KUR’ÂN’IN PARÇA PARÇA İNİŞİ





Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 11/22/2022
Clap

Kur’ân vahyi, önce cennet ve cehennemden bahseden kısa bir süre ile başladı. İnsanlar İslâm’a toplanınca helâl ve haramlar indi. Şâyet ilkin ‘İçki içmeyin’ diye emredilseydi onlar: ‘İçkiden asla vazgeçemeyiz.’ derlerdi.

Kur’ân metninin tamamı birden indirilmemiş, 23 yıllık risâlet devresi boyunca parça parça gönderilmiştir. Kur’ân’ın her parçasına necm denir. Bu kelimenin başlıca anlamlarından biri “yıldız”dır. Kur’ân semasının yıldızlarının ayrı ayrı zamanlarda tulû etmesine de, bu kökten bir tâbir olarak Kur’ân’ın tencîmi denilmiştir. Kur’ân, ilk muhatapları olan Resûlullah ve sahabe neslinin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde nazil olmuştur.

Bizzat Kur’ân, bu hususiyetinin başlıca hikmetlerini şu âyetlerde bildirmektedir:

Onu bir Kur’ân olarak ayırdık ki, insanlara ara vererek okuyasın.” (İsrâ, 106)

İnkâr edenler, “Kur’ân ona bir defada indirilmeli değil miydi?” dediler. Biz, onunla senin kalbini kuvvetlendirmek için, onu böyle parça parça indirdik ve ağır ağır okuduk.” (Furkan, 32-33) Bu son âyet, itirazın vâki’ olduğunu, buna rağmen ilahî hikmetin kasten böyle indirdiğini meydana koymaktadır.

Bu mesele, Kur’ân’ın ilk muhatabı ve tebliğcisi olan zat ile ilk muhatapları olan insanların Kur’ân ilminde, Kur’ân cemiyet ve medeniyetinde niçin birinci plânda mümtaz bir mevki elde ettiklerini ve öyle de olması gerektiğini açıkça göstermektedir. Kıyamete kadar devam edecek ümmetin temelinin çok kuvvetli olması şart idi. “Ahlâkı, Kur’ân’dan ibaret” oluncaya kadar Resûlullah’ın ve dilleri gibi halleri ve fiilleri de âyetleri terennüm edinceye kadar ashab-ı kiramın, sonraki nesillere iyi ders vermeleri için, iyi öğrenmeleri ve bellemeleri gerekiyordu. İşte bu iyi yetiştirme, risâlet semasında Kur’ân’ın, tek tek yıldızlar hâlinde tulû etmesiyle olacaktı ki, bunun hikmetleri şöylece özetlenip maddeleştirilebilir:

 

  • Diğer müminler gibi Resûlullah da, insan olarak müşriklerin dalalette direnip ondan hoşlanmaları, hakka karşı körelmeleri, alay etmeleri ve üstelik işkence etmeleri karşısında müteessir olduğundan, teselliye -ama insanlarınkine değil, bir iltifatına cihan bedel olmayan Rahman’ın tesellisine- ihtiyaç ve iştiyak duyardı. Üzüntü ve meşakkatin tekerrürüne karşılık, teselli ve takviyenin de yenilenmesi, ona bütün çektiklerini unuttururdu. Bu takviye de değişik tarzlarda olurdu. Bazen daha önceki resullerin mâruz kaldıkları durumlar anlatılırdı (Hûd, 120). Bazen sabretmesi açıkça, hatırlatılırdı (Müzzemmil, 10; Ahkaf, 35). Bazen üzülmesi nehyedilirdi (Yasîn, 75; Kehf, 6 vb.). Bazen da Allah’ın, Resûlünü koruyacağı, onu teyit edeceği teminatı verilirdi (Maide, 67; Tur, 48).

Cibrîl gibi bir ilâhî habercinin, dünyaya bedel kuvvetli bir dostun tulû ederek ünsiyet vermesi, bu tesellinin bir başka yönüdür.

Ayrı ayrı inişlerin her birinde, gelen her vahiy parçasının benzerini getirmekten muarızların aczi ortaya çıktıkça, yeni bir mucize gerçekleşmiş oluyordu. Bu da hak ehlini mesrur, bâtıl güruhunu ise me’yûs ediyordu.

 

  • Kur’ân’ın hıfzını kolaylaştırmak ve muhtevasını hazmettirmek.

Kur’ân bir defada nazil olsaydı, sahabe onu ezberleyemezdi. Keza bütün talimatlarını birden kavrayıp kendilerine mal edemezlerdi. Hele Kur’ân’ın indiği ortamın ümmî bir muhit olduğunu, okur yazar sayısının ve yazı vasıtalarının çok mahdut olduğunu hatırlarsak, öğretimin azar azar ilerlemesinin ne büyük hikmet ve nimet ihtiva ettiğini daha kolay anlayabiliriz.

 

  • Kur’ân, belli başlı İslâm ahkâmını, mücmel (genel) veya mufassal (ayrıntılı) olarak ihtiva etmektedir. Kur’ân’ın ilk muhatapları, İslâm’dan önce her türlü kayıttan azade idiler. Kendilerini bağlayan herhangi bir kanun veya nizam yoktu. Bu halde iken birdenbire ferdî, içtimaî, malî, idarî ve cezaî hükümlerin tamamına bağlanmaları çok zor olurdu. Bundan ötürü Allah Teâlâ ahkâmını, tedricen (azar azar) indirip tamamlamıştır.

Buharî Hz. Âişe’nin bu konudaki şu mühim tespitini bize nakletmiştir:

Kur’ân vahyi, önce cennet ve cehennemden bahseden kısa (mufassal) bir süre ile başladı. İnsanlar İslâm’a toplanınca helâl ve haramlar indi. Şâyet ilkin ‘İçki içmeyin’ diye emredilseydi onlar: ‘İçkiden asla vazgeçemeyiz.’ derlerdi. (İşin daha başında) ‘zina etmeyin!’ hükmü inseydi, ‘zinayı asla bırakmayız.’ derlerdi.”

Kur’ân gerek ferdin, gerek toplumun ruhunda, satıhta olanlarla derinde yerleşen unsurlar arasında bir ayrım yapmıştır. Fert ve toplum varlığının derinliğinde kök salmış hususları değiştirmekte aceleci olmamıştır. Plânlı bir gecikmenin, her şeyi karışık olarak birden ortaya atmaktan daha iyi olduğuna inanmıştır. Müskirat ve faiz yasaklarına, namaz ve zekât emirlerine, kölelik konusundaki ıslahata alıştırmak, böylece tedricî olmuştur. Buna mukabil derinliklere kök salmamış, fakat beşerî hayatta suç olan sathî meselelere ait hükümler, bir defada kesinleşmiş, tedrice gidilmemiştir. Zina, hırsızlık, katl, gasb, aldatma gibi yasaklar bu cümledendir.[1]

Kur’ân’ın müminlerin ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda inmesinin bir başka yönü de, yenilenen hâdiselerde müminlerin ihtiyaçlarını ve müşkillerini halletmekle, devamlı sûrette rehberlik etmesidir. Bunun sayılamayacak kadar örneği vardır. Bütün nüzul sebepleri, bu kısma misâl teşkil eder. Böylece Kur’ân, İslâm ümmetinin binasının temeli olan ashab cemiyetini, canlı kılmak gayesiyle, canlılardaki gibi bünyenin tabiî bir gelişmesi hâlinde içeriden gelişmeye yöneltmiş, zorlamalı, ânî bir şekilde geliştirmeyi uygun bulmamıştır.[2]

 

  • Kur’ân’ın, ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’ın sözü olduğuna işaret etmek. Kur’ân âyetleri, (insicam bahsinde gördüğümüz gibi), 23 sene gibi uzun bir zamana yayılan, değişik hâdiseler sebebiyle nazil olduğu halde, âyetlerin yerlerinden oynatılamayacak derecede yerli yerinde oluşları, beşer takatinin üstünde ilahî bir eser olduğunu gösterir. Herhangi mahir bir müellifin, hayatın akışı içinde, değişik hâdiseler vesilesiyle, çok değişik ilim dallarının muhtelif konularına temas ederek, yirmi küsur senede yazdığı yüzlerce parçanın bütün paragraf, cümle ve kelimelerinin mâna ve lâfızca tam yerlerini bulmuş olması nasıl mümkün değilse, telifi bu tarzda olan Kur’ân’ın da beşer sözü olması mümkün değildir.

Zira zamanın, mekânın, vesile, hâdise ve konuların değişikliği, normal olarak kopukluğa, irtibatsızlığa ve dağınıklığa yol açar. Fakat Kur’ân, harikulade bir durum göstererek parça parça geldiği halde, neticede, birden yazılmış gibi muntazam olarak bitmiştir. Bir de şu vakıa düşünülürse bu mucize daha iyi anlaşılır: Peygamberimiz gelen âyet veya âyetleri “falan sûrenin falan yerine yerleştiriniz” diyordu. Hâlbuki vahyin devamı boyunca, o sûrenin nihaî şeklinin nasıl olacağını bilmiyordu. İşte bundan da anlaşılıyor ki

Bu Kitap, hikmet sahibi ve her şeyi bütün yönleriyle bilen Allah tarafından, âyetleri muhkem kılınmış, sonra da güzelce açıklanmıştır.” (Hûd, 1) Meselâ insanların en belîği olduğu halde Resûlullah’ın sözleri alınıp bir kitap meydana getirilecek olursa, böylesi bir insicamın gerçekleşmesi mümkün değildir.

 

[1] Zerkeşî, Burhan. s. 57-58.

[2] M. S. Râfiî, İ’câz, s. 34.

Author: Prof.Dr. Suat YILDIRIM - min read. - Post Date: 11/22/2022