Gece İbadeti
Nefsin sesinin işitilmez olduğu, onun hesabına bütün esbabın sükut ettiği bu anlarda bir sonraki günün panoramasını yapmak, hizmetin stratejisini düşünmekle, gecenin feyzinden istifade yanında, en doğru, en hatasız hizmet taktiği ilhâm edilir.
Teheccüd, geniş mânâsıyla, uyku gibi insanın en muhtaç bulunduğu ihtiyaçlarından birini, Allah için terketme, kalkıp O'nun huzuruna koşma demektir. Böylece insan gerektiğinde Allah için en sevdiklerini fedâ edebileceğini göstermiş olur.
Gündüzün sıkıntılarından kurtulma, ertesi günün getireceklerine rûhî hazırlık mânâsını da taşıyan namaz, duâ, zikir, tesbih, kendini geleceğin mimarı kabul edenlerin dikkat etmesi gereken bir husustur. Nefsin sesinin işitilmez olduğu, onun hesabına bütün esbabın sükut ettiği bu anlarda bir sonraki günün panoramasını yapmak, hizmetin stratejisini düşünmekle, gecenin feyzinden istifade yanında, en doğru, en hatasız hizmet taktiği ilhâm edilir.
Bu saatlerde kitap okumak, diğer vakitlerdeki zihni yoğunlaştıramamaktan meydana gelen kayıpların aksine oldukça verimlidir. Zira, ilâhî esintilerin baş üstünde dolaşıp durduğu bu kutlu vakitte, az bir gayretle pek çok şeyler yakalanabilir. Gece, nihayet bir zuhûr demidir. Ertesi günün getirecekleri, gün yüzünü o demde idrâk eder. İyi ve kötü adına pek çok şeyin zuhur anı o demlerdir. Bazı kavimlerin helâk vakti gece olduğu gibi, Mirac’ın vakti de yine gecedir.
Ruhun, nefsin prangalarından azâde kaldığı bu kutlu anları rûh hesabına kaydetmek, Ruh Mimarlarının şiarı olmalıdır.
Teheccüdün Mânâsı:
Teheccüd, namaz için uykudan uyanmaya denildiği gibi gece uyuyup uyandıktan sonra kılınan namaza da denir. Tabiîn müfessirler'inden Mücahid, el-Esved ve Alkame'den rivayet edildiğine göre, teheccüd kelimesi, kılınacak namaza teheccüd isminin verilebilmesi için uyuduktan sonra uyanmayı icab ettirmektedir. İbnü'l-Arabî ve İbn Berzah bu fiilin, uyuma ve gece uyanıp namaz kılmak mânâsına geldiğini söylemekle kelimenin ezdâddan(*) olduğunu kaydederler. Tefâul babı selb mânâsını da taşıdığından teheccüd uykuyu terketmek mânâsına gelmektedir. Bu durumda teheccüd uyanmak mânâsına" gelir. Ayrıca tefâul babı tekellüf mânâsını da ihtiva ettiğinden teheccüd meşakkatli uyanma mânâsına gelir. Bu son görüş tercih edilmiştir.[1]
Teheccüdün hükmüne gelince: Cumhur'a göre Efendimiz (s.a.s.)'e farz idi. Ümmetine ise sünnet-i müekkededir. Ancak bu mevzûda şu ihtilaflar vâki olmuştur:
- “Nâfileten leke” ibaresi diğer beş vakit namazdan gelir. Efendimize emredilen şeyleri, ümmetinin de yapması icabeder. Ancak burada olduğu gibi tahsis edici bir ifade olunca ümmetine farz olmaz. İmam Nevevî ve diğer Şafiîler, Efendimiz’e (s.a.s.) farziyetinin neshedildiğini söylemişlerdir. İbn Ebi Hatim, Dahhâk'tan şunu rivayet eder: Gece kıyamı ümmete de farzdı. Ancak hem ümmetten, hem de Efendimizden bu farziyet nesh olundu. Doğrusu da budur.[2]
- Başlangıçta ümmete farz olan teheccüd nesh olunca Hz. Peygamber (s.a.s.) o gece ashabının ne yapacaklarını öğrenmek için dolaştı. Gördü ki, her evden, bir arı kovanı gibi sesler yükselmektedir. Yediden yetmişe her ev halkı teheccüd nesh olunduğu halde Kur'ân okuyor, namaz kılıyor, duâ ediyor ve istiğfarda bulunuyordu.[3]
- Nafile, ziyade mânâsına gelir. Bir görüşe göre Efendimiz’e (s.a.s) beş vakit farzdan ziyade olarak teheccüd de farzdı. Doğru olan da budur. İkinci görüşe göre ise, herhangi bir günaha keffaret olmadığı için nafile addedilmiştir. Bu doğru değildir. Çünkü Efendimiz’in (s.a.s.) farzlar ı da günaha keffaret için değildi.[4]
Şu neticeye varıyoruz: İsra sûresinin 78. âyeti müfessirlerin icmaı ile farz olan beş vakit namazı bildirmektedir. Hemen arkasından teheccüdün zikredilmesi kimine onun da farz olduğu hissini vermiştir. Ancak ister mensuh bir farz, ister sünnet olsun, farzlardan hemen sonra zikredilmesi en faziletli namaz olduğunu göstermektedir.[5]
Mevzûyla ilgili Ayetler:
Bi'setten önceki hayatlarını tefekkür, inziva ve ibadetle geçiren Efendimiz’e (s.a.s.) vahyedilen ilk beş âyetten sonra Allah'ın hitabı şudur: "Ey örtüsüne bürünen! Geceleyin kalk (ibadet et), yalnız gecenin birazında (uyu). Gecenin yarısında (kalk) yahut bundan biraz eksilt. Veya bunu arttır ve ağır ağır (verdiği) İlâhi mesajı düşüne düşüne "Kur'ân oku."[6]
Allah (cc) bu emrin hemen akabinde "Doğrusu biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız"[7] âyetini zikretmekle, gece ibadetinin meşakkatlere göğüs germede en tesirli yol, nefsî ve rûhî terbiyede en güzel metod olduğunu zikretmiş bulunuyor. Nitekim sonraki âyetlerde bu noktaya parmak basılarak: "Gerçekten gece kalk(ıp ibadet etmek) daha oturaklı ve (geceleyin) okumak daha tesirlidir. Çünkü gündüz senin uzun süre uğraşacağın şeyler vardır. Rabb’inin adını an ve bütün gönlünle O'na yönel..."[8] buyurulmaktadır.
Zikredilen Âyetlerin Tefsiri:
"Gecenin birazında, gecenin yarısında, yahut bundan biraz eksilterek ya da bunu arttırarak (kalk). Bu âyetin birçok tefsirlerinden çıkan netice ihya edilecek miktarın gecenin üçte biri olduğudur.[9]
Yani, gece karanlığının bağrında, gerek kılacağın namazın içinde gerekse dışında okuyacağın Kur'ân'ı yavaş yavaş oku ki, daha iyi tefekkür edip sırlarını keşfedesin. Hâzin şöyle diyor: "Allah (cc) gece namazını zikredince hemen arkasından Kur'ân okumayı beyan etti. Okunacak Kur'ân'ın yavaşça okunmasını emretti ki, kalb tam bir huzura ulaşsın, âyetlerin mânâları düşünülsün, istiğfar ayeti okunduğunda istiğfarda bulunulsun, vaad ve vâîd yani cennet ve cehennemle alâkalı âyetler okunduğunda havf ve reca meydana gelsin, kıssa ve meseller okunduğunda da ibretler alınsın; böylece kalb Allah'ın ma'rifetiyle nurlansın...[10]
"Doğrusu biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız."
Bu âyet-i kerimedeki "havl''den murad vahy, geniş manâsıyla risalet vazifesidir. Güya Allah (cc) Habibine (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Sana vahyetmeye başladığım Kur'ân, çok ehemmiyetli ve büyük bir sözdür. Bihakkın tekalifini yerine getirebilmen için sana gece ibadetini emrediyorum. Çünkü nefsini bu ehemmiyetli işe hazırlaman icabeder. Nefsi bu işe hazırlamanın yolu ise geceleyin yapılacak ibadet, istiğfar, tazarru ve tefekkürden geçer. İnsan gece karanlığında herkes sıcak yatağında uyurken, Allah'a ibadet etmekle meşgul olup, O'na tazarruda bulunduğu zaman, ortada nefsin uğraşacağı dünyevî câzibeler bulunmadığından dolayı Allah'tan gelecek esinti ve nurlara müstaid bir durum meydana gelir ve pek çok latifeleri inkişaf eder.[11] Gündüzleri, bin bir meseleyle meşgul olan insanın, rûhânî hallere ayıracağı vakti az olur. Ama geceleri hisler kısmen serbest kalırlar. İşte bu fırsatı ganimet bilip Allah'a bütün his ve havassıyla teveccüh etmeli ve "nâşietü'l-leyl" olarak ifade edilen ilahi varidattan istifade etmelidir. İnsan, karanlık bir gecede karanlık bir odada, hislerinin dünya hayatıyla irtibat kuramayacağı bir yerde Allah'a, kalbinin sırlarını açıp, zikir, fikir ve ibadete yöneldiğinde, rûhuna ilahî nefhalardan esintiler gelmeye başlar, kafalarında ilahî fikirler oluşur ve âdeta kendini ilahî bir atmosfer içinde bulur.[12]
Diğer Ayetler:
Mevki ve nüfuzlarını kaybetme, kökleriyle eşit muameleye tâbi olma, Kâbede bulunan 360 put sayesinde elde ettikleri ticaret gelirini ellerinden kaçırma, sefahet içinde yüzdükleri hayatlarından mahrum kalma, Firavunlar gibi tatbik ettikleri zulümden alıkonma... endişe ve korkusuna kapılan Kureyş müşrikleri, ilk müslümanları sindirmek niyetiyle her türlü işkence ve zulüm yoluna müracaat etmişlerdi.
Akideleri uğrunda ilk müslümanların maruz kaldığı işkenceler çok ibret vericidir. Aç-susuz bırakılmak, dövülmek, kızgın kumların üstüne çıplak yatırılmak, hasırlara sarılıp yakılmak, mızraklarla delik-deşik edilmek, ma'ruz kaldıkları işkencelerden bazılarıydı. Ayrıca birçok psikolojik işkenceye de uğruyorlardı...
Durum böyle olunca Allah (cc), Efendimiz’i (s.a.s.) ve ashabını (r.anhüm), bedenî ve rûhî terbiye ve kemâlata erişebilmeleri, çok meşakkatli olan neşr-i hakta sabır ve sebat gösterebilmeleri, Allah'tan sabır, nusret ve günahlarının affını (sahabiler) dilemeleri için onları teheccüd ve gece ibadetiyle mükellef kılmıştır.[13]
"(Ey Muhammed) onların dediklerine sabret ve Rabbini tesbih et. Güneş doğmadan ve batmadan önce, gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından O'nu tesbih et."[14]
"Eğer Rabbin tarafından geçmiş bir söz ve belirtilmiş bir süre olmasaydı (bunların da öteki milletler gibi derhal mahvedilmeleri) gerekli olurdu. (Sen) onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini tesbih et, gece saatlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında (O'nu) tesbih etki memnun olasın."[15]
Duâlara icabet eden Allah, nasıl ve ne zaman duâ edileceğini emrederken şöyle ferman ediyor: "Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nâfile olarak namaz kılmak üzere uyan, belki böylece Rabbin seni makam-ı mahmûdiyyete[16] ulaştırır. Deki: Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et, çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Bana katından, yardım eden bir delil ver.[17]
Efendimiz’in bazı sıfatlarını ve kendisine verilen nimetleri anlatma sadedinde Allah (cc) şöyle buyuruyor;
"(Önce) en yakın akrabanı uyar. Ve müminlerden sana uyanlara kanadını indir (onlara karşı mütevazı ve şefkatli ol) Şayet sana (uymaz) karşı gelirlerse "Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım" de. Galip ve esirgeyen (Allah'a) tevekkül et. O (Allah) ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor). Çünkü O işitendir, bilendir.”[18]
Bu âyete şöyle bir mânâ da verilmiştir: "O Allah ki, teheccüd için kalktığın ve ahiretleri için geceleri neler yaptıklarını öğrenmek ve teftiş etmek gayesiyle teheccüd kılan ashabın arasında dolaştığın zaman, seni görüyor.[19]
İnsan suresindeki âyet ise meâlen şöyledir: "Muhakkak biziz, biz ki, Sana Kur'ân-ı parça parça indiren muhakkak ki biziz. O halde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan hiçbir günahkâra yahut nanköre itaat etme. Sabah akşam Rabbinin adını an, Gecenin bir bölümünde O'na secde et (akşam ve yatsı namazlarını kıl) ve gecenin uzun bir bölümünde O'nu tesbih et (teheccüd namazı kıl, geceyi ihya et). Bunlar, şu çabuk (geçen dünya)yı seviyorlar da önlerindeki ağır bir günü bırakıyorlar.”[20]
Diğer taraftan, gece uykusundan mahrum kalıp, gündüz ticaretlerini ve dünyaya ait işlerini yürütemeyip rızıklarında darlığa düşme korkusunu taşıyanlara ders vermek için Efendimiz (s.a.v.)ın şahsında Rezzâk-ı kûllî şey şöyle buyuruyor: “... Gece saatlerinden bir kısmında ve günün her iki tarafında da (O'nu) tesbih et ki memnun olasın. Onlardan bazı zümrelere, kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir. Ailene namazı emret, kendin de onun güçlüklerine dayan. Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz besliyoruz. Netice takvâ (sahipleri)nindir."[21]
Yüce dine gönül verenlerin, neşr-i haktan arta kalan vakitlerinin kısmı-ı ekserisini, rızıklarına değil namaz, duâ ve tazarrua ayırmaları icabettiğini bu âyetten açıkça anlıyoruz.
Gecenin İhyası:
Kur'ân-ı Kerim yer yer müminlerin sıfatlarını da zikretmiştir. Furkan sûresinde mü'minlerin en belirgin vasıfları sayılırken, gece ibadetine de dikkat çekilerek şöyle buyurulmaktadır:
"Rahmânın kulları ki yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa "selâm" derler. Onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek (O'nun huzurunda) ayakta durarak geçirirler. Onlar ki, "Rabbimiz! Cehennem azabını bizden öteye çevirir, doğrusu onun azabı sürekli bir azaptır" derler. Orası ne kötü bir karargâh ve ne kötü bir makamdır. Ve onlar ki, harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik ederler.(Harcamaları) bu ikisinin arasında dengeli olur. Ve onlar ki, Allah ile beraber başka ilaha yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları, yaparsa günahının cezasını) bulur.”[22]
Adil-i Mutlak başka bir yerde, gece ibadeti yapan şahıs ile, bolluk zamanında Rabbini unutan gafil kişiyi kıyas ederek, onları şu şekilde tavsif eder.
"İnsana bir zarar dokundu mu hemen içtenlikle Rabbine yönelerek O'na duâ eder. Sonra (Allah) ona kendisinden bir nimet verdi mi, önceden O'na yalvarmakta olduğunu unutur da O'nun yolunda saptırmak için Allah'a eşler koşmağa başlar. De ki "Küfründe azıcık yaşa, sen ateş halkındansın". Yoksa o (inkâr eden), gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabbinin rahmetini uman gibi midir? Doğrusu ancak aklıselim sahipleri öğüt alır.”[23]
Görüldüğü gibi gece kâim olan kişi, âlim ve akl-ı selim sahibi olarak tavsif edilirken, Rabbini unutan gâfil de cahil olarak zikredilmiştir.
Secde sûresinde ise şu ifadeler yer almaktadır: "Bizim âyetlerimize o kimseler inanırlar ki, onlar, kendilerine hatırlatıldığı zaman derhal secdeye kapanırlar. Rablerini överek tesbih ederler, büyüklük taslamazlar. Yanları yataklardan uzaklaşır (gece ibadet-ü taat için döşekleri terkederler). Korkarak ve umarak Rablerine duâ ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır için) harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne gözler aydınlatıcı (nimetlerin) saklandığını hiç kimse bilmez. Hiç inanan kimse, fasık (imandan çıkan) gibi olur mu? Bunlar elbette bir olmazlar.”[24]
Burada da gece kaim olanın derecâtı, fasığın ise sukûtu zikredilmiştir.
Cennet Ehlinin Sıfatı Olarak Gece Kıyamı:
Rahim-i Mutlak, kişiyi cennete ehil kılan bazı sıfatları şu şekilde zikretmektedir: "(Allah'ın azabından) korkanlar, Rablerinin kendilerine verdiğini alarak, cennette, çeşme başlarındadırlar. Çünkü onlar pek az uyurlardı. Seherlerde istiğfar ederlerdi. Mallarında dilenci ve yoksul için bir hak vardı."[25]
Son olarak Ehl-i Kitaptan müslüman olanlar hakkında nail olduğu rivayet edilen[26] şu âyeti zikredelim: "..Ehl-i Kitap arasında, gece saatlerinde ayakta durup Allah'ın âyetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır. Onlar Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten menederler. İşte onlar iyilerdendir.”[27]
Netice
Gerek Kur'ân-ı Kerim ve gerekse Hadis-i şeriflerde üzerinde önemle durulan ve teşvik edilen gece ibadeti aynı zamanda bir rûh safvetinin de ifadesidir. Âyetten anlaşılacağı gibi, Vahy-i semavîye açılacak olan bir kalbin hazırlanması, tasaffi etmesi âdeta bununla temin ediliyor. Alemin gece zulmetiyle karardığı bir zamanda rûhların Kur'an nuruyla tenevvür etmesi, feyz-i akdesten gelen ilahî esintilere sinelerin açık tutulması ve umumiyetle herkesin hissiyatının durulduğu ve letâifin tatil edildiği o feyizli ve bereketli gece saatlerinde, dostun dost ile halvette kalarak, yalnız O'ndan istemesi, yalnız O'na istiğfar etmesi ve yalnız O'na kul olduğunu ilan etmesi elbette büyük bir fırsattır. Bunun fevt edilmesi ise telafisi imkânsız olan bir zarardır.
Gecenin üçte ikisi geçtikten sonra uyanık kalmayı bile bir fazilet saymış ehl-i irfan. Her gece kullarını yoklayan, kimin uyanık, kimin gaflette olduğunu temaşa eden Rabb’in rahmeti, bereketi, ihsanı, afvı, atası, hadis-i kudsînın ifadesiyle uyanık olanlara va'd edilmiştir. Hatta her gece kalbine nüzûl edecek olan misafirin geliş saatleridir o zamanlar. Nitekim Erzurumlu İbrahim Hakkı ne güzel söylemiş:
Dil beyt-i hudâdır anı pâk eyle sivâdan
Kasrına nüzul eyler o Sultân gecelerde!
Bütün geceyi gafletle geçirmenin yanında dünyanın hayata yeniden gözlerini açtığı ve kalkınması farz olan sabah namazının vaktini dahi gaflet ve husran uykusunda geçirmek, ne kadar azim bir günah olduğunu her akl-i selim anlamalıdır.
Nitekim bizden önceki kavimlerin birçoğunun helâki, gece gaflet içinde uyurlarken veya sabaha karşı vuku bulmuştur.[28]
(*) Ezdad: Birbirine zıt iki mânâyı ifade eden kelime.
[1] Rûhu'l-Maanî, el-Alûsî, c.XX, s.l98. İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kurâni'l-Azîm, c. II. s.392.
[2] Rûhu'l-Maânî, el-Alûsî, c.XV. s.138-139. Tefsîru'l-Kurâni'l-Azîm, c.III. s. 378.
[3] Rûhu'l-Maânî, c.XIX, s.137. Garaibu'l-Kuran Reğaibu'l-Furkan, Nizamu'd-Din el-Kummî en-Nîsaburî, c.XIX. s.74.
[4] Ahkâmul-Kur'an, İbnul-Arabî, c.III. s.121.
[5] Tefsîrul-Kurânil-Azîm, İbn Kesîr, c.II. s.392.
[6] Müzemmil (73), Âyet: 1-4
[7] Müzemmil (73), Ayet: 5
[8] Müzemmil Ayet: 6-8
[9] Tefsîrul-Kebîr, Fahru'r-Razi, c.III.s.172.
[10] Lubâbu'l-Te'vil fi Maânî't-Tenzil, el-Hazin, c.IV, s.165.
[11] Tefsîru'l-Kebîr, Fahru'r-Razî, c.III. s.173.
[12] Tefsîrul-Kebîr, Fahru'r-Razî, C.III. s. 175.
[13] Safvetu't-Tefasir, es-Sabunî, c.19. s.56.
[14] Kaf (50:, Âyet: 39-40)
[15] Tâhâ (20:, Âyet-129-130)
[16] Bu makam, kıyamet günü şefaat edilecek makamdır. İbn Kesîr, c.II.s.392.
[17] Âyette geçen -bihi- lafzındaki zamir Kur'ân-ı Kerime racidir. Bu ifadeden istidlalen teheccüd namazında uzunca Kur'ân-ı Kerim okumak sünnettir. Diğer bir görüşe göre -be- harfi, zarfiyet için olduğundan "gecenin bir kısmında namaz kıl" mânâsına gelir. Âyette zikri geçen girilecek yer Medine, çıkılacak yer de Mekke'dir. Yani âyet hicret-i Nebiye işarettir. İsrâ (17). Âyet-78-80, İbn Kesîr, c.II. s. 395.
[18] Şuarâ (26), Ayet 214-220.
[19] Rûhu'l-Maânî, el-Alûsî, c.XIX. s.137. Garâibu'l-Kuran Reğâibu'l-Furkan, c.XIX, s.74.
[20] İnsan (76) Âyet-23-27.
[21] Taha (20) Âyet-130-132.
[22] Furkan (25), Âyet-64-68.
[23] Zumer (39), Âyet: 8-9
[24] Secde (32) Âyet: 15-18.
[25] Zariyat (51) Ayet: 15-19.
[26] İbn Kesir c.I. s.392, Bizden önceki milletlerde de teheccüd vardı. İhya, e.III, s.319, (Tirmizi, Taberi ve Darekutniden)
[27] Âl-i İmrân (3) Âyet: 112-114.
[28] Bkz. Â'raf (7) Âyet: 4,97. Hûd (11), Ayet: 81, Hicr (15), Ayet: 66, 83, Enbiyâ (21) Âyet: 42, Kamer (54) Âyet: 38, Felak (113) Âyet: 3