Ramazan ve hatıralar





Author: Ahmet SELİM - min read. - Post Date: 04/13/2023
Clap

Babam bir otelin yazıhanesini kendi yazıhanesi gibi kullanıyordu; o oteli, yeni sahibine babam satmış, böyle bir dostlukları vardı. Fakat yeni sahibi olan beyefendi farklı bir adam. Modern havalı, CHP'li... Bir Ramazan günü biz babamla otururken geldi, kısa bir sohbetten sonra, otel kâtibinin söylediği kahve önüne konuldu. Babamın huyunu bildiğim için tedirgin oldum...

Oruç tutmaya ilkokul sıralarında başlamıştım.

Üç gün tutardım: Birinci gün, Kadir Gecesi, son gün. Ama sahura hep kalkardım, iftar sofrasında hep bulunurdum. Bu bir çeşit eğitimdi. Teravihlere gitmek de öyle.

Ben çok mutlu bir çocukluk yaşadım. Ortaokulu da çocukluğa dahil edersek, 15 yaşıma kadar, ailede, okulda, mahallede, akrabaların arasında hep sevgi, himâye ve sıcaklık gördüm. İmtiyazlı gibiydim desem, yeridir. Bir tek ortaokula başladığımda İngilizceden tökezledim, ama üniversiteye giden bir yakınımızla çalışınca, ikinci ve üçüncü karnelerde 9'a, 10'a yükselttim. Başka pürüz yok.

O günlerin küçük ayrıntılarını bile unutmadım. Özellikle Ramazan'larda hasret dolu hatıraların hücumuna uğrayışım biraz da bu yüzden. O zamanki Ramazan'lar bütün bir yılın aynası gibiydi. Sonraları yıllar da, Ramazan'lar da birbirine benzemeye başladı.

Sadece annemi babamı değil, komşularımızı, öğretmenlerimizi, hocalarımı herkesi özlüyorum.

Alfabeyi de elifba'yı da ne zaman söktüğümü hatırlamıyorum. Babamın yardımıyla, aldıklarıyla ve gazetelere bakarak kendi kendime öğrendim. Camiye gittiğim zaman hoca beni eve gönderdi, "Sen biliyorsun" diyerek. İlkokula başladığımda gazete okuyordum. Sadece sınıf öğretmenim değil bütün öğretmenler sever, ilgilenirdi.

İlkokulu bitirirken, bir sözlü bitirme sınavı vardı. Kapıda sıranın bana gelmesini bekliyordum. Makbule Hoca Hanım yanıma geldi ve dedi ki: "Radyonun esası elektrik dalgalarını ses dalgalarına, ses dalgalarını elektrik dalgalarına çevirmektir. Sen içeri girince ben de gireceğim ve sana bunu soracağım!" Öyle de yaptı. Beni kooperatif çalışmalarımızdan tanırdı ve çok severdi. Zaten biliyordum ama, bana kopya verdi "ne olur ne olmaz" diyerek!

Şöyle böyle denilse de, bize sınıfta uygulamalı olarak namaz kılmayı da öğrettiler. Örneklemeyi ben yaptığım için çok iyi hatırlıyorum. Öğretmenlerin çoğu oruç tutardı.

Babam bir otelin yazıhanesini kendi yazıhanesi gibi kullanıyordu; o oteli, yeni sahibine babam satmış, böyle bir dostlukları vardı. Fakat yeni sahibi olan beyefendi farklı bir adam. Modern havalı, CHP'li... Bir Ramazan günü biz babamla otururken geldi, kısa bir sohbetten sonra, otel kâtibinin söylediği kahve önüne konuldu. Babamın huyunu bildiğim için tedirgin oldum. Tahminim doğru çıktı ve babam ona dönerek: "Fuat Bey! Buraların hatırlı ve itibarlı bir şahsiyetisiniz. Yaptığınız örnek olur. Haddim değil, ama vazifem bunu söylemek. Ramazan günü ne olur bu kahveyi içmeyin!" Fuat Bey, "çok iyi yaptınız ikaz etmekle" dedi ve elinin tersiyle kahveyi itip, götürmelerini söyledi. Halbuki babam onun mekânını kullanıyordu ve işi icabı ona muhtaçtı... Yıllar sonra çok samimi oldular ve beraberce camiye, vaazlara gittiler.

Söylemeden duramıyorum. İnsanlar bir başka türlüydü. "Babamın arkadaşları" yazılacak bir konudur. Vakur, salabet sahibi, olgun, bambaşka insanlar.

Beni işyerine götürürken, çok küçük olduğum için bazı hareketler yapıyordum herhalde. Gülümseyerek bana dedi ki: "Mâdun, mâfevk'in bir adım gerisinde yürür." Ne demek olduğunu sorunca da, eve dönünce lügate bakmamı söyledi. Sekiz dokuz yaşındaki çocuğa öğrettiği kelimelere bakın. Tam bir eğiticiydi.

Hastalığı son zamanlarda ilerleyip de oruç tutamayınca "utanıyorum böyle yaşamaktan" diyordu nemli gözlerle.

... Şahsiyetleri İslam'a göre teşekkül etmişti. Ona göre bir hayat tarzları vardı. Acıları da, sevinçleri de o şuurla karşılıyorlardı; sabırla, tevekkül vakarıyla... İşte özlediğim bu bütünlük, bu tutarlılık, bu şahsiyetlilik.

Şimdi bazıları, Hz. Ömer'le Hz. Ali'nin kıldığı ve kıldırdığı mütevatiren sabit olan bir namazı yok sayıyorlar. Mütevatir bilgiyi hangi bilgiyle yok sayıyorsun? Hz. Ömer bir hata yaptıysa onu Hz. Ali düzeltirdi. Sana mı kalırdı o iş? Senin sünnete saygı ve bağlılık hassasiyetin, ilmin, irfanın, ferasetin, salabetin onlardan daha mı fazla? Burada bir tane değil bin tane ihlal var. Durulacak yerde durup derinlemesine düşünememek alim olamamanın en bariz vasfıdır. Eskiden sade ama şuurlu Müslümanların bile bu hasletten bir nasipleri vardı. Çünkü itidal ve bütünlük şuuru sahibiydiler.

 

* Zaman Gazetesi arşivinden (11/08/2011)

Author: Ahmet SELİM - min read. - Post Date: 04/13/2023