İslâm ve Diğer Geleneklerde Kadın: Önemli Bir Yanlışı Tashih
Kur’ân’ın kadına bakışı, erkeğe bakışından farklı değildir. Kur’ân, kadını hiçbir zaman şeytanın günaha açılan kapısı veya tabiatı itibariyle aldatıcı olarak görmediği gibi, erkeği de Allah’ın imajı olarak görmez, sadece kadın ve erkek hepsi O’nun yaratığıdır.
Yazar: Şerif Muhammed
Giriş
Batı düşüncesi ve paradigmaları, Batı’nın kültürel mirasına, bir başka bölgeninkiler de, yine kendi kültürel birikimine dayanır. Son asırlarda dünyada hakim olan daha çok Batı kültür mirası olduğu için, din ve bu arada İslâmiyet’e de, Batılı düşünürler ve müsteşriklerle birlikte, Müslüman dünyasının yabancılaşmış aydınları tarafından, bu kültür mirasının temel paradigmaları ve onun en önemli unsurlarından olan Kitab-ı Mukaddes geleneği açısından yaklaşılmış ve bu geleneğe yöneltilen eleştiriler, aynen İslâm’a da yöneltilmiştir. Bu bakımdan, aşağıdaki yazıda, bu yanlış tutumun yol açtığı yanlış anlamalardan biri olarak İslâm’da kadının yerini, Kitab-ı Mukaddes geleneğinin “aydınlanma” asırlarında tenkit edilen unsurları noktasında ele almanın yanlışlığını ortaya koymaya çalışacağız. Bunu yaparken, Kur’ân’ın,
“En yakınlarınızın aleyhine de olsa, adaletten ayrılmayın!” (6:152) ve
“Ey iman edenler! Adaleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun, kendinizin, anne-babanızın ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa; hakkında şahitlikte bulunduğunuz kişi, (kendisinden fayda umduğunuz veya çekindiğiniz bir) zengin veya (size hiç faydası dokunmayacak bir) fakir de olsa.” (4:135) emirlerine imtisalen, objektif ve âdil olmaya çalışacağız. Maksadımız, ne herhangi bir dini yüceltmek (ki, yüce olan zaten yücedir), ne de küçük düşürmektir. Müslüman sıfatıyla, aynı zamanda bütün peygamberleri de, onlara gelen İlâhî mesajları da, onlara geldiği şekliyle kabullenmek mecburiyetinde olduğumu biliyorum. Ne var ki, Kitab-ı Mukaddes geleneğinin hakim olduğu dünyada, araştırmada söz konusu edilecek noktalar önemli oranda son asırlarda tashih edilmiş olmakla birlikte, ne yazık ki, onlardan hareketle İslâm, hâlâ kadının aşağılanmasının sembolü ve sebebi gibi görülüp, öyle takdim edilebilmektedir. Dolayısıyla maksadım, yanlıştan hareketle İslâm için oluşturulan haksız ve tamamen yanlış imajı düzeltmek ve gerçeği ortaya koymaktır. Konu, belli başlıklar altında ele alınacaktır.
1- Hazreti Havva’nın Suçu mu?
Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 2:4 ve 3:24’te Allah’ın Hazreti Âdem ve Havva’ya bir ağacın meyvesini yasakladığı, fakat daha sonra yılanın Hazreti Havva’yı, Hazreti Havva’nın da Hazreti Âdem’i kandırdığı anlatılır. Allah’ın kınamasından dolayı da Hazreti Âdem’in suçu Hazreti Havva’ya attığı belirtilir: “Yanıma verdiğin kadın… o, ağaçtan bana verdi ve yedim.” Allah da, Hazreti Havva’ya şöyle seslenir: “Zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım; ağrı ile evlât doğuracaksın; ve arzun kocana olacak, o da sana hakim olacaktır.” Âdem’e de, “Karının sözünü dinlediğin ve ondan yemeyeceksin diye sana emrettiğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lânetli oldu, ömrünün bütün günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin.” der.
Kur’ân’da ise hâdise böyle anlatılmaz. Kur’ân-ı Kerim, yasaklanan ağaçtan tatma hatasını Hazreti Âdem merkezli anlatır. (2:37) Hatta, Hazreti Havva’yı aynı hataya sürükleyenin Hazreti Âdem olduğunu îma eder. (20:117-120) Bununla birlikte, ilgili âyetlerden Hazreti Havva’nın da aynı hatayı işlediği anlaşılmakta olup (20: 121), tevbeyi de birlikte yapmışlardır. (7:19-23) Dolayısıyla İslâm, “ilk günah” gibi bir günahı kadına yüklemez; bu hatadan dolayı onu kınamaz ve insanlığı Cennet’ten yere indiren bir varlık olarak görmez.
2- Hazreti Havva’nın Mirası
Aldatan Hazreti Havva imajı, asırlar boyu kadın hakkında çok olumsuz tesir yapmıştır. Bunun sonucunda kadına, çok defa güvenilmez ve düşük bir varlık olarak bakılmış, âdet hâli, hamilelik ve çocuk doğurmanın, onun için ebedî suçuna bir ceza olarak telâkki edilmiştir. Meselâ, dinî metinlerde geçen şu satırlar, bu açıdan mânidardır.
“Ben ölümden daha acı, kendisi bir tuzak, kalbi bir kapan ve elleri zincir olan bir kadını buldum. Allah’ı hoşnut edecek bir kimse ondan kaçsın; o, sadece günahkârları tuzağına düşürsün… Araştırırken 1000 kişi arasında 1 tane dürüst erkek buldum, ama bütün kadınlar arasında bir tane dürüst kadın bulamadım.” (Ecclesiastes, 7: 26-28)
Hiçbir kötülük, kadının kötülüğünün yanına yaklaşamaz… günah kadınla başlar ve bütün hepimiz onun yüzünden öleceğiz. (Ecclesiasticus 25: 19, 24)
Bu geleneğin bazı kanatları tarafından, Cennet’ten kovulmanın sonucu olarak kadınlara şu dokuz musibetin verildiği ileri sürülür:
O, kadınlara dokuz musibet ve ölüm vermiştir: âdet ve bakirelik kanı yükü, hamilelik, çocuk doğurma, çocukları büyütme, (kocası öldüğünde) yas tutan birisi olarak başını örtmek, daimi bir köle veya efendisine hizmet eden kız köle gibi kulaklarını delmek; şahit olarak kabul edilmez, hepsinden öte…. ölüm.1
Bu kanada mensup erkekler günlük sabah dualarında: “Sana şükürler olsun Allah’ım, beni bir kadın olarak yaratmadın!” ifadesi geçerken, kadınlar, “Beni dileğine göre yarattığın için Sana şükürler olsun!”2 diye dua ederler.
Aldatan ve insanlığı Cennet’ten çıkaran Havva anlayışı, kadını insanlığın bütün günahlarından sorumlu tutmuştur. Çünkü, ilk günah inancına göre, Hazreti Havva’nın işlediği ve Hazreti Âdem’e de işlettiği iddia olunan günah, irsî olarak bütün insanlığa geçmektedir ve bütün insanlar, bu günahla dünyaya gelmektedir. İsa Mesih, bu günahı temizlemek için kendini kurban ettiği için, Hazreti Havva, yani kadın, dolayısıyla Hazreti İsa’nın kanından da sorumlu tutulmuştur.3
Eğer vaktiyle bu sözlerde bir hata, bir yanlış anlama olmadıysa, İngiliz kadın araştırmacı Karen Armstrong, ilk dönem ve daha sonra bazı azizlerin şu görüşlerini nakleder:
“Bilmiyor musunuz ki, her biriniz bir Havva’sınız? Tanrı’nın size olan cezası bu çağda da devam ediyor. Siz, şeytanın kapısısınız: yasak ağacın mührünü açansınız, İlâhî kanunu ilk terk edensiniz; sizler, şeytanın saldırmayı göze alamadığı adamı razı edensiniz; Tanrı’nın sureti olan insanı yok edensiniz. Sizin hak ettiğiniz cezadan dolayı Tanrı’nın oğlu ölmek zorunda kaldı.” (St. Tertullian)
“Eş veya anne olmuş ne fark eder, o hâlâ erkeği baştan çıkaran Havva’dır, bütün kadınlardan kaçınmalıyız. Onun, çocuk doğurmasının dışında, erkeğin ne işine yaradığını anlayamadım.” (St. Augustine)
“Fert olarak kadın kusurlu ve yararsızdır. Çünkü erkek hücredeki aktif güç, erkek cinsiyetinde mükemmel bir benzerliği meydana getirirken, kadın, aktif güçteki kusurdan veya maddî bir hatadan, hatta harici tesirlerden meydana gelir.” (T. Aquinas)
Luther, kadınlarda, yan tesirleri bir yana, dünyaya mümkün olduğu kadar çok çocuk getirmenin dışında bir fayda görmez:
“Onlar yorulsa, hatta ölseler bile problem değil. Bırakın onlar, çocuk doğururken ölsünler. Çünkü onlar, bunun için bu dünyadalar.”4
Dikkatimizi Kur’ân’ın kadın hakkındaki ifadelerine çevirdiğimizde, İslâm’ın kadına bakışındaki farklılık hemen kendini belli eder:
“Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, (Allah’a) itaat eden erkekler ve (Allah’a) itaat eden kadınlar; doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar, (Allah’a karşı) saygılı erkekler ve (Allah’a karşı) saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve Allah’ı çok anan kadınlar: Allah bunların her biri için mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.” (33:35)
“İnananlar erkekler ve inanan kadınlar, birbirlerinin velisidirler; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar; namaz kılarlar, zekât verirler, Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah, şüphesiz Azîz’dir, Hakîm’dir.” (9:71)
“Rabbileri onlara karşılık verdi: ‘Ben sizden, erkek kadın, kadın olsun, hiçbir çalışanın çalışmasını zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz; (aynı insanlık ailesinden ve aynı inançtan birbirinizin kardeşi, yakını ve velîsisiniz.)’” (3:195)
“Kim bir kötülük işlerse ancak onun kadar ceza görür. Kadın olsun erkek olsun, kim, inanarak yararlı iş işlerse, işte onlar Cennet’e girerler.” (40:40)
“Erkek veya kadın, her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, ona güzel ve hoş bir hayat yaşatırız. Onları, yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandırırız.” (16:97)
Kur’ân’ın kadına bakışı, erkeğe bakışından farklı değildir. Kur’ân, kadını hiçbir zaman şeytanın günaha açılan kapısı veya tabiatı itibariyle aldatıcı olarak görmediği gibi, erkeği de Allah’ın imajı olarak görmez, sadece kadın ve erkek hepsi O’nun yaratığıdır. Kur’ân’a göre kadının dünyadaki rolü çocuk doğurmakla sınırlı değildir. O da, erkekler kadar salih amel işlemekle yükümlüdür. Kur’ân, hiçbir iffetli kadının bulunmadığını da zikretmez. Aksine, yukarıdaki âyetlerde geçtiği üzere, pek çok kadını över ve ayrıca, Hazreti Meryem’i ve Firavun’un hanımı gibi örnek kadınları bizzat nazara verir:
“Allah, inananlara Firavun’un karısını misal verir: O, şöyle demişti: ‘Rabbim! Bana katında, Cennet’te bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun amelinden kurtar; beni bu zalim milletin elinden kurtar.’ İmran kızı Meryem’i de misal verir. O, iffetini korudu; Biz de ona Kendi ruhumuzdan üfledik. O, Rabbisinin kelimelerini ve kitaplarını doğruladı. Bize gönülden itaat edenlerdendi.” (66:11-12)
3- Kız Çocuğu
Kitab-ı Mukaddes’te, hamile kadın erkek çocuğu doğurursa, “murdarlığının 7 gün, kız çocuğu doğurursa 2 hafta olacağı”nı yazar. Yani, kız çocuğunun erkek çocuğundan iki kat daha fazla kirlilik sebebi olacağı belirtilir. (Levililer, 12:2-5) Catholic Bible’da kız çocuğunun doğumu bir kayıp olarak nitelenirken, erkek çocuğunu eğiten adama düşmanlarının bile gıpta edeceği kaydedilir. (Ecclesiasticus 22:3; 30:3)
İslâm, Cahiliye Araplarında da var olan kız çocuğunu utanç vesilesi olarak görmeyi kökten değiştirmiştir:
“Onlardan birine kız çocuğu olduğu müjdelendiği zaman, içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden, halktan gizlenmeye çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Bak, ne kötü hüküm veriyorlar!” (16:58-59)
Eğer Kur’ân’ın bu uygulamayı kaldırmak için sert ifadeleri olmasaydı, bu kötü suçun Arabistan’da önünün alınamayacağına da işaret etmek gerekir. (Bkz.: 16: 59; 43:17; 81:8-9) Dahası Kur’ân, erkek çocuklarla kız çocukları arasında bir ayırım da yapmaz. O, erkek çocuğu gibi kız çocuğunun da doğumunu Allah’tan bir hediye olarak görür. Hatta, kız çocuğunun doğumunu erkek çocuktan daha önce hediye olarak kabul eder:
“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek bahşeder.” (42:49)
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem), iki kız çocuğuyla nimetlenen kimsenin, onlara büyüyünceye kadar iyi bir şekilde bakarsa, çok büyük bir mükâfata nail olacağını haber vermektedir:
“Her kim kız çocuklarını büyütür ve onlara iyi davranırsa, onlar, kendisi için Cehennem ateşine karşı kalkan olur.” (Buhârî ve Müslim)
“Her kim, iki kız çocuğuna ergenlik çağına kadar bakarsa, kıyamet gününde biz onunla şöyle yakın olacağız.” diyerek iki parmağını birleştirdi.”5
4- Kadının Eğitimi
Kitab-ı Mukaddes ile Kur’ân’ın kadın anlayışı arasındaki farklılık, sadece yeni doğmuş kız çocuğuyla sınırlı değildir. Şimdi de bu kitapların, kendi dinini öğrenmeye çalışan kızlara karşı yaklaşımlarını kıyaslayalım. Bilindiği gibi Tevrat, hukuk kitabıdır. Fakat Talmut’a göre “kadınlar, Tevrat’ın çalışma konusunun dışındadır”. Bu geleneğin bazı bilginlerine göre, “Tevrat’ın sözleri kadınlara söylenmektense, ateşte yansın.” ve “Her kim, kendi kızına Tevrat’ı öğretirse, ona müstehcenlik öğretmiş gibi olur.”6 demektedir.
St. Paul’ün (Pavlos) yaklaşımı da şöyledir:
“Mukaddeslerin bütün kiliselerinde olduğu gibi, kiliselerde kadınlar sükût etsinler; çünkü onlara söylemek için izin yoktur; ancak şeriatın da dediği gibi, tâbi olsunlar. Eğer bir şey öğrenmek isterlerse, evde kendi kocalarına sorsunlar; çünkü kadına kilisede söylemek ayıptır.” (Korintoslulara birinci mektup: 14: 34-35)
Meselenin Kur’ân’da nasıl ele alındığı konusunda, şu kıssa kâfidir. Kocası Evs, kızarak kendisine, “Sen bana annemin sırtı gibisin.” dediğinde Havle Müslüman bir kadındı. Bu söz, putperest Araplar tarafından kocayı evlilik sorumluluklarından özgür kılan bir beyan olarak kabul edilir, fakat eşin evi terk etmesine veya başka bir erkekle evlenmesine izin verilmezdi. Kocasından bu sözleri işiten Havle, çok kötü durumdaydı ve kendi problemini anlatmak için doğruca Hazreti Peygamber’e gitti. Bir çıkış yolu olmadığı için Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), onun sabretmesi fikrindeydi. Havle, askıya alınmış evliliğini kurtarmak için Efendimiz’e şikâyet etmeye devam etti. Çok geçmeden vahiy geldi ve İlâhî hüküm, bu cahiliye geleneğine son verdi. Sûreye de, kocası konusunda Peygamber Efendimiz’le tartışan Havle’den hareketle Mücadile (tartışan kadın) adı verildi.
“Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitti. Allah, ikinizin birbirinizle konuşmasını işitir. Şüphesiz Allah Semî’dir, Basîr’dir (her şeyi işitir ve görür).” (58:1)
Kur’ân’a göre bir kadın, bizzat kendisi İslâm’ın Peygamberiyle bile tartışabilir. Hiç kimse, ona sus deme hakkına sahip değildir. Kocasını, dinî ve hukukî meselelerde tek referans olarak kabul etme gibi bir yükümlülüğü de yoktur. Sonra kadın, mescitte de konuşabilir. O kadar ki, Hazreti Ömer gibi bir halifeyi, camide hutbe verirken, yanlış yaptığında tashih bile edebilir.7
5- Murdar Kadın mı?
Eski Ahid, âdet gören kadını, bulaşıcı bir murdarlık içinde telâkki eder. Bu kadının dokunduğu her şahıs, her eşya, bir gün boyunca kirli kalır.
“Eğer bir kadının akıntısı ve bedeninde akıntısı kan olursa, 7 gün murdarlığında kalacak ve ona her dokunan akşama kadar murdar olacaktır. Ve murdarlığında üzerinde yattığı her şey murdar olacak, üzerinde oturduğu her şey de murdar olacaktır. Ve onun yatağına dokunan her adam esvabını yıkayacak ve suda yıkanacak ve akşama kadar murdar olacaktır. Ve kadının üzerinde oturmakta olduğu herhangi bir şeye dokunan her adam esvabını yıkayacak ve suda yıkanacak ve akşama kadar murdar olacaktır. Ve kadının oturmuş olduğu yatak, yahut herhangi bir döşek üzerinde bir şey olursa adam, o şeye dokunduğu zaman akşama kadar murdar olacaktır.” (Levililer, 15: 19-23)
Kirleticiliği’nden dolayı, âdet gören kadın, bazen kendisiyle kurulacak herhangi bir ilişkiyi önlemek için sürülürdü. Âdetli olduğu günler boyunca murdarlık evi olarak isimlendirilen özel evlere kapatılırdı.8 Dahası, eğer kadının ayaklarının tozundan da olsa murdar olmuşsa, kocası sinagoga girmekten men edilirdi. Hanımı, kızı veya annesi âdet gören bir haham, sinagogta haham duasını yapamaz.9
İslâm, âdet gören kadının herhangi bir “bulaşıcı pisliğe” sahip olduğunu kabul etmez. O, günlük hayatını sadece bir sınırlamayla devam ettirir: âdet günlerinde eşiyle mukarenette bulunamaz; ancak diğer ilişkilere izin verilir. Bir de, âdet dönemi boyunca namaz ve oruç gibi farz ibadetlerden müstesna tutulur.
Dipnotlar
1- Leonar j. Swidler, Women in Judaism: the Status of Women in Formative Judaism (Metuchen, N.J: Scarecrow Press, 1976), s. 115.
2- The Kendath, “Memories of an Orthodox youth,” Susannah Heschel, On Being a Jewish Feminist (New York: Schocken Books, 1983), s. 96-97.
3- Rosemary R. Ruether, “Christianity”, Arvind Sharma, Women in World Religions (Albany: State University of New York Press, 1987), p. 209.
4- Burada geçen iktibaslar için bkz.: Karen Armstrong, The Gospel According to Woman (London: Elm Tree Books, 1986), pp. 52-62. Ayrıca bkz.: Nancy van Vuuren, The Subversion of Women as Practiced by Churches, Witch-Hunters, and Other Sexists (Philadelphia: Westminister Press), pp. 28-30.
5- Buhârî, talâk 25, edeb 24; Müslm, zühd 42.
6- Denise L. Carmody, “Judaism,” Arvin Sharma, a.g.e., s. 197.
7- Bkz.: el-Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 7/233.
8- Swidler, a.g.e., s. 140.
9- A.g.e., s. 138.