Niçin Oruç Tutuyoruz?
İnananlar sadece Allah’ın rızası için oruç tutarlar. Oruç tutan insan, bir ay sonunda mutlaka pek çok kazanım elde eder fakat o, asıl büyük müjdeye Ramazan’da kazandığı güzellikleri tüm hayatına yaydığı zaman ulaşır.
Yaptığımız her şeyde, gizli-açık, farkında olduğumuz-olmadığımız veya en azından ilk anda farkına varamadığımız belli sebepler vardır. Bu sebepler ortadan kalktığında onları yapmayız, bazen de yapmamıza gerek kalmaz. Mesela susadığımız için su içeriz, acıkınca yemek yeriz. Açlık ve susuzluk olmasa bunlara ihtiyaç kalmaz. Bu tür hususlarda sebep olmayınca sonuç da olmaz. Konu oruç olunca, aradığımız bütün sebepler boşa çıkıyor. Maddi sebepler ve faydalarını bekleyerek tutulan oruçlar Allah katında makbul değildir. Orucun tek bir sebebi vardır: Allah rızasını kazanmak.
Doktorlar günde iki saatten fazla aç kalmanın sağlık açısından iyi olmadığını, bir şeyler atıştırmanın faydalı olacağını söyleseler.. 12 saatten fazla bir şey yemeden durmanın, -hayatî olmasa bile- bazı zararlarının olabileceğini öne sürseler.. Orucun hiç faydası olmadığına dair iddialar da duysak, biz Müslümanlar oruç tutmaktan vaz geçmeyiz. Zira, biliyoruz ki, bizi yaratan merhameti bol Rabbimiz Allah, bize zararlı olacak bir şeyi yapmamızı bizden istemez.
Aç kalmanın, oruç tutmanın vücut sağlığı açısından, bilim adamları tarafından da ifade edilen pek çok faydası ortaya çıkmıştır. Bundan sonra bilemediğimiz farklı yararlarının görülmesi de mümkündür. Fakat ne kadar faydası olursa olsun biz oruç tutarken bunları düşünmeyiz. Biz, ibadetlerimizi faydaları için değil, “Allah emrettiği” için, “O’nun rızasını kazanmak” amacıyla yaparız. Bu faydalar oruç tutmak için en fazla teşvikçi olabilir, daha ötesine geçemezler.
Oruç, Arapçada bir şeyden uzak durmak, kendini tutmak manasına gelen “savm” kelimesiyle ifade edilir. Savm, bir kimsenin, ibadet niyetiyle, imsak vaktinden güneşin batışına kadar yeme-içme gibi beşerî ihtiyaçlarına karşı kendisini tutması, bu ihtiyaçları karşılamayı belli bir süre ertelemesi manasına gelir.
Dinî terimle ifade edersek, oruç ve diğer “ibadetler taabbüdî”dir, yani Allah emrettiği için, O’nun bildirdiği ve gösterdiği şekil ve zamanda, O’nun istediği kadar yapılırlar. Bununla beraber orucun sonunda bir kısım maddî, manevî kazanımlar da vardır. Diğer faydalarını konunun uzmanlarına bırakarak bu yazıda orucun, sadece dinî neticelerinden/kazandırdıklarından bazılarına dikkat çekmek istiyorum.
İbadetlere Allah rızası dışında başka düşünceler girdiği zaman, o ibadeti boşa çıkartır. Hatta ahirette, pek çok zorluklara katlanılarak yapılan ibadetin, yapanın aleyhine de dönmesi de mümkündür. Biz jimnastik yapmak için namaz kılmadığımız gibi, perhiz, diyet veya midemizi dinlendirmek için de oruç tutmayız. Bunlar orucun tabii neticeleri olabilir. Ancak niyet, diyet olursa aç kalma sağlık açısından bazı faydalar sağlayabilir, fakat bu Allah için tutulan bir oruç olmaz.
Kur’an’da Bakara sûresi, 183. âyette oruç ibadetinin farzlığını ifade eden ayette şöyle buyrulur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki fenalıklardan korunursunuz.
Âyetin son kısmı orucun önemli neticelerinden birini de vurgular: Takvaya erişmek.
Allame Elmalılı Hamdi Yazır, Hucurât sûresinin tefsirinde “takva” kavramını özetle şu şekilde açıklar:
Takva lügatte vikayedendir. Vikaye gayet iyi korunup sakınmaktır. Aslı, vakyâdır, yani nefsi korkulacak şeylerden muhafazaya koyup korumak, diğer bir ifade ile sipere girip korunmak demektir. Lügatte hakikati budur. Sonra bazen korkuya takva, takvaya korku tabir edilir. Dini literatürde iki manada kullanılır: Birisi umumi olarak, sonunda ahirette zararlı olandan sakınıp korunmak demektir. Bunun da fazlayı ve eksiği kabul eden geniş bir sahası vardır ki, en aşağısı cehennemde ebedi kalmayı neticelendiren şirkten sakınmaktır. En yükseği de sırrını haktan alıkoyabilecek her husustan temiz tutarak bütün varlığı ile hakka dönüştür.
İkincisi takvanın dini literatürdeki özel manasıdır ki, mutlak olarak takva denildiği ve karîne bulunmadığı zaman maksat bu olur: Nefsi günaha layık kılacak gerek fiil ve gerek terk, her türlü günahtan korumaktır.
Orucun kazanımlarından biri olması gereken takva ile oruçlu kendisini dünyada ve ahirette kendisine zarar verecek şeylerden koruma altına alır, korunma dairesi içine girer. Evet, bizi tutup, takvaya ulaştırmayan oruç, tam ve kâmil sayılmaz.
Oruç sabrı ve iradeli olmayı öğretmelidir
Allah Resûlü (as),
اَلصَّوْمُ نِصْفُ الصَّبْرِ
“Oruç, sabrın yarısıdır.” (İbn-i Mâce, sıyam 44) buyurur.
Oruçla sabrı öğrenip hayatına tatbik edemeyen bir kimsenin başka şekilde sabrı öğrenmesi zor olacaktır. Her zaman yediğimiz, yiyebildiğimiz bir yiyeceği oruç tutarken, iftar vaktinden önce yiyemiyoruz. Suyu çok arzulasak da, açlık başımıza vursa(!) da, o “son 5 dakika”yı beklemek zorundayız; tek başımıza da olsak, hiç kimse(!) görmese de. Evet, Ramazan’da oruçla, arzuların sadece Allah’ın emriyle ve O’nun rızasını kazanmak için ertelenebileceğini, önümüzdeki yemeğe “yiyebilirsiniz” izni gelinceye sabredebileceğimizi öğreniriz.
Oruç bizi “sırf Allah için” yapmaya hazırlar
İbadetlere Allah rızası dışında başka düşünceler girdiği zaman, o ibadeti boşa çıkartır. Hatta ahirette, pek çok zorluklara katlanılarak yapılan ibadet yapanın aleyhine de dönebilir. Biz jimnastik yapmak için namaz kılmadığımız gibi, perhiz, diyet veya midemizi dinlendirmek için de oruç tutmayız. Bunlar orucun tabii neticeleri olabilir. Ancak niyet, diyet olursa insan aç kalır ama bu aç kalma, oruç olmaz. Oruç Allah rızası hedeflenerek tutulursa, neticesi takva olur. Nitekim Allah Resûlü (as) bu durumu anlattığı hadislerinde,
رُبَّ صَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ صِيَامِهِ إلَّا الْجُوعُ
"Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan payları, yanlarına kalacak olan sadece çektikleri açlık ve susuzluktur." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/373; İbn Mâce, Sıyâm 21) buyururlar.
Günahlardan Ramazan sonrası da uzak durabiliriz?
Oruç tutarken, pek çok günahtan uzak durabiliyor; günah işlemeden de yaşayabileceğimizi öğreniyoruz. Mü’min Ramazan’da yeme içme gibi beşerî ihtiyaçlarından belli bir zaman için uzak durduğu gibi orucunu manen sakatlayan, yalan, iftira, gıybet, kul hakkı… gibi kötülüklerden de uzak durur, durmalıdır. Bir ay boyunca yalan söylemeyen, iftira atmayan, gıybete girmeyen, dedikodu yapmayan, hakaretten uzak duran bir insan, bunları hayatının tamamında da yapabileceğini; yalan söylemeden, gıybete girmeden yaşamanın mümkün olduğunu öğrenmiş olur. Orucun kazanımlarından biri de bir ay uzak kalınan günahlardan ömür boyu kaçma konusunda fikir vermesi ve yol göstermedir.
Ramazan’da oruç tutarak, normalde yapamayacağımızı zannettiğimiz pek çok şeyi yapabileceğimizi görüp öğrenmiş oluruz. Ramazan’dan sonra yapılması gereken, bu bir aylık kulluğu, Ramazan’daki yoğunluğunu biraz hafifleterek bütün bir yıla yaymaktı.
İşte asıl büyük başarı budur!