Mü'minin Niyeti Amelinden Hayırlıdır
Yapılan her işin bir niyeti, bir de eyleme dökülmesi vardır. Amelin değer kazanması niyete bağlıdır. Amelleri matematikteki sıfıra, niyetleri de diğer rakamlara benzetebiliriz. Başında diğer rakamlardan biri olmadığı müddetçe sıfırların hiçbir değeri yoktur…
Peygamber Efendimiz'in terbiyesiyle yetişen ve çok hadis (2286 hadis) rivayet ettiği için “müksirûn” olarak anılan yedi sahabîden biri olan Enes b. Malik (r.a) Hz. Peygamber (s.a.s.)'den şöyle bir hadis nakleder:
“Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.”
Bu hadis-i şerif, her işte niyetin asıl ve önemli olduğunu, halis niyet olmadan yapılacak amel ve ibadetlerin dinî açıdan değer kazanamayacağını, aynı zamanda mü’min ne kadar gayret etse de yine niyetindeki ameli yakalayamayacağını veciz bir üslûpla anlatmaktadır. Cenâb-ı Hakk’ın engin rahmetidir ki, yapılan amelden ziyade, içteki niyete göre muamele etmektedir. Dolayısıyla, insanın niyetinin, ona kazandırdığı elbette yaptıklarından daha fazla olacaktır. Evet işte bu yönüyle de mü’minin niyeti amelinden daha hayırlıdır.
Sehl b. Sa’d (r.a) tarikiyle gelen bir başka rivayette: “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır. Münafığın ameli de niyetinden hayırlıdır. Hepsi niyetine göre amel eder. Mü’min bir amel işledi mi kalbinde bir nur parlar." şeklinde belirtilerek, mü’minin niyeti ile münafığın niyeti arasındaki fark belirtilmektedir.
Başta İmam Buhârî ve Nevevî gibi birçok hadis alimi, eserlerini te’lif ederken önce niyet hadisi olarak bilinen “Ameller niyete göredir. Herkesin niyeti ne ise eline geçecek de ancak odur.” rivayeti ile kitaplarına başlamışlardır. Zira niyet, bir mana üzerine irade ve kasıttır. Bu da ilim ve amelle gerçekleşir. İlim önce amel sonradır. Zira amel ilmin meyvesidir. Amellerin direği ise niyettir. Amelin hayır olması için niyetin halis olması şarttır. Fakat amelin mümkün olmadığı yerlerde niyetin bizatihi kendisi hayır kabul edilmiştir. Dış alem ile insan arasında bir tenasüb, uyum olduğu gibi, insanın kendi organları arasında da münasebet vardır. Özellikle kalb ile vücudun diğer organları arasındaki irtibattan dolayı herbiri kalpten müteessir olur. Meselâ kalb bir habere üzüldüğü vakit âzalar rahatsızlanır, hatta titremeye başlar. Çünkü kalb kendisine uyulan bir asıldır. Kalbin maddeten veya mânen hastalığından dolayı kişi de biyolojik ve psikolojik olarak elbette ki etkilenir. Buna işaret eden hadiste “İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır. Eğer o salah bulursa bütün ceset salah bulur; eğer o bozulursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin o, kalptir.” şeklinde buyurularak kalbin safiyeti ve ameli, âzaların ameline tesir edeceğine işaret edilmiştir.
Mesela; Kalbin ve dilin safiyeti ile manevi fonksiyonuna işaret eden şöyle bir hadise nakledilir: Bir gün Davud (a.s) Hz. Lokman’dan bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça getirmesini istemiş. Hz. Lokman’da kestiği hayvanın “dilini ve kalbini” getirmişti. Birkaç gün sonra Davud (a.s) bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça getirmesini isteyince, O yine “dilini ve kalbini” getirmiş. Bu defa Davud (a.s) Hz. Lokman’a bunun sebebini sormuş, O da: “Bu iki uzuv iyi olursa bunlardan daha iyisi; kötü olursa daha kötüsü olmaz” şeklinde cevap vermiştir.
Bazı âlimler niyet hadisinin İslam’ın üçte birini teşkil ettiğini söylemişlerdir. Zira kulun ameli ya kalbiyledir ya diliyledir veya da organlarıyladır demişlerdir. İşte burada niyet bu üç kısımdan biri ve en üstünüdür. Çünkü niyet bazan tek başına bir ibadet olduğu halde diğerleri ibadet olabilmek için mutlaka niyete ihtiyacı vardır. Böylece niyet amelden hayırlı olduğu anlaşılmış olur. İnsan ne kadar gayret ederse etsin, niyetindeki ameli yakalayamaz.
Niyet, âdetleri ibadete çeviren bir şartel ve anahtardır. Nasıl ki nazar (bakış) ile niyet eşyanın mahiyetini değiştirir, günahı sevaba, sevabı günaha çevirir. Niyet de basit bir hareketi ibadete çevirir. Riya ve gösteriş için yapılan ibadetin sevabı yoktur hatta vebali vardır. Kainattaki cereyan eden olaylara bakış zahir yönüyle materyalist bir pencereden olursa cehalettir ve nankörlüktür. Oysa iman penceresinden Allah hesabına ve yaratıcı namına olursa marifet-i ilahiye olur. Çünkü o zaman bu bakışlarda Allah’ın sanatını, birliğini ve azametini görme vardır, takdir vardır ve tesbih vardır.
İbadetler sırf Allah emrettiği için yapılır, taabbudilik esastır. Ve aşkındır. Sayısız hikmetlerinden biri ahlâk güzelliğini elde etmedir. Meselâ namazda alnı yere koymanın hedefi Allah’a kulluktur. Namaz en büyük kurbet rampasıdır. Namaz, gönülde tevazu vasfını kuvvetlendirir. Zira gönlünde tevazu bulan kimse diğer organları ile de mütevazı bir hal almalıdır. Yine kurban kesmekten maksat kan ve et değildir. Bilakis kalbin dünya sevgisinden ayrılması ve Allah için dünya malını feda etmesidir. Bu vasıf ise niyet ve himmetin kesinleşmesiyle gerçekleşir. Böylece niyet, tüm ibadetlerin başlangıcı ve özüdür.
İmam Gazzali İhyâ adlı eserinde şöyle bir haber nakleder:
“Kim Allah rızası güzel kokular sürünürse kıyamet günü miskten daha güzel bir koku ile gelir. Kim de Allah rızasından başka bir gaye ile koku sürünürse (övünmek ve kendini gösterme niyetiyle) kıyamet günü leşten daha kötü bir koku ile gelir.” Görüldüğü gibi burada amel aynı olmasına rağmen niyet farklı olduğundan, karşılık olarak da sevap veya ceza farklı olmaktadır.
Hadislerde belirtildiği üzere cephede şehitlik veya malı infak etmek de niyete göre değerlendirilir. Birincisinin en çarpıcı örneği “Kuzman” hadisesidir. O müslümanlar safında herkesin dikkatini çekerek, takdirini celbedecek kadar kahramanca savaşmış ve pek çok müşriği öldürmesine rağmen aldığı bir yaradan dolayı intihar etmesi üzerine Peygamberimiz: “İnsanlardan bazıları vardır ki, halkın görüşüne göre cennet ehline yaraşan hayırlı işler yaparlar. Halbuki onlar o işlerini yaparken taşıdıkları niyetleri sebebiyle cehennemliktir.” buyurmuşlardır. Bu hadisenin zıttı da mümkündür ve yaşanmıştır. Meselâ Uhud savaşına kadar İslâmiyet’i kabul etmeyen Amr b. Sâbit, Uhud günü iman edip, silahını kuşanarak savaş meydanına gitmiş ve orda şehit olmuştu. Bu defa da Hz. Peygamber onun hakkında “Az amel işledi, fakat çok kazandı.” buyurarak, samimi bir iman ve niyet karşılığının Allah katındaki değerini haber vermiştir.
Malını Allah yolunda infak ediyor gibi görünmesine rağmen gösteriş için sarfedenler kıyamet günü sevaplarını almazken, iyi niyet ve samimi olarak “benim de malım olsaydı falan kişi gibi hayırda harcardım!” diyen kişilerin bu niyetiyle infak yapmış gibi sevaba nail olacağını Hz. Peygamber haber vermektedir.
Niyetle insanın âdet ve alışkanlıkları birer ibadet hükmüne geçer. Meselâ akşam yatarken gece ibadetine kalkma niyeti olan bir insanın uykudaki solukları dahi zikir yerine geçer. Zaten böyle olmasaydı bu kadar az zamanda bu kadar az amelle cennet nasıl kazanılırdı? Bu belki mü’mine daimi kulluk niyetine bahşedilmiş bir lütuf ve Allah’ın rahmetiyle sonsuz cenneti kazanma vesilesidir. İbadetlerdeki halisiyet ise cennet arzusu veya cehennem korkusu değil, Allah’ın rızasını talep ölçüsündedir. Çünkü hadiste belirtildiği gibi cennet amellerle değil, Allah’ın rızası ve rahmetiyle kazanılır.
İyi niyetin kazandırdığı çok şey vardır. Meselâ bir insan bir iyiliğe, hayra niyet etse de onu yapamasa yine bir sevap alır. Eğer onu yaparsa durumuna göre bazan on, bazan yüz, bazan da yedi yüz sevap kazanır. Halbuki kötülükler niyette kalsa günah yazılmaz. Nitekim insan niyetsiz bin rekat namaz kılsa senelerce aç kalsa malının hepsini sarf etse, hacca ait rükünlerini eksiksiz yerine getirirse niyet olmadığı müddetçe bu insan ne namaz kılmış, ne oruç tutmuş, ne zekat vermiş ne de hacca gitmiş olur. Demek ki bütün bu hareket ve davranışları ibadet haline getiren insanın niyetidir. Netice itibariyle niyetsiz cihâd bağilik, haddi aşma, isyan ve zâlimlik, niyetsiz hac turistik bir gezi, niyetsiz namaz kültür fizik ve niyetsiz oruç da sadece perhizdir. Böylece niyet hasenatı seyyiata, seyyiatı da hasenata çeviren bir düğme ve anahtardır. Baştaki hadiste “mü’minin niyeti...” buyurularak, “insanların niyeti..” denilmemesi, belki Allah’ın mü’minlere mahsus bir lütfuna işaret olabilir. Çünkü iman, Allah’a bağlılık ve teslimiyettir. Bu teslimiyet ve mensubiyet ilim ve marifeti, ilim de imanı, iman da samimi niyeti gerektirir.
Sonuç olarak her işte bir niyet ve amel vardır. Amelin değer kazanması niyete bağlıdır. Ameller sanki matematikteki sıfıra, niyetler de rakamlara benzer. Rakam olmadığı müddetçe sıfırların hiçbir değeri yoktur. Amelin açık, niyetin kalbte yapılması esastır. Çünkü niyet kalbin amelidir. Ayrıca riyadan korunmak için niyet gizlenmeli, teşvik için de amel açıktan işlenmelidir. Yapılan niyet, amelin sonuna kadar devam etmelidir. İbadet yapmaya arzulu olmasına rağmen, çeşitli sebeplerden yerine getirememe, ibadet kastı olmaksızın veya riya olarak yapılan amelden daha iyidir. Bu açıdan amelsiz niyet (yapmak isteyip de yapamama), samimiyetsiz amelden (gösteriş için yapılandan) daha hayırlıdır. Dolayısıyla dünyevi ve uhrevi amellerimizin, fiillerimizin ve düşüncelerimizin karşılığını sevap ve mükâfat olarak bulmak istiyorsak, yaptığımız tüm işlerde mutlaka samimi, ihlaslı ve iyi niyetli olmalıyız. Çünkü Cenab-ı Hak engin rahmetiyle yapılan amelden ziyade, içteki niyete göre muamele etmektedir. Böylece mü’minin niyeti ile kazandığı sevap, elbette yaptığı işten daha fazladır. Zira mü’min, niyetindeki, düşüncesindeki güzel amelleri hiçbir zaman yakalayamaz. İşte bu yönüyle mü’minin niyeti amelinden daha hayırlıdır. Burada şu noktanın da gözden uzak tutulmaması gerekir:
“Niyet doğru işlerin mânevî bir buudu olarak şâyân-ı takdir bir iş sayılsa da, yanlış işlerin vasfı olduğunda kat’iyen aynı mânâyı ifade etmez.”
* Yeni Ümit Dergisi arşivinden alınmıştır. (72. sayı, Nisan-2006)