Kur'ân'ın İntikalinde Sahabe'nin Rolü -2
Peygamber Efendimiz kendisine nâzil olan âyetleri vahiy kâtiplerine yazdırırdı. Bu arada bazı sahabîler, imkânları ölçüsünde kendilerine de bir nüsha yazarlardı.
Sahabe, Kur’ân’ı ezberlemenin yanında, imkânları ölçüsünde yazıyla da Peygamber Efendimiz’in kontrolünde muhafaza altına almıştır. Peygamber Efendimiz kendisine nâzil olan âyetleri vahiy kâtiplerine yazdırırdı. Bu arada bazı sahabîler, imkânları ölçüsünde kendilerine de bir nüsha yazarlardı. (Zerkeşî, 1:238; Butî, 44)
Fakat, ezberleme yazmaktan daha yaygındı. Çünkü Kur’ân, hem bir ibadet kitabı, hem bir zikir kitabı, hem bir hukuk kitabı olmasından dolayı onu ezberlemeye sevkeden âmil daha çoktu. Şurası unutulmamalıdır ki, Peygamberimiz’in hâfızalarda Kur’ân’ı takyit ve tescil etmenin yanında bu şekilde yazdırması, bu kayıt ve tescili iyice kuvvetlendirmeye yöneliktir. (Zerkanî, 1:246) Allah
Resûlü hayatta iken nâzil olan Kur’ân âyetlerini yazan vahiy kâtipleri vardı. Bunların sayısı kırktan fazlaydı. (Halebî, 3:326; Cerrahoğlu, 53) Bunların başlıcaları şunlardır: Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Zeyd İbn Sabit, Zübeyr İbn Avvam, Ubeyy İbn Ka’b, Halid İbn Said, Eban İbn Said, Muaviye İbn Ebî Süfyan, Hanzala İbn er-Rebi’, Muaykıb. İbn Ebî Fatıma (v.40/Â660), Abdullah İbn Erkam, Şurahbil İbn Hasene, Abdullah İbn Revaha, Abdullah İbn Sa’d İbn Ebî Serh (r.anhüm). (İbn Hacer, 8:639; Aynî, 16:200) Allah Resûlü’nün hayat-ı seniyelerinde Hazreti Ali, Übeyy İbn Ka’b, Muaz İbn Cebel, Ebu’d-Derdâ gibi sahabîler, üzerinde Kur’ân sûreleri yazılı bulunan deri, kemik, odun vb. parçalarını tam bir kitap hâlinde bir araya getirmiş bulunuyorlardı.
Efendimiz’in dar-ı bekaya irtihalinden sonra Hazreti Ebû Bekir zamanında Peygamberimiz’in rehberliğinde yazılan nüshalar bir araya getirilerek kitaplaştırılmıştır. Bu işi de bizzat Hazreti Ebû Bekir’in emriyle ve Hazreti Ömer’in yardımıyla Hazreti Zeyd İbn Sabit yapmıştır. Hazreti Zeyd, kendisine getirilen her âyeti, Allah Resûlü’nün huzurunda yazıldığına dair en az iki şahitle kabul ediyordu. (İbn Ebî Dâvûd, 1:169; Rafiî, 39) Maksat, Kur’ân’ı yalnız yazdırmak olsaydı iş gayet kolaylaşırdı. Birkaç hâfız bir araya gelir, onlar okur, Zeyd yazardı. Hâlbuki Zeyd, Kur’ân’dan her bir âyeti ancak iki şahidin şahitliği ile kabul ediyordu.Yani, hem Allah Resûlü’nden bu şekilde ezberlendiğine hem de yazıldığına dair iki şahid istiyordu. Hazreti Zeyd, kendisi hâfızların başında geliyordu. Dolayısıyla bu şekilde hâfız şahid isteyerek kendisini meşakkate sokmasına gerek yoktu. Fakat dinî hassasiyeti, ihtiyatı ve verasından ötürü “ve kendisi kitabetle vazifeli olduğundan dolayı” kendisini bütün sahabenin sonuna koyuyordu. (Rafiî, 39; Butî, 47)
Takip ettiği hassas metot çerçevesinde Tevbe Sûresi’nin son iki âyetini Huzeyme İbn Sabit’in yanında bulmuştu. Bu tavır, bu âyetlerin sadece Hazreti Huzeyme tarafından bilindiği demek değildir. Yukarıda ifade edildiği gibi, sahabeden pek çoğu, Allah Resûlü zamanında Kur’ân’ı yazıyordu. Zeyd, Kur’ân’ı cem’ ederken, hıfza değil, bu yazılanları, esas almış, her bir âyetin, hem de Allah Resûlü’nün huzurunda en az iki kişi tarafından yazılmış olmasını şart koşmuştu. Tevbe Ssûresi, son inen sûrelerdendi. Dolayısıyla, son iki âyetini, öyle anlaşılıyor ki, Allah Resûlü’nün huzurunda sadece Hazreti Huzeyme yazmıştı. Belki başkaları da yazmıştı ama, vefat etmiş, şehid düşmüş olabilirlerdi. Bizzat Hazreti Zeyd’in kendisi ve daha pek çok sahabînin, bu âyetler de dahil, Kur’ân’ı ezberlemiş olmalarına rağmen o, her âyet için, onun Resûlüllah’ın huzurunda ve gözetimi altında yazıldığına dair iki şahit istemiş, Tevbe Sûresi’nin son iki âyeti bu şartlarda, o an için sadece Hazreti Hüzeyme’nin yanında bulunmuş, Allah Resûlü’nün, yukarıda geçen Katade hadisinden de anlaşıldığı gibi, Ebû Huzeyme’nin şehadetini iki şehadet olarak saymasından ve bu sebeple Hazreti Huzeyme “Zü’ş-sehadeteyn” olarak meşhur bulunmasından dolayı da, bu iki âyet ondan kabul edilmiş ve nüsha tamamlamıştır. (İbn Hacer, 9:12; Rafiî, 39)
Hazreti Ebû Bekir zamanında cem’ edilen Kur’ân, başta Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer olmak üzere bütün sahabenin icmâını almış, kimseden tek bir itiraz yükselmemiştir. (İbn Ebî Dâvûd 1:165-184; Zerkanî, 1:259-260). Bu arada Hazreti Ali’nin buna katılmayarak ayrı bir Kur’ân cem’ ettiği şeklinde yorumlanmak istenen şöyle bir rivâyet vardır: “Kur’ân’ı cem’ edinceye kadar evimden dışarı çıkmayacağım; elbisemi sadece namaz için giyeceğim.” (İbn Ebi Şeybe, 6:148) Önce hemen belirtelim ki, bu rivâyet, senedinde inkıta olduğundan dolayı zayıftır. (İbn Hacer, 8:629; Aynî, 16:197) Haydi rivâyet yönünden sıhhatli olmuş olsa bile, bundan, Hazreti Ali’nin farklı bir Kur’ân cem’ ettiği gibi bir mânâ çıkmaz. Hazreti Ali de, baştan beri Efendimiz’in yanında bulunmuş, aynı zamanda O’na vahiy kâtipliği yapmış biri olarak, yaninda deri, kemik vb. parçaları üzerinde yazılı bulunan Kur’ân âyetlerini kendisi için bir araya getirip, kendisine bir nüsha oluşturmuş olabilir.
Nitekim, Süyûtî’nin İtkan’ı gibi kaynaklarda, ayrıca Şiî kaynaklarda bundan bahsedilir. Fakat kimse, Hazreti Ali’nin -hâşâ- farklı bir Kur’ân cem’ ettiği gibi bir iddiada bulunmamıştır. Şiîler bile, onca ifratlarına rağmen, Hazreti Ebû Bekir’in zamanında cem’ edilen Kur’ân’ın Efendimiz’e inen Kur’ân’ın aynısı olduğuna inanmakta ve farklı bir inancı küfür telâkki etmektedirler. Kaldı ki Hazreti Ali, Hazreti Ebû Bekir’in Kur’ân’ı cem’ etmesini çok takdir ederek şöyle demiştir: “Allah, Ebû Bekir’e gani gani rahmet etsin. Ebû Bekir, Kur’ân’ı iki kapak arasında ilk cem’ eden kimsedir.” (İbn Ebî Şeybe, 6:148; İbn Kesîr, Fezâilü’l-Kur’ân, s.8) Hazreti Ali ve oğulları da, Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Osman’ın Kur’ân’ı cem’ etmelerinde onlara muvafakat ederek tâbi olmuşlardır. (Bakıllanî, 1:64-65) Sonra, Hazreti Ali’nin cem’ ettiği farklı bir Kur’ân olsaydı, Hazreti Ali, hilâfeti döneminde onu ortaya çıkarır, tâmim ederdi. Oysaki böyle bir şey katiyen vuku bulmamıştır.
Hazreti Ebû Bekir zamanında cem’ edilen Kur’ân, Hazreti Osman zamanında yine Zeyd İbn Sabit’in başkanlığında sahabenin ittifakı ile istinsah edilmiştir. (İbn Ebî Dâvûd, Mesahif, 1:185-188) Diğer taraftan, Hazreti Osman’ın yaptığını Hazreti Ali de takdir ederek, “Eğer Osman yapmasaydı ben yapardım.” buyurmuştur. (İbn Kesîr, Fezâilü’l-Kur’ân, s.11) Burada bir hususa değinmek istiyoruz. Kur’ân’ın istinsahında Hazreti Osman’ın Zeyd İbn Sabit’i hey’et başkanı yapıp Abdullah İbn Mes’ud’u görevlendirmediği, onun da bundan dolayı rahatsızlık duyarak, Zeyd İbn Sabit’e târizde bulunduğuna dair rivâyet vardır. (Müsned, 1:389; Ebû Dâvûd et-Tayalisî, 2:151) Hazreti Abdullah İbn Mes’ud’un Hazreti Osman tarafından Hazreti Zeyd İbn Sabit’in istinsah heyetinin başına getirilmesinden rahatsızlık duyması mümkün görünmemektedir.Çünkü Hazreti Zeyd İbn Sabit, daha önce Hazreti Ebû Bekir zamanında da Kur’ân’ın cem’ edilmesinde vazifelendirilmiştir. Her iki hey’ete de Zeyd, başkan olarak seçilmişti. Çünkü o, en çok vahiy kâtipliği yapan, bu hususta en çok mümaresesi olan, bunun yanında dinç ve çok kuvvetli hafızasıyla bu işe en lâyık kimse idi. Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Osman’ın, Zeyd’i seçmeleri üsve-i hasene/en güzel model olan Resûlüllah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) çizgisini takip etmelerinden dolayıdır. (Kevserî, s.10; İbn Hacer, 8:636)
Bununla birlikte, böyle bir rahatsızlık söz konusu olmuş olsa bile, az sürmüş, bir çok kaynakta bildirildiği üzere İbn Mes’ud, bundan rucû ederek, Hazreti Osman’ın ve sahabenin tercihine muvafakat etmiştir. (Kurtubî, el-Cami’, 1:53; İbn Hacer, 8:666; Zehebî, Siyer, 1:487)
Hazreti İbn Mes’ud’un faziletini, İslâm ile ilk şereflenenlerden olduğunu ve Kur’ân ilimlerindeki üstünlüğünü sahabeden hiç kimse inkâr etmiyordu. Fakat o anda Kûfe’de Allah’ın dinini öğretip, Kur’ân’ı tâlim etme gibi çok önemli bir hizmette bulunuyordu. Kûfe’nin Medine’ye uzaklığından dolayı da, onun böyle bir rahatsızlık hissetmesi mümkün görünmemektedir. Kûfe’den geri çağrılmasını gerektiren bir maslahat da söz konusu değildi. O, Kûfe’ de kalacak ve ektiği tohumlara bahçıvanlık yapacaktı. (Kevserî, s.10) Sonuç Netice itibariyle sahabe, Kur’ân’ı nâzil olduğu şekliyle, hem yazı hem de hıfz yoluyla koruma altına alarak insanlığa nakletmiştir. Zaten tarihin şehadetiyle, hâfızaları çok güçlü, zihinleri parlak, kalpleri, kimsenin kendileriyle boy ölçüşemeyeceği nisbette Kur’ân’a tutkun, dinleri uğruna hayatlarındaki en değerli şeylerini feda etmiş, vatanlarını, yurtlarını terk etmiş, gece gündüz Kur’ân’la oturmuş Kur’ân’la kalkmış bu güzide insanları Kur’ân’ı hıfz ve zaptetmeye himmetlerini sarf etmekten alıkoyan ne gibi bir sebep ve Kur’ân’ın yerini alacak ne gibi bir meşgale olabilirdi ki? İnsanlar bir şeye çok değer verip, onu tazim edecekler, onu ezberlemenin büyük bir şeref olduğuna inanacaklar, hayatlarını onun uğrunda ortaya koyacaklar, ama daha sonra o şeyin muhafazasına, korunmasına, aynen nakledilmesine önem vermeyecekler, bu mümkün müdür?
Bütün bunlarla birlikte zaten Allah, değişik âyetlerde Kur’ân’ın kıyamete kadar korunacağını bildirmektedir: “Hiç şüphe yok ki o zikri (Kur’ân’ı) Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz!” (Hicr sûresi, 15/9) “Hâlbuki o Kur’ân, eşsiz ve pek kıymetli bir kitaptır. Öyle bir kitaptır ki, bâtıl ona ne önünden, ne ardından, hiç bir taraftan yol bulamaz.” (Fussılet sûresi,41/41-42) “Vahyi toplamak ve onu okutmak Biz’e ait bir iştir.” (Kıyamet sûresi, 75/17) Sahabe, içinde bulunduğumuz hikmet ve sebepler dünyasında bu ilâhî teminatın birinci derecede vasıtası olmuştur.
Kaynaklar
Ahmed b. Hanbel, Müsned, el-Mektebetü’l-İslâmiye, Beyrut.th. el-Alûsî, Şihabuddin es-Seyyid Muhammed, Ruhu’l-Meani, fi Tefsiri’l-Kur’âni’l-Azim ve Seb’i’l-Mesanî, Daru’l-Fikr, Beyrut, Lübnan, 1987. el-Aynî, Umdetu’l-Kârî Şerhu Sahih’l-Buhârî, Mektebi Mustafa el-Halebî, Kahire, 1972. el-Bakıllanî, Kadı Ebû Bekİr, el-İntisar li’l-Kur’ân, (thk. Dr.Muhammed İsam Kuzat), Dar-u İbn Hazm, Beyrut, 2001. Baktır, Mustafa, Ashab-ı Suffa: İslâm’da İlk Eğitim Müessesesi, Timaş Yayınları, İstanbul 1990. el-Beyhakî, Ahmed b. Hüseyin, Sünen-i Kübrâ, (thk. Muhammed Abdulkadir el-Ata), Mektebetü Dari’l-Baz, Mekke, 1994. Regis Blachere, İntroduction au Coran, 1973 (2. bs) Paris, Besson-Chantemerle, 1959. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1983. Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as es-Sicistani, Sünen, el-Mektebetül-İslamiyye, İstanbul, ts. Ebû Dâvûd et-Tayalisî, Müsned, Daru’l-Mârife, Beyrut, th. Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah, Hilyetü’l-Evliya ve Tabakatu’l-Asfiya, Daru Reyyan, Kahire, 1987. Ebû Şame, el-Mürşidü’l-Vecîz ilâ Ulûmin Teteallaku bi’l-Kitabi’l-Aziz (Hazreti Tayyar Altıkulaç) Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1986. Ebû Şehbe, Muhammed b. Muhammed, Medhal li Diraseti’l-Kur’âni’l-Kerîm Mektebetü’s-Sünne Kahire, 1992. Ebû Yâlâ Ahmet b. Ali, Müsned, Daru’l-Me’mun li’t-Türas, Şam, 1984 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Yay, ts. Gülen, Fethullah, Işığın Görünüdüğü Ufuk, Nil Yay. İzmir, 2000. Hâkim, Müstedrek, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1990. el-Halebî, Ali b. Burhaneddin, Sire, Daru’l-Mârife, Beyrut, Hamidullah, Muhammed, Kur’ân-ı Kerîm Tarihi (Çev. Salih Tuğ) İfav, İstanbul, 1993. el-Heysemi, Nureddin Ali b. Ebû Bekir, Mecmaü’z-Zevaid ve Menbaü’l-Fevaid, Mektebetü’l-Kudsi, Kahire, ts. İbn Asakir; Muhtasar Tarih-i Dimeşk, Daru’l-Fikir, Dimeşk, 1984. İbnü’l-Cezerî, en-Neşr fi’l-Kıraati’l-aşr, (thk. Ali Muhammed Dabba), Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye Beyrut, ts. İbn Ebî Şeybe, Musannef , (thk. Kemal Yusuf Hut), Mektebetü Rüşd, Riyad, 1409. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe fi Mârifeti’s-Sahabe, (thk. Halil Me’mun Şiha), Darü’l-Ma’rife, Beyrut, 1997. İbn Hacer el-Askalanî, el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, Daru İhyai Turasi’l-Arabi, Beyrut, ts. İbn Hişam, es-Sireti’n-Nebeviye, Daru’l-Mârife, Beyrut, ts. İbn Huzeyme, Sahih, Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, 1970. İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Daru Kütübü İlmiyye, Beyrut, ts.. …; Fezâilü’l-Kur’ân, Daru’l-Mârife, Beyrut, 1987. …; Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Daru Kahraman İstanbul, 1985. İbn Mende, Şurûtu’l-Eimme, Daru’l-Müslim, Riyad, 1992. İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübrâ, Daru Sadr, Beyrut, ts. Muhammed b. Yezid, Sünenü İbni Mâce (thk. M.Fuad Abdulbaki), Daru’l-Fikir, Beyrut, ts. Kandehlevi, Muhammed Yusuf, Hayatü’s-Sahabe, Daru’l-Kalem, (2. Baskı), Şam, 1983. el-Karafî, el-Furûk Envaru’l-Burûk fî Envai’l-Furuk, (thk.Muhammed Ahmed Serrac, Ali Cuma), Daru’s-Selam, 2001. Kevserî, Muhammed Zahid, Makalât, Mektebetü’l-Ezheriyye, Kahire, 1994. Kurtubî, Muhammed b. Ahmed el-Ensarî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988. el-Mübarekfûrî, Tuhfetü’l-Ahfezî, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut. Müslim b. Haccac, Ebu’l-Hüseyin, Sahih, el-Mektebetü’l-İslâmiye, İstanbul, ts. en-Nesâî, Ebû Abdurrahman b. Şuayb, Sünen, Daru İhyai Turasi’l-Arabi, Beyrut. Nursî, Bediüzzaman Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1990. ; Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1990. Rafiî, İ’cazu’l-Kur’ân, Daru’l-Kitabi’l-Arabî, Beyrut, 1990. Salih, Subhî, Mebâhis fı Ulûmi’l-Kur’ân, Daru’l-İlm, Beyrut, 1990. Seyyid Kutup, Fî Zilâli’l-Kur’ân, Daru’ş-Şuruk, Beyrut, 1986. et-Taberanî, Mucemu’l-Kebir, (thk. Hamdi b. Abdülmecid), Mektebetü’l-Ulum, Musul, 1983. Necati Tetik, Başlangıçtan IX. Asra Kadar Kıraat İlminin Ta’limi, İşaret Yay. İstanbul 1990. Vahidî, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed, Esbabu Nuzûli’l-Kur’ân, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991. Yıldırım, Suat, Kur’ân-ı Kerim ve Kur’ân İlimlerine Giriş, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1983. ez-Zehebî, Şemseddin, Mârifetu’l-Kurrâi’l-Kibar ala’t-Tabakat ve’l-Âsâr, (thk. Dr. Tayyar Altıkulaç). …; Siyerü A’lami’n-Nübelâ, (thk. Şuayb Arnavut), Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 1992. …; Tezkiratü’l-Huffaz, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts. ez-Zerkanî, Muhammed Abdülazim, Menâhilü’l-İrfan fî Ulûmi’l-Kur’ân, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988. ez-Zerkeşî, el-Burhan fî Ulûmi’l-Kur’ân, Daru’l-Mârife, Beyrut, ts.