Zerre Bile Hesaba Katılacak
Yaptığı şeylerin karşılığını göreceğine, yanlışlarının hesabını vereceğine inanmayan bir insanın hayatının müstakîm olması düşünülemez.
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
“Zerre kadar iyilik yapan onu bulur. Zerre kadar kötülük yapan da onu bulur.”[1]
En kısa surelerden birinin sonunda yer alan bu iki ayet hemen hemen her müslümanın ezberindedir. Belki de “nasılsa bunu zaten biliyoruz!” şeklinde bir ülfet, bir kanıksama ile çoğu zaman, anlamı üzerinde düşünmeksizin okuyup geçeriz. Bu makalemizde Peygamber Efendimiz'in (aleyhissalâtü vesselâm) el-cami'atu'l-fezze (eşi bulunmayan ve pek kapsamlı ayet) diye nitelendirdiği bu ayetlerin telkin ettiği başlıca manalar üzerinde durup müfessirlerimizin açıklamalarını özetlemeye çalışacağız.
Önce zerre'yi tanımlayalım. Eski müfessirlere göre, zerre, gözle neredeyse görülemeyecek derecede küçük karınca veya insanın elini toprağa vurduktan sonra silkelerken ortaya çıkan toz; yahut gün ışığı hüzmesinde ancak görünebilen toz demektir. Ancak bu toz bile çıplak gözle görülebilir. Ama zerre en hassas mikroskoplarla bile görülemez. Sadece atom fiziği uzmanlarının ne gözü, ne mikroskopları ile göremeyip teorik olarak hayallerinde bildiği, ancak eserleriyle var olduğu anlaşılan bir şeydir.[2]
Müfessirlerimiz bu ayet-i kerimenin tefsirinde müteaddit ihtimaller üzerinde dururlar. Bunlardan birincisi:
“يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِيُرَوْا أَعْمَالَهُم” ayetinin delaletiyle, kıyamette insanların dünyada yaptıkları işler ortaya konulacaktır. Bundan maksat, bizzat o amelleri gösterme olmayıp onların yazılı kayıtlarını göstererek karşılıklarının verilmesidir.[3] Yani insanların dünya hayatında işledikleri amellerin âhirette karşılığını almalarından bahsetmektedir. Taberî (ö.310/923) önce bu tefsiri benimser. Abdullah İbn Abbas (radıyallâhu anh) “Mümin olsun, kâfir olsun dünyada hayır veya şer olarak ne yapmış ise Allah âhirette onu karşısına getirecektir. Mümine sevaplarını ve günahlarını gösterecek, sonra günahlarını affedecektir. Kâfirin ise sevaplarını reddedip, günahları sebebiyle onu cezalandıracaktır.”[4]
Bir kısım müfessirlere göre ise müminin günahlarının cezası dünyada peşin verilecek, sevaplarının karşılığı âhirete ertelenecektir.[5] Kâfirin ise iyiliklerinin karşılığı dünyada peşin verilecek, günahlarının cezası ise âhirete bırakılacaktır. Gerek müminin, gerek kâfirin dünyada iyilik veya kötülük olarak yaptığı işler kendilerine gösterilecektir. Müminin kötülükleri affedilip, iyilikleri sebebiyle ödüllendirilecek; kâfirin de iyilikleri reddedilip, kötülükleri sebebiyle cezalandırılacaktır.[6]
Muhammed İbn Ka'b al-Kurazî şöyle der:
“Kâfir dünyada yaptıkları zerre miktar bile iyiliğin faydasını bedeninde, malında, ailesinde, çoluk çocuğunda muhakkak görür, ama ölünce ameli hiç kalmaz. Fakat müminler ise, kötülüklerinin cezasını dünyada bedenlerinde, mallarında, ailelerinde, çoluk çocuklarında bulur, ölünce de üzerlerinde zerre miktar kötülük kalmaz.”[7]
Hz. Ebu Bekir (radıyallâhu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ile yemek yiyordu. Bu ayetin nazil olduğunu işitince elini yemekten çekti ve dedi ki: “Yani ben işlediğim hayırları ve kötülükleri görecek miyim?” Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona: “Senin hoşuna gitmeyen şeyler, şer zerrelerinin birikmiş ağırlığıdır. Allah hayır zerrelerinin mükâfatını da biriktirecek ve onların mükâfatını ise âhirette verecektir. Nitekim Kur'ân'da geçen “وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُم” ayeti de bunu tasdik etmektedir.”[8]
Burada şu soru akla gelebilir: “Peki âhirete inanmayanın iyilikleri ne olacak?” Vaktiyle Hz. Aişe (radıyallâhu anha) da bunu düşünüp Efendimiz’e şöyle bir soru yöneltmişti:
“Ya Resûlallah! Abdullah ibn Cüd'an yakınlarını görüp gözetir, şöyle şöyle iyilikler yapardı, acaba âhirette bunların faydasını görebilecek mi?” “Hayır!” buyurdu, çünkü o bir gün olsun, hesap günü beni affet!” demedi ki!”[9]
Sahabeden Selman ibn Amir (radıyallâhu anh) Hz. Peygamber'e gelip şöyle sordu:
“Babam yakınlarını gözetir, ahitlerini yerine getirir, misafir ağırlardı, âhirette faydasını görür mü?”
Hz. Peygamber: “Müslüman olmadan önce mi vefat etti?”
Selman: “Evet!”
Hz. Peygamber: “Faydasını göremez.”
Bunun üzerine o da dönüp gitti. Müteakiben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
“O ihtiyarı bana getirin” buyurdu. Gelince ona şöyle dedi:
“Yaptıkları âhirette ona fayda vermez; fakat onun nesli dünyada faydasını görür. Ezcümle, siz rüsvay olmazsınız, zelil olmazsınız, yoksulluk çekmezsiniz.”[10]
Mukatil şöyle der: “Dünyada zerre, yani gözle görülemeyecek kadar küçük karınca veya ışık huzmesinde görünen toz kadar iyilik veya kötülük yapan, kıyamet günü onu amel defterinde bulacaktır.”[11] Asr-ı saadette Medine'de bazı zevât küçük şeyler tasadduk etmekten geri dururlar, bunu yapmaktansa fakiri hiçbir şey vermeksizin gönderirlerdi. Veya bazıları gıybet, yalan, nâmahreme bakma gibi günahları küçümserdi. Böylece Allah, dilerse küçüğü büyüteceğini bildirdi.[12] Semerkandî (ö.373/983) Hz. Aişe (radıyallahu anh)'nin bir dilenciye bir üzüm tanesi verince orada bulunanlar bunu azımsayıp birbirlerine bakınca o:
“Bu üzüm tanesi içinde çok zerreler var” deyip bu ayeti okumuştu.[13]
Hayırda olsun, günahta olsun, zerre miktarını bile küçük görmek doğru değildir.[14] “Bir tek hurma ile de olsa ateşten korunmaya bakın, onu da bulamayan bari tatlı bir söz söylesin”[15] hadis-i şerifi de bu gerçeği teyid etmektedir. İyilikler az; ama yapanın niyeti halis ise, matlup yine hâsıl olur. Ama niyet fâsit ise amel çok olsa bile maksada ulaşmak mümkün olmaz. Allah Teâlâ “miskale zerretin” buyurmakla daha da çok veya daha da az dahi olsa, kişinin onu göreceğini bildirmiş olmaktadır. Buna mefhumu'l-hitab denilir ki mezkûr ile meskûtun anh'in aynı hükme dâhil olduğunu ifade eder.[16]
Hz. Peygamber ashabından birini, bir şahsa Kur'an öğretmekle görevlendirdi. O da ona bu Zilzal suresini öğretti. فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ ayetine gelince o kişi: “Bu kadarı yeter” dedi. Bunu duyan Efendimiz (aleyhisselâtu vesselâm): “Onu kendi haline bırak, o fakih oldu (işi anladı)” buyurdu.[17] Bir bedevî Peygamber Efendimiz (asm)'in bu ayeti okuduğunu işitince: “Ya Resûlullah, bir zerre bile mi?” cevaben: “Evet!” buyurdu. O da “Eyvah!” diye bunu defalarca tekrar edip oradan ayrıldı. Efendimiz: “A'rabînin kalbine iman tam manasıyla girdi” buyurdu.[18]
Abdullah İbn Mes'ud (radıyallahu anh) : “Bu ayet, Kur'an'daki en muhkem ayettir” demiş, Hz. Ömer (radıyallahu anh) da bu konuda onu tasdik etmiştir.[19] Kurtubî (ö.671/1273)ve Hatib Şirbinî (ö.977/1570) gibi müfessirler “Âlimler bu ayetin umumiyet ifade ettiği hususunda fikir birliği içindedirler” derler. Dolayısıyla bu ayetin nesh edilmesi söz konusu değildir. Bir kısım âlimler Abdullah İbn Abbas’ın (radıyallâhu anh) görüşüyle uyum halinde şöyle derler: İbn Abbas der ki: “Dünyada hayır veya şer işleyen hiçbir mümin veya kâfir yoktur ki Allah ona yaptıklarını göstermesin. Mümin iyiliklerini de kötülüklerini de görür, kötülükleri af edilir, iyiliklerinin mükâfatını görür. Kâfire de Allah hem iyiliklerini hem kötülüklerini gösterir, fakat iyiliklerini geçerli saymaz, kötülükleri sebebiyle onu cezalandırır.” Hatib Şirbinî de konuyu şöyle izah eder: “İster mümin, ister kâfir, ister iyilik işleyen, ister kötülük işleyen her kim zerre kadar hayır işlerse hiçbir şey eksilmeksizin onun mükâfatını görür. Çünkü onu verecek olan Allah Teâlâ'nın ilim ve kudreti her tarafı ihata etmektedir, mükemmeldir. Her kim zerre kadar kötülük yapmış ise onu görür. Mümin onu görmekle beraber (affedildiğini de görünce)[20] sevinir. Kâfir ise iyiliklerini görür; fakat sağlam temel üzerine, yani iman temeli üzerine bina etmediği için silinip gitmesine veya dünyada iken onların mükâfatını almış olmasına üzülür, pişmanlık ve hasâreti artar.”[21]
Fahreddin Râzî de (ö.606/1209) ayetin umum ifade etmesini şöyle izah eder: “Kâfirin iyilikleri, her ne kadar küfrü yüzünden geçersiz olsa bile, tartılma işi kâfir hakkında da söz konusudur. Ne var ki o iyilikleri, inkârının cezasından dolayı geçersiz addedilir. Binaenaleyh bu, ayetin umumiliğini zedelemez.”[22]
Tîbî de bu görüşü tercih eder ve der ki: Nazm, mânâ ve üslup bunu teyid eder. Nazm, yani ayetler arası münasebet yönünden فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ, يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِيُرَوْا أَعْمَالَهُم cümlesinin tafsilidir. Dolayısıyla birbirine muvafık olmaları gerekir. أَعْمَالَهُم 'deki أَعْمَالَ cemi bir muzâf olduğundan şümul ve istiğrak (kapsam) ifade eder. يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِيُرَوْا أَعْمَالَهُم ayeti, o insanların kimi cennet, kimi cehennem meskenlerine doğru dağınık gruplar halinde, farklı amellerine göre, farklı yollardan gitmelerini bildirir. Mana yönünden ise “Biz kıyamet gününe mahsus, öyle doğru ve hassas teraziler koyacağız ki, hiçbir kimseye zerre kadar haksızlık edilmez. Hardal tanesi ağırlığınca da olsa, yapılan iyi veya kötü işi ortaya koyup tartarız. Hesap görücü olarak Biz fazlasıyla yeteriz.”[23] ayetinde bildirildiği gibi, amellerin ayrıntılı olarak gösterilmesini gerektirir. Üslup yönünden ise bu ayet, dinin gerek asıllarını gerek fer'lerini kapsayan cevami'ul-kelim babındandır. Efendimiz el-camiatu'l-fezze (eşine rastlanmaz pek kapsamlı ayet) diye beyan buyurmuştur.[24]
Âlûsî (ö.1270/1854), kâfirin iyiliklerinin silineceği yorumunu tercih etmekle beraber Tîbî'den bu görüşü naklettikten sonra onu destekleyen bir başka mütâlaa serd eder ve kâfirin, cehennemde ebedî kalmakla beraber dünyadaki bazı iyilikleri sebebiyle cezasının hafifletilmesinin vakî olacağına dair sahih hadisler zikreder. Hatem-i Tâî'nin cömertliği, Ebû Leheb'in, Peygamber Efendimiz'in (aleyhisselâtu vesselâm) dünyaya gelmesi sebebiyle sevinmesi ve bunu müjdeleyen cariyesi Süveybe'yi azad etmesi, keza Ebu Talib'in Efendimiz'i himayesi sebebiyle azaplarının hafifletileceği hakkındaki hadislere yer verir.
Bazı müfessirler iman etmeyenlere iyiliklerinin âhirette fayda vermeyeceğini söylerler. Ebussuud, Âlûsî, Derveze gibi zatlar bu grupta yer alıp, bazı ayetlerle istidlâl ederek kâfirin iyiliklerinin silineceğini söyler ve o iyilikleri sebebiyle azabının hafifletileceğini de kabul etmezler.[25] Buna mukabil daha başkaları, ayeti umumiyetine göre açıklarlar.
Ezcümle: Cevad Mağniye (ö.1400/1978) şöyle der: Eğer “Mümin ile kâfir amellerin karşılığını alma hususunda eşit olacak mı? Yoksa kâfirin iyilik olsun diye, insaniyet adına yaptığı iyilikler de boşa gider mi?” diye sorulursa buna cevabımız şu olur: Her şeyin hesabı ayrı olacaktır. Kâfir iyilik yapmış ise, kâfirliğinin cezasını çekecek, bununla beraber ilahî hikmet gereği olarak yaptığı iyilikler sebebiyle dünyada onun mükâfatını görecek; yahut âhirette azabı hafifletilecektir. “Bazı ayetler küfrün, hepsi iyi olsa bile amelleri sildiğine, boşa çıkardığına delalet ediyor, buna ne dersiniz?” sorusuna da bazı âlimlerimiz şöyle cevap vermişlerdir: İhbat'ın yani küfrün amelleri silmesinin manası, kâfirin amellerinin kendisini küfrünün azabından kurtarmayacağını ifade eder. Yoksa o iyiliklerine mutlak surette karşılık verilmeyeceği manasına gelmez.”[26] Haseneyn Mahluf, kâfirin iyiliklerinin azabın hafifletilmesine vesile olacağını sahih hadislere dayanarak kabul eder.[27] Kezâ Enbiya 47 ayetine dayanarak Muhammed Abduh, Kasımî, Meraği, Abdullah Şehate de, gerek müminin gerek kâfirin amellerinin karşılığını alacaklarını kabul ederler.
Seyyid Kutub (ö.1966), zerrenin anlamını verdikten sonra şöyle der: “İşte bu zerre miktarı iyilik veya kötülük insanın karşısına gelecek, sahibi onu görecek ve karşılığını da alacaktır. İşte bu şuuru taşıyan insan, yaptığı işlerden hiç birini, ister iyilik ister kötülük olsun, küçümseyemez. “Ne olacak, bu pek küçük bir şey, o kadarının hesabı olmaz” diyemez. Yapacağı her iş ve davranış karşısında, bir zerre ile ağır basan veya noksanlaşan hassas terazinin titreyişi gibi vicdanı titrer. Bu kadar hassas bir terazi dünyada olmayabilir; fakat müminin kalbinde vardır. Zerre kadar bir iyilik veya kötülükle titreyen bu kalp nerede, dağlar kadar kötülük ve isyanlarla üzülmeyen, dağlar kadar hayırları imha ederken bile kılı kıpırdamayan kalpler nerede! Ama bu kalbler şimdi ezilmeseler de, büyük hesap günü o yüklerin altında ezileceklerdir.”[28]
Bu ayet vesilesiyle hatıra gelen bir soru da şudur: “Allah iyilik mikdarınca mükâfat, kötülük yapana da kötülüğü kadar ceza verecekse, O'nun kerem sıfatıyla bu durumun telifi nasıl olacaktır?” Fahreddin Râzî bu soruya şöyle cevap veriyor: “İşte kerem budur. Çünkü günah her ne kadar az olsa bile, günah işlemede Allah Teâlâ'yı hafife alma vardır. Halbuki kerim, buna tahammül edemez. Taatte ise tazim vardır. Her ne kadar az olsa bile kerim onu zayi etmez. Buna göre Cenab-ı Hak adeta: Zerre kadar iyiliği küçük sayma! Çünkü sen onca değersizliğine ve zayıflığına rağmen, Benim bir zerremi zayi etmedin, onu nazar-ı dikkate aldın, o hususta tefekkür ettin ve onunla Benim zatım ve sıfatlarımı anlama hususunda istidlalde bulundun ve onu bir binit edinerek Bana ulaştın, Beni tanıdın, Beni buldun. Sen Benim zerremi zayi etmediğine göre, Ben senin zerreni zayi eder miyim? demek istemiştir. Sözün özü şudur: Esas olan, niyet ve maksattır. Yapılan iş az ama niyet halis olduğunda netice elde edilmiş demektir. Ama yapılan iş çok olsa bile niyet bozuk olursa maksada ulaşılamaz.”[29]
Rabb-i Rahîm'imiz zerreyi bile hesaba katarak yaşamayı nasib eylesin ve hesap günü bizi mahcup etmesin.
[1] Zilzâl Suresi, 7-8.
[2] Seyyid Kutub, Fî Zilâl, bu ayetin tefsirinde.
[3] Matürîdî (ö.333/944), Te'vilat; Nesefi (710/1310), Medârik.
[4] Taberî, Cami'ul-beyân.
[5] Abdürrezzak (ö.211/827)
[6] Sa'lebi (ö.427/1035), el-Keşfu ve'l-beyân.
[7] Mekkî ibn Ebî Talib (ö.437/1045), el-Hidaye.
[8] A.g.y. Keza Matüridi de Te'vilat adlı tefsirinde
[9] Taberî, aynı yer.
[10] Taberî, Cami'u-beyan.
[11] Mukatil (ö.150/767)
[12] A.y.
[13] Semerkandî.
[14] Şafii, er-Risale, 5/5.
[15] Buhari, Zekât 10; Müslim, Zekât 66.
[16] Ebu Hayyan (ö.745/1344), el-Bahru'l-muhit.
[17] Abdürrezzak, Kurtubi, el-Cami'.
[18] Kurtubi, el-Cami.
[19] Sem'ani (ö.489/1096)
[20] Parantez içindeki kısım metinde yoktur. Fakat az önce zikrettiğimiz İbn Abbas tefsirinde ve başka metinlerde bulunmasına dayanarak ilave etmeyi gerekli gördük (S.Yıldırım).
[21] Hatib Şirbini, es-Siracu'l-munir
[22] F. Razi, Mefatihu'l-gayb.
[23] Enbiya 21/47.
[24] Alusi, Ruhu'l-meani bu ayetin tefsirinde nakl ediyor.
[25] Ebussuud (ö.982/1574), İrşadu'l-akli's-selim; Alusi, Ruhu'l-meani.
[26] Cevad Mağniye
[27] Haseneyn Mahluf, Safvetu'l-beyan.
[28] Seyyid Kutub, Fi Zılal.
[29] Mefatihu'l-gayb.