle, öğretmenlerin ille de sunî fakirliği seçmeleri gerektiğini kastetmiyorum. Sadece paranın her şey olmadığını, onun dışında, gönüllerin kazanılması, ruhlara nüfuz edilmesi ve insanların ulvî gayelere yönlendirilmesi gibi çok daha farklı zenginliklerin bulunduğunu anlatmak istiyorum.
Özellikle günümüzde eğitim faaliyetleri ile dünyanın küreselleştirildiği bir dönemde öğretmenlik ayrı bir ehemmiyet kazanmıştır. Başkalarının, tepkilere aldırmaksızın zorla nüfuz etmeye çalışmasına ve nefretle bu işi yürütmelerine mukabil siz, yumuşak ve sevecen hâlinizle insanların sinelerine doğru gönül yolculukları gerçekleştirmeye çalışıyorsunuz. İşte bunun arkasındaki güç muallimliktir. Bu açıdan kanaatimce, her seviyede öğrenciler bu istikamette motive edilmeli ve öğretmenliğe yönlendirilmelidir. Yanlış anlaşılmasın, elbette ki toplumu ayakta tutan, onu ihya eden bütün mesleklere sahip çıkılmalı, hayatın hiçbir noktasında boşluğa meydan verilmemelidir; fakat öğretmenliğin toplumun ihyasında apayrı bir yerinin olduğu da unutulmamalıdır.
Ömür Boyu Dua Edecek İnsanlar Kazanmak
Talebelerin yaramazlıkları ve öğrenmeye karşı lakayt olmaları mevzuuna gelince; öncelikle bütün öğrencilerde yaramazlık ve lakaytlık olabileceğini daha baştan kabul etmek gerekir. Zaten öğretmenliğin önemli bir yanı da bu tür sıkıntıları kabullenip onlara katlanmaktır. Bir heykeltıraş bile kupkuru bir mermerden bir heykel meydana getirebilmek adına nice emek harcar. O, ter döker, yorulur ve neticede mermeri yontarak, şekillendirerek belli bir kalıba sokmaya çalışır. Muallimin işi bundan daha kolay değildir ki! O, potansiyel insanı, onun sivri yanlarını yontup şekillendirerek, hakiki insan olma seviyesine ulaştırmaya çalışır. Diğer bir ifadeyle insandaki bütün cevherleri bir kuyumcu gibi işleyerek, onun, ruhunun âbidesini ikame etmesine yardımcı olur. Evet, o, bir sanatkâr gibi insanı âdeta yeniden inşa eder. Bütün bunlara rağmen çok ciddi problem olan ve genel ahengi bozan talebeler varsa, onlar için de, aileleriyle görüşmeler yaparak, alternatif rehberlik programları tatbik ederek en azından onların çevrelerine verecekleri zararlar engellenebilir; engellenip belli bir konumda onlar da muhafaza altına alınabilir. Mesela, gerekirse bu tür talebelerin aileleri okula çağrılarak çocuklarının durumunu uzaktan seyretmeleri sağlanabilir ve öğretmen-veli istişaresi içinde değişik çözüm yolları bulunmaya çalışılır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kan dökmek için bahane arayan, âdetlerinde mutaassıp, en vahşi, en bedevî insanlardan medeniyet muallimi insanlar çıkarmış ve böylece kalblerin sevgilisi olmuştur. Öyle ki, Kâinatın İftihar Tablosu’nun huzuruna girdiğinde “Bunların içinde Abdulmuttalib’in oğlu Muhammed kim?” diye bağıran insanlar bir gün gelmiş, O’nun yanında tek kelime etmeden başlarında kuş varmış gibi dinlemeye başlamışlardır. İşte en büyük muallimlik ve mürşidlik de budur. Evet, enbiya-i izâm en vahşi insanlardan dosdoğru ve başımızın tacı olacak insanlar çıkardıklarına göre demek ki, bu her zaman için mümkündür. O zaman, öğretmen, gerekirse sancı çekecek, ızdırapla kıvranacak ama neticede kendisine ömür boyu dua edecek insanlar kazanacaktır. Ayrıca onların iyiliklerinin bir miktarı da onun defter-i hasenatına kaydolacaktır. Böyle bir netice için insan neye katlansa değer.
Öğretmen belki elinin altındaki bütün talebeleri istediği kıvama getiremeyebilir ve el attığı talebelerin tamamını kazanamayabilir. Nitekim, en mükemmel rehberlerin huzurundan bile ayrılıp giden ve zayi olan insanlar çıkmıştır. Bu açıdan muallime düşen, elinden gelen gayreti ortaya koymaktır. Neticeyi yaratacak olan ise Allah Teâlâ’dır. Fakat asla unutulmamalı ki, bir öğretmen yaptığı işi, birinci iş olarak kabul eder ve mesleğinin hakkını verebilmenin sancısıyla oturur kalkarsa, Cenâb-ı Hak da onun sa’yini hiçbir zaman boşa çıkarmaz, ona nice lütuflarda bulunur ve ona nice çözüm yolları ilham eder.
Hâl ile Halledilmedik Hiçbir Mesele Yoktur
Öğretmenlikte ihmal edilmemesi gereken önemli bir husus da, hâl dili ve temsil derinliğiyle öğrencilere rehberlik yapabilmektir. Çünkü kötülüklere meyyal olan, kendisini esfel-i safilîne götürebilecek şehvet, gazap, kin, nefret, başkalarının hukukuna tecavüz gibi pek çok mesâvi-i ahlâka açık bulunan ve bunlarla baş başa bırakıldığında aşağılara doğru batması mukadder olan insandaki kötü duyguları baskı altına alma ve ondaki iyi duyguların da neşv ü nema bulmasını sağlama ancak tavır ve davranışlarıyla imrenilen, örnek alınan iyi bir rehber eliyle gerçekleştirilebilir.
Son olarak, bir hissimi ifade edeyim ve lütfen siz de bunu fahir saymayın. Ben şu anda yetmiş dört yaşındayım. Ama bugün bile bana Kestanepazarı’ndaki Tahta Kulübe’de bir vazife verseler, koşa koşa gider, o vazifeyi yapmaya çalışırım. Belki bazı arkadaşlar bu işi basit ve küçük görebilir. Fakat ben hiçbir zaman bu vazifeyi küçük görmedim ve görmem. Hatta bugün de, bazıları burada arkadaşlarla beraber ders müzakere etmemizi, benim talebelerle meşgul olmamı basit ve küçük bir iş gibi görebilir. Hâlbuki bana göre bu, insanı alıp en yüksek seviyelere ulaştıracak en önemli meşguliyettir.
Hâsılı, bence insan, öğretmenliği çok aziz bilmeli, onu bir peygamber mesleği olarak algılamalı ve öyle değerlendirmelidir. Gerçek şu ki, millete hizmet eden insanlar arasında muallime denk bir insan göstermek mümkün değildir. Çünkü insana yapılan hizmet ve yatırım her şeyden mukaddestir. Siz bir baştan bir başa bütün dünyanın bağ ve bahçelerinin bahçıvanı olsanız, bunun, üç insana bir şey anlatma kadar bir kıymeti yoktur. Hatta bırakın bunu, sultanlık bile, insanları insanlığa yükseltme kıymetinde bir vazife değildir. Zaten büyük hükümdarlar da, muazzam muallimlerin elinde bir çırak gibi yetişmiş insanlar değil midir? İşte bütün bunları göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki, Allah’a en yakın insanlar, hayatını başkalarına faydalı olmaya adamış öğretmenlerdir. Çünkü insanı inşa eden onlardır; toplumu inşa eden onlardır; hâli inşa edecek olan ve geleceğe mührünü basacak olan da yine onlardır.
* M. Fethullah Gülen, Mefkûre Yolculuğu, s.46-51.