Ramazana ve Bayrama Hayatta Ulaşmanın Sadakası: Fitre
“Fitre”yi fıtratımızın bir parçası haline getirebilirsek, verdiğimiz fitreler, diğer hayırlı amellerimiz gibi, âhirette -Allah’ın izni ile- bizim için müspet anlamda şahitlik yapacaktır...
Allah’a şükür, acısıyla-tatlısıyla, iftarı-sahuruyla, teravihi-mukabelesiyle bir Ramazan’ı daha tamamlamanın huzurunu yaşıyoruz. Ramazan’la alakalı olarak, bayramdan önce geriye çok önemli, bereket kaynağı bir ibadet daha var: “Fitre” veya başka bir ifadeyle “Fıtır sadakası.”
Arapça “فِطْر - fıtr” kelimesinin biraz yumuşatılarak Türkçeye geçmiş haline “fitre” diyoruz. Fıtr, orucu açmak, oruç tutmaya son vermek, oruç ibadetini tamamlamak manasına geliyor. Zaten Ramazan bayramının Arapçadaki karşılığı da “Îdül-fıtr”dır, yani orucu hakkıyla tutup tamamlamanın şükrü, bayramı...
Ramazan’ın bayramına, îdül-fıtr, Ramazan ayını hayatta/canlı geçirmeye, Ramazan ile gelen bereketten istifade edebilmeye şükür/teşekkür ile mukabele için verdiğimiz sadakaya da “sadaka-i fıtr” denilir. Evet, Ramazan bayramını bizimle beraber herkes aynı neşe ve sevinç içinde yaşasın diye -sevindirecek ölçüde- verdiğimiz sadakaya “fitre” diyoruz.
Fitre vaciptir; vermek için oruç tutmak şart değildir
Fitre için oruç tutmak veya bir mazeretten dolayı oruç tutamamak önemli değildir. Oruç tutsun, tutmasın; Ramazan bayramına hayatta ulaşan çocuk-yaşlı, sağlıklı-hasta herkes için “Fitre” verilir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) fitre uygulamasını, orucun farz kılındığı hicretin 2. senesinde oruçla beraber başlatmıştır.
عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا قَالَ:
فَرَضَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ زَكَاةَ الْفِطْرِ صَاعًا مِنْ تَمْرٍ أَوْ صَاعًا مِنْ شَعِيرٍ عَلٰى كُلِّ عَبْدٍ أَوْ حُرٍّ صَغِيرٍ أَوْ كَبِيرٍ.
Abdullah b. Ömer (radıyallâhu anhuma) der ki:
“Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) sadaka-ı fıtrı (fitreyi) köle-hür, küçük-büyük (kadın-erkek) her bir Müslümana, hurmadan bir sâ’ veya arpadan bir sâ’ olmak üzere farz kıldı.” (Buhârî, Zekât 70; Müslim, Zekât 13; Muvatta, Zekât 51; Tirmizî, Zekât, 35; Ebû Dâvud, Zekât 19; Nesâî, Zekât 30; İbn-i Mâce Zekât 21)
Hadis-i şerifteki “farz kıldı” ifadesi fitrenin “vacip” olduğunu bilenler için garip gelebilir. Fakat Hanefi mezhebinde “vacip” teknik bir kavramdır, amelden çok itikadı ilgilendirir. Zira vacibin yapılması farzdır; vacibe, amelî farz denilir. Yani vaciplerin yapılması da şarttır. Buradaki ince nüans şudur: Bir insan herhangi bir farzı inkâr ederse, dinden çıkar. Vacibi inkâr eden ise dinden çıkmaz. Farz ile vacip arasındaki temel fark, farzda delilin konuya delaleti net iken, vacipte delilin başka delaletleri, farklı manaları da olabilir.
Bir evin geçimini sağlamakla yükümlü olan şahıs, -genellikle “baba” olur- hayata gözlerini yeni açmış bebeklere kadar bütün aile bireyleri için bayram namazından önce yerine ulaşmasını dikkate alarak “fitre” öder. Günümüz şartlarında bu ödemenin nakit olarak yapılması daha uygun görünüyor.
Fitrenin neticesi
Sahabe-i kiramın ilimde ileri gelenlerinden Abdullah ibn-i Abbas (r.anhuma) fitredeki hedefi “çirkin söz ve tavırlardan arınma ve fakirlere yiyecek sağlayıp ihtiyaçlarını karşılama” şeklinde değerlendirir:
عَنْ ابْنِ قَالَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا قَالَ:
فَرَضَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ زَكَاةَ الْفِطْرِ طُهْرَةً لِلصَّائِمِ مِنْ اللَّغْوِ وَالرَّفَثِ وَطُعْمَةً لِلْمَسَاكِينِ. مَنْ أَدَّاهَا قَبْلَ الصَّلَاةِ فَهِيَ زَكَاةٌ مَقْبُولَةٌ وَمَنْ أَدَّاهَا بَعْدَ الصَّلَاةِ فَهِيَ صَدَقَةٌ مِنْ الصَّدَقَاتِ.
İbn Abbas (r. anhümâ)’nın naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur:
“Allah Rasûlü (aleyhissalâtu vesselam) fitreyi/sadaka-yı fıtrı, oruçluları gereksiz ve çirkin söz ve tavırlardan arındırmak ve yoksullara yiyecek bir lokma olsun diye farz kılmıştır. Fitreyi kim namazdan önce öderse, bu makbul bir zekât olarak değerlendirilir, kim de fitreyi ödemeyi bayram namazından sonraya bırakırsa, herhangi bir sadaka hükmünde olur.” (Buhârî, Zekât 70; Müslim, Zekât 12-16)
Bu hadis bize, fitrenin fakir ve muhtaçları bayram sevincine ortak etmenin yanında, oruçtaki eksiklik ve noksanlıkları telafi etme manası da taşıdığını gösteriyor.
Büyük âlim Vekî’ b. Cerrah söz konusu hadisten hareketle, “Fıtır sadakası”nı şöyle değerlendirir: "Ramazan ve oruç için “fitre”, namazdaki “sehiv secdesi” gibidir. Namazda bir eksiklik olduğunda “sehiv secdesi” ile namazın eksiği tamamlandığı gibi, fitre ile de oruçta farkında olmadan ortaya çıkabilecek eksikler tamamlanır."
“Fitre” alanlar ve verenler
“Fitre”yi, zekât vermekle yükümlü olacak kadar malı olanlar verirler. Fakat zekât için, imkânın 1 sene boyunca olması şart görülürken, fitre için bayrama zengin olarak çıkmak yeterlidir. Bu arada zekât alacak kadar fakir olmayan herkes “sadaka-ı fıtır” ödeyebilir. Eskiden gün görmüş ihtiyarlar fitreyi anlatırken “başımızın gözümüzün sadakası” derlerdi. Durumu aşırı kötü olmayanlar kendilerinden daha zor durumda olanları “başımızın gözümüzün sadakası” düşüncesiyle görüp gözetirlerse, toplumda bir kaynaşma ve dayanışma olacaktır.
Müslümanlar zekat, fitre ve diğer infaklarını öderken, Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine ikramlarına şükür ederek, yükümlülüğü yerine getirme, bir borcu ödeme mantığıyla yaklaşmalı ve netice olarak da yaşadıkları toplumda muhtaç kalmaması hedefine doğru yürümelidirler. Bu hedefi doğrudan, bizzat Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselam) göstermektedir:
عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا قَالَ:
فَرَضَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ زَكَاةَ الْفِطْرِ، وَقَالَ: أَغْنُوهُمْ فِي هَذَا الْيَوْمِ.
Abdullah b. Ömer (radıyallâhu anhuma) der ki:
“Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) sadaka-ı fıtrı (fitreyi) farz kıldı ve dedi ki: Bugün fakirleri etrafta dolaşarak istemekten müstağni kılın!” (Dârekutnî, 2/153)
Günlük ne yiyorsunuz; “sizin fitreniz” ne kadar?
Ne kadar fitre verileceği konusunda Müslüman ülkelerdeki ilgili kurumlar her sene güncel miktarlar yayınlıyorlar ki, bu en alt sınırı ifade belirler. Daha fazla vermenin, daha faziletli olacağı açıktır, izahtan vârestedir.
Fitrenin miktarı konusunda bakılması gereken ölçü, fakir bir kimsenin günlük olarak normal bir yemekle karnını doyuracak miktardır. En iyisi fitre verirken, yemin keffaretinin anlatıldığı ayetin işaretiyle “kendi ailenize yedirdiğiniz orta halli bir yemek” ücreti düşünülmeli.
Fitre miktarını Kur’an ve sünnetin ruhuna en uygun şekilde hesaplamak için, ailenin aylık mutfak masrafları hesaplanıp bir güne ne kadar düştüğü tespit edilebilir. Bir günlük yemek masrafı “fitre” olarak takdir edilebilir.
Zekat verilebilecek herkese, fitre de verilebilir. Usul (baba, dede, büyük dede...) ve füruya (oğul, torun, torunun torunu...), bakmakla yükümlü olunan birinci dereceden akrabalara fitre verilmez.
Fitrede öncelik en fazla ihtiyacı olandır. Bu ihtiyaçları karşılayacak olanlar, önce en yakınlardan başlamalı, daire daha sonra genişletilmelidir. Günümüzde dünya küçük bir köy haline gelmiştir. Dünyanın çok uzak bir köşesinde de “komşumuz” diyebileceğimiz insanlar bulunabilir.
Fitre bir kişiye verilebileceği gibi, fakirler arasında paylaştırılabilir de. Bizzat elden verilebileceği gibi, güvendiğimiz kişi ve kurumlar aracılığı ile de fakirlere ulaştırılabilir.
“Fitre”yi fıtratımızın bir parçası haline getirebilirsek, verdiğimiz fitreler, diğer hayırlı amellerimiz gibi, âhirette -Allah’ın izni ile- bizim için müspet anlamda şahitlik yapacaktır...