İnsanı Sevmek





Author: Dr. İsmail BÜYÜKÇELEBİ - min read. - Post Date: 09/15/2022
Clap

Nasıl oluyor ki; 20. asrın fitne-fesat asrı olduğunu, içindeki Müslümanların da peygamber ve melek olmadıklarını bildiğimiz halde onların kusursuz ve hatasız olmasını istiyoruz.!?

İnsan, yaratılıştan sevilmeye lâyık bir mahluk. Nitekim Yaratıcısı mahlukat içinde en çok onu seviyor ki; kâinatta ne varsa ona musahhar kılmış ve kâinattaki toprak, su, atmosferden Ay ve Güneş’in hareketlerine ve mesafelerine kadar her şeyi insana göre ayarlamıştır. Tabir caizse Allah’a göre “her şey insan içindir.” Yine onu sevdiğinin bir emaresidir ki; onu en güzel biçimde yaratmış ve onu yeryüzünün halifesi kılmıştır.

İnsanlığın rehberi, büyük insan Hz. Muhammed (aleyhisselam) insanı seviyor ki; onların imanını kurtarabilmek için kendisini heder edercesine çırpınıyor ve “iman etmeyecekler diye kendini öldürecek misin?” itâbına maruz kalıyor.

Onun yâr-ı ğârı Hz. Sıddık-ı Ekberin “Ya Rab vücudumu o kadar büyük kıl ki, cehennemi ben doldurayım, başkalarına yer kalmasın” niyazı insana olan muhabbetten nebeân eden bir söz değil midir?

İnsanlık için yaşayanlardan Hz. Mevlâna’nın:

Yine de gel, yine de gel.
Ne olursan ol yine gel.
Hıristiyan, Mecûsi,
Putperest olsan yine gel,
Bu bizim dergâhımız
Umutsuzluk dergâhı değildir
Yüz defe tövbeni
Bozmuş olsan yine de gel, 

çağrısı Mevlâna’daki insana olan derin muhabbetin şefkat derecesine çıktığını gösteriyor ki; çocuğunu kurtarmak için çırpınan bir anne gibi çırpınıyor, O’nu kurtarabilmek için âdeta yalvarıyor.

O dertliler zincirinin son halkası, asrımızın gönül mimarının; “milletimizin imanını selâmette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım, Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem; orası da bana zindan olur” sözü de aynı duyguların tereşşuhu değil midir?

Hulâsa Allah insanı seviyor, O’nun peygamberi ve peygamberinin vârisleri de...

Bize gelince; değil Hıristiyan, Mecusi, putpereste el uzatıp kucak açmak, eli Kur’ân’lı, alnı secdeli Müslümanı dahi sevemiyor ve daha kötüsü sevmemek için âdeta bahaneler arıyoruz.

Nasıl oluyor ki; 20. asrın fitne-fesat asrı olduğunu, içindeki Müslümanların da peygamber ve melek olmadıklarını bildiğimiz halde onların kusursuz ve hatasız olmasını istiyoruz. Her halde Müjdeci Peygamber’in (s.a.s.) “Siz günah işlemeseniz, Allah sizi yok eder, yerinize, günah işleyip tevbe edecek bir kavim yaratır” buyurduğunu unutuyoruz.

Nasıl oluyor ki; merhamet-kâni mürşidin en büyük dayanağı sevgili amcası Hz. Hamza (r.a)’ın katili Vahşi’yi dahi İslam’a davetini, daha enteresanı Vahşi’nin cevabi mektubunda “Ben içki içtim, zina ettim, Allah’ın arslanı Hamza’yı şehit ettim, ben Müslüman olsam bile bu günahlar nasıl affolunur ki?” demesine mukabil; içki içmiş olsan da gel, zina yapmış olsan da gel, Allah’ın arslanını parçalasan, ciğergâhımı dağlasan da gel, gel mânâsında ‘‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz, Allah (dilerse) bütün günahları affeder, muhakkak Allah Gafurdur, Rahimdir” mealindeki ayeti yazdırıp göndererek ona dahi kucak açtığını unutuyoruz.

Ve yine biz O Rahmet Peygamberi’nin yüz insan katili bir şahsın dahi tövbesinin kabul buyrulduğunu haber vermesini hatırlamıyor, hep hatasız dost arıyoruz.

Ve yine biz Mutlak Adalet sahibinin (c.c.) Mizan-ı Ekberinde kullarının amellerini tartar. İyilerle kötüleri ayırırken hasenâtının seyyiâtına galibiyeti mağlubiyeti noktasında hükmedeceğini, binâenaleyh; sevabı azıcık fazla gelenlerin bir ömür boyu işledikleri günahlarını affederek onları salihlerle beraber Cennetine koyacağını düşünemiyor, Müslüman kardeşlerimizin üç-beş hatasına göz yumamıyoruz.

Ve yine nasıl oluyor da çeşitli insanlarla bir arada kalmak mecburiyetinde olduğumuz yerlerde Rabbimize, Efendimize, Kitabımıza ve nice mukaddesatımıza dil uzatıldığını, hakaretler savrulduğunu duyup, görüp ve ciğerimiz yanarak “meğer Müslümanların en kötüsü dahi bunların en iyisi imiş” dediğimizi, namaz kılan birini görünce de, burnumuzun direği sızlayarak boynuna sarıldığımızı ne kadar çabuk unutuyoruz?

Evet unutuyoruz Rabbimizin, Peygamberimizin, Kitabımızın, Kıblemizin, vatanımızın bir olması gibi aramızda muhabbete vesile olacak binlerce vahdet râbıtaları bulunduğunu mü’minin iyilikleri için sevilmeye, kötülükleri için ise adavete değil, acınmaya lâyık olduğunu ve en mühimi Cenâb-ı Hakk’ın muvaffak kılması, aramızdaki muhabbet, meveddet ve ittifaka bağlı olduğunu...

Bütün bunları nazar-ı itibara alarak muhabbet duygularıyla dolmamız, birbirimize daha müsamahakâr, daha merhametli olmamız rica ve niyazıyla...

 

* Yeni Ümit Dergisi arşivinden (Temmuz, 1988; 1. sayı)

Author: Dr. İsmail BÜYÜKÇELEBİ - min read. - Post Date: 09/15/2022