İlim ve Eğitime Destek Olma Sünneti
Her alanda daha evrensel organizasyonlar gerçekleştirebilme, müminlerin ferdi ve içtimai sorumlulukları arasındadır. Bu mesuliyet duygusuyla hareket etmeyenler, cehalete destek olduklarını unutmamalıdırlar.
Fert ve toplumlar, ilim ile kemale erer; maddi manevi terakki eder. Bu da ancak eğitim ve öğretim ile mümkündür. Ancak eğitim ve öğretim görmeye herkesin mali imkânları yeterli olmayabilir. Bu durumda imkânı olanlar ilim talebelerine sahip çıkmalı; eğitim müesseseleri açarak, yardım, burs ve ekstra infaklarıyla onları desteklemelidirler. Aksi takdirde ilim ve araştırmaya zekâ ve kapasitesi müsait olduğu halde yeterli imkân bulamayan pek çok kimse, bütün kabiliyetleriyle israf olur. İçinde yaşadığı topluma çok büyük faydalar sunabileceği halde hem bundan mahrum kalır hem de cehalet tarafından teslim alınarak zararlı birer birey haline gelebilir. Bunun içindir ki İslâm, ilme teşvik ettiği gibi1 ilim talebelerine, araştırma yapanlara, içinde yaşadığı toplumu yazılı ya da sözlü ilimle aydınlatmaya çalışan entelektüellere, bir taraftan ilim üretirken diğer yandan da talebe yetiştiren alimlere kadar ehl-i ilme sahip çıkılmasını tavsiye eder.
Bu teşvik ve destekleriyle hem istidatların zayi olmasının önüne geçer hem de eğitim ve öğretimde herkes için fırsat eşitliğinin oluşmasını temine çalışır. Bu vesileyle ilmi yaygınlaştırarak cehaletle ve ondan kaynaklanan tefrika ve maddî-manevi fakirlik problemlerine karşı ilim, bilim ve hikmetle mücadele edilmesini sağlar. Böylece sermayenin en hayırlı bir şekilde kullanılmasına da kapı aralar. Aksi takdirde Allah Resûlü’nün de ifadeleriyle cehalete karşı ilmin desteklenmediği ve yaygınlaştırılmadığı toplumların içtimai, siyasi ve iktisadi açıdan kıyametinin kopuşu kaçınılmazdır.2 Dolayısıyla insanlığın ve kendi kıyametlerinin kopmasına seyirci kalmak istemeyenler, mutlaka ilim talebelerine ve ilmi faaliyetlere destek olmalıdırlar.
Talebeye Maddi Destek Olmak
Kur’ân-ı Hakîm’de pek çok âyette “Allah yolunda olanlar…” meth u sena edilir ve onların faziletleri nazara verilir. Hatta zekât verilecek sınıfların arasında onlar da sayılır.3 İşte zekât âyetinde geçen (في سبيل الله) “Allah yolunda olanlar” sınıfına dahil olan gruplardan birisi de “ilim yolunda olan talebe ve alimlerdir.” Bu çerçevede ilim ve araştırmayla meşgul olan kimseler de zekâtla desteklenir. Allah Resûlü de “İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.”4 buyurur ve açık bir ifadeyle ilim tahsilinde bulunanların da “Allah yolunda” olduğunu belirtir. Aslında O’nun (aleyhissalâtü vesselam) bu ifadeleri ilim yolunda olanlara maddi-manevi destek olanları da içine alacak şekilde anlaşılmalıdır. Zira Cennet yoluna girenlere destek olanlar da o yola girmiş ya da er-geç girecek demektir.
Yine Peygamber Efendimiz, Allah’ı zikir ile ilimle meşguliyeti birlikte zikrederek eğitim öğretim faaliyetlerinin Allah katındaki değerine dikkat çeker: “Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah’ı zikir, O’na yaklaştıran şeyler, ilim öğreten alim ve öğrenmek isteyen talebe bundan müstesnadır.”5 O, bu beyanıyla aynı zamanda ilim, alim ve talebelerin desteklenmesinin önemine de işaret eder. Dolayısıyla ilme ve ilmi faaliyetlere verilen destek farz mesabesinde önemli bir sosyal sünnet ve Efendimiz’in ifadeleriyle bu desteği veren kimseler için de kazançlarında berekettir:
“Asr-ı Saadet’te iki kardeş vardı. Bunlardan biri ilim öğrenmek için Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) yanına gelir diğeri de geçimlerini sağlamak için gün boyu çalışırdı. Çalışan kardeş bir gün Allah Resûlü’nün huzuruna geldi ve diğer kardeşini ‘Çalışıp kazanmıyor!’ diye şikâyet etti. Bunun üzerine Allah Resûlü, ‘Belki de sen, onun sayesinde iş buluyor ve rızkını kazanıyorsun.’ buyurdu.”6
İyiliğe/İlme Destek Olanla, Olmayan BirDeğildir
İlim, bütün hayırların başıdır. Zira ilimsiz, Kur’ân’ı ve kâinat kitabını birlikte okumak ve hakkıyla anlamak mümkün olmadığı gibi, taklidî imandan tahkikî imana ulaşmak; dini tam olarak anlamak, yaşamak ve yaşatmak da mümkün değildir. Bu açıdan fert ve toplum olarak hem maddi hem de manevi terakki, ilme, alime ve ilim talebelerine sahip çıkmaya ve onları sahalarında yapacakları araştırma ve çalışmalarında desteklemeye bağlıdır.
Kur’ân, müminlere “… İyilikte ve takvada daima dayanışma içerisinde olun!” temel prensibini verir ve “Kim, iyi bir işe destek olursa, onun da ondan payı olur… “7 buyurur. Her türlü hayra/iyiliğe destek olmanın insanı, elde edilecek mükâfata ortak kılacağını belirtir ve teşvik eder. Âyetin devamında ise “Kim kötü bir işe destek olursa o işin bir katı da yine ona döner…”8 buyurur; bu kuralın kötülüğe destek olma durumunda da geçerli olduğunu hatırlatır. Bu âyetin doğru anlaşılması adına en büyük iyiliklerden ilme destek vermeyenlerin dolaylı bir şekilde kötülüğe destek oldukları/olacakları unutulmamalıdır.
Yine Kur’ân, “… Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu..?”9 diye sorar; alim ile cahilin denk olmayacağını belirtir ve aynı zamanda ilme destek olanlarla olmayanların da denk tutulamayacağına işaret eder. Allah Resûlü de “Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır.”10 buyurur ve -sadece öncülük/rehberlik yapma bile olsa- ilme verilen en küçük bir desteğin karşılıksız kalmayacağını; kıyamete kadar o hayrı işleyecek kimselerin hepsinin sevabına insanı ortak edeceğini müjdeler ve bu kolay salih amele teşvik eder.
Allah Resûlü, Talebelerinin Barınma Sorunuyla İlgileniyor
Medine’ye hicret edildikten sonra Ensar’ın büyük fedakârlık ve gayretleriyle barınma ve iaşe sorunları çözüme kavuşturulur. Ancak her geçen gün farklı bölge ve kabilelerden yeni Müslüman olanlar da Medine’ye gelmeye devam eder. Bunlardan bir kısmı kendisine barınacak bir yer bulsa da bazıları bulamaz. Bu problemi gören Allah Resûlü, fakir ve kalacak yeri olmayan kimsesizler için, yeni inşa edilmekte olan Mescid’in içinde barınabilecekleri bir mekân/yurt da düşünür. Kıble değişmeden önce mescidin güney giriş kısmına bu kimselerin geceli-gündüzlü kalabilecekleri, üstü kapalı üç tarafı açık bir yer yaptırır. Mescit tamamlanıp açılınca da dışarıdan gelen fakir ve bekâr sahabileri buraya yerleştirir ve onları “Ashab-ı Suffe” diye isimlendirir.11 Bunların haricinde Abdullah İbn Ömer gibi kalacak yeri olduğu halde bazen onlara özenip orada kalan Ensar ve Muhacirler de vardır.12
Görüldüğü üzere Allah Resûlü, Muhacirlerin yerleşme ve barınma sorunlarıyla bizatihi ilgilenir ve ihtiyaca binaen yeni bir çözüm geliştirir; Mescidinin içinde onlara özel bir yer ayırır. O’nun bu uygulamasıyla Mescid-i Nebevî âdeta bir yurt/pansiyon fonksiyonu da eda eder. Sayıları bazen dört yüze kadar çıkan bu talebeler Mescid-i Nebevî’den maddi-manevî istifade eder ve bu mübarek mekânı tam olarak değerlendirir.
Ehl-i Suffe’nin Geçim Problemine de Çözüm Üretiyor
Ashab-ı Suffe’nin geçimlerini sağlayabilecekleri bir meslek, donanım ve işleri; bâdiyeden gelen büyük çoğunluğun tarım ve ziraat işlerinde tecrübeleri de yoktur. Bazıları ticaret yapmayı bilse de pazara girebilecek sermayeleri bulunmaz. Medine’de, kendilerine destek olacak yakınları, tanıdık ya da arkadaşları yoktur. Allah Resûlü bir taraftan onların mesken problemini çözdüğü gibi diğer taraftan iaşe ve giyim ihtiyaçlarına da eğilir. Herkes için günlük bir avuç hurma takdir eder ve bunu temin eder. Hatta bir defasında bazıları her gün hurma yemekten rahatsız olduklarını belirtir. Ancak Allah Resûlü şimdilik başka bir yiyecek tedarik edemediğini söyleyerek onlara sabrı tavsiye eder.13
Zaman zaman da Allah Resûlü, onları akşam yemeği için gruplandırır, ashab-ı kiram arasında dağıtır ve bir grup talebeyi de kendisi alır.14 Bu uygulama İslâm toplumunun maddi imkânları az-çok gelişeceği ana kadar böyle devam eder.15 Dolayısıyla Suffe’deki talebeler, kendilerini doyurabilecek iyi yemekleri ancak imkân sahibi sahabilerin evlerine misafir olduklarında bulabilirler.16 Bu açıdan bakıldığında ilim talebelerinin evlere davet edilip en güzel şekilde ağırlanmaları önemli bir sünnettir.
Peygamberimiz’in yakın takibine ve bu tür organizasyonlarına rağmen bazen namazda ayakta duramayacak kadar aç kaldıkları ve zaman zaman açlıktan baygınlık geçirdikleri de olur.17 Ancak bu seviyede yaşadıkları bir açlık bile onları ilim tahsilinden koparmaz, birbirine düşürmez ve kardeşliklerine zarar vermez. İçlerinden birisi sofraya konan hurmalardan iki tane alıp yese, hemen diğer kardeşine “Ben iki tane yedim, sen de iki tane yer misin!” diye ısrar eder.18
Allah Resûlü gelen sadakaların hepsini Ehl-i Suffe’nin ihtiyaçları için bütçe olarak kullanır ve kendisine takdim edilen hediyeleri de onlar için değerlendirir.19 Kendilerini ilme ve ibadete adamış Mescid-i Nebevî’nin bu özel talebelerine daima îsâr hasletiyle yaklaşır; kendi aile fertlerinden önce onları düşünür. Nitekim Hazreti Fatıma, ondan ev işlerinde kendisine yardımcı olabilecek bir hizmetçi isteyince, “Kızım! Ashab-ı Suffe’nin belleri açlıktan iki büklüm iken ben sana nasıl verebilirim!” diyerek talebini kabul etmez.20 Yine Hazreti Fatıma, hem oğullarını dünyaya getirdiğinde onlar için akîka kurbanı kesmek isteyince Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), ona, çocukların saçlarını traş edip ağırlığınca gümüşü Suffe’de bulunan fakir talebelere dağıtmasını tavsiye eder.21
İlim Talebesi, Her Şeyin En İyisine Lâyıktır
İlim talebelerinin yiyecek probleminin çözümünde ashabın takip ettiği bir yol da hurma ve üzümlerin hasat zamanında uygulanır. Hasat mevsimi gelince herkes yetiştirdiği zirai ürün ve imkânlarına göre Mescid’e hurma ve üzüm salkımları getirir ve Mescid-i Nebevî’nin sütunları arasında gerilen ipe asarlar. Ehl-i Suffe de buradan alır karınlarını doyururlar.22 Hatta bir gün ipte asılı hurmalar arasında çok kaliteli olmayan bir salkım gören Allah Resûlü, elindeki âsasıyla salkımı göstererek ashabını şu sözlerle ikaz buyurur: “Keşke bu sadakanın sahibi bundan daha iyisini getirip tasadduk etseydi. Zira bu hayır sahibi kıyamet günü bozuk hurma yiyecek.”23
Bu değerlendirmeleriyle Allah Resûlü ilimle meşgul olan talebelerin her şeyin en iyisine lâyık olduklarını da müminlere ders verir. Nitekim bu olay üzerine indirilen âyet, küllî bir prensip de koyar: “Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyi olanlarından Allah yolunda harcayın! Siz göz yummadan, gönlünüze yatmaksızın almayacağınız değeri düşük şeyleri vermeye kalkmayın! İyi bilin ki: Allah Gani’dir, Hamîd’dir (kimseye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere lâyıktır.)”24
Peygamber Efendimiz ve az ya da çok imkânı olan bütün sahabiler, Ehl-i Suffe’nin ihtiyaçlarını karşılamada her türlü fedakârlığı yapar ve yarışırlar. Bu yarış, hem yeni bir neslin yetiştirilmesine katkıda bulunma hem de ilim talebelerine sahip çıkma ve onlara Cennet’e doğru bu yolculuklarında destek olmakla mükâfatlarına ortak olma yarışıdır. Bunun yanında Suffe Ehli’nden gücü kuvveti yerinde olan bazı kimseler, -Peygamberimiz’e ve ashabına daha fazla yük olmamak için- kendi geçimlerini temin etmeye de çalışırlar. Bir kısmı gündüzleri Mescid-i Nebevî’ye su taşıyarak veya ormandan toplayıp getirdikleri odunları satarak geçimini temin eder bazıları ise hurma çekirdeği öğütme işinde; ziraat işlerinde çalışır veya çobanlık yaparlar.25 Bunlar gündüzleri geçim için çalıştıklarından dolayı daha çok geceleri ilim ve ibadetle meşgul olurlar.26
Allah Resûlü, Talebelerinin Kıyafet İhtiyacını da Takip Eder
Ashab-ı Suffe, sadece yiyecek değil giyim-kuşam yönüyle de sıkıntı çeker. Kendilerini soğuk veya sıcaktan koruyabilecekleri hatta tam tesettür yapabilecekleri kadar bile elbiseleri yoktur. Bazılarının giydikleri izarları da ancak dizlerine kadar ulaşır dizlerini kapatmaz.27 Bundan dolayı çoğu zaman bu halleriyle insanların arasına çıkmaktan çekinir ve çıkmazlar.28 Mesela o talebelerden birisi olan Vâsile İbnü’l-Eska’, bu konuda çektikleri sıkıntıyı şöyle özetler: “Bir gün Allah Resûlü’nün arkasında namaza durmuş otuz kişiyi saydım. Sadece bellerine bağladıkları izarları vardı. Üstlerinde herhangi bir rida ya da başka bir giyecek yoktu. Ben de onlardan birisiydim.”29
İşte Allah Resûlü, onların bu problemleriyle de yakından ilgilenir; giyim kuşam ihtiyaclarını karşılar. Suffe Ashabı’ndan Utbe İbn Abdi’s-Sülemî’nin kendisiyle ilgili anlattığı şu hatıra bunun örneklerinden sadece biridir: “Bir gün Resûlüllah’tan beni giydirmesini istedim. Beni iki parça ketenden yapılmış elbiseyle giydirdi.” Bize bu hatırasını aktaran Utbe, “Benden sonra başka kimseleri de giydirdi.” der ve Peygamberimiz’in eline imkân geçtiği ölçüde Ehl-i Suffe’nin giyim sorunlarıyla da yakından ilgilendiğini haber verir.30
Allah Resûlü, Hoca İhtiyacını da Karşılar
Allah Resûlü, Suffe’de ders alan talebelerinin maddi ihtiyaçları yanında hoca ihtiyaçlarını da karşılar. Onlara bizatihi kendisi ders verdiği gibi Abdullah İbn Mes’ud, Übey İbn-i Ka’b ve Muaz İb Cebel gibi liyakat sahibi kimseleri hoca olarak da görevlendirir. O, bu muallimlerin maddi giderlerini karşılar, zengin sahabileri de eğitim-öğretim gider bütçesine katkıda bulunmaya davet ve teşvik eder.
Talebeye Düşen ise İstiğnadır
Ehl-i Suffe bu fakr u zaruretlerine rağmen gönlü zengin, istemekten ve insanlara el açmaktan uzak duran, istiğna sahibi kimselerdir. Kur’ân-ı Kerim, Ehl-i Suffe’nin adanmışlıklarını ve bu istiğnalarını nazara vererek onları takdir eder. Böylece hem talebelere istiğna dersi verir hem de az-çok imkânı olan herkesi gücüne göre ilim talebelerine ve fakirlere/yoksullara sahip çıkmaya/destek olmaya teşvik eder: “Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna adamış, fakirler içindir. Bunlar bu yüzden yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama imkânı bulamazlar. Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle de onların gerçek hallerini bilmeyen kimseler onları zengin sanır. Onlar yüzsüzlük ederek insanlardan da bir şey istemezler…”31 Allah Resûlü de “… Kim istiğna gösterirse Allah onu zengin kılar…”32 buyurur ve insanlara el açıp dilenmekten uzak durmayı özellikle tavsiye eder.
Sonuç
Din ve medeniyet, ilme ve bilimsel çalışmalara dayanır. Din, ilim talebeleriyle yaşar ve yaşatılır. İlim olmadan İslâm’ı yaşamak ve onu en güzel şekilde temsil edip bütün bir insanlığa ulaştırmak mümkün değildir. Bu açıdan “i’lâ-i kelimatullah” vazifesi hakkıyla ancak ilmî araştırmalara ve ona paralel olarak kurulan ve gelişen hem maddi hem de manevi cephesiyle güçlü medeniyete bağlıdır. Dolayısıyla günümüzde İslâm toplumlarının hem içinde yaşadığı çağı idrak etmesi hem de insanlığa maddi-manevi değerler üretmesi adına ilme yatırım yapmaktan; bu nebevî sünneti ihya etmekten başka bir çaresi yoktur.
Bunun için gerek ilmî alanda gerekse bütün çeşitleriyle hayır-hasenat vs. sosyal sahalarda olsun; her alanda daha evrensel organizasyonlar gerçekleştirebilme, müminlerin ferdi ve içtimai sorumlulukları arasındadır. Bu mesuliyet duygusuyla hareket etmeyenler, cehalete destek olduklarını unutmamalıdırlar. Çünkü ilme destek olmayan kimseler dolaylı olarak cehalete destek çıkıyor demektir.
Dipnot:
- Bkz. https://www.peygamberyolu.com/nebevi-egitimin-ilkeleri-20-ilme-tesvik-et/
- Bkz. Buhârî, İlim 21; Müslim, İlim 5/8-14 (2671-2673).
- Bkz. Tevbe Sûresi, 9/60.
- Tirmizî, İlim 2.
- Tirmizî, Zühd 1; İbn Mâce, Zühd 3.
- Tirmizî, Zühd 33.
- Mâide Sûresi, 5/2.
- Nisa Sûresi, 4/85.
- Zâriyât Sûresi, 39/9.
- Müslim, İmâre 133; Ebû Dâvûd, Edeb 115; Tirmizî, İlim 14.
- Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübra, 2/445 (525); Bkz. Ekrem Ziya el-Ömerî, es-Sîretü’n-Nebeviyye es-Sahîha, s. 294.
- Buhârî, Salât 58; Nesâî, Mesâcid 29.
- Bkz. Müsned, 3/487.
- Örnekler için bkz. İbn Sa’d, Tabakât, 1/188.
- İbn Sa’d, Tabakât, 1/187; Buhârî, Mevâkîtu’s-Salât 41.
- Bkz. Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, 1/341.
- İbn Sa’d, Tabakât, 1/188.
- Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, 1/340.
- Buhârî, Rikâk 17; Müsned, 2/515.
- Buhârî, Farzu’l-Humus 6; Müsned, (838), 1/79, 106.
- Müsned, 6/390-391; Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, 1/339.
- Müsned, 3/487; Tirmizî, Tefsir 3.
- Ebû Dâvûd, Zekât 17; Nesâî, Zekât 27; İbn Mâce, Zekât 19.
- Tirmizî, Tefsir 3; Bakara Sûresi, 2/267.
- Kettanî, Et-Teratibu’l-İdâriyye, 1/476-477; Ebû Nuaym, 2/9.
- Müslim, İmâre 41/147 (677); Müsned, I3/270.
- Bkz, Müsned, 4/128.
- Ebû Nuaym, Hilyetul-Evliya, 1/342.
- İbn Sa’d, Tabakât, 1/187-188.
- Ebû Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, 2/15.
- Bakara Sûresi, 2/273.
- Buhârî, Zekât 50; Müslim, 43/124 (1053).