Kur’ân Işığında Big Bang Teorisi





Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 02/04/2020
Clap

İnsanın aklı ve ilmi mahdut olduğu gibi, kâinat ve hayat hakkındaki beşerî ilmî ilerleme de zamanın akışı içinde yavaş yavaş olmaktadır. Kur’ân ise Mutlak İlim Sahibi’nden geldiği için kesin hakikatler ihtiva etmekle birlikte bunları beşerin sınırlı seviyesine anlatma durumundadır.

Büyük Patlama (Big Bang) teorisini anlamak, doğrusu, benim gibi, astronomi ve astrofizikte uzman olmayan biri için, oldukça güç bir meseledir. Fakat bu teoriyi basite irca ederek anlatanlar şöyle diyorlar:

“Kâinat, bütün madde ve enerjisinin toplamını ihtiva eden ‘iptidai (ilk) atom’ veya ‘kozmik çorbanın’ dehşetli bir patlama ile genişletilmesi sonucu vücuda gelmiştir. Patlamanın ilk anında sıcaklığın trilyonlarca dereceyi bulduğu sırada, bugünkü âlemi meydana getirecek olan atom parçacıkları yaratılmış, sonra bu parçacıklardan atomlar, atomlardan gaz ve toz bulutları, bulutlardan galaksiler kurulmuştur. İşte kâinat, tarihinin başlangıcındaki bu dehşetli patlamanın tesiriyle genişlemektedir.”1

1940’lı yıllarda ortaya atılıp zamanla kuvvet kazanan bu teori, Amerikan Uzay Araştırma Merkezi (NASA)’nın, kâinatın geçmişini, araştıran Cobe ismini verdikleri uydunun elde ettiği bilgilerle bir daha teyit edildi. Bu teoriye göre, patlamadan sonra açığa çıkan mâzi radyasyonu da hâlen mevcuttur. Böyle bir radyasyon, 1964 yılında A. Penzias ve R. Wilson tarafından bulunmuş ve onlara Nobel Ödülü kazandırmıştır. 1989’da fezaya fırlatılan uydu, üç yıl kadar dünyanın etrafında dolaştıktan sonra, mikro dalgalarla “büyük patlama”nın haritasını yaptı ve ana sorulara cevaplar getirdi.2

 

Kur’ân’ın Bir Hususiyeti

Bu teori ile Kur’ân-ı Kerim’in münasebetine geçmeden önce yüce kitabımızın bir hususiyetini hatırlamakta fayda vardır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, bu itibarla, âyetleri ikiye ayırır: Muhkem olanlar, müteşabih olanlar.

Muhkem, mânâsı tek ve net olup başka bir mânâya ihtimali bulunmayan âyetlere denir. “Doğru söyleyin!”, “Riba yemeyin!”, “Birbirinizi gıybet etmeyin!” gibi.

Diğer kısım ise müteşabih olup birden fazla mânâ ihtimali söz konusu olup tefsiri için haricî delile ihtiyaç gösterirler. Müteşabih âyetle mânâlar içiçe girer, biri birini andırır, bunlardan hangisinin kaydedildiği hakkında muhatap tereddüt eder. Müteşabihlerin Kur’ân’da yer almasının hikmetleri çok olup şimdi onları anlatmaya mekân müsait değildir. Sadece şunu belirtelim: İnsanın aklı ve ilmi mahdut olduğu gibi, kâinat ve hayat hakkındaki beşerî ilmî ilerleme de zamanın akışı içinde yavaş yavaş olmaktadır. Kur’ân ise Mutlak İlim Sahibi’nden geldiği için kesin hakikatler ihtiva etmekle birlikte bunları beşerin sınırlı seviyesine anlatma durumundadır. Binaenaleyh bazı âyetler gerçekleri, insanların izafî konumlarına göre, farklı, anlamalarını mümkün kılacak şekilde, yani gerçeği olanca genişliği ile değil, muhatapların anlayabilecekleri nispette anlatacak tabirler kullanırlar. Bunu şöyle bir misalle açıklayalım:

Kristal bir avize ile aydınlatılan bir salonda oturan şahıslar, oturdukları konuma göre değişik ışınlar ve renkler algılarlar. Hatta bir şahıs bulunduğu yerden hafifçe sağa sola kımıldarsa naklen, ışınlar derhal farklılaşır. Hâlbuki ışık kaynağı olan ampuller ve elektrik akımının voltajı değişmemiştir. Aynen bunun gibi Kur’ân da gerçek de değişmediği hâlde, muhatapların seviyelerinin farklılığı, ondan istifadede farklılığa sebep olmaktadır. Beşer hayatında izafî hakikatler çok geniş bir yer tuttuğundan Kur’ân-ı Kerim’de de izafi müteşabihler çoktur.

Güneş kendine mahsus bir müstekarra doğru akar.” (Yâsîn sûresi, 36/38),

“Ne yücedir O Allah ki toprağın bitirdiklerinden kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden olan bütün çiftleri yaratmıştır.” (Yâsîn sûresi, 36/36),

“Dağlara bakınca onları durur sanırsın, hâlbuki onlar bulutlar gibi hareket ederler.”(Neml sûresi, 27/88),

“İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.” (Rahman sûresi, 55/19-20) gibi pek çok âyet bu kabîldendir. Bunları herkes derecesine göre anlar.

 

Kur’ân ve Kâinatın Yaratılışı

Şimdi “Big Bang” teorisi ile ilgili gördüğüm âyet-i kerimeleri zikredeyim: “İnkâr edenler bilmezler mi ki göklerle yer bitişik idi. Biz onları ayırdık.” (Enbiya sûresi, 21/30) Bu âyet, başlangıçta kâinatın bir madde teşkil edip onun ayrılmasıyla meydana geldiğini beyan etmektedir. Big Bang nazariyesinin ifade edilmesinden 56 yıl önce (1936’da) yayınlanan tefsirinde müfessir Elmalılı M. Hamdı Yazır, bu âyeti açıklarken şöyle diyordu: “Semavat ve arz ikisi bitişik bir şeydi, Allah aralarını ayırdı.” demektir. Bu mânâ madde-i ûla nazariyesine de temas eder (ilk madde teorisine temas eder.)3O yeri yayan, onda oturaklı dağlar çakan, ırmaklar yaratan ve bütün meyveleri çift yaratandır.” (Ra’d sûresi,13/3) âyetinin tefsirinde de şöyle diyordu: “Yani arzın maddesi, bed-i halkta (yaratılışın başlangıcında) suret-i icmalde yaratılmış (toplu, yoğun bir şekilde) yaratılmış olan madde-i ûladan (ilk maddeden) veya ecsam-ı ibtidaiyyeden veya ecram-ı semaviyyeden (gök cisimlerinden) fasl ve fetk olunarak meddedilmiştir (ayrılıp yayılmıştır).4

“Büyük Patlama” teorisi, ilk patlamadan sonra atomların yaratıldığını, atomlardan da gaz ve toz bulutlarının yaratıldığını göstermektedir. Şu âyet açıkça bir gaz safhasından bahseder:

Sonra (Allah’ın iradesi) duman hâlinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yere: ‘İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma girin!’ dedi. İkisi de: ‘İsteyerek geldik.’ dediler.” (Fussilet sûresi, 41/11) Âyette geçen duhan “toz, duman, nebülöz” safhasını düşündürmektedir.

“Büyük Patlama” nazariyesinin ihtiva ettiği ve A. Einstein, E. Hubble, A. Lemaitre gibi birçok bilginin ortaya koydukları “kâinatın genişlemesi”ne gelince, şu âyet-i kerime ile ilgili olabilir:

Biz göğü sağlamca kurduk ve gerçekten Biz onu genişletmekteyiz.” (Zâriyât sûresi, 51/47)

Âyette geçen sema (gök) sözü edilen Dünya dışındaki bütün kâinat demektir. Âyetteki “mûsiûn” hem semanın genişliğini hem de Allah’ın onu genişletmekte olduğunu ifade eder. Astronomi âlimleri kâinatın dış nebulelerinin, Güneş sisteminden ve birbirlerinden uzaklaştıkları neticesini çıkardılar. Bu esasa göre kâinat hareketsiz olmayıp, sabun köpüğü veya balonun genişlemesi gibi bir genişleme durumundadır.”5

Bu keşfin en önemli bir sonucu, eski Yunan filozoflarından beri birçok filozofun inkârına sebep olan bir dogmayı yıkmış olmasıdır. O da maddenin ezelî olduğu fikridir. Müslümanlar ise bu fikri Kur’ân’a imanlarına dayanarak, başlangıçtan beri reddetmişlerdir (tevil eden bazı İslâm filozofları hariç).

Fakat görüldüğü üzere, Kur’ân’da sadece bazı prensiplere işaretler vardır ki bu da ârif olanlara yetmektedir. Yoksa Fen bilimlerinin detaylarının onda yer almasını beklemek abestir. Zira her şeyden önce Kur’ân’ın esas maksadı insanlara akıl ve tecrübeleriyle kesin olarak ulaşamayacakları ilâhî hakikatleri bildirmektir. İnsanların elde edebilecekleri bilgileri kendilerine bırakır. Bununla beraber birtakım prensiplere işaret etmeyi ihmal etmez. Diğer taraftan Kur’ân bundan on beş asır önce yaşamış insanlarla, şimdikilere ve kıyamete kadar gelecek insanlara hitap etmektedir. Çeşitli seviyeler, bu kadarcık işarete kanaat getirmelidirler. Bu işaretler birleşerek, bu evsaftaki bir kitabın, ancak kâinatın yaratıcısı tarafından gönderilmiş olduğunu ispatlarlar. Kur’ân-ı Kerim’in bu kabîl müteşabih âyetleri birer yıldız gibidir. Bakan herkes görebilir. Kimisi bir sarı lira gibi parlar görürken büyük teleskoplarla bakan uzmanlar, bizden milyonlarca ışık yılı ötede, Güneş’ten bile kat kat büyük bir gökcismi olduğunu anlarlar. Önemli olan onun, bütün fânilerin üstünde herkese ışık vermesidir.

Bu keşif, son asırlardaki bazı keşifler gibi gayrimüslimlerin çalışmalarıyla oldu. Gayret gösteren bazı bilginler Allah’ın bu sırları açmasına vesile oldular. Bunların bazıları belki Yaratıcı’ya da inanmıyorlar. Bazıları ise Kur’ân’a ve Son Peygamber’e(aleyhisselâm) inanmıyorlar. Sanki Kur’ân, bu duruma da işaret ederek, Allah’ın bu hakikatlere muvaffak kıldığı azimli ilim sahiplerini Kur’ân’a inanmaya davet etmek üzere:(Kur’ân’ı) inkâr edenler bilmezler mi ki göklerle yer bitişik idi, Biz onları ayırdık.” (Enbiyâ sûresi, 21/30) buyurmaktadır.

Vallahu Teâlâ a’lem.

 

Dipnotlar

1- Ümit Şimşek, Big Bang (Kâinatın Doğuşu), İstanbul 1980, s.26,27.

2- Bkz.: Hasarı Hüseyin Korkmaz, Altınoluk Dergisi, Haziran, 1992, Sayı: 76, konu ile ilgili yazısı.

3- M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1984, 4/335.

4- M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 4/2951-2952.

5- Doç. Dr. Celal Kırca, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri. Krş.: (Tabatabâî, Tefsiru’l-Mizan, 18/382) bu âyet tefsirinde. M. Bucaille, Tevrat, İnciller,Kur’ân ve Bilim, s.248; Prof Dr. M. Hamidullah, Le Saint, Coran Paris, 1989.

Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 02/04/2020