İlim ve Gayret Deryası Fahreddin Râzî
Fahreddin Razi, İslâm düşünce hayatının hemen bütün alanlarıyla ilgili olup, döneminin neredeyse bütün ilimlerini ihtiva eden iki yüz kadar eser vermiştir.
İnsanlık tarihine bakıldığında, şahsiyetleri, hayatları, yaptıkları ve bıraktıklarıyla çağları aşan abidevî kişiler görülür. Adeta bir ovadaki tepeler veya dağlar gibi hemen seçilirler. İslâmî ilimler sahasında Fahruddin Râzî bunlardan biridir. Bu yazımızda onu kısaca tanıtmaya çalışacağız.
Yaşadığı Dönem
Abbasî hilafetinden ayrılıp müstakil hale gelen birçok ufak devletin kurulmasından sonra, İslâm âleminde fikrî hareketlilik daha çok canlandı, kültür seviyesi yükseldi ve yaygınlaştı; söz konusu devletlerin sarayları âlimler, şairler, edipler ve diğer münevverlerle dolup taştı. İlmî ve kültürel faaliyetlerini, zararlı siyasî ve dinî gayelerine ulaşma aracı edinen birçok fırkanın ortaya çıkışı da bunlara ilave edilmelidir. Abbasi devletinin zayıflayıp gücünü kaybetmesine, İslâm dünyasının bu yıllarda genel bir çözülme ve parçalanma sürecine girmesine rağmen, Sünnî ulema ile diğer mezheplere mensup âlimler arasında yapılan ilmî münazaralar, bu dönemin en belirgin vasfı haline geldi. İrili ufaklı bu devletlerin kurulması, servetin artmasına, medeniyetin gelişmesine ve buna bağlı olarak ilmî hareketlerin parlak bir döneme girmesine yardımcı oldu.1 Mesela İbn Rüşt (595/1198), Necmüddîn Kübra (618/1226), Feridüddîn Attar (618/1228), Seyfüddîn Âmidî (631/1233) İbn Fârız (632/1234), İbn Arabî (638/1240), Sadruddîn Konevî (672/1272), Mevlâna (673/1273), gibi tanınmış ve hâlâ kendilerinden söz edilen ilim, fikir ve tasavvuf erbabı bu dönemde yetişti. Buna rağmen devam etmekte olan Haçlı seferlerinin yorgun düşürdüğü İslâm âleminin 617/1225'ten sonra bir de Moğol istilasına uğraması, ilim ve medeniyetin gelişmesine ağır bir darbe oldu.2 İşte Râzî de bu dönemde yaşadı.
Kısaca Hayatı
Razî, 543/1149'te Selçuklu devletinin başkenti Rey'de dünyaya geldi. Ailesi aslen Taberistanlıdır. Batı İslâm dünyasında İbnü'l-Hatîb, diğer yerlerde ise Fahruddîn Razî ve Fahr-i Razî şeklinde meşhur oldu. O çevrenin fıkıh ve kelam âlimi olan babası Ziyauddin Ömer (559/1164) güzel ve etkili hitabetiyle de tanınıyor, bu yüzden "Hatibü'r-Rey" diye anılıyordu.3 Râzî 16 yaşında babasını kaybedinceye kadar ondan ders aldı. Öğrenimini devam ettirmek için Rey'den ayrılarak Simnan'a geldi. Burada bir süre fıkıh tahsil ettikten sonra tekrar Rey şehrine dönerek meşhur hocalardan olan Mecdüddîn el-Cilî'den felsefe ve kelâm dersleri aldı.
Kelâm, felsefe ve metafizik konularında yetenekli, hevesli ve meraklı olan Râzî, Horasan'da Farabî ve İbn Sina'nın eserlerine muttali oldu; bunlardan çok yararlandı ve bu konudaki bilgilerini daha da genişletme imkânı buldu.5 Tıp, astronomi, dil ve edebiyat konularıyla da ilgilendi ve bu ilimlere dair eserler yazdı. Râzî ziyaret ettiği yerlerdeki tanınmış âlimlerle ilmî münakaşalar ve münazaralar yaptı; bu özelliği bilgi dağarcığını daha da genişletmesine vesile oldu.
Maveraü'n-Nehir, Türkistan, Horasan ve pek çok Hint şehirlerini dolaşan Râzî, maddî durumu oldukça zayıf iken Rey'e döndüğü bir sırada iki oğlunun zengin bir doktorun iki kızıyla evlenmesi neticesinde maddi sıkıntılardan da kurtuldu. Râzî, Gur sultanı Gıyasettin ve kardeşi Şihabudîn ile iyi ilişkiler kurdu ve devletlerinde görev aldı. Daha sonra Horasan'a geldi ve Harzemşah M. b. Tökiş'in yanında ilim ve eğitim faaliyetlerini sürdürdü. Hem Gur'de hem de Harizm'de kendisine özel medreseler tahsis edilen Râzî, Şeyhu'l-İslâm olarak tanındı; büyük bir şöhret, nüfuz ve itibar elde etti.6
Râzî, 606/1209 senesinin Ramazan Bayramı günü vefat etti. Kendilerini tenkit ettiği ve hatalarını açıkladığı Kerramîler'in, Râzî'yi zehirledikleri şeklinde bir rivayet de mevcuttur. Yazdığı vasiyet üzerine ölümü gizli tutuldu; akşam karanlığında evinde defnedilmesine rağmen bir dağın eteğine defnedilmiş gibi gösterildi; bu iş, Kerramîler cesedini çıkarıp parçalamasınlar diye tedbir olarak yapıldı.
Tarihçi Safedî'ye göre şu beş hasleti Yüce Allah, emsali arasında adeta Râzî'ye tahsis etmişti:
- Parlak ve işlek bir zihin,
- Güçlü bir hafıza,
- Çok bilgi,
- Sağlam bir muhakeme,
- Mükemmel bir irade gücü.8
Râzî de babası gibi iyi bir hatipti. Arapça ve Farsçaya hâkimiyeti tamdı. Her iki dille mükemmel konuşur ve eser yazardı. Vaaz ve hutbeleri esnasında duygulanır, heyecanlanır, vecde gelir ve ağlardı. Cemaati de coşturur ve ağlatırdı. Sultanlar, vezirler, bilginler, devlet adamları, sûfîler ve çeşitli mezhep ve kanaate sahip değişik insanlar onun cemaatine katılır ve dinlerlerdi. Vaaz esnasında bile kendisine sorulan birçok soruya muknî cevaplar verir ve bundan ötürü birçok sapık fırka mensubunun itikatlarının düzelmesine vesile olurdu.9 Çok yoğun geçen ilmî faaliyetlerine rağmen Râzî, vird edindiği dua ve ibadetleri aksatmaz, zühd ve riyazete riayet ederdi.
Yakın ve uzak birçok hükümdar ve devlet adamıyla münasabeti oldu ve o günün geleneğine uygun olarak yazdığı kitapları onlara ithaf etti. Bu davranışı da devlet adamları üzerinde büyük bir etki ve nüfuza sahip olmasında rol oynadı. Sohbet ve dersini dinlemeye gelen sultanlar huzurunda çok rahat konuşuyordu. Bir gün vaaz ederken Sultan Şihabuddîn'e: "Ey Padişah! Ne senin saltanatın kalır ne de Râzî'nin şu allı pullu lafları. Hepimizin dönüşü Allah'adır." demişti.
Eserleri
Râzî'nin isimleri bilinen iki yüz kadar eseri, İslâm düşünce hayatının hemen bütün alanlarıyla ilgili olup, döneminin neredeyse bütün ilimlerini ihtiva etmektedir. Ancak eserlerinin bir kısmı zamanımıza kadar ulaştıysa da, maalesef diğer kısmı ulaşmamıştır. Zayi olduğu sanılan bazı eserlerine araştırmalar sonunda çeşitli kütüphanelerde rastlanmaktadır. Ne yazık ki eserlerinin çoğu hâlâ çeşitli kütüphanelerde elyazması halinde durmaktadır. Bunların önemli bir kısmı Türkiye'deki kütüphanelerde de mevcuttur. Aşağıdaki satırlarda bazı eserlerinden söz edilecektir.
İslâmî İlimlerdeki Yeri
Râzî Kelam ilmindeki geniş bilgisi ile tanınmış olmakla beraber, o aynı zamanda büyük bir tefsir âlimi ve önemli bir filozoftu. Tıpkı Gazali gibi kelam, tefsir, fıkıh usulü ve mantık alanlarında birtakım yenilikler yaptı ve bu yenilikler ondan sonra gelen bilginler tarafından da geniş ölçüde benimsendi. Aklî ilimlerdeki geniş bilgisinden, özellikle kelam, tefsir ve felsefedeki ehliyetinden dolayı o günden bugüne 'imam' diye anıldı. Kelâm ve felsefede 'İmamın görüşü budur.' ifadesiyle daima Râzî anlaşılır. Altıncı asrın müceddidi olarak da gösterildi.11
Meşhur mutasavvıf ve âlim Muhyiddin b. Arabî, Râzî'nin şöhretini duydu ve ona bir mektup yazdı. Hatta İbn Teymiye, İbn Arabî'nin geniş ölçüde Râzî'nin felsefî eserlerinden, özellikle el-Muhassal'dan yararlandığını belirtir.
Ders ve vaazları ile kitaplarının son derece açık, akıcı ve kolay anlaşılır; özlü, etkili ve tertipli oluşu, onun tesirini artıran sebeplerden biridir. Kelam ve felsefe gibi zor anlaşılan ilim bahislerini bile oldukça kolay anlaşılır bir dille ifade eder.
Etrafında çok geniş ve çoğu mütehassıs bir talebe halkası vardı. Zira o gittiği her yerde ilimle meşgul oldu. Kitap mütâlaa etmeyi çok severdi. Hatta yemek yerken kitap okumadan geçirdiği zamanlara pek acıdığını her zaman söylerdi. İlim ve irfana susayanlar, o nereye giderse peşinden giderdi. Ne zaman bir yere gitmek için atına binse, âlim ve talebelerden üç yüz kadarı da beraberinde giderdi.13 Talebeleri kendisine çok hürmet ederlerdi. Onun yanında tam bir edep ve terbiye dairesinde bulunurlardı. Bütün talebelerinin kalbine heybeti yerleşmişti.
Hizmetinde kusur etmemek için çok gayret gösterirlerdi. İşte, Râzî'nin tesirini yayan ve devamlı kılan, bu talebeleri ve anlaşılır eserleriydi. Gençlik yıllarında, el-Lübab adıyla, el-Muhassal'ın bir özetini çıkaran Endülüslü İbn Haldun da onun tesirinde kalanlardandı. Bu durum o çağlarda Râzî'nin tesirinin, Endülüs ve Mağrib'de de yaygın olduğunu gösterir.
Râzî, özgün ilim anlayışından ötürü müstakil bir ekol sahibi sayılmaktadır. Ele aldığı bir konuyu önce ana meselelere, sonra bu meseleleri ikinci derecede meselelere, sonra onu dallara ayırmakta, bunlardan her birinin delilini vermekte; böylece konu bütün ayrıntılarıyla aydınlanmaktadır.
Kelâm İlmindeki Yeri
İlk asırlarda Eş'arî'nin metodunu takip eden kelamcılar vahyin hakikatlerini daha kolay ve etkili bir şekilde anlatmak için zamanla mantığı da kullanmaya başladılar. Hicrî IV. yüzyıldan itibaren bu iş daha güçlü ve sistematik hale gelerek özellikle el-Cüveynî (478/1085)'nin İrşad ve eş-Şâmil gibi eserlerinde zirveye ulaştı. Gazalî'yle beraber kelâm yeni bir usul kazandı. O, bir yandan başlangıçtaki felsefe muarızı tavrını korurken, diğer taraftan mantık metodunu, aklî deliller ve bazı felsefî görüşleri kullanmaya başladı. Bu yeni metot daha sonraki kelamcıların felsefî kelam anlayışlarının temellerini oluşturdu. Râzî'yle birlikte bu ekol gücünün ve mükemmelliğinin adeta zirvesine ulaştı. Râzî'nin eserlerinde, kelamî meseleler diğer ilimlerle bütünleştirilmiş olmasıyla tebarüz eder. Mesela Esasü't-Tenzil adlı risalesinde kelam ile ahlâkı, Levamiu'l-Beyyinat ve Esasu't-Takdis adlı eserlerinde ise kelamla tasavvufu mezceder.
Râzî'nin, kelamla metafiziği bir potada yoğurup mezcettiğini belirten İbn Haldun, onun mantık konusundaki önemine de dikkat çekerek, mantığa yeni bir şekil verdiğini söyler. Gerçekten de Râzî mantık konusunu yeni bir biçimde ele aldı; daha sonra medrese hocaları bu şekli takip etti.
Kısacası Râzî, sadece kelam kitaplarını yeni bir anlayışla düzenlemek ve felsefî bahisleri bu ilme daha çok katmakla kalmadı, bundan daha önemli olarak, kelamın geleneksel konularını önceki kelamcılardan farklı olmak üzere, felsefî bir tahlil ve yoruma da tâbi tuttu.
Fıkıh İlmindeki Yeri
Temelde kelamla ilgilendiyse de Râzî, fıkha da önem verdi. Fıkıh usulüne dair el-Mahsul fî Usuli'l-Fıkh, el-Meâlim ve İhkâmu'l-Ahkâm gibi eserleri, onun fıkıhtaki kudretine delildir.
Râzî, özellikle fıkıh usulünde dirayetli olup, bu ilmi mütekellimîn üslûbuyla inceledi. Râzî'nin Şafiî fıkhındaki önemi, birçok Şafiî âliminin fetvalarında vücut bulan pratik uygulamalardan çok, fıkhın teorik esaslarına yaptığı katkılarda ortaya çıkar.17 Bununla birlikte Şerhu'l-Veciz fî Fıkhi'l-Gazalî adlı eseri tamamıyla pratiğe yönelik bir eserdir. Ancak ibadet ve nikâh bölümlerini üç ciltte incelemiş ve gerisini tamamlayamamıştır.18 Meşhur tefsiri Mefâtihu'l-Gayb'da da yeri geldikçe fıkhî meselelere girer. Fıkıhtaki usulünü Mâide sûresindeki abdest ayetinde 41. meselede açıklar.
Hadis İlmindeki Yeri
Râzî kelâm, felsefe ve usul gibi ilimlerle meşgul olurken, bu ilimler seviyesinde derinlemesine bir hadis tahsiline fırsat bulamamış gibi görünüyor. Mesela o, en ciddi konularda bile başka müfessirlerden hadis nakleder. Zehebî (748/1347)'nin Râzî'yi hadis ravileri arasında duafadan saymasına, es-Subkî (771/1369): "Râzî'yi bu raviler arasında zikretmek anlamsızdır. Çünkü o muhaddislerden değildir."19 şeklinde cevap verir.
Bununla birlikte Râzî, özellikle tefsirinde çok sayıda hadis nakleder. Bu nakiller arasında yer yer hadisin kaynağını belirtir, bazen de senedini olduğu gibi verir. Râzî yeri geldikçe hadis usûlü konularında da görüş beyan eder. Tefsirinin mukaddimesinde lafızların delâletinden bahsederken, kısaca âhâd ve mütevâtir haberlere işaret eder.
Tefsir İlmindeki Yeri
Râzî'nin diğer ilimlere olan ilgisi onun Kur'ân'a olan aşkını asla azaltmadı. Şöyle dediği rivayet edilir: "Kelâm ilminin bütün metotlarını ve felsefenin bütün yollarını denedim, fakat Kur'ân-ı Kerim'i okumaktan elde ettiğim faydayı hiçbirisinde bulamadım."20 Buna rağmen tefsire ait eserlerini ömrünün sonlarına doğru kaleme aldı. Anlaşılan Râzî, kelam ve felsefe alanında zengin bir bilgi birikimine sahip olduktan sonra, bu müktesebatla Kur'ân'a baktı ve tefsir ilmi daha çok ilgisini çekti. Neticede Râzî, elde edip geliştirdiği usûl ve benimsediği bakış açısıyla, diğerlerinden farklı ve özgün bir tefsir yazmanın mümkün olduğu kanaatine varmış; özellikle Fatiha sûresindeki anlam ve muhteva zenginliği dikkatini çekmiş olmalı ki, sadece bu sûreden on bin mesele çıkarabileceğini söyledi ve bu iddiasını ispatlamak için Fatiha suresini tefsire başladı.21 Bu sûreyi başarılı bir şekilde tefsir etmeyi başaran Râzî'nin tefsir yazma arzusu, adeta bir tutku haline geldi. Zira bildiği ilimlerin çoğundan bu hususta faydalanabileceğini, bilgi birikimini tefsire aktarmasının ve yansıtmasının verimli neticeler vereceğini düşünmüş olmalıdır. Bu düşünce onu, Mefatihu'l-Gayb isimli muazzam tefsirini yazmaya sevk etti denebilir.
Çeşitli Fırkalarla Mücadelesi
Râzî'nin gayretli ve mücadeleci bir ruha sahip olduğu hemen her eserinde açıkça görülmektedir. Sürekli olarak okuyan, araştıran ve çeşitli zümrelere mensup âlimlerle ilmî ve fikrî münakaşa ve münazaralar yapan Râzî'nin, çok seyahat eden bir insan olduğunu hayat hikâyesinden öğreniyoruz. Bu gezilerinin gayesi, hem gittiği yerdeki bilginlerden ve kütüphanelerden faydalanmak, hem İslâmî meselelerin doğru yorumlarını anlatmak ve bunların savunmasını yapmaktı. Böylelikle Ehl-i Sünnet muhalifi fırkalarla daha etkili mücadele etme imkânını bulmuş oluyordu. Zaten temel gayesinin sahih bir İslâm anlayışını müdafaadan başka bir şey olmadığını, samimi dualarından, yalvarışlarından ve coşturucu vaazlarından öğrenebiliyoruz.
O, özellikle fesahat, belagat ve zekâsının keskinliğiyle ün yapmıştı. Râzî'yi muarız seçen herkes, kısa zamanda onun cedel ve belagat silahlarını kullanmada ne derece usta olduğunu anlayabiliyordu. Münazarat isimli kitabı bu özelliklerinin çarpıcı delillerini ihtiva eder.
Mu'tezile ile irade, insan fiillerinin yaratılması, kaza-kader, hayır-şer, Kur'ân'ın mahlûk olup olmaması, ru'yetullah, Allah'ın zat, sıfât ve fiilleri, va'd-vaîd ve hüsün-kubuh gibi konuları tartıştı ve hemen her defasında galip geldi.
Râzî'nin esas mücadeleleri, önce Müşebbihe ve Mücessime dediği Kerramiye ile oldu. Tefsirinde yeri geldikçe Kerramîlerin düşüncelerini çürütme yoluna gitti. Bu gayret ve mücadelesinden ötürü Sultan Gıyaseddîn'e şikâyet edildi ve neticede, bir rivayete göre, Kerramîler tarafından zehirlendi.24 Şiî ve Karmatîlerin görüşlerini de çürütme yoluna giden Râzî'nin, zamanında çok kuvvetli olmakla beraber Tasavvuf akımı ve tasavvuf ehliyle herhangi bir şekilde ihtilafa düştüğü ve onlarla tartıştığı bilinmemektedir.
Râzî'nin Tefsirinden Bir İki Anekdot
İhlâsı Elde etme Yolu
"Cenab-ı Hak kullarına sanki şöyle sesleniyor: 'Kulum! Çok fazla ibadet edeceğim diye yorulma; ihlâsla yapmaya çalış. Ben sana elimden gelen her şeyi vermedim ki, senin elinden gelen her şeyi isteyeyim. Mesela, ticaret malının zekâtında kırkta bir, kırk koyundan bir koyun istiyorum. Ancak sana verdiğim nimetlerde sadece seni kastettim. Sen de ibadetlerinde kimseye ve her hangi bir şeye pay çıkarma. İhlâsla sadece benim için yap.' İşte ihlâsı kazanmanın yolu…"25
Takva'nın Anlamı
"Takva kelimesi şu anlamlara gelir: 1. Kulun, yaptığı ibadetlerde kusur edeceği endişesine düşerek, elinden geldiği kadarıyla eksikliklerden sakınması, 2. Kulun, yaptığı ibadetleri Allah'ın rızasını istemenin dışında, her hangi bir maksat için yapmaktan şiddetle kaçınması, 3. Kulun, ibadetlerine şirk şaibesinden şiddetle uzak durması demektir."
Allah'ın Rahmetinden Ümit Kesilmez
"Allah'ın rahmetinden ümit kesmek, ancak kişinin, Allah'ın her şeye kadir olmadığına ya da her şeyi bilmediğine veya O'nun cömert değil de cimri olduğuna inanması durumunda söz konusu olur. Bu üç durumun hepsi de küfürdür. Öyle ise, ümitsizlik, bu üç durumdan biriyle olduğuna göre, ümitsizlik kâfirin sıfatı olur."27
Dipnotlar
- Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, 4/271.
2.İ. A. Harzemşahlar, F. Köprülü, 5/250.
3.Sübkî, Tabakatu'ş-Şafiiyye, 5/33.
4.İbn Hallikan, Vefeyat, 4/250.
5.İbnu'l-Kıftî, İhbaru'l-Ulemâ, 190.
6.İbn Hallikan, Vefeyat, 4/250.
7.İbn Kıftî, İhbaru'l-Ulemâ, 191.
8.İbn Ebu Useybiya, Uyûnu'l-Hikme, 462.
9.İbn Kesir, el-Bidâye, 13/55.
10.İ. Subkî, Tabakatu'ş-Şafiiyye,5/33.
11.İbn Hallikan, Vefeyat, 4/250.
12.İbn Teymiyye, Mecmeu'l-Fetâva,5/106.
13.Taşköprîzâde, Mevzuatu'l-Ulûm, 566.
14.İbn Haldun, Mukaddime, 3/1020.
15.Şerif, M. M., İslam Düşüncesi Tarihi, 2/272.
16.İbn Haldun, Mukaddime, 3/1082.
17.Şerif, M. M., İslam Düşüncesi Tarihi, 2/227.
18.Razî, İtikadu'l-Fıraki'l-Müslimîn ve'l-Müşrikîn, 33.
19.Zehebî, Mizânu'l-İ'tidal, 3/340.
20.İbn Ebi Useybiya, Uyûnu'l-Enba, 2/27.
21.Razî, Mefatih, 1/2.
22.Uludağ, S., Fahrettin Razî, 112.
23.Subkî, Tabakat, 5/34.
24.İbn Kesir, el-Bidaye, 13/19.
25.Razî, Mefatih, 27/45.
26.Razî, Mefatih, 11/205.
27.Razî, Mefatih, 18/199.