İmam Nikâhı Kavramı ve Hukuki Boyutu (Fetva Sorunu Yazıları -6)





Author: Dr. Ahmet KURUCAN - min read. - Post Date: 04/14/2022
Clap

Her ne kadar imam eskisi gibi nikâhını kıydığı insanlara evlilik cüzdanı vermese ve veremese de önemli değildir. Burada önemli olan evlenen çiftin ve yakınlarının asırlardır devam eden uygulamaya tâbi olması ve dini açıdan kalbi rahatlığı ve vicdani tatminidir.

 4-İmani öğretiler, ahlâki değerler ve ameli hükümleri ile İslâm her şeyden önce bir dinin adıdır. İmani öğretiler ve ahlâki değerler, ilkeler, prensipler, kaideler bu dinin sabitelerini teşkil eder. Değişmez ve değiştirilemez. Sabitesi olmayan din olmaz. Bırakın dini sabitesi olmayan ideoloji de olmaz, doktrin de olmaz. Bir insanda omurga ne işe bir dinde sabite de odur denebilir. Bununla beraber ameli hükümler normda sabit formda değişken hükümlerdir. Tabii ki normların en azından zann-ı galip dediğimiz çoğunluğun kabulüne mazhar olmuş bir şekilde tespiti ve söz konusu formlarda değişikliğin zaruri hale gelmesi şartıyla. Usul-i Fıkıh’ta maslahat, makasıt ve istihsan metotları ile yapılmaya çalışılan da budur.

Çok evlilik konusuna bu zaviyeden baktığımızda şunu görüyoruz, bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi İslâm ilk muhataplarının yer aldığı toplumda bunu hazır buldu ve toplumsal telâkkilere bağlı olarak vahyin istikametinde gösterdiği hedef olan tek eşliliğe yönelik hükümlerini 23 yıllık süreçte izhar etti. Fakat hedeflemiş olduğu tek eşlilik finalize edilmiş bir hüküm olarak verilmedi ve verilemedi. Sebebi açık, toplumsal gerçekler ve muhataplarının bu gerçeklere bağlı olarak zihinlerinde var olan gelen telâkkiler.

Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefatını takip eden yıllarda hatta birkaç asırda sosyal hayat şartlarının durağanlığı sözü edilen hükümlerde bir değişikliğe gidilmesini gerektirmedi. 3. veya 4. asır Bağdat’ında, Kûfe’sinde, İskenderiye’sinde, Mekke ve Medine’sinde hatta Buhara ve Semerkand’ında yaşayan Müslüman istisnalar hariç sorunlarına Kur’ân’dan ve Nebevi sünnetten birebir cevaplar buldu. Bu ise o kaynakların kanun metni şeklinde algılanmasını netice verdi ve bir zihniyet oluştu. Aradan geçen 14 asra rağmen hâlâ o zihniyetin Müslüman muhayyilesinde hakim olduğunu söylemek abartılı bir tespit olmaz.

Buna ilâveten içtihadi hükümler gerektiren meselelere hüküm üretmek için ortaya konulan metotlar hiyerarşik bir sıralamaya tabi tutuldu. Buna göre ilk muhataplarının tabii ömürlerini tamamlayıp ahirete intikali ile birlikte hitaptan kitap formuna evrilen Kur’ân, kitap olarak isimlendirildi ve kitap, sünnet, icma, kıyas, vs sıralamasında ilk sıraya konuldu. Asırlardan beri lafzın taşımış olduğu hüküm sorunlara cevap verdiği için değişen şartlara ve sorunlarına birebir cevap vermemesine rağmen bunu böyle kabul eden zihniyet hayatı ona göre şekillendirmek istedi, verdiği hükümlerin Kur’ân’ın ağırlıklı olarak lafzına aykırı olmamasına özen gösterdi, maksat kısmen arka planda kaldı ve toplumsal hayat şartları ile uyum içinde olan bir yorumu tercih ederek bir hükme ulaştı. Bir başka ifadeyle Kur’ân ve sünnet o zihniyeti, o zihniyet de Kur’ân ve sünneti besledi.

Ne zamana kadar? Bu uygulamanın hayatın gerçeklerine toslayacağı ana kadar. Önce hile-i şer’iyyeler diyebilecebileceğimiz ana çerçevenin dışına çıkmadan istisnai fetvalarla çözümler üretme arkasından da külli yasaklamalarla buna son verilmeye çalışıldı. Konumuz olan çok eşle evlilik bunun en bariz misallerinden biridir. İkinci evlilik için ilk eşin izni bu bağlamda atılan ilk adımsa mübah olan alanlarda devletin yasaklama yetkisi vardır deyip Osmanlılar döneminde Hukuk-i Aile Kararnamesi ile 1917’de çok eşliliğin kanunen yasaklanması bunun ikinci adımıdır.

5-Gelelim imam nikâhı kavramına. Nikâh dini bir akit değildir. Aksine medeni bir akittir. Nitekim nikâh akdi başta olmak üzere mehir, nafaka, velâyet, boşanma vb. evlilik hayatı ile alâkalı hemen her mesele medeni hüküm kapsamı içinde mütalâa edilir. Yalnız bazı fıkıh kitaplarında nikâhın ibadetlerin hemen akabinde muamelât bölümünde yer alması istisna olarak değerlendirilebilir. Bu düzenlemenin bir anlamı vardır. Hocaefendi ders okuduğumuz yıllarda bunu bize şöyle açıklamıştı. Kelime ve cümleler benim ama muhteva Hocaefendi’ye ait. Demişti ki: “Nikâhın ibadet boyutu da vardır. İnsanın şehvetini helâl yollarla gidermesi bunun en büyük delilidir. Nitekim bu konuda Efendimiz’in beyanı da var. Bununla beraber nikâh ve ona taalluk eden diğer yönleri itibariyle muamelâttandır. İşte bazı fukaha bu düşünceden hareketle nikâhı ibadetlerin sonuna muamelâtın da başına koymuştur.” Enfes bir değerlendirme bu. Ama bu neticeyi değiştirmiyor, nikâh dünyevi ahkâm itibariyle medeni bir akittir, dini değil.

O zaman imam nikâhı kavramı nereden çıktı. Başka İslâm ülkelerindeki durumu bilmiyorum ama Türkiye’de kökeni Osmanlı’ya dayanan tarihsel bir geçmişi var bu kavramın. Kısaca izah edecek olursam, Osmanlı’da resmi nikâh akdini şehirlerde kadılar/hâkimler, köylerde ise imamlar kıymaktadır. Devletin vermiş olduğu yetkiye dayanarak yaptıkları bu akitler sonucu evlenen çifte evlilik sertifikasını/cüzdanını dönemin uygulamalarına bağlı olarak bunlar vermektedirler. Yetkinin köylerde imama verilmesinin temel gerekçelerinden birisi imamın köyde en yetkin, en bilgili kişi olma ihtimalidir.  Ayrıca hemen herkesin Müslüman olduğu o toplum yapısı içinde manevi bir lider olarak imamın nikâh akdinde dua etmesi de bir ritüeldir ki bunu başka dinlerde de görebiliriz. Fakat Cumhuriyet’in ilânından sonra bu yetki köylerde imamlardan alınıp muhtarlara verilmiştir. Artık resmi nikâhları muhtarlar kıyacak ve evlilik sertifikasını onlar verecektir.

İşte tam da burası imam nikâhı kavramının çıktığı yerdir. Bir gecede yapılan bu değişikliğe göre köylü A’dan Z’ye geçmişini bildiğini, beş vakit namazını kılsa bile dini bilgi seviyesi itibariyle kendisinden farkı olmayan komşusu muhtarın nikâh kıymasını mecburen kabullense de kalbi ve vicdanı tatmin olmamış, muhtarın nikâhından sonra bir de gitmiş camii imamının nikâhına müracaat etmiştir. Her ne kadar imam eskisi gibi nikâhını kıydığı insanlara evlilik cüzdanı vermese ve veremese de önemli değildir. Burada önemli olan evlenen çiftin ve yakınlarının asırlardır devam eden uygulamaya tâbi olması ve dini açıdan kalbi rahatlığı ve vicdani tatminidir.

Üzerinde dikkatlice düşünecek olduğunuzda yaklaşık 100 yıl önce fiili olarak gelişen ve uygulamaya konan bir tatbikattan bahsediyoruz. Pekâlâ bugün değişen ne? Resmi açıdan baktığınız zaman 30 Kasım 2017 tarihinde il ve ilçe müftülüklerine nikâh kıyma yetkisi verilinceye kadar değişen bir şey yok. Kaldı ki bu kararın hemen akabinde yasanın kapsamı genişletildi, il ve ilçe müftüleri köylerde imamlara nikâh kıyma yetkisi verir hale getirildi. Neden il ilçe müftülerine ve onların onayı ile köylerde imamlara resmi yetki verildi? Neredeyse bir asra yaklaşan bu ikili uygulamaya son vermek için.

Başarılı oldu mu? Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Ama halkın bunu kabullenmemesi ve başarılı olmaması için bir sebep yok. Belediye başkanı veya yetkili memuru tarafından kıyılan nikâh sonrası verilen evlilik cüzdanını imam da verebiliyor artık. Başkan ya da memurun kıydığı nikâhta aranan şartlar müftü ve imamın kıydığı nikâhta da aranıyor ki o şartlar fıkıh kitaplarında yerini alan ve nikâhı sahih kılan asgari şartlarla aynı.

Tamam bu kanuni düzenleme ile sözünü ettiğimiz ikileme son verildi diyelim ama meselenin bir de diğer boyutu var, o da resmen tanınmayan hatta ‘resmi nikâh olmadan veya evlilik cüzdanını göstermeden imam nikâhı yapılması’ diye kayda geçirilerek suç olarak kabul edilen eski usul gayr-i resmi imam nikâhı ile ikinci evlilik. Pekâlâ bu uygulama son buldu mu?

Author: Dr. Ahmet KURUCAN - min read. - Post Date: 04/14/2022