Oryantalizmin Mahiyeti Tarihçesi ve Metotları
Oryantalizm veya Doğubilim
Oryantalizm, Doğu hakkında bilgi edinme peşinde olma demektir. Bazıları buna “Doğubilim” diye bir Türkçe karşılık kullanmaktadırlar. Arapçada ise “istişrak”, bu işle meşgul olana “müsteşrik” deniyor. Türkiye’de “Şarkiyatçılık” tabiri de kullanılmaktadır. Şu halde oryantalist; Şark ile ilgili incelemeler yapan, oraya dair her hangi bir konuda uzmanlaşmış, Batılıbilim adamı demektir. Orientalist kelimesi ilk olarak 1779’da İngiltere’de; 1799’da ise Fransa’da kullanılmaya başlamış, 1838 yılında Fransız Dil Akademisi’nin sözlüğüne girmiştir.1 Bu kelime, tariften de anlaşılacağı üzere, hayli geniş bir yüzölçümünü içine almaktadır. Bir telakkiye göre Avrupa’nın doğusundan itibaren bütün bir Asya ve Afrika âlemini, Yakın, Orta ve Uzakdoğu’yu; tarihleri, dilleri, coğrafyaları, dinleri, kültürleri, edebiyatlarıyla inceleme işi olarak son derece geniş bir sahaya yayılır. Fakat gerek memleketimizde, gerekse İslâm dünyasında özel manasıyla müsteşrik (oryantalist), Müslüman Doğu’yu mezkûr yönleriyle inceleme konusu edinen kimse demektir. İslâmî alanda araştırma yapan bilim adamlarını ayırdetmek için Batı’da, özellikle Fransa’da bir ara “İslâmizan (İslâmisant)” yani “İslâmiyatçı, İslâm’la ilgili tetkikler yapan” terimi kullanılmışise de yaygınlaşmamıştır. Biz de, oryantalist deyince, bu dar mânâdaki şarkiyatçıyı kastediyoruz..
Tarihî Seyir İçinde Oryantalizm
Oryantalizme bir başlangıç tarihi belirlemek zordur. Bazı Batılı araştırmacılar, 1311 yılında toplanan Viyana Konsili’ni şarkiyat çalışmalarının başlangıcı sayarlar. Zira bu konsil, Arapçanın bazı Avrupa okullarında okutulmasına izin vermiş ve Sorbonne (Fransa), Oxford (İngiltere), Bologne (İtalya), Salamanca (İspanya) ve Roma üniversitelerinde Arap Dili ve Edebiyatı kürsüleri kurulmasını kararlaştırmıştı. Fakat resmî oryantalizmden bahsetmek, gayr-ı resmî bir oryantalizmin de olduğunu düşündürmektedir. Unutulmamalıdır ki resmî oryantalizmi Viyana Konsili ile başlatmayı düşünmeyen araştırmacılar da bulunmaktadır. Aslında bu konuda sene belirlemeden ziyade, dönem üzerinde durmak daha münasip olur. Kaldı ki dönem konusunda bile birbirinden farklı görüşler vardır. Bazıları XI. asır başlarını teklif ederken, meselâ Rudi Paret,2 Kur’ân-ı Kerim’in Latince ilk tercümesinin tamamlandığı 1143 yılını önermektedir. İlk Arapça-Latince sözlük de bu dönemde yazılmıştır. R. Paret’in teklifi, çok önceden, XIX. asırda Gustave Dugat’ın Histoire des Orientalistes de l’Europe du XIIe au XIXe siécle3 adlıkitabında da dile getirilmişti. Bu tercümenin gerçekleştiği Toledo şehri 1085’de Hıristiyanlar tarafından ele geçirildikten sonra, Papalığın İspanya’daki başlıca merkezi olmuştu. Bir süre sonra burası, bilhassa arşövek Don Reymundo’nun gayretleriyle bir tercüme ve ilim muhiti hâline gelmişti. Bu çalışmaları da oryantalizmin başlangıcı sayanlar vardır.4 Bu dönemde çok sayıda bilimsel, felsefî, tıbbî vb. metin Latinceye tercüme edilmiştir. Meselâ Gerard de Cremone adlı bir İtalyan’ın (1114-1187) tek başına yetmiş kadar eser çevirdiği bildirilir. Ama Arapçanın Batı’da kurumsallaştırılması, az önce geçtiği gibi Viyana Konsili’nden sonra başlamıştır.
Bazıları ise, Raymond Lulle’ü Batı oryantalizminin kurucusu diye nitelendirirler.5 1231-1315 arasında yaşayan bu şahıs, Hıristiyan din bilgini olmasının yanında felsefe, edebiyat ve tabiî bilimlerle de ilgili olan biri idi. O, Müslümanlara karşıyapılması gereken mücadelede, “onlara Hıristiyanlığın gerçekliğini göstermek için barış içinde görüşme ve aklî deliller getirme” taraftarı idi. Geleceğin Hıristiyan misyonerlerini yetiştirmek için Mayorka adasında (Miramar’da) Arapça öğreten bir okul kurdu. Bu okul 1276-1294 döneminde öğretime devam etti.
Oryantalizmin başlangıcını bundan iki asır öncesine, yani asra götürenler de bulunmaktadır. Nitekim Necib el-Akiki, müsteşrikler hakkındaki 3 ciltlik kitabında6 o asırda yaşamış olan Gerard de Oraliac’dan (940-1003) bu tarafa uzanan yaklaşık bin yıllık bir dönemi işlemiştir. O şahıs, öğrenim yapmak üzere Endülüs’e gitmiş, İşbiliye (Sevilla) ve Kurtuba (Cordoba) üniversitelerindeki hocalardan ders almış, sonunda kendi devrindeki Avrupa’da Arapça, matematik ve astronomiyi en iyi bilen kişi olarak ün yapmış ve II.Sylvester lakabıyla, ölünceye kadar 999-1003 tarihlerinde papalık makamında bulunmuştur.7
Şarkiyatçılığın tarihinin uzak bir mâziye götürülmesi, İslâm ve Hıristiyan medeniyetlerinin Endülüs ve Sicilya’da yoğunlaşan mücadelesinde ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan, özellikle Haçlı savaşları, Avrupalıları, İslâm dini ve ahlâkını, Müslümanların âdetlerini öğrenmeye sevk etmişti. Gerçekten Southern’in dediği gibi, İslâmiyet, Avrupa Hıristiyan dünyası için, her alanda köklü bir problem oluşturuyordu. Southern, bilimsel zihniyetten ve objektiflikten çok uzak olan o döneme “bilgisizlik çağı” adını verir ve şöyle der: “O dönemlerde bulunmasını bekleyemeyeceğimiz tek şey, özgür akademik ruh ya da başka bir deyimle, son yüzyılda İslâmiyet’i konu edinen bir çok araştırmanın taşıdığı insanî yaklaşımlı bir inceleme idi.”8
Papa II. Urbain’in 1096 yılında Haçlı savaşlarına çağrısı sırasında Avrupa’da korkunç bir İslâm imajı verilmişti. M.Watt bu imajın başlıca şu dört yanlış üzerine kurulduğunu söyler: 1- İslâm dini, sahte bir dindir ve dalâlettir. 2- İslâm, şiddet ve kılıç dinidir. 3- İslâm, laubali bir dindir. 4- Muhammed, Deccaldır.9 M. Watt, bu kitabında İslâm’ın, tamamen çarpıtılmış bir imajının tasvir edildiğini bildirir. Nitekim Norman Daniel de bu çarpık imajı iyice tahlil etmiştir.10 Bu durum asırlarca Roma Kilisesi yani Papalık tarafından da böylece algılandığı gibi XV. ve XVI. asırlardaki reformcuların da paylaştığı bir tavır olmuştur. “Haçlı zihniyeti, gerek propaganda merkezleriyle, gerek İslâm’ın çarpıtılmış imajı üzerine bina edilen misyoner faaliyetleriyle Avrupalıların, İslâm’ı ve Müslüman toplulukları tanımalarına büyük bir engel teşkil etmiştir.”11 İspanyada ise bu OrtaçağHıristiyan sendromu, üç asır süren beşerî bir trajedi sergilemiştir. Hıristiyan krallarının, İspanya’da Müslümanları hakimiyetleri altına almalarından sonra engizisyon işletilmiş, Müslümanlara, Hıristiyan olmadıkça hayat hakkı tanınmamış ve Müslümanlar ülkelerinden kaçmak zorunda bırakılmışlardır.12
İslâm’a karşı kin dolu bu tablo karşısında, Arapça olarak kaleme alınmış, tabiat bilimleri sahasında objektifliği yakalamaya çalışan çabalar da bulunmaktaydı. İmparator II. Frederic ile İspanya’da X. Alphonse tercüme faaliyetlerini devam ettirmişler ve çok sayıda yüksek öğrenim kurumları açtırmışlardır. 13. asırda, İslâm düşüncesinin Avrupa’ya tesiri sonucunda yaşanan, tabiî bir “oryantalizm” olayı kendini hissettirmiştir. Roger Bacon (1214-1292), Robert Grossetest (ö.1253), Albert le Grand (1206-1280), Thomas d’Aquin (1226-1274), Siger de Brabant (1235-1282) bu dönemin İslâm medeniyetini tanıyan önemli isimleri arasındadır. Roma Kilisesinin baskı ve kontrolü altındaki İspanya’da, İslâm’ı tanıma mümkün değildi. Buna mukabil meselâ Sicilya’da bu, imkân dahilinde idi. Bu adayı Müslümanların elinden alan I. Roger’in oğlu II. Roger (1130-1154), ve torunu II. Frederic (1215-1250), daha sonra Manfred ve Charles d’Anjou kitapları tercüme ettirmekle kalmayıp bizzat kendileri de Arap-İslâm dilini, kültürünü, örf ve âdetlerini doğrudan tanımaya girişmişler ve Arapların kültürel değerlerini kabul etmişlerdi.13
Genel olarak diyebiliriz ki, bu ilk dönemde, oryantalizmin İslâmiyet karşısındaki tutumunda şu iki eğilim ve amaç vardı:
Birincisi, İslâm’a halk efsanelerinden ve hurafelerden oluşan kalın bir sis tabakasının arkasından bakan, sübjektif ve tarafgir bir mücadele yolu izleyen tutum. İkincisi ise birinciye nispetle bilimsel objektifliğe bir derece daha yakın ve İslâmdinini, tabiat, tıp ve felsefe bilimlerinin beşiği olarak gören eğilimdir. Ne var ki hurafelerden ibaret olan birinci eğilim, XVII. yüzyılda, hatta ondan da sonra yaşamaya devam etmiştir. Üzülerek ifade edelim ki bu eğilim, günümüzde bile bir kısım oryantalistlerin İslâm dini ve Peygamberi (aleyhisselâm) hakkında yazdıkları yazılarda yer almaktadır.
Ortaçağın sonlarında, fütuhatını günden güne genişleten Osmanlı Devleti ile olan siyasî ve diplomatik ilişkiler de, oryantalist araştırmaların ilerlemesinde etkili olmuştur. İspanya ve İtalya’nın Anadolu, Suriye ve Mısır ile olan ticarî ilişkilerinin de, şarkiyat araştırmalarının canlanmasında büyük etkileri olmuştur.
XVI.Asır ve daha sonrasında Rönesans gerçeği ile beraber ortaya çıkan hümanist eğilimler, Avrupa’da eskiye nispetle daha tarafsız araştırmaların yapılmasına vesile olmuştur. Öte yandan Papalık da, misyonerlik faaliyetlerinin yararına olması düşüncesiyle doğu dillerini öğrenmeyi ve doğu sahasında araştırmalar yapmayı teşvik etmeye başlamıştı. Pedro de Alcala (Petrus Hispanus) adlı İspanyol bilgin, 1505 yılında “Arte para ligaremente saber la lengua araviga” adını verdiği eseri tab etmiştir. Bu, bir Avrupalı tarafından hazırlanan ilk Arapça gramer kitabı olarak bilinir.
Batı Avrupa’daki bu manzarayı gördükten sonra Doğu Avrupa’ya geçecek olursak, Müslüman Türk varlığının fütuhatına şahit oluruz. Türklere karşı başlatılan “Balkan haçlı savaşları” ve Bizans Rum Ortodoks Patrikliği ile Roma Kilisesinin birleşme çabaları başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesine ilk tepki, bazıentelektüellerin gayretleriyle nispî bir açılım oldu: Jean de Segovie (1400-1458) Hıristiyan din adamlarıyla Müslüman fukaha arasında, tarafların dinleri hakkında diyalog toplantısı yapılmasını teklif etti. Nicolas de Cusa (1401-1464) “De pace fidei” kitabını yayınlayarak büyük dinlerin temsilcilerini diyaloga çağırmıştı. Üstelik o, Jean de Segovie tarafından teklif edilen diyalogu gerçekleştirmek için bazı pratik teklifler de ileri sürmüştü. Onun Sa Cribratio Alcoran (1460) kitabı, İslâm ile Hıristiyanlık arasındaki benzerlik ve farklılıkları dikkatle incelemeye çalışır. Yeni Papa II. Pie Jean de Segovie’nin teklifi üzerine, Fatih Sultan Mehmed’e, iki dünya arasında aklı ve iyi niyeti hakim kılacak bir diyalog teklif ediyordu. Sebepleri ne olursa olsun, Avrupalıların Osmanlı Devleti’ne ilgi duyduklarını, onun idaresini, malî kaynaklarını, dinî yapısını öğrenmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bundan böyle Avrupalılar, Osmanlı Devleti’ni tanıma gayretlerini arttırmışlar, İslâm’ı Osmanlıelbisesinde izlemeye devam etmişlerdir.
1539 yılında Paris’te kurulan Collége de France Üniversitesi’nde Arapça kürsüsü kuruldu. Bu üniversitenin başına, Fransa’nın ilk gerçek oryantalisti sayılan Guillaume Postel getirildi (1581). Bu zatın, Avrupa’da doğu dillerine ve milletlerine ilişkin incelemelerin zenginleşmesinde büyük katkısı olmuştur. Ayrıca o, Doğu’da bulunduğu yıllarda çok sayıda yazma eser toplamıştı. Onun talebesi Joseph Scaliger (1609) de onun metodunu izlemiştir.
1586 yılında Kardinal Medici’nin kurduğu matbaa sayesinde Avrupa’da Arapça kitapları basma imkânı ortaya çıktı. O zaman, İbn Sina’nın tıp ve felsefeye dair kitaplarının da içinde bulunduğu bir çok Arapça eser basıldı. XVII. asırda müsteşrikler, Arap harfleriyle yazılmış yazma eserleri toplamaya yöneldiler. Çeşitli yerlerde Arap dili kürsüleri kuruldu. Ezcümle Cambridge Üniversitesi bünyesinde 1636 yılında Arap dili kürsüsünün kurulmasını öngören kararda, kuruluş gerekçesi olarak, ticareti geliştirmek ile Hıristiyanlığı yaymak gayesi vurgulanmıştı.
Avrupa’da Arap dili öğretiminin sağlam temellere oturtulmasında en büyük etkiye sahip şahsiyetlerden biri de 1613 yılında Hollanda’da Leiden Üniversitesi Arap Dili Kürsüsü başkanlığına tayin edilen ilk hoca olan Thomas Erpenius’tur (1584-1624). Bu zat ilmî gayretleri ve Arapça grameri konusunda ortaya koyduğu eserleriyle, iki asra yakın bir zaman boyunca Arapça alanında araştırmalar yapılması konusunda Avrupa’da, Hollanda’ya öncelik tanımıştır. Fakat İslâm konusundaki tutumu, maalesef o zamanki Batı’ya hâkim olan nefret tutumu ile örtüşüyordu.14
Son Üç Asırda Oryantalizm
XVII.Asrın sonu, XVIII. asırda da devam edecek olan bir başka eğilime şahit oldu. Bu temayül sahipleri İslâm’a, biraz sempati ihtiva eden tarafsız ve objektif bir nazarla bakıyorlardı. İslâm’ı tanıma konusunda ilk ciddî bilimsel girişimler ise Hollanda’nın Utrecht Üniversitesi’nde Doğu dilleri profesörü olan Adrien Reland (ö.1718) tarafından gerçekleştirilecektir. O, 1705 yılında Latince İslâm Dini adlı kitabını yayınladı.15 Birinci ciltte Arapça ve Latince kaynaklara dayanarak İslâm dini esaslarını işlemiştir. İkincisinde ise İslâm prensiplerine ait olup o dönem Avrupa’sında yaygın olan yanlış düşünceleri düzeltme yoluna gitmiştir. Eser büyük bir yankı uyandırmış, hatta bu durum, kitabın yazarı hakkında, İslâm propagandası yapıyor ithamıyla çeşitli şüphelerin meydana gelmesine sebep olmuştur. Bundan ötürü kitap, Kilise tarafından yasak kitaplar listesine konulmuştu.16
XVIII.Yüzyıl Alman oryantalizmi, kendi dönemindeki Arapça bilimlerinin eşsiz bilginlerinden J. J. Reiske’nin (1716-1774) şahsında, bu ılımlı tutumun yeni bir öncüsüne tanık olmuştur. Bu zat, asrındaki Arap filologlarının en önde gelen üstadı ve zikre değer ilk Alman şarkiyatçısıdır. Almanya’da Arap dili ve edebiyatı incelemelerinin ciddî bir biçimde yapıldığı ilk müesseseyi kuran da o, olmuştur. Fakat çağdaşları onun değerini bilmeyip kendisine kaba davrandılar. Din adamları da onu, dinden çıkmakla itham ettiler. Latince olarak kaleme aldığı bir kitabında İslâm’ı övmüş, Hazreti Muhammed’i (aleyhisselâm) –Hâşâ!– yalancı ve sapık olarak nitelendirenlere karşı çıkmıştır. Hayatının sonuna kadar maddî sıkıntı içinde yaşayıp 58 yaşında iken, fakir ve kimsesiz olarak ölmüştür.
J. Fuck, çağdaşlarının ona reva gördükleri bu muameleye esef edecek ve “utanç verici” diye tavsif edecektir.17
Böylece oryantalizm, güçlükle de olsa, mutaassıp din adamlarının bağnazlığını yavaş yavaş hafifletmeye başlamış ve İslâm aleyhindeki keskin ithamlar azalmaya yüz tutmuştur. Ama yine de bu açılım sınırlı kalmıştır..
XIX.ve XX. yüzyıllar şarkiyat faaliyetlerinin bariz bir şekilde inkişaf ettiği bir dönem olmuştur. Fransız İnkılabıHükümeti 1795’te Paris’te, yaşayan Doğu dillerinin okutulması için Langues Orientales Vivantes yüksekokulunu açtı. Onlar, bunu yapmakla dil ve edebiyat araştırmalarını geliştirmenin yanında pratik kazançlar üzerinde de duruyorlardı. Bu sayede Fransız oryantalizmi, yaşadığı asırdaki bütün müsteşriklerin üstatları durumunda olan Sylvester de Sacy’nin öncülüğünde, bilimsel bir özellik kazanmaya başladı. Paris’i Arap dili araştırmalarının merkezi yapma şerefi bu şahsa aittir. Napolyon Mısır’ıişgal ettiğinde (1798-1801), Sacy’nin yetiştirdiği öğrencilerden oluşan bir grubu, tercüman ve danışman olarak görevlendirmişti. Onun oluşturduğu bu kurum, XVIII. asırda şarkiyatçılığın Kiliseden ayrılmasından sonra, kendi döneminde bilimsel ve laik oryantalizmin numunesi sayıldı.
Almancanın hâkim olduğu ülkelere gelince; oradaki üniversiteler hâlâ Hıristiyan din adamlarının kontrolleri ve hakimiyetleri altında bulunuyordu. Bu yüzden Almanya’da laik şarkiyatçılık ilk defa, başında J. V. Hammer Purgstall’ın bulunduğu bir grup gönüllü tarafından gerçekleştirilmeye başlamıştır. İşte R. Paret’in dediği gibi XIX. asırda oryantalizm, Kilisenin tahakkümünden kurtulduktan sonra bir ilmî çalışma alanı olarak teşekkül etti. XIX. asrın sonunda İslâmî araştırmalar, genel şarkiyat alanı içinde, başlı başına bir ihtisas sahası olarak kaldı. Müsteşriklere ait ilk uluslararası kongre 1873’de, Paris’te yapıldı. Bu kabîl büyük kongreler günümüze kadar muntazam aralıklarla yapılarak devam etmiş ve sayısı 30’u geçmiştir.
XIX.Asır sonlarına doğru İslâmî alanda araştırma yapanların çoğu, genel olarak Sami dilleri araştırmalarında, özel olarak da İbranice veya Kitab-ı Mukaddes metin tenkidi alanında ihtisas yapmışlardı: Nöldeke, Welhausen, Goldziher gibi. Özellikle XIX. asrın ortalarından itibaren İslâm dünyasının maruz kaldığı sömürgecilik, Avrupa’nın Doğuya bakışını belirlemede önemli rol oynamıştır. Sömürgecilik, bu aşamada oryantalizmin ürünlerinden fazlasıyla yararlanmıştır. Bu gelişmelerle irtibatlıolarak Avrupa ve Amerika’nın çeşitli şehirlerinde oryantalist incelemeleri sürdürmek ve disipline etmek için bazı dernekler kuruldu. Bu dernekler bilimsel dergiler ve yayınlar çıkarmaya başladılar. Meselâ, Paris’te 1822’de “Asya Derneği” kuruldu, hâlâ yayınlanmakta olan Journal asiatique (JA) dergisini çıkardı. İngiltere’de 1823’te “Asya Kraliyet Derneği” kuruldu, bu derneğin de çıkardığı Journal of the Royal Asiatic Society (JRAS) dergisi hâlâ yayınlanmaktadır. 1842’de “Amerikan Doğu Derneği” kurulup Journal of the American Oriental Society (JAOS) adlı dergiyi çıkarmıştır. 1845’de “Alman Doğu Derneği” kurulup Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft (ZDMG) adlı dergi çıkarılmıştır. 1912’de Rusyada Mir İslâma (İslâmDünyası) dergisi yayınlanmaya başladı. Bu kabîlden daha bir çok dergi bulunmakta olup saydıklarımızı sadece misal olarak zikrediyoruz.
Az önce işaret ettiğimiz gibi XIX. asrın ortalarındaki emperyalist tutum, Avrupa ülkelerinin Doğu’ya bakışlarına hâkim oldu. Böyle olunca, sömürgeci siyasetçiler, maksatlarına hizmet etmek için bazı oryantalistlerden istifade ettiler. Meselâ, Hollandalı Snouck Hurgronje (ö.1936), Rus Barthold, Alman H. Becker bu tür müsteşriklerden oldular. Keza Fransa ve İngiltere’de bir kısım şarkiyatçılar Dışişleri Bakanlıkları’nda danışman olarak görev yapmışlardır. Sömürgecilik, görünüşte dinî, gerçekte ise emperyalist savaşlar olan Haçlı savaşlarının bir uzantısı olmuştur. Böylece emperyalizm ile oryantalizm birbirine destek sağlayarak, siyasî ve askerî yönden istilâ ettikleri İslâm ülkelerini, Batı medeniyetine tam boyun eğdirme hedefine yönelmişlerdir. Onlar, Müslümanların kendi medeniyetlerine ve kendi varlıklarına güvenlerini sarsmak için çeşitli çalışmalar yapmışlardır. Sömürgeci yöneticilerle birlikte çalışan müsteşriklerin yanında, elbette böyle bir çalışma içine girmeyenler de bulunmuştur. Ama bu, böyle olanların İslâm’a ve Müslümanlara dost olacağı mânâsına gelmez.
Oryantalizm, parlak dönemini XIX. asrın ikinci yarısı ile XX. asrın ilk yarısında yaşamıştır. Bu dönem, efsanevi tarzda çalışma yapan bazı isimler yetiştirmiştir. Şimdi de onları takip eden şarkiyatçılar bulunmaktadır.
Günümüzde de Amerika ve Avrupa üniversitelerinin bir çoğunda İslâm araştırmaları yapan akademik birimler bulunmaktadır. Müsteşriklerin XIX. asır ortası ile 1960 arasında 60.000 (altmış bin) kadar kitap yayınladıkları tespit edilmiştir. Büyük ansiklopediler, sözlükler, fihrist ve indeksler hazırladılar. Yaptıkları çalışmalar, oryantalizmin elde ettiği hasılat bakımından biz Müslümanlara büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Onların bakış açılarını düzeltmek, kavramları yerine oturtmak, üzerimize düşen bir görevdir. Uluslarası düzeyde, bilhassa Batı’da İslâmî kimliğimizle bulunmak, seviyeli çalışmalar gerçekleştirerek bir yandan İslâm medeniyetini doğru bir tarzda takdim etmek, İslâm’ı eksik ve yanlış anlamış olan Batılılar’a gerçek İslâm’ı anlatmak, öte yandan Batılılar’ın yaptıkları çalışmalara peşin olarak sempati, iyi bir zan ve teslimiyetle yaklaşan yönetici ve aydınlarımızı kazanmak da üzerimize düşen bir görevdir. Bilimsel ve rasyonel çalışmalar gerçekleştirmedikçe, bunları inandırmamız kolay olmayacaktır.
Bazı kimselere göre oryantalizm, vadesini doldurmuş zannedilse de, Batı’nın İslâm dünyasındaki çıkarlarından ve beklentilerinden vazgeçtiğine dair bir belirti olmadığından, öyle görünüyor ki Batılı yöneticiler oryantalizme muhtaç olmaya devam edecek, dolayısıyla şarkiyatçılık da çalışmalarını sürdürecektir.
2 R. Paret, ed-Dirasatu’l-Arabiyye ve’l-İslâmiyye fi’l-cami’ati’l-Almaniyye, trc. Mustafa Mahir, Kahire 1967, s.11.
7 Mahmud Hamdi Zakzuk, Oryantalizm veya Medeniyet Hesaplaşmasının Arka Planı, trc. Abdulaziz Hatip, Işık Yay., İzmir, 1993, s.10’dan naklen.
8 R. W. Southern,, Western views of Islam in the Middle Ages, Cambridge, Mass. 1962 (Nazratu’l-ğarb ile’l-İslam fi’l-Kuruni’l-vusta, trc. Ali Fehmi Huşeym ve S. Haseni, Trablus, 1975, s.17 (Mahmud H. Zakzuk, s.11’den naklen).
10 N. Daniel, Islam and the West, Edinburg, 1960’ dan Waardenburg, Enc. De l’Islam, mustashrikun md., s.738.
12 Başlangıçtan beri Hıristiyanların İslâm’a bakışlarını ayrıntılı ve belgelere dayalı olarak şu çalışmada görmek mümkündür. Y. Moubarac bu çalışmaları, normal doktorasından sonra “devlet doktorası” seviyesinde Paris Sorbonne Üniversitesi’nde tez olarak hazırlamıştır. Belgelere dayanan bu ayrıntılı çalışma, İslâm’ın zuhurundan II. Vatikan konsilinin yapıldığı 1965 yılına kadar, Hıristiyan dünyasının İslâm’a bakışını ele almaktadır. Tezinin önsözünde “taraflar hazır olmadığı için” eserini yayınlamayacağını bildirmektedir. Bin sayfadan fazla olan bu çalışmayı daktilografi nüshasından 1975 yılında Sorbonne Üniversitesi Kütüphanesinde okumuştum. Paris Katolik Üniversitesi Profesörü olarak konuyu araştıran Y. Moubarac, bu çalışmasında gerçekleri aksettiren, insaflı ve oldukça objektif bir tutum sergilemiştir. Tez şu iki kısımdan oluşmaktadır: 1- Introduction a l’etude de la pensée chretienne Concernant l’Islam (İslâm Hakkındaki Hıristiyan Düşüncesini İncelemeye Giriş), Paris, Sorbonne Üniv. Kütüphanesi, I, 1124-4. 2- La Pensée chretienne et l’Islam de la prise de Constontinople a Vatican II (İstanbul’un alınmasından Vatikan II Konsiline kadar İslâm hakkındaki Hıristiyan düşüncesi.) Ancak kitabın yazarı Y. Moubarac Önsöz’ünde “Tarafların hazır olmaması sebebiyle” çalışmasınıyayınlamayacağını belirtmektedir.
17 J. Fück, Die arabischen Studien in Europa bis in den Anfang de 20. Jahrhunderts,
Leipzig, 1956, s.117, 124’den Mahmut H. Zakzuk, Oryantalizm, s.25.