Takdir Edici Yoldaş Olma Sünneti





Author: Dr. Selim KOÇ - min read. - Post Date: 05/24/2022
Clap

Zamanında ve yerinde bir teşekkür, takdir ve hayır dua ile haklarını yerine getirenler adaleti de ikame ettiklerinden ferdî, ailevî ve içtimaî hayatlarında sağlıklı iletişimi ve dayanışmayı da kurmuş ve korumuş olacaklardır.

İslâm’da, müminler Allah’ın kulu, Resûlüllah’ın ümmeti birbirlerinin de kardeşidir. İmana dayalı bu kardeşlik esası, en yakın dost ve en güzel takdir edici yoldaş olmayı da beraberinde getirir. Bediuzzaman’ın ifadesiyle bu özellik mesleğimizin/meşrebimizin gereğidir: “Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder…”1 Dolayısıyla en yakın dost, en fedakâr ve civanmert arkadaş ya da kardeş olmanın bir gereği de “en güzel takdir edici yoldaş” olmaktır. Kur’ân ve Sünnet’in özellikle üzerinde durduğu bu hakikat, Müslüman toplumların bugün ferdî, ailevî, içtimâî ve ticârî/iş hayatlarından çıkardığı çok önemli sosyal sünnetlerden birisidir.

Allah Resûlü çevresine karşı daima “takdir edici bir yoldaş” olmuştur. Yakınlarında bulunan kimseleri sürekli salih amele ve güzel ahlâka teşvik ettiği gibi arkasından takip etmiş, onları duruşları, manevi kıvamları, ilme ve ibadet ü taata karşı iştiyakları, hakkı temsil ve fedakârlıklarıyla vs.. daima takdir ve tebrik etmiştir. Bunun örnekleri o kadar çoktur ki hadis kaynaklarında “Fedâilu’s-Sahabe, Menâkıb, Menâkıbu’l-Ensâr” adlı müstakil bölümler meydana getirilmiştir. O’nun bu iltifat ve takdirleri, ashab-ı kiramın talim ve terbiyesinde, şahsiyetlerinin oluşmasında ve kabiliyetlerinin inkişafında ciddi rol oynamıştır. O, bu takdirleriyle aynı zamanda onları çevresinde bulunan kimselerin nazarına vermiş ve gittikleri vazife mahallerinde hem sahip çıkılmalarına hem de hüsn-ü kabul görmelerine vesile olmuştur.

 

Takdir ve Teşekkür Ahlâkı

Takdir etmek, muhatabın yaptıklarını görmek ve onlara değer vermektir. Bu da yerine göre bazen sözlü bir teşekkür, takdir, medh u sena ve dua ile bazen de bir iyilik yapma, hediyeleşme ya da ödül verme şeklinde olabilir. Allah Resûlü, bu ahlâk ve disiplinin ferdî, ailevî ve içtimâî hayatta yerleşmesi adına temel bir disiplin vaz’ etmiştir: “Kim bir iyiliğe mazhar olursa, imkânı varsa o da iyilikle karşılık versin. Bulamazsa en azından o kimseyi yaptığı iyilikten dolayı medh u sena etsin. Zira onu takdir etmekle, kişi, teşekkürünü yerine getirmiş olur. Takdir/övgü dolu bir cümleyle dahi olsa teşekkür etmeyen kimse nankörlük ise yapmış olur.”2

Bunun yanında Allah Resûlü şu açıklamayı da yaparak bu sünnetin ötelerde kulların hesaba çekileceği bir sorumluluk olduğuna da dikkat çekmiştir: “Ey Âişe! Cibril’in bana haber verdiğine göre, Allah (celle celâluhu) kıyamet günü mahlukatı haşrettiğinde bir başkasından iyilik gören kuluna ‘Sana iyilikte bulunan kuluma teşekkür/takdir ettin mi?’ buyurur. O da: ‘Ey Rabbim! Bana dokunan iyiliğin Senden geldiğini bildiğim için sadece Sana teşekkür ettim.’ der. Bunun üzerine Allah, “Bu iyiliklerin sana ulaşmasında vasıta kıldığım kuluma da teşekkür/takdir etmedikçe, Bana tam şükretmiş olmazsın!” buyurur.3 Dolayısıyla insanların yaptıkları iyilikleri/güzellikleri görüp onlara teşekkür ve takdirde bulunmak insanın Rabbi’ne hakkıyla şükrüne de tesir eden önemli bir disiplindir. 

Nitekim Allah Resûlü hicretinin daha ilk günlerinde çeşitli vesilelerle ashabını bu konuda yönlendirir ve teşvik ederdi. Bir gün muhacirlerden bazıları gelip “Ey Allah’ın Resûlü! Ensar (bize sahip çıkmakla) bütün sevapları aldı götürdü.” diye söyleyince, Allah Resûlü onlara “Hayır! Kendilerini takdir edip dua ettiğiniz sürece sizi geçemezler.” buyurur ve gördükleri iyilikler karşısında Ensar kardeşlerini mutlaka takdir etmeleri gerektiğini ders vermenin yanı başında bunun kendilerine kazandıracağı mükâfata da dikkat çeker. Zira bu sünnet hem bir kul hakkı hem de onları birbiriyle kaynaştıracak ve kardeşlik bağlarını güçlendirecek önemli bir davranıştır. Dolayısıyla İslâmî hayat, Allah’a hamd u şükrün yanında insanlara da takdir ve teşekkür üzerine kurulu bir hayattır. 

 

Kur’ân, Muhacir ve Ensar’ı Takdir Eder

Cenab-ı Hak, Kur’ân’da sadece Allah Resûlü’nden önceki peygamberleri ve onlara iman edenleri değil birçok âyette Muhacir ve Ensar’ı da takdir eder. İnananların âdeta ateşle imtihan edildiği en sıkıntılı günlerde büyük bir mücadele örneği sergileyen Muhacirleri ve onlara maddî-manevî her türlü fedakârlığı yaparak sahip çıkan Ensar’ı “… İşte onlar gerçek müminlerdir…”4 diyerek takdir eder ve nazara verir. Üstelik onlardan hoşnutluğunu Cennet’le müjdeleyerek dile getirir: “İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu? Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı oldular. Allah, onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar orada devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur!”5

Ashab-ı kiramı vazife şuurları ve yaptıklarıyla da takdir eden Allah (celle celâluhu) onların “insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı nesil olduğunu” belirtir6 ve omuzlarına konulan davaya hakkıyla sahip çıktıklarını dile getirerek ihsan, takva ve teslimiyet anlayışlarıyla nazara verir: “Hele o yara aldıktan sonra Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyup gönül verenlere, hele onlar gibi ihsan ve takva sahiplerine pek büyük mükâfatlar vardır.”7

Kur’ân, onları sahip oldukları kardeşlik ve îsâr hasletiyle de takdir eder ve örnek gösterir: “Bunlardan önce Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar ise, kendi beldelerine hicret edenlere sevgi besler, onlara verilen ganimetlerden ötürü içlerinde bir kıskanma veya istek duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler. Her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felâh ve mutluluğa erenler, onlar olacaklardır.”8

Yine Kur’ân, Allah’ın rızasına erdiğini belirttiği bu ilkleri, cesaretleri, samimiyetleri ve her zaman Allah yolunda canlarını seve seve vermeye hazır olmalarıyla da takdir eder: “Gerçekten Allah, (Hudeybiye’de) o ağacın altında sana biat ettikleri zaman müminlerden razı oldu. Onların kalplerindeki ihlâsı/samimiyeti bildiği için üzerlerine sekîne, huzur ve güven indirdi. Onları hemen yakında gerçekleşen bir zaferle ve alacakları ganimetle mükâfatlandırdı. Allah, mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”9 Dolayısıyla Kur’ân, bu takdirleriyle, bir taraftan onların bu güzel vasıflarıyla örnek alınmaları gerektiğini ders verirken diğer taraftan bütün müminlere de “dava arkadaşlarını, sahip oldukları güzel davranış ve yaptıkları iyi işlerle/hizmetlerle takdir etmeleri gerektiğine” de işaret eder. 

 

Allah Resûlü de Muhacir ve Ensar’ı Takdir Eder

Sadece Kur’ân değil Allah Resûlü de Muhacir ve Ensar’a ayrı bir önem verir, açık-kapalı sözleriyle onların değerine dikkat çekerdi: “Ensar, benim için iç gömlek, diğer insanlar da dış gömlek mesabesindedir. Eğer insanlar bir vadiye veya bir yaylaya yönelirken Ensar da başka bir vadiye yönelecek olsa Ben, Ensar’ın gittiği vadiyi takip ederdim. Bir de hicret olmasaydı Ben de Ensar’dan biri olurdum.”10

Yine Allah Resûlü, “Ancak müminler Ensar’ı sever. Ancak münafıklar Ensar’a buğzeder. Kim Ensar’ı severse Allah da onu sever. Kim Ensar’a buğzederse Allah da ona buğzeder.”11 buyurur; onların Allah ve inananlar nazarındaki yer ve konumlarını belirler. O, zaman zaman da onlara olan hususi sevgi ve takdirlerini “Allah şahit! Siz bana insanların en sevimlisisiniz.”12 buyurarak ifade ederdi.  

Hazreti Ebû Hureyre’nin beyanıyla ifade edecek olursak “Allah Resûlü, bu sözleriyle Ensar’ın hakkından fazlasını onlara vererek zulmetmiş değildir. Zira onlar, O’na hiç kimsenin sahip çıkmadığı bir dönemde sahip çıkıp barındırdılar, maddi-manevi destek oldular.”13 Dolayısıyla hak ettikleri bir sevgi ve takdiri de Allah Resûlü onlardan esirgemedi. Onlar da kendilerine gösterilen bu sevgi ve takdirin hakkını vermekten geri kalmadı. Ancak beşeriyet itibarıyla insanın kusurları olabilir. Buna karşılık da Allah Resûlü bütün ashabına şu ölçüyü verir: “Benim, kendisine sığındığım sırdaşım ehl-i beytim, dayanağım da Ensar’dır. Öyleyse siz de onların iyilerini örnek alın, kusurlu olanlarını da affedin.”14 Bunun yanında Allah Resûlü sadece kendilerini takdirle de yetinmemiş, “Allahım! Ensarı ve onların oğullarını ve onların da oğullarını bağışla!”15 buyurmuş ve bu takdir ve tembihlerini duaya dönüştürmüştür.

 

Bedir Ashabını Takdiri

Bedir Savaşı’nın İslâm tarihinde, Bedir ashabının sahabe arasında ve Bedir’e iştirak eden meleklerin de bütün melekler içinde ayrı bir yeri vardır. Zira o gün o meydanda verilen mücadele hem bir ilk hem de İslâm’ın ölüm kalım mücadelesiydi. Onun için Allah Resûlü harp başladığında ellerini kaldırmış ve “Ey Allah’ım! Bana olan vaadini ihsan eyle! Bize zafer nasip et. Ey Allah’ım! Eğer bugün burada, Müslümanları helâk edersen, artık yeryüzünde Sana ibadet edecek kimse kalmayacak!”16diye saatlerce yalvarmıştı. 

Allah Resulü, Bedir ashabına büyük bir değer vermiş ve onlar hakkında “Bedir’de ve Hudeybiye’de bulunan kimselerin, inşaallah Cehennem’e girmeyeceğini umuyorum.” buyurmuştur.17 O, Bedir ashabına mensup kimselerin samimiyetini bildiği için de yanlışları olursa, onlara müsamaha ile bakılmasını istemiştir. Bundan dolayıdır ki Mekke’nin fethine dair yaptığı hazırlığı, Kureyşlilere bir mektupla bildirmeye teşebbüs eden Hâtib İbn Ebî Beltaa’yı Hazreti Ömer’in, “Bırak ey Allah’ın Resûlü! Şu münafığın kellesini alayım!” demesine karşılık “Hayır! O, Bedir’e katılmıştır. Sen, Allah’ın, Bedir Harbi’ne katılanların -geçmiş ve geleceklerine- mutttali olduğunu ve ‘Dilediğinizi yapın, muhakkak ki Ben sizi affettim!’ dediğini bilmiyor musun?” buyurmuş18 ve bunun üzerine Hazreti Ömer de göz yaşlarına boğulmuştur.19 

Bir gün Cebrail (aleyhisselâm) gelir ve kendisine “Ya Resûlallah! Bedir Harbi’ne katılanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sorar. Ashabının kadr u kıymetini çok iyi bilen Allah Rasûlü, “Onları, Müslümanların en faziletlileri sayıyoruz.” cevabını verir. Buna karşılık Cebrail (aleyhisselâm): “Biz de meleklerden Bedir Harbi’ne iştirak edenleri, meleklerin en hayırlıları olarak sayıyoruz.” buyurur.20 Allah Resûlü’nün ve Cebrail’in bu takdirlerini esas alan Hazreti Ömer de divan teşkilâtını kurduğunda, divan defterine ilk önce Bedir ehlinin yazılmasını emreder. 

 

Hazreti Ebû Bekir’i Takdiri

Allah Resûlü, bu genel takdirlerinin haricinde bazı sahabileri fert fert de takdir etmiştir. Mesela bunların başında Hazreti Ebû Bekir gelir. Onu daha Mekke’de iken ilk günlerinden itibaren yanından hiç ayırmamış her meselesini kendisiyle istişare etmiştir. O da Efendimiz’e bu yakınlığın hakkını vermiş ve “es-Sıddîk” ünvanını almaya hak kazanmıştır. Onun bu duruşudur ki Allah Resûlü, hakkında şu takdirlerde bulunmuştu: “İnsanlar arasında hem malı hem de arkadaşlığı hususunda bana en güven veren Ebû Bekir’dir. Şayet ümmetimden bir kimseyi ‘Halîl’ yani dost edinecek olsaydım, Ebû Bekir’i edinirdim. Lâkin o, benim din kardeşimdir. Zira Allah, sizin sahibinizi dost edindi. Onun kapısı hariç mescidime açılan bütün kapılar kapatılsın.” buyurmuştur.21 

 

Hazreti Ömer’i Takdiri 

Allah Resûlü, yerinde ve zamanında takdirleriyle ashabından bazılarını özel olarak nazara verir bununla hem onları toplum tarafından kabule hem de yapacağı hizmetlere hazırlardı. Meselâ bu sahabilerden birisi de Hazreti Ömer’dir: “Sizden önce yaşamış ümmetler içinde kendilerine ilham olunan isabetli görüş sahibi kişiler (muhaddesûn) vardı. Şayet ümmetim içinde onlardan birisi varsa hiç şüphesiz o, Ömer İbn Hattâb’dır.”22 “Benden sonra bir peygamber gelseydi, bu Ömer olurdu.”23 “Allah, hakkı Ömer’in lisanına ve kalbine koymuştur.”24Bundan dolayıdır ki oğlu Abdullah İbn Ömer, “Ortaya yeni bir mesele çıktığında insanlar bir şey söyler, Ömer de bir şeyler derdi. Fakat gelen vahiy Ömer’in dediği istikamette olurdu.” der ve onun sahip kılındığı bu özelliklerine dikkat çeker.25 Nitekim hakkı bâtıldan kesin çizgileriyle isabetli bir şekilde ayırmasından dolayıdır ki Allah Resûlü kendisine “el-Faruk” lakabını verir.26

Allah Resûlü, hem Hazreti Ebû Bekir hem de Hazreti Ömer’i sahip oldukları kabiliyet, basiret ve ferasetleriyle de medh u sena eder ve nazara verir: “Her peygamberin ikisi sema ehlinden ikisi de yeryüzü ehlinden olmak üzere ikişer veziri vardır. Benim semada iki vezirim, Cebrâil ve Mikâil, yeryüzünde ise Ebû Bekir ve Ömer’dir.”27 Yine onların her ikisini bir arada gördüğü bir gün, “İşte bu ikisi (bana ve bütün Müslümanlara) kulak ve göz mesabesindedir.” buyurur ve böylece hem onların konumlarını belirler hem de kabul görmelerinin zeminini hazırlar. Allah Resûlü, onların bu konumlarını pekiştirme sadedinde “Ebû Bekir ve Ömer istişare sırasında bir meselede ittifak etmişlerse asla itiraz etmem.”28 buyurur.

 

Diğer Bazı Sahabileri Takdiri 

Bütün sahabiler, İslâm’ın emrettiği insanî ve ahlâki özelliklerin sahibiydi. Çoğu zaman aralarında fazilette/hayırda yarışın gereği olarak bazı vasıflarda biri diğerini geçerdi. Onları, yakından takip eden, ilgilenen ve onları çok iyi tanıyan Allah Resûlü, aralarındaki fazilet yarışında kimin hangi sıfatlarıyla daha önde olduğunu da bilir ve belirtirdi. Bu hem onlara verdiği değeri/önemi gösteren bir takdir hem de diğer ashabını da kemalde yarışa teşvikti: “Benim ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekir, dini meselelerde en hassas olan Ömer, hayada en önde olan Osman, hükümde en isabetli karar veren Ali, Kur’ân’ı en iyi okuyan Übey İbn Ka’b, helâl ve haram ahkâmına terettüp eden meseleleri en iyi bilen Muaz İbn Cebel, ferâiz ilmini en iyi bilen Zeyd İbn Sabit’tir. Bir de her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin en emini de “Emînullah” Ebû Ubeyde İbnu’l-Cerrah’tır.”29

Bu isimlerin yanında başka zaman farklı isimleri de sayar ve onları “Ne iyi insan!”  diyerek takdir eder: “… Üseyd İbn Hudayr, ne iyi/güzel insan! Sabit İbn Kays İbn Şemmas ne iyi insan! Muaz İbn Cebel, ne iyi insan! Muaz İbn Amr İbni’l-Cemûh ne iyi insan!”30 Yine Allah Resûlü kendilerinden Kur’ân dersi alınabilecek sahabileri sayarken “Kur’ân’ı şu dört kişiden öğreniniz. Abdullah İbn Mes’ud, Muaz İbn Cebel, Übey İbn Ka’b ve Sâlim Mevla Huzeyfe.” buyurur ve onları Kur’ân ilimlerinde kaynak olarak gösterir.31 Hatta Muaz İbn Cebel’in örnek şahsiyetini ve ilimde ulaştığı mertebeyi nazara verirken, kıyamet günü onun, âlimlerin önünde yürüyeceğini ifade eder.32 

Allah Resûlü bazı sahabilerinin Allah katında ve kendi nazarındaki değerlerine dikkat çekerken farklı ifadeler de kullanırdı. Mesela “Şüphesiz ki Cennet şu üç kişiye müştaktır. Hazreti Ali, Hazreti Ammar ve Hazreti Selman.”33Yine Hazreti Ammar bir gün kendisiyle görüşmek için izin istediğinde ona müsade edilmesini söylemiş ve onu “Merhaba! Ey iman ve istikamet insanı!” diye büyük iltifat ve takdirle karşılamış, ağırlamıştır.34 Henüz daha iman etmemiş İkrime’yi, kendisine “Merhaba! Ey binitli Muhacir! Hoş geldin!” diye karşılamış, iltifat ve takdirleriyle hidayetine giden yolları açmıştır.35 Zeyd İbn Sabit’i Mescid’in inşaatında çalışırken gördüğünde “O, ne güzel, ne gayretli bir genç!” diye takdir etmiştir.36

Yine Allah Resûlü, birçok sahabisine hem takdir ederek şakirâne iftihar ettiği hem de kıyamete kadar insanların dilinde hayırla yad edilmelerine vesile olacak bir unvan da vermiştir. Mesela Hazreti Hamza’ya “Seyyidu’ş-Şühedâ/Şehitlerin Efendisi”37 ve “Esedullah/Allah’ın Aslanı”38 Hazreti Halid’e “Seyfullah/Allah’ın Kılıcı”39, Zübeyr İbn Avvam’a “Havârim”40 Üsame İbn Zeyd’e “Hibbu Resûlillah/Resûlüllah’ın sevdiği kimse”41 vs. gibi.

 

Kabileleri Takdiri

Allah Resûlü takdirlerini sadece şahıslara değil Ensar arasında İslâm davasına sahip çıkıp Kendisini destekleyen kabilelere de yapmıştır: “Ensar’ın en hayırlı kabilesi Neccaroğulları sonra Abduleşheloğulları, sonra Hârisoğulları sonra da Sâideoğullarıdır.”42 Ensar’ın haricinde Allah Resûlü, Müslüman olan ve İslâm davasına sadakatle hizmet eden bazı kabileleri de takdir etmiştir: “Kureyş, Ensar, Müzeyne, Cüheyne, Ğıfâr, Eşca’ kabileleri var ya, Allah ve Resûlü bunların dostlarıdır. Onların da Allah ve Resûlü’nden başka dostu yoktur.”43

 

Sonuç 

Görüldüğü üzere Allah Resûlü, “takdir edici yoldaş olma” sünnetini/ahlâkını ashabı arasında yerleştirmek ve yaygınlaştırmak için temel ölçüler vermiş ve kendisi de bunun pek çok örneğini sergilemiştir. O, bu takdirleriyle, onları hem motive etmiş hem de takdir ettiği huy ve davranışların onların karakteri haline gelmesine katkıda bulunmuştur. Karşılıklı teşekkür, takdir ve medh u senâya teşvik ile aralarındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmiş, bir vücudun uzuvları haline gelmelerine öncülük yapmıştır. Böylece aralarındaki tesanüt ve dayanışmayı en üst seviyelere taşımış ve onları bu hususta da örnek bir nesil konumuna yükseltmiştir.  

Bu açıdan müminlerin birbirini medh u sena ve takdiri, sadece bir nezaket değil hak ve adalettir de. Zira adalet, her şeyi yerli yerine koymak, her hak sahibinin hakkını kendisine vermek demektir. Bu manada iyiliğini gördüğümüz ya da iyiliğini istediğimiz kimseye teşekkür ya da takdirde bulunmak, emeğinin/hizmetinin hakkını teslim adına, onun üzerimizdeki hakkıdır da. Zamanında ve yerinde bir teşekkür, takdir ve hayır dua ile bu hakkı yerine getirenler adaleti de ikame ettiklerinden ferdî, ailevî ve içtimaî hayatlarında sağlıklı iletişimi ve dayanışmayı da kurmuş ve korumuş olacaklardır.

İltifat, takdir ya da teşekkür, insanları bir şeyi yapması için motive eden önemli vesilelerdendir. Bir işi başarmak da moral ve motivasyona bağlı olduğuna göre bu sünneti ferdî ve içtimaî hayatta yaşamak/yaşatmak önemli bir İslâmî sorumluluktur. Dolayısıyla yöneticiler, idare ettikleri kimselerin işe teşvik edilmesi noktasında, anne-babalar, çocuklara/gençlere kazandırmak istedikleri güzel huy ve davranışları elde etmelerine yardımcı olma mevzuunda, eğitimciler, talebelerini ilme ve çalışmaya azmettirme hususunda takdir sünnetini cömertçe kullanmalı, bu konuda cimrilik yapmamalıdırlar. 

 

Dipnot:

  1. Bkz. Lem’alar (20. Lem’a) s. 278.
  2. Ebû Dâvûd, Edeb 12; Tirmizî, Birr 87.
  3. Ali el-Muttakî, Kenzu’l-Ummal, 3/741-742.
  4. Bkz. Enfal sûresi, 8/74.
  5. Tevbe sûresi, 9/100.
  6. Âl-i İmran sûresi, 3/117.
  7. Âl-i İmrân sûresi, 3/172.
  8. Haşr sûresi, 59/9; Âl-i İmran sûresi, 173; Ahzab sûresi, 33/22; Bakara sûresi, 2/207.
  9. Fetih sûresi, 48/18,19.
  10. İbn Mâce, Ebvâbu’s-Sünnet 11 (164); Buharî, Menâkıbu’l-Ensar 2.
  11. Buharî, Menâkıbu’l-Ensar 4.
  12. Buharî, Menâkıbu’l-Ensar 5; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 43/174 (2508).
  13. Buharî, Menâkıbu’l-Ensar 2.
  14. Buharî, Menâkıbu’l-Ensar 11; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 43/176 (2510); Tirmizî, Menâkıb 124.
  15. Tirmizî, Menâkıb 124.
  16. Buharî, Meğâzî 4; Müslim, Cihad 18/58 (1763).
  17. İbn Mâce, Zühd 33; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, VI/285, 362.
  18. Buharî, Meğâzî 46, Tefsîr 60/1; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 36/161 (2494).
  19. Bkz. Musa Şâhîn Lâşîn, Fethu’l-Mun’im Şerhu Sahih-i Müslim, IX/516.
  20. Buharî, Meğâzî 11.
  21. Buharî, Menâkıbu’l-Ensâr 45, Fedâilu’s-Sahabe 3; Salât 79; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 1/2-7 (2383).
  22. Buharî, Fedâilu’s-Sahabe 6, Ehâdîsu’l-Enbiya 54; Müslim Fedâilu’s-Sahabe 2/23 (2398).
  23. Tirmizî, Menâkıb 44.
  24. Tirmizî, Menâkıb 41.
  25. Tirmizî, Menâkıb 41; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II/53.
  26. Bkz. İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, s. 900.
  27. Tirmizî, Menâkıb 40.
  28. Heysemî, Zevâid, IX/53.
  29. Tirmizî, Menâkıb 92; İbn Mâce, Ebvâbu’s-Sünnet 11 (154).
  30. Tirmizî, Menâkıb 92.
  31. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 14, 16; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 22/116-120 (2464, 2465).
  32. Bkz. Heysemî, Zevâid, IX/314.
  33. Tirmizî, Menâkıb 93.
  34. Tirmizî, Menâkıb 94.
  35. İbn Hacer, el-İsâbe, s. 1050 (6198).
  36. İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, s. 424.
  37. Bkz. Hâkim, Müstedrek, III/215.
  38. Bkz. Hâkim, Müstedrek, III/214.
  39. Bkz. Tirmizî, Menâkıb 109.
  40. Bkz. Buhârî, Cihad 41; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 6/48 (2415); Tirmizî, Menâkıb 73.
  41. Bkz. Buhârî, Fedâilu’s-Sahabe 18; Müslim, Hudûd 2/8 (1688).
  42. Buharî, Menâkıbu’l-Ensar 7.
  43. Bkz. Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 47/188-192.
Author: Dr. Selim KOÇ - min read. - Post Date: 05/24/2022