Bir İlim ve Zühd Kahramanı Süfyan-ı Sevrî Hazretleri





Author: Prof.Dr. Muhittin AKGÜL - min read. - Post Date: 05/11/2020
Clap

Hadîslerin cem ve hıfz işinin zirvede olduğu bir dönem olduğu gibi, değişik konularda ictihad da yine bu dönemdedir. Ebû Hanife Hazretleri, İmam Malik, Evzai gibi İslâm tarihinin özellikle fıkıh sahasının zirvesini tutanlar bu dönemin parlak simalarından sadece birkaçıdır.

 

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasına büyük emekleri olan, bundan dolayı da Tefsir Usulü literatürüne “müfessir” unvanıyla geçen zevatı, sahabe ve tâbiîn dönemlerinde, Mekke, Medine ve Kûfe ekolleri olarak üç kategoride ele alabiliriz. Mekke ekolünün başında, Allah Resûlü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) de mübarek dualarına mazhar olan İbn Abbas; Medine ekolünün başında Zeyd b. Eslem el-Adevî; Kûfe ekolünün başında ise Peygamber Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) değişik övgülerine mazhar olan İbn Mesud Hazretleri gelmektedir.

Tebe-i Tâbiîn asrına gelince, bu dönemdeki müfessirler, başlangıçtan kendi dönemlerine kadar gelen bütün ekolleri birleştirmiş, rivayetleri toplamış ve böylece tefsire ayrı bir zenginlik katmışlardır. Bu dönemin önde gelen müfessirleri, Şu’be b. Haccac (v.160), Süfyan-ı Sevrî (v.161), Veki’ b. Cerrah (v.197), Süfyan b. Uyeyne (v.198), Yezid b. Harun (v.206) ve İshak b. Râhuyeh’tir (238). Bu zâtların tefsirleri müstakil olarak günümüze kadar ulaşmasa da Taberi ve daha sonraki bütün müfessirlerin asıl kaynaklarını teşkil etmiştir.

Tanıtacağımız şahsiyet, yukarıda ismi geçenlerden, hadîs, fıkıh ve tefsirde önemli bir sima olan Süfyan-ı Sevrî’dir. Sevrî’nin babası Said b. Mesruk, devrinin önemli şahsiyetlerindendir. Muhaddislerin, sika (hadiste güvenilir) olarak kabul ettikleri sınıftandır. İlim ve takvada, devrinin önde gelenlerindendir. Kûfe’de yetişmiş, Abbasi Halifesi Mansur’un kadılık teklifini kabul etmemiş, oradan ayrılarak Mekke-Medine’de hayatını sürdürmüştür. Daha sonra da Halife Mehdi’nin kadılıkla ilgili teklifini kabul etmemiş, Basra’ya gitmiş ve orada vefat etmiştir.1

Süfyan-ı Sevrî, hicri 97’de Kûfe’de doğmuş, 161 yılında da Basra’da vefat etmiştir. Sevrî, küçük yaşta ilim tedrisine başlamış, erken yaşlarda çevresindeki kimselerin dikkatini çekmiştir. Devrinin önde gelen pek çok âliminden ders almıştır. Fıkıhta müstakil bir mezhep sahibi olup, zamanla takipçisi olmadığından mezhebi yaygınlık kazanmamıştır. Özellikle hadîs, tefsir ve fıkıhta önemli bir simadır.

 

Yaşadığı Dönemin Genel Durumu

Süfyan-ı Sevrî’nin hayatı, Emevîler’in son dönemi ile Abbasiler’in ilk yıllarına rastlamaktadır. Hadîslerin cem ve hıfz işinin zirvede olduğu bir dönem olduğu gibi, değişik konularda ictihad da yine bu dönemdedir. Ebû Hanife Hazretleri, İmam Malik, Evzai gibi İslâm tarihinin özellikle fıkıh sahasının zirvesini tutanlar bu dönemin parlak simalarından sadece birkaçıdır. Bu dönem, Mu’tezile, Cehmiyye, Mürcie gibi Ehl-i Sünnet’in dışındaki fırkaların da ortaya çıkışına rastlamaktadır. Bu dönem, aynı zamanda bid’at fırkaların da ortaya çıktığı bir asırdır. Yine Fudayl b. Iyaz, Ebû Süleyman ed-Dârâni gibi mâneviyat dünyasının zirveleri de aynı asırda yaşamışlardır.2

 

Eserleri

Tek ciltlik bir tefsiri olup, sahabe ve tâbiinin rivayetleriyle Kur’ân’ı tefsir etmiştir. Hadîse dair el-Câmiu’l-Kebir ve el-Câmiu’s-Sağir eserleri vardır. Fıkıhla ilgili olarak da Kitâbu’l-Ferâiz adlı eseri vardır.

 

Kur’ân’la Meşguliyeti

Süfyan, bir mü’min için hayatın gayesi olan Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasını her şeye tercih eder ve şöyle derdi: “Bir mü’minin kalbinde, Kur’ân’ın anlaşılmasıyla dünya metaı arkasında koşmak, asla beraber bulunmaz.”3

Yine o, Kur’ân-ı Kerîm’le meşguliyeti her şeyden daha faziletli olarak kabul ederdi. Bir defasında kendisine: “Allah yolunda savaşan kimseden mi, Kur’ân-ı Kerîm okuyandan mı daha çok hoşlanırsınız?” diye sorulduğunda Süfyan: “Elbette Kur’ân okuyan benim katımda daha sevimlidir. Zîrâ Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): “Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir, buyuruyor.” cevabını vermiştir.4

 

Hadîsle Meşguliyeti

Süfyan, devrindeki âlimler tarafından da bir otorite olarak kabul edilmektedir. Devrinin önemli simalarından Abdullah ibn Mübarek: “1100 kişiden ilim yazdım. Ancak Süfyan-ı Sevrî’den daha faziletlisini görmedim.” demiştir. Yine hadîste devasa bir isim olan Şu’be, Yahya b. Main ve dönemin önemli âlimleri de: “Süfyan, hadîste emirü’l-mü’minindir.”5 takdirleriyle bu hususa vurgu yapmışlardır.

Said b. Mansur da konuyla ilgili olarak: “İmam Malik’i gördüm. Hadîs için sağa sola gidiyordu. Arkasında da onu adım adım takip eden biri vardı ki, o da Süfyan-ı Sevrî idi. Âdeta bir talebenin, hocasından ilim öğrenmesi gibi ondan ilim öğreniyordu. İmam Malik ne zaman herhangi bir davranış sergilese, Süfyan onun aynısını yapıyordu.6 Süfyan, devrinde büyük bir hadîs otoritesidir. Nitekim Sevrî bir defasında, adaşı ve aynı zamanda o dönemin önde gelen âlimlerinden biri olan Süfyan b. Uyeyne’ye, neden hadîs rivayet etmediğini sorunca, ondan “Sen hayatta iken ben bunu yapamam!”7 şeklinde bir cevap almıştır. Süfyan b. Uyeyne de: “Devrin büyük muhaddisleri Süfyan’ın yanına gelip, ondan konuyla ilgili alacaklarını alırlardı.”8 demektedir.

Süfyan, hadîs rivayeti konusunda son derece titizdir. Bu titizliğini konuyla ilgili söylediği şu sözler de açıkça ortaya koymaktadır: “Kendi hakkımda Cehennem ateşinden en fazla korktuğum şey, hadîs rivayetidir. Hadîsle imtihan, altının ateşle imtihanından daha çetindir.”9

Süfyan, Allah Resûlü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) Sünnet’i dediğimiz söz, davranış ve takrirlerinin tespit edilip sonraki nesillere aktarılmasını, âdeta hayatının gayesi hâline getirmişti. Ona göre insanlar için hadîsten daha faydalı bir şey yoktu.10 Hadîslerin belletilmesine o kadar önem verirdi ki, “Şayet bir kimsenin hadîs öğrenme niyetinde olduğunu bilsem, evine kadar gider de onu öğretirdim.”11 sözü de bunu göstermektedir.

Süfyan, başkaları tarafından rüyada görülmüştür ve bu rüyalarda bile onun hadîs ilmine dikkat çektiği anlatılmaktadır. Konuyla ilgili olarak Abdurrahman b. Mehdi, babasından şunu nakletmektedir: “Süfyan’ı rüyamda gördüm. Ona hangi şeyi daha faziletli bulduğunu sorunca, en faziletli şeyin hadîs olduğunu söyledi.”12 Süfyan, hâlis bir niyetle hadîsle meşguliyetten daha hayırlı bir amel olmadığını söyleyince, hâlis niyetin ne olduğu sorulmuş. O da: “Kendisiyle Allah rızası ve ahiret yurdu istenilen şeydir.” demiştir.13

İlmî derinliği müsellem olan Süfyan için Bişr b. Hâris: “İlim sanki Süfyan’ın kaşlarının arasındaydı. Dilediğini oradan alır, dilediğini de bırakırdı.”14 demektedir. Kendisinden herhangi bir nasihat isteyeni, en faydalı bir şekilde irşad ederdi. Nitekim kendisiyle karşılaşan ve nasihat etmesini isteyen birine: “Dünyaya, dünyada kalacağın kadar, ahirete de ahirette kalacağın kadar çalış vesselâm!” demişti.15

 

İlimden Gaye

Süfyan, ilmin önemine vurgu yaparak, ilmi âdeta bir doktora benzetir ve ilmin, hastalığın bulunduğu yere ancak şifayı getirdiğini söylerdi.16 Süfyan ilim talebini, falanın filandan öğrendiği bir şey değil de asıl ilim talebinin Allah’a karşı saygı ve korku olduğunu belirtirdi.17

Süfyan, ilmin, memuriyet için değil de Allah rızası için olmasına çok önem verirdi. Bir defasında oldukça üzüntülüydü. Kendisine üzüntüsünün sebebi sorulunca şu anlamlı cevabı verdi: “Ben bu kadar insanı önüme aldım, onlara hadîs, fıkıh ve tefsir okuttum. Fakat gördüm ki, bu insanların çoğu kadılık veya bir başka memuriyet alıp devlete intisap ediyorlar. Bu durum beni çok üzüyor. Yarın mahşer gününde, onların yaptıklarının hesabı da benden sorulur diye çok korkuyorum.”18 Muhtemelen Süfyan-ı Sevrî’nin buradaki endişesi, devlette memur olmanın haramlığından değil, insanların öğrendikleri ilmi, sadece bir yerlere gelmek için bir vesile olarak kullanıp, ilimde asıl maksat olan mârifet derinliğinin hedeflenmemesidir.

Süfyan, sadece ilimle meşgul olup, ibadet hayatını gevşek tutan biri değildi. İlimle ibadetin birbirinden ayrılmayan bir bütünün iki parçası olduğunu kabul ederdi. Özellikle gece hayatına önem verir ve Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetlerin şükrünü yerine getirmeye özen gösterirdi. Nitekim Süfyan b. Uyeyne’nin anlattığına göre bir defasında gece vakti yemek yiyip de yemekten doyunca: “Eşeğin alafı (yiyeceği) bol olunca, yapacağı iş de fazla olur.” demiş ve geceyi sabaha kadar ibadetle geçirmiştir. Uyeyne devamla der ki, Süfyan bir defasında bizi evine davet etmiş ve bize sütle yanında bir şeyler ikram etmişti. Yemeğin ortasına gelince: “Kalkın da iki rekât bu nimetlere karşı şükür olarak namaz kılalım.”19 hatırlatmasını yapmıştı.

 

Beklentisiz Olması

Sevrî, aynı zamanda dünyevî makamlar karşısında hiçbir beklentisi olmayan ve dönemin idarecilerinden bir şeyler elde etmek için onlara yakın durmayan biriydi. Makam teklifleri karşısında müstenkif davranmış, böyle bir işin insana getireceği ağır sorumluluktan duyduğu endişeden olacak ki, asla yapılan cazip idarecilik tekliflerini kabul etmemişti. Nitekim nakledildiğine göre Süfyan-ı Sevrî, Halife Mehdi tarafından huzuruna çağrıldığında, halifenin yanına herhangi bir insanın yanına girer gibi girmiş, hilâfet makamını zikretmeksizin herhangi bir mü’mine verilen selâmı vermişti. Halifenin adamlarından Rebi’ ise o sırada elindeki kılıcına yaslanarak, halifenin Süfyan’la ilgili kararını beklemekteydi. Halife onu güler bir yüzle karşılayarak şöyle dedi:

“Ey Süfyan! Bizden, oradan buraya, buradan oraya köşe bucak kaçıp duruyordun. Seni yakalayıp da bir şey yapamayacağımızı zannediyordun? İşte şimdi gördüğün gibi elimizdesin. Söyle bakalım korkuyor musun sana bir kötülük yapacağımızdan?” Bu soru karşısında hiçbir korku duymayan Süfyan şöyle cevap verdi:

“Şayet benim hakkımda, istediğin bu kararı verecek olursan, hak ile bâtılı birbirinden ayırt eden Melik ve Kadir sıfatlarına sahip olan Allah Teâlâ da senin hakkında hükmünü icra eder.” Bu fütursuz cevap karşısında şaşıran Mehdi’ye, yanındaki adamı Rebi’ hemen araya girerek: Ey emire’l-mü’minin, müsaade et de bunun kellesini alayım!” deyince Mehdi:

“Sus! Şaşırdın mı? Süfyan gibileri öldürüp de onların mutluluğu bizim de şekavetimiz olacak bir sonucu mu arzu ediyorsun?” dedi. Sonra da adamlarına Süfyan’ın Kûfe kadısı olması için ferman yazmalarını emretti. Fermanı alan Süfyan, halifenin yanından çıkar çıkmaz, aldığı fermanı Dicle nehrine atarak tekrar kayıplara karıştı. Her yerde aranmasına rağmen bir türlü bulunamayınca, onun yerine kadılık makamını Şerik b. Nehai üstlendi.20

Muhtemelen halife kendisini bu işe oldukça ehil bir kimse olarak görüp, bu önemli vazifeyi ona vermek istemesine rağmen Sevrî, derin mesuliyet şuuru ve ahirette, yapacağı işlerden tek tek hesap verme endişesinden dolayı, bu görevi kabul etmekte diretiyordu. Böylece Süfyan, oldukça cazip olan bir teklifi kabul etmemiş, aynı zamanda kıyamete kadar gelecek âlimlere de konuyla ilgili önemli bir örneklik teşkil etmiştir.

 

Mânevî Derinliği

Süfyan-ı Sevrî, ilminin yanında mânevî olarak da derindi. O, bu dünyada insanın kazanıp elde ettiklerinin ne kadar büyük bir mesuliyet getirdiği şuuruyla şöyle demektedir: “Arkada on bin dirhem bırakıp ondan kıyamet gününde hesap vermektense, fakir olup insanlara muhtaç olmayı tercih ederim.”21 Yine O: “İnsanın ahirete ait amellerinin karşılığını dünyada beklemesinden daha kötü bir istek yoktur.”22 diyerek, mü’minlerin yaptıkları işler karşısında herhangi bir beklenti içine girmemelerine dikkatleri çekmiştir.

Allah korkusu da Süfyan’da oldukça derindir. O, günahlarından değil, imansız gideceğinden tir tir titremektedir. Nitekim arkadaşı olan ve aynı zamanda hizmetine de bakan Mücîb b. Musa el-İsbahanî’nin anlattığına göre, bir defasında Mekke’den dönerken yolda Süfyan hüngür hüngür ağlamaya başlamış. “Bu ağlaman günahlarından dolayı mı?” deyince, bineğindeki eşyaların içinden bir çubuğu alıp yere atmış ve: “Günahlar, şu attığım çubuktan daha basit bir şey. Allah’a karşı imansız gideceğimden endişe ediyorum!”23 demiştir.

Onun bu mânevî derinliğine işaret eden olaylardan birisi de şudur. Bir defasında Allah Resûlü’nü (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyasında görmüştür. Kendi anlatımıyla hâdise şöyledir: “Makam-ı İbrahim ile Rükün arasında uyuyakalmıştım. Birden bana doğru gelen birisini gördüm. Bana yaklaşarak: ‘Sen böyle bir mekânda uyuyor musun? Burası öyle bir mekândır ki, dualar asla geri çevrilmez.’ dedi. Derken hemen uyanıp toparlandım, Müslüman ve mü’minlere dua ettim. O kadar uzun dualar ettim ki gözlerim tekrar kapanıp kendimden geçmişim. Bir de ne göreyim! Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bana doğru yaklaştı. Ben de: ’Yâ Resûlallah! Nu’man lakabıyla anılan Kûfe’deki o adam (Ebû Hanife) hakkında ne diyorsun? Onun dediklerini alayım mı?’ deyince Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): ‘Onun dediklerini al ve onlarla amel et. O ne iyi bir insandır!’ buyurdular. Derken uyandım. Sabah ezanları okunuyordu. Gerçekten o güne kadar Ebu Hanife ile ilgili içimde bazı hoş olmayan hisler vardı. Gördüğüm bu hâdiseden sonra hemen Allah Teâlâ’ya bunlardan dolayı tevbe istiğfarda bulundum.”24

 

Fakirlere Karşı Tutumu

Süfyan, fakirlere karşı da oldukça hassas davranır, meclislerinde onlara büyük değer verirdi. Nitekim bir rivayete göre zenginlerin kendilerini en alt derecede gördükleri yer Süfyan’ın meclisleri olduğu gibi, fakirlerin de kendilerini en itibarlı gördükleri yer, yine Süfyan’ın meclisleriydi.25

 

Doğruyu Her Yerde Dile Getirmesi

Süfyan-ı Sevrî’nin, Halife Harun Reşid’e yazdığı mektup ise örnek bir âlim davranışını gösterir. Harun Reşid halife olunca, eski bir dostu ve arkadaşı olan Süfyan’ın da kendisine gelip biat etmesini bekler. Ancak Süfyan hiç de onun gibi düşünmez. Derken Harun Reşid artık dayanamaz ve bir mektup yazıp Süfyan-ı Sevrî’ye gönderir. Mektubunda biraz da sitemle: “Herkes geldi biat etti, alacağını aldı. Hâlbuki benim gözlerim hep seni bekledi durdu.” der. Süfyan, gelen mektubu kendisi açıp okumaz. Talebelerinden birine okutur. “Bir zalimin yazdığı mektuba ben el süremem!” der. Sonra da cevabı aynı kâğıdın arkasına yazdırır. Talebesi, kirli bir kâğıda, halifeye gidecek mektubu yazmak uygun olmaz mânâsına itirazda bulunursa da bu büyük insan ona şu cevabı verir: “Eğer bu kâğıt milletin malından alınmışsa onu geri göndermiş olacağız. Eğer kendi malından ise benim onun için harcayacak param yok...”

Sonra da şunları dikte ettirir:

“Harun, halife oldun. Milletin parasını sağa-sola savurdun. Beni de bu işe şahit tutmak için yanına çağırıyorsun. Unutma, bir gün Rabbinin huzuruna çıkacak ve bütün bu yaptıklarından hesap vereceksin…” diye başlayarak uzun uzun nasihatlerde bulunur. Hâdisenin gerisini, Harun Reşid’in sarayında bulunan bir müşahit bize şöyle nakletmektedir:

Harun Reşid, mektubu alıp okudu. Hıçkıra hıçkıra ağladı. Her namazdan sonra bu mektubu getirtip okutuyor ve ardından da: “Senin gibi bir dost, esas bu günlerimde benim yanımda olmalıydı. İşte o zaman inhiraftan, kaymaktan kurtulmuş olurdum...” derdi.26

Aslında Harun Reşid, kendinden önce halifelik yapmış raşid halifelere benzemek için her türlü gayreti sarfeden biriydi. Buna rağmen Sevrî’nin ona zalim demesi, muhtemelen onun daha dikkatli davranması, kendisiyle yakın arkadaş olması dolayısıyla nazının geçmesi ve irşad makamında olmasından dolayıdır. Yoksa Harun Reşid’in anladığımız mânâda bir zalim olmasından değildir.

 

Doğruyu Görünce Hemen Kabul Ederdi

Süfyan, aynı zamanda doğruyu gördüğünde daha önceki kararından vazgeçen, doğru karşısında bildiğinin tam tersi bile olsa direnmeyen kadirşinas bir simaydı. Bir defasında kendisi, Mukatil b. Hayyan, Hammad b. Seleme ve devrin önde gelen uleması kendi aralarında toplanarak dediler ki: “Fakihlik yaptığını zanneden Numan b. Sabit (Ebû Hanife), aslında kıyastan başka bir şey yapmıyor. Beraberce yanına gidip, yaptığının kıyastan başka bir şey olmadığını kendisine söyleyelim ve bu konuda kendisiyle münakaşa edelim. Şayet yaptığının kıyas olduğunu kabul ederse, o zaman da kendisine kıyaslar yapmakla büyük bir hata işlediğini hatırlatalım. Zîrâ kıyası ilk yapan şeytandır. Nitekim şeytan Allah Teâlâ’ya: ‘Beni ateşten, Âdem’i topraktan yarattın!’ demişti.”

Ebu Hanife Hazretleri, bunlarla Cuma günü Kûfe Camiî’nde münazaraya girişti. Kullandığı yöntemle ilgili delillerini ortaya koydu. Gösterilen bu deliller karşısında hepsi Ebû Hanife Hazretlerine: “Sen gerçekten ulemanın efendisi (yani en büyüğüsün)! Hakkında olumsuz şeyler konuştuğumuzdan dolayı bizi bağışla! Gerçekten senin hakkında delilsiz ve bilmeden konuşmuşuz” dediler. Ebû Hanife Hazretleri de büyük bir olgunluk göstererek onları mazur gördü ve hiçbir şey demedi.27

 

İdarecilere Karşı Cesareti

Süfyan, yaşadığı dönemdeki idarecilere karşı da oldukça cesur davranmış, yanlışlarını düzeltici yollar bulmuş ve derin Kur’ân bilgisiyle âdeta onları dize getirmiştir. İdarecilerden hiçbir zaman beklenti içinde olmamış ve onların verdiği yüksek meblağları asla kabul etmemiştir. Buna örnek olarak şu hâdiseyi verebiliriz. Bir defasında zamanın halifesi Harun Reşid, eşi Zübeyde’nin üzerine evlenmek istemiş ve bunu eşine açmış. Eşi ona böyle bir şeyin asla helâl olmayacağını söyleyince, Harun Reşid, böyle bir evliliğin helâl olduğu konusunda ısrar etmiş. Bu defa eşi: “O zaman beni bırakır ondan sonra dilediğinle evlenirsin!” deyince Harun Reşid ona: “Aramızda hüküm vermesi için Süfyan’a ne dersin deyince, Zübeyde: “Tamam o olur.” demiş. Harun Reşid Süfyan’a, eşi Zübeyde’nin, kendi üzerine ikinci bir hanımla evlenmesini helâl görmediğini söyleyip, birden fazla evlenmenin cevazıyla ilgili Nisâ Sûre’si 3. âyetindeki konuyla ilgili:

فَانْكِحوُا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنىَ وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ

“Dilediğiniz kadınlardan iki, üç veya dört tane evlenin…” kısmını okumuş. Sonra da susup Süfyan’ın fetvasını beklemeye koyulmuş. Süfyan Harun Reşid’e âyetin geri kalanını da okumasını istemiş. Âyetin geri kalan kısmında ise: فَإِنْ خِفْتُمْ أَنْ لاَ تَعْدِلوُا فَوَاحِدَةً “Şayet adaletle davranamamaktan endişe ederseniz, o zaman birle yetinin” hususu vardır. Süfyan, Harun Reşid’e: “Sen adaletli davranamazsın.” diyerek, böyle bir evliliğin onun için helâl olmayacağını bildirmiştir. Süfyan’ın, bu cesaret ve adaletle verdiği fetva karşısında duygulanan Harun Reşid, kendisine on bin dirhem verilmesini emretmişse de Süfyan bunu kesinlikle kabul etmemiştir.28

Süfyan, adaletli halifelerin beş kişiden ibaret olup, onların da Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Ömer b. Abdulaziz olduğunu, bunlardan başkasını aynı kategoride sayanın ise haddi aşmış bir zalim olduğunu belirtmiştir.29

Süfyan, kimseye kin gütmez ve asla beddua etmezdi. Herhangi bir kimseyle düşmanlığı gerektiren bir durum zuhur edecek olduğunda ise: “Allah sana Cehennem ateşinden koruma afiyetini ihsan buyursun!”30 şeklinde dua ederdi.

 

Dipnotlar

  1. Zirikli, A’lam,3/104.
  2. Bkz: Abdul-Ğani ed-Dakar, el-İmam Süfyân’us-Sevrî, Dâru’l-Kalem, Beyrut 1994, s. 5-14.
  3. Zerkeşî, el-Burhan, 1/6.
  4. Nevevî, Et-Tibyan fî Âdâb-i Hameleti’l-Kur’ân, 1/7.
  5. Zehebî, İber, 1/43.
  6. Kadı Iyaz, Tertîbü’l-Medârik ve Takrîbü’l-Mesâlik, 1/39.
  7. İbn Adiy, el-Kâmil, 1/85.
  8. Aynı yer.
  9. Safedi, et-Terâcim ve’t-Tabakât, 5/89.
  10. Ebû Nuaym, Hilye, 3/132.
  11. Ebû Nuaym, 3/132.
  12. Ebû Nuaym, 3/132.
  13. Ebû Nuaym, 3/133.
  14. İbn Hallikân, Vefeyâtu’l-A’yân, 2/386.
  15. İbn Hallikan, a.g.e; 2/387.
  16. Ebû Nuaym, 3/134.
  17. Ebû Nuaym, 3/134.
  18. Gazâli, İhyâ, 1/48.
  19. İbn Hallikân, Vefeyâtu’l-A’yân, 2/386.
  20. Safedî, El-Vâfî bi’l-vefeyât, 5/89-90.
  21. Ebû Nuaym, 3/140.
  22. Ebû Nuaym, 4/18.
  23. Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 4/77.
  24. Et-Takiyyu’l-Ğuzzî, et-Tabakâtü’s-seniyye fî terâcîmi’l-Hanefiyye, 1/46.
  25. Ebû Nuaym, 3/132.
  26. Gazali, İhyâ, 2/507-509.
  27. et-Takiyyü’l-Ğuzzî, age, 1/40.
  28. Ebû Nuaym, 3/138.
  29. Ebû Nuaym, 3/139.
  30. Ebû Nuaym, 4/24.
Author: Prof.Dr. Muhittin AKGÜL - min read. - Post Date: 05/11/2020