Sarsılan Akrabalık İlişkileri ve Mümince Duruş





Author: Dr. Selim KOÇ - min read. - Post Date: 06/01/2022
Clap

Kurulması ve korunması zarurî olan, ferdin/ailenin iç huzuru yakalamasına büyük katkısı bulunan, içtimaî barış, güven ve saadeti de garanti altına alan bu sağlam ilişkiler ağı, insanlık için vazgeçilmez bağlardır.

İslâm, müminlere, en yakın akrabalarından başlayarak komşu, arkadaş, dost vs. gibi ilişki halinde olduğu kimselere ve içinde yaşadığı topluma karşı çeşitli sorumluluklar yükler. Bu açıdan tek başına yapayalnız bir hayatı değil sosyal, canlı bir hayatı tavsiye eder. Bunun için de onun, Allah, kâinat ve diğer insanlar ile kuracağı ilişkiyi, merhameti de nazara vererek sıla-i rahim diye isimlendirir. Kur’ân, bu bağı gözetmemenin fısk olduğunu ve bunun yeryüzünde fitne ve fesada sebebiyet vereceğini, bunu yapanların da sonunda hem kendilerinin kaybedeceğini hem de insanlığa zarar vereceklerini dile getirir: “Fasıklar o kimselerdir ki Allah’a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah’ın kurulmasını ve korunmasını istediği bağları koparır ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte bunlar hüsrana uğrayanların/uğratacakların ta kendileridir.”1 

Allah’ın koparılmamasını emrettiği bağ ve irtibatlar, başta akrabalık bağları olmak üzere bütün insanlığı, hayatı ve varlığı ilgilendiren bağlardır. Kurulması ve korunması zarurî olan, ferdin/ailenin iç huzuru yakalamasına büyük katkısı bulunan, içtimaî barış, güven ve saadeti de garanti altına alan bu sağlam ilişkiler ağı, insanlık için vazgeçilmez bağlardır. 

 

Sıla-i Rahimi Hedef Alanlara Dikkat!

Sıla-i rahim, bağ anlamına gelen “sıla” ve rahmet kökünden türetilen “rahim” isminin bir araya getirilmesinden oluşan bir terkiptir. Nitekim Arapça’da akrabalara, “rahim” isminin çoğulu olan “erhâm” kelimesi kullanılarak “zü’l-erhâm, zevi’l-erhâm, ulu’l-erhâm” da denilir ki kavram, ilişkilerde gözetilmesi gerekli sevgi ve merhamete delâlet ettiği gibi, kelime “ana rahmini” de çağrıştırmasıyla kan bağını da ifade eder. Dolayısıyla sıla-i rahim, “Kan bağı ya da evlenme yoluyla oluşan akrabalık bağlarını koruma, ziyaretlerinde bulunma, haklarını gözetme, ihtiyaç anlarında imkânları ölçüsünde onlara maddî-manevî sahip çıkma; yardımcı ve destek olmak” demektir. Bu haklara/hususlara dikkat etmemek bilakis akrabalara kötü davranmak da “kat-ı rahim” yani akrabalık bağlarını kesip-koparmak olarak adlandırılır ki bu Kur’ân ve Sünnet’te yasaklanan büyük günahlardandır.  

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), “Akrabayla ilgisini kesen ve bunu normal/helâl gören kimse Cennet’e giremez.”2 buyurur ve muhataplarını, bu konuda gösterecekleri gevşekliğe ve tembelliğe karşı net bir şekilde uyarır. Buna karşılık yakınlığın Allah katındaki değerine de dikkat çeker; “Akrabalık bağı arşa asılıdır ve şöyle der: ‘Ey Rabbim! Beni gözeteni sen de gözet, beni keseni sen de kes!”3 buyurur ve -şartlar ne olursa olsun- bu ilâhi emre riayet edenlerin Allah tarafından gözetileceğini ve onların yüceltileceğini müjdeler. 

Yine Kur’ân, müminleri bu konuda uyarır ve “despot idarecilerin”, akrabalık/dostluk başta olmak üzere toplumun birlik bağlarını da hedef alacağını, bununla hem toplumu zayıflatmak hem de alternatif “güçlü bir toplum/muhalefet” oluşmaması için plan yaptıklarına/yapacaklarına özelikle dikkat çeker, onları tehdit eder: “Demek siz, idareyi ve hakimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak, akrabalık bağlarını bile parçalayıp keseceksiniz öyle mi?…” Böylece Allah, bir taraftan onların sinsi planlarını deşifre ederken, diğer yandan da müminleri onların bu tür tuzaklarına düşmeme mevzuunda uyarır.

Âyetin devamında ise “Onlar öyle kimselerdir ki Allah, kendilerini rahmetinden kovmuş da duygularını almış ve gözlerini kör etmiştir.”4 buyurur; toplum vicdanında/kalbinde sevgi ve merhamet duygularını öldürüp sıla-i rahimi yok etmeye çalışanların Allah’ın rahmetinden mahrum kalacağını ve lânetleneceklerini belirtir. Kur’ân bu uyarılarıyla Müslümanların basiretli olmasını ve bu tür zalimlerin zulümlerine âlet ya da ortak olmamaya dikkat etmeleri gerektiği dersini de verir. 

 

Sıla-i Rahim Kul Haklarındandır

Sıla-i rahim, İslâm’da dinî ve ahlâkî sorumluluk olmasının yanında önemli kul haklarından da birisidir. Dolayısıyla bu sorumluluğu yerine getirmeyenler sadece ilâhi bir emri çiğnemekle kalmaz aynı zamanda kul haklarına da girmiş olurlar. Hele maddî-manevî zor durumlarında yakınlarına sahip çıkmayıp onları dertleriyle yüzüstü bırakmak daha katmerli bir günah olur ki kul hakları o zaman daha da katlanır. Nitekim Kur’ân, müminleri böyle bir vebale karşı uyarırken şöyle buyurur: “Adını anıp Kendisini vesile ederek birbirinizden haklarınızı talep ettiğiniz Allah’a saygısızlık etmekten çekinin ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Zira hiç unutmayın ki üstünüzde, sizi gözetleyen bir Allah var.”5    

Bu çerçevede Kur’ân, akl-ı selim ve vicdan sahiplerinin (ulu’l-elbâb) özelliklerini açıkladığı bir yerde onların sıla-i rahime çok dikkat etmelerini de zikredir: “Onlar, akraba, komşu, yoksul, yetim ve yardıma muhtaç kimselere gereken ilgi ve yakınlığı göstererek Allah’ın geliştirilmesini emrettiği ilişkileri geliştirip canlandıran, Rab’lerine karşı yürekleri saygıyla titreyen ve mahşer gününde kötü bir şekilde hesaba çekilmekten korkan ve o gün gelip çatmadan önce kendilerini hesaba çeken kimselerdir.”6      

Allah Resûlü de bu meseleyi imanla irtibatlı ele alır ve şöyle buyurur: “Sizden Allah’a ve ahirete iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse akrabasına iyilik yapsın. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin ya da sussun.”7 Salih bir amel olarak sıla-i rahime özellikle teşvik eden Allah Resûlü onun manevî kazancı yanında maddî yansımalarını da nazara verir: “Akrabalık ilişkilerinizi sürdürebilmeniz için soyunuzu/ailenizi tanıyın. Zira sıla-i rahim akrabalar arasında sevgi, malda bolluk-bereket ve ömürde uzamadır.” 8 Yine bir başka hadislerinde “Kim rızkının kendisine genişletilmesini istiyorsa sıla-i rahimi gözetsin!”9 buyurur ve bu salih amelin rızkın bereketlenmesine de vesile olacağını belirtir.   

Bugün, bir tarafı Allah hakkı diğer tarafı da kul hakkı olan bu ilâhi emir her ne pahasına olursa olsun yaşanmalı ve yaşatılmalıdır. Fâsıkların/zalimlerin araya girmesine ve bu bağları koparıp atmasına ve Müslüman toplumların birbirine düşmesine imkân ve fırsat verilmemelidir. Bir şekilde araya girmiş ve yakınlık/dostluk bağlarına zarar vermişlerse şuurlu müminlere düşen vazife bunu en kısa zamanda telâfi etmeleridir. Zira zalimlerin tam olarak istediği de sizi en yakınlarınızın yanında istenmeyen kişiler haline getirmek ve böylece sizi onlardan, onları da sizden soğutmak/uzaklaştırmaktır. Bu planı altüst edecek tavır ise nefse uymak ve hislere teslim olmak değil her halükârda akıl, mantık ve muhakeme dairesinde Kur’ân ve Sünnet’in sıla-i rahim emir ve tavsiyelerine en güzel şekilde ittiba etmektir. 

 

Peki Ya Akraba Kötülük Yaparsa

İnsan bazen duygularına kapılarak kardeşlerinin veya yakınlarının kendisine yaptığı kötülüklerden ya da sahip çıkmamalarından dolayı onlarla ilgisini/irtibatını kesmeyi düşünebilir. Bu durum zamanla akrabalık bağlarının tamamen kopmasına kadar gidebilir. Hatta böyle bir kimse “Kötülük yaptılar, en çok muhtaç olduğum bir dönemde sahip çıkmadılar!” gibi duygu ve düşüncelerle akrabalık hatta annelik-babalık hatta evlatlık bağlarını koparmada kendisini tamamen haklı da görebilir. Böyle bir kişinin, dedikleri doğru olsa bile sıla-i rahimi kesmesi yanlıştır. 

Birisi Peygamber Efendimiz’e gelir ve “Ey Allah’ın Resûlü! Benim akrabalarım var. Ben kendilerini ziyaret ediyorum fakat onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar ise bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba davranıyorlar.” der. Efendimiz ona “Sen böyle davrandıkça Allah’ın yardımı seninle beraberdir.” buyurur10 ve saydığı olumsuzluklara rağmen akrabalık bağlarını kesmemesini tembihler. Çünkü İslâm’da asıl olan yakınlığı vesile ederek muhatapları hakla/doğru davranışla buluşturmaya çalışmaktır. Terk etmek en kolay olandır. Gerçek fazilet ise eza ve cefasına rağmen onu kötülüklerden ve yanlışlardan kurtarıp iyiliklerle donatabilme gayretidir. 

 

Yine de Akraba Hiç Yakınlık Göstermezse

Allah (celle celâluhû), her durumda anne-babaya ihsan üzere davranılmasını emrederken akrabalarla ilişkinin de adalet, iyilik ve yardımlaşma/dayanışma çerçevesinde sürdürülmesini emreder: “Şüphesiz Allah adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, kötülüğü ve haddi aşmayı da yasaklar. O, tutasınız diye size öğüt verir.”11 Adalet ilkesi, fert, toplum ve insanlar arası ilişkilerin dayanacağı en sağlam temel esastır. Zira adalet, insanların arzu ve isteklerine göre değişmez, sevgi, nefret ve düşmanlık duygularına göre şekil almaz. Hatta annelik-babalık, yakın ya da uzak akrabalık bağları dahi adaletin gerçekleşmesine engel olamaz.

Kur’ân, adalet ilkesinin yanında onun tam tesisi adına ihsan/iyilik prensibini de getirir. Böylece adaletin/hakkaniyetin kesin ve keskin ölçülerinin yanında insanları/yakınları birbirine kaynaştıracak ikinci destek bir ilke koyar ve adalet gibi ihsanı da emreder.  Zira adaletin verdiği karardan sonra yine de fertler arasında oluşabilecek husumetleri/hoşnutsuzlukları gidererek kalpleri birbirine ısındıracak/yaklaştıracak tek yol ihsandır. Bu açıdan ihsan/iyilik, adaletin keskinliği/sertliği karşısında ortaya çıkabilecek bazı menfi gerilim, ihtilâf ve hoşnutsuzlukları yumuşatma adına tamamlayıcı önemli bir unsurdur. 

İhsan çok geniş manalı bir kavramdır. Her güzel ve iyi iş/söz ve davranış ihsandır. Bu geniş çerçeve içinde düşünüldüğünde terim, insanın Rabbiyle olan irtibatını, yakın dairede ailesi ve akrabalarıyla olan ilişkilerini, toplumla ve en geniş dairede bütün insanlıkla olan münasebetlerini de içine alır. Âyet-i kerimede adalet ve ihsanla birlikte akrabaya yardım etmenin üzerinde özellikle durulması onun, hem Allah katındaki önemini ortaya koyar hem de insanî ilişkiler sıralamasında müminlerin takip etmesi gereken ihsan hiyerarşisini gösterir.

Burada emredilen yardımlaşma ise sırf kan bağı ya da aile/akraba tutkusundan kaynaklanan bir dayanışma değil, İslâm’da iyiliğin yaşanması ve yaşatılmasında daima “en yakın çevreden başlayıp en uzak çevreye doğru açılma” ilkesinin gereğidir. Nitekim Allah Resûlü iyiliğe, önce yakınlardan başlamanın gerekliliğini anlatırken “Yoksula verilen sadaka, bir sadakadır. Bu sadaka akrabaya verilmişse iki sadaka demektir. Biri sadaka diğeri sıla-i rahimdir ki bu da sadaka sayılır.”12 buyurur ve böyle bir desteğin daha faziletli olduğunu belirtir. 

Mümin, “Yakınlarım adaleti gözetmiyor!” diye adaletsizlik yapmamalı; onlar iyilik yapmıyor diye “Ben de iyilik/yardım yapmam!” dememelidir. Zira bu durumda kazanan yakınlık, kardeşlik, dostluk ve iyilik değil düşmanlık olur. Mümine düşen vazife ise her hal ve durumda ihsan şuuruyla iyiliğe devam etmektir. Bunun içindir ki Allah Resûlü hakiki sıla-i rahimi tarif ederken “İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla, kişinin kendisi ile ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir.”13 buyurur. 

 

Sonuç

İslâm, Allah ile kulları arasındaki ilişkiyi düzenlediği gibi, fertlerin kendi aralarındaki ilişkileri de düzenler ve belli kurallar koyar. Buna göre Kur’ân, ebeveyn ile evlât ilişkisini “ihsan/îyilik” üzerine temellendirir ve hem anneyi/babayı hem de çocukları toplamda yuvayı korur. Kardeşleri ve akrabaları birbirine zimmetler ve bu zimmet halkasıyla kimseyi yalnız, sahipsiz ve kimsesiz bırakmaz. Getirdiği daha geniş içtimai düzenlemeyle komşuları da birbirinden sorumlu tutar. Daireyi daha da genişletir ve toplumdaki yetimleri, fakirleri, yolda kalmış kimseleri ve arkadaşları da imkânı olanlara zimmetler. Farklı âyetlerde bunların her birerleri üzerinde ayrı ayrı durarak da hem önemine hem de ihmal edilmemesi gereken bir hak olduğuna dikkat çeker. 

Bu çerçevede akrabaya sahip çıkma onları koruma ve gözetme, Kur’ân ve Sünnet’in üzerinde durduğu ve korunmasını emrettiği önemli bir salih ameldir. Onu için akl-ı selîm ve vicdan sahibi müminler, aralarındaki mesele ne olursa olsun akrabaları ya da dostlarıyla aralarındaki meseleyi kavga ve iftirak noktası haline getirmez; istişare sünnetiyle mevzuyu çözer ya da en azından asgarî müştereklerde buluşmayı başarırlar. Çözümünde ittifak edemedikleri meseleyi tefrika ve düşmanlığa taşımazlar. Gerekirse susarlar ve hakikatin ortaya çıkmasını zamana bazen de ötelere bırakırlar. Zira meseleyi kör düğüm haline getirmek ve ihtilâfları âdeta kan davalarına dönüştürmek, yakınlığı/dostluğu/uhuvveti değil kini/nefreti ve düşmanlığı büyütür. 

Burada insanın aklına “Ya muhatabım yaptığım iyiliklere rağmen bana aktif düşmanlık yapmaya devam ederse?” diye bir soru gelebilir. Bu durumda “Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz!”14 kaidesince akraba da olsa dost da olsa ilişkiler, muhatabın insana zarar veremeyeceği şekilde düzenlenmeli ve mesafe ona göre ayarlanmalıdır. Zira sebep ve sonuç ne olursa olsun Müslüman, sıla-i rahimi öldüren değil devam ettiren olmalıdır.

 

Dipnot:

  1. Bakara sûresi, 2/23.
  2. Müslim, Birr 6/18, 19 (2555).
  3. Müslim, Birr 6/17 (2555).
  4. Muhammed sûresi, 7/22.
  5. Nisa sûresi, 4/1.
  6. Ra’d sûresi, 13/21.
  7. Buhârî, Nikâh 80; Edeb 31, 85; Müslim, İman 74, 75, 77.
  8. Tirmizî, Birr 49.
  9. Buhârî, (2067, 5598); Müslim, Birr 6/20 (2557).
  10. Müslim, Birr 6/22 (2558).
  11. Nahl sûresi, 16/90.
  12. Tirmizî, Zekât 26.
  13. Buhârî, Edeb 15.
  14. Buhârî, Edeb 83; Müslim, Zühd 63.
Author: Dr. Selim KOÇ - min read. - Post Date: 06/01/2022