KUR’ÂN’IN YEDİ HARF ÜZERE NAZİL OLMASI
“Kur’ân yedi harf üzere indi, binaenaleyh onlardan hangisi kolayınıza gelirse o harfi okuyunuz.”
Yedi harf, Kur’ân tarihinin mühim ve üzerinde en çok farklı izahlar bulunan bir konusudur. Buharî ve Müslim, Peygamberimiz’in şöyle buyurduğunu rivâyet ederler:
“Kur’ân yedi harf üzere indi, binaenaleyh onlardan hangisi kolayınıza gelirse o harfi okuyunuz.”
Müslim’in başka rivâyetinde Cibril, Hz. Peygamber’e:
“Allah, ümmetinin Kur’ân’ı bir harfe göre okumasını emrediyor” der. Resûlullah ümmetin buna takat getiremeyeceğini söyleyip, Allah Teâlâ’nın bağışlamasını ister. Müteakiben iki, sonra da üç harfe izin verilir. Resûlullah daha da isteyince, neticede yedi harfe ruhsat verilir.
Tirmizî’nin sahih isnadla rivâyetine göre Resûlullah Cibril’e:
“Ben ümmî bir ümmete gönderildim. Aralarında koca-karısı, ihtiyarı, oğlan ve kız çocuğu, hiç okuma bilmeyeni var” deyince Cibril: “Ya Muhammed, bu Kur’ân yedi harf üzere indi” der.
Harf kelimesi, Arapça’da yerine göre “her nesnenin ucuna, tarafına, kenarına, sivri ve keskin kıyısına, hece harflerinden her birine, arık dişi deveye, su yoluna, alâmete”[1] ıtlak olunabilir. Hadiste geçen yedi harfin, çok farklı anlaşılabilmesinin sebeplerinden biri, kelimenin fazla mânalara gelmesidir. Zira müşterek lafız, karinelerin yardımı ile mânalarından birine hamledilebilir. Âlimlerin çoğu yedi harfi, “yedi, Arap lehçesi” veya “yedi vecih” şeklinde anlamışlardır.
Aralarında İbn Kuteybe, İbn Abdilberr, Mekkî İbn Ebî Tâlib gibi zevatın bulunduğu bir cemaate göre yedi harf, Kur’ân metnine dağılmış:
- Telâffuzdaki farklılığa rağmen mânanın aynı olması,
- Yahut hem telâffuzun hem de mânânın farklı olması,
- Bir kelimenin fazlalık veya noksanlığı,
- Hareke değişikliği,
- Takdim veya tehir,
- Medd veya kasr,
gibi kelimenin gerek aslına, gerek edâ keyfiyetine ait farklılıklardır. Bu değişiklikler imlâda değişikliğe yol açabilecekleri gibi açmayabilirler de. İşte bu vecihlerden her biri bir harftir ki, kıraat tarzları çok fazla olabilse dahi neticede şu yedi veçhe râci olur:
- Kelimenin mânaya tesir etmeyecek tarzda kısa veya uzun okunması, i’rab veya binasının değişmesi: بُخْل (buhl) veya بَخَل (behel)
- Mânaya tesir edecek şekilde i’rab veya binası değiştiği halde hattın aynı kalması ve mânada tezadın bulunmaması: رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ أَسْفَارِنَا cümlesinde بَاعِدْ (bâ’id) بَعِدْ (ba’id) veya بَاعِدْ (bâ’ede) okunması gibi.
- İ’rab aynı kalıp, mânada değişikliğe yol açacak tarzda harf değişmesi. Fakat bu durumda da hat aynı kalır ve maksat farkı ortaya çıkmaz: نسرها’nın, ننشرها (nensuruhâ) veya ننشزها (nunsizuhâ) okunabilmesi gibi.
- Kelimenin hattı değiştiği halde mânasının değişmemesi: ان كانت الا صيحة واحدة veya ان كانت الا زقية واحدة
- Hat değişip mâna farklı olduğu halde iki mâna arasında zıtlığın bulunmaması: الم تنزيل الكتاب veya الم ذلك الكتاب
- Takdim veya te’hire uğraması: وجاءت سكرة الموت بالحق veya وجاءت سكرة الحق بالموت
- Kelime veya harfte ziyade veya noksanlık farkı bulunduğu halde değişik hükme yol açmaması: تجريتحتها veya تجريمن تحتها
Resûlullah’tan işitmek şartıyla, mezkûr şartlarla vâki’ olan farklılıklara Allah izin vermiştir. Yoksa bu değişiklikler lisanın veya hattın verdiği imkânlar neticesinde meydana çıkamaz.
Yedi harfin hikmeti, Tirmizî’nin rivâyet ettiği hadis-i şeriften de anlaşıldığı üzere, Kur’ân okumayı kolaylaştırmaktır. Kur’ân’ın ilk muhatapları, kabileler hâlinde dağılmış olduklarından aralarında telâffuz farkları vardı. Bu özür sebebiyle onlara bir ruhsat verildi.
Ruhsat: “Aslî hükmün sebebi devam etmekle beraber, bir özre binaen, şer’î hükmün daha kolaya doğru değişmesidir.” Yedi farklı vecihle okuma (kıraat) izni verilmişse de, kitabet (hat, yazı) sadece Kureyş lehçesi üzere olmuştur. Bu da ihtilâfı asgariye indirmiştir. Zira kolaylaştırmayı gerektiren özrün zail olmasından sonra, aslî harfin kitabeti tilâvet için de esas olmuştur.
Özrün zail olmasıyla, yedi harfe verilen muvakkat müsaade sona ermiştir. Zira lehçeler arasındaki ayrılık ve yaygın ümmîlik, Kur’ân’ın toplayıcılığı ve ümmîliğin azalmasıyla giderilmiştir.
İbn Uyeyne (ö.198/814), İbn Vehb (ö.197/ 813), Taberî (ö.310/922), Tahâvî (ö.321/933), İbn Abdilberr (ö.463/1071) bu fikirde olanlardandır.
Mushafın hattına muhalif olan diğer harflerin okunmasına ne zaman son verildiği konusunda da âlimler farklı görüşlere sahip olmuşlardır. M. Zerkânî (ö.1122/1710): “Âlimlerin ekserisine göre bu, Resûlullah zamanında ve onun emriyle olmuştur” diyor.[2] Hz Osman da ümmeti, Kureyş harfi etrafında toplama ve diğerlerini imha etme cesaretini, Resûlullah’ın bu talimatından almıştır. Sahabenin bu husustaki icmaı da bunu göstermektedir. Bazılarına göre ise, tek harf etrafında toplayan Hz. Osman olmuştur.
Hz. Osman’ın yazdırmasından sonra, telâffuz (nutk ve edâ) bakımından farklı kıraatler, yedi harften bir cüz’ olup icmaa mazhar olan imam mushafın hattına muvafık olduğundan, böylece kıraat caiz görülmüştür.
Yedi harf hakkındaki izahlardan biri de, anlaşılması daha kolay olan şu görüştür: Kur’ân indiğinde Arapları, muhtelif kabilelere ve lehçelere dağılmış buldu. Bunlar, hac mevsimi sayesinde müşterek bir lisana da sahip idiler. Kur’ân, her ne kadar bu müşterek lehçe ile nazil olmuş ise de, geniş kitle olan avamın alışkanlıklarını gözetmek istedi. Yedi rakamından gâye, sayının hakikati değil, çokluktur. Keza Arap lehçesi olması da şart değildir, Hintli, Türk, Alman, Kur’an’ı bazı fonetik hususiyetleriyle okurlarsa da, elden gelen gayreti sarf ettiklerinden dolayı, yanlış okuduklarını iddia etmek doğru değildir. “Yedi harf hakkındaki bütün rivâyetler, başkasının okuyuşunu kınamaktan menetmek gayesini ortaya koymaktadır.” Kadî İyad (ö.544/1149) bu görüşü benimsemiştir.[3]
[1] Asım efendi. Kamus Trc, HRF md.
[2] Zerkânî, Şerhu’l-Muvatta’, I, 363.
[3] Adil Kemal, Ulûmu’l-Kur’ân, s. 85-86ز