“Cımbızlama Mühendisliği” ve Diyanet’in Fethullah Gülen Raporu
Bu rapor, çok yönlü bir cımbızlama mühendisliği ile hazırlanmıştır. Gülen’in mecâzî ifadeleri bütünlüğünden koparılarak dalâlet yaftası vurulmaya çalışılmış ve onun eserlerinde pek çok yerde Allah’ın teşbih ve tecsimden, zaman ve mekândan münezzeh olduğunu bildiren net ifadeleri yok sayılmıştır.
Türkiye, Osmanlı’nın yıkılışının ardından 1923’te bir laik devlet olarak kuruldu. Yeni rejim, otoriter ve baskıcı bir sosyal ve siyasi reform tarzını benimseyerek hilafetin sona erdirilmesi, kılık-kıyafet kanunu ve alfabenin değiştirilmesi gibi birçok icraatı tatbik etti. İslam’ın millet üzerindeki tesirini azaltmak maksadıyla dini kamu alanında yasakladı. Devletin bu istikamette attığı en önemli adımlardan bir tanesi 1924 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmak oldu. Diyanet’in kurulmasındaki hedef ülkedeki bütün dini faaliyetleri tek bir merkezden kontrol etmekti. Kurulduğu günden bu yana misyonunu tam anlamıyla icra etmiş olan Diyanet, muhalifleri susturabilmek için dini söyleme müracaat eden Erdoğan’ın idaresi altında hem mali hem de siyasi olarak çok daha güçlü bir kurum haline getirildi. Diyanet, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vaaz ve kitaplarından cımbızladığı alıntılarla Hocaefendi’yi ve harekete gönül verenleri tekfir eden raporlar ve hutbeler hazırlayarak, Erdoğan’ın son yıllarda Hizmet hareketine uyguladığı zulmün en ön cephesinde yer almıştır. Bu raporların birçoğu Diyanet’in eski başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in idaresi altında hazırlanmıştır.
Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün sosyal medyada yer alan Kur’ân’la ilgili söyleşisi konusunda kendisi ile yapılan “Özel Ropörtaj”da bir Müslüman’ın sözlerinden dolayı tekfîr (dinden çıktığına hükmedilmesi) ve tadlîl (dalâlet ve sapıklıkla suçlanması) edilmesiyle ile ilgili çok önemli açıklamalarda bulundu.
Sayın Görmez; insanların söz ve yaklaşımlarının bütünlüğünden koparılarak “cımbızlama mühendisliği” yapılmasının sorgulanması gerektiğini, bu tür bir hareket tarzını doğru bulmadığını, ilgili şahsın Kur’ân’ın Allah kelâm’ı olmadığı yönündeki iddialarının doğru olmadığını söylemenin yanında, o kişinin Ehl-i Sünnet’in "ehl-i kıble" yaklaşımıyla değerlendirilerek tekfir ve linç edilmemesi gerektiği üzerinde çok ciddi bir şekilde vurgu yaptı.
Yazımızda, Görmez’in bir Müslüman’ın görüş ve yaklaşımlarının “cımbızlama mühendisliği” yapılmadan ve Ehl-i Sünnet’in kriterleri ile değerlendirilmesi gerektiği ile ilgili bu yaklaşımına Diyanet İşleri Başkanlığı döneminde Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili hazırladıkları raporda ne ölçüde riayet ettiğini bir örnek üzerinde değerlendirmeye çalışacağız.
“Cımbızlama Mühendisliği”nin Sorgulanması
Konunun daha iyi anlaşılması adına öncelikle sayın Görmez’in bir kimsenin ifadelerinden cımbızlanarak onun hakkında hüküm verilmesi ile ilgili ifadelerini aynen aktarmada fayda vardır. Görmez söze şu şekilde başlamaktadır: “Gündeme getiriliş tarzını sorgulamamız lâzım. Bir sene önceki konuşmanın içinden cımbızlanarak, belli bir kısmının sadece bir buçuk sene sonra toplumun gündemine sokulması, yani konuşmanın bütünlüğünden koparılarak takdim edilmesi ve bu şekilde bütün Müslümanların dinî hassasiyeti ile ilgili “gündem mühendisliği”, bir “cımbızlama mühendisliği”nin sorgulanması lâzım.” (https://www.youtube.com/watch?v=Q_6ufoYKjRM; 47.35-48.17) “Çünkü bu sadece Mustafa Bey meselesi değil bizim son bir yıl içerisinde herkesin başına gelen bir hâdisedir. Bu tür toplumun önünde dinî konuşmalar yapan her insanın yaptığı konuşmalardan cımbızlanarak seçildi. Az önce ifade ettiğim gibi o fay hatlarını artırmak bu ülkedeki birliği, beraberliği, bizi birbirimize bağlayan o kardeşlik bağlarını zedelemek. Başka ben bir izahını bulamıyorum. Yani niçin orası seçildi?” (48.18-49.03)
Sayın Görmez konuşmasının ilerleyen kısmında bu konuya bir daha vurgu yaparak, “Tekrar ediyorum öncelikle o seçilen kısım -bir ona katılmadım- yani cımbızlanarak topluma takdim edilmesi doğru değil. Bir de arkasından başlayan linç doğru değil.” (54.04-54.18)
Sayın Görmez’in bir konuşma ya da yazıyı değerlendirme konusunda çizdiği bu genel çerçeveye başkanlığı döneminde, Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında hazırlattığı “Kendi Dilinden “Fetö” Örgütlü Bir Din İstismarı” adlıraporda ne ölçüde riayet ettiğini hem metodik hem de ahlâkî açıdan bir analize tâbi tutmaya çalışacağız.
Görmez, söz konusu rapor ile ilgili kaleme aldığı “Sunuş” yazısında bu çalışmanın Gülen’in Türkçe olarak basılan 80 kitabının incelenerek, 40 bin dakikayı bulan (yaklaşık 670 saat) sesli ve görüntülü konuşmasının dinlenerek hazırlandığına dikkatleri çektikten sonra bu konuda şu hükmü vermektedir: “Din İşleri Yüksek Kurulunca gerçekleştirilen bu incelemeler sonucunda elde edilen bulgular, İslâm’ın temel bilgi kaynakları ışığında değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmelerin neticesinde İslâm’ın inanç, ibadet ve ahlâk kurallarıyla asla bağdaşmayacak pek çok yanlışın ve sapmanın var olduğu görülmüştür.” (Diyanet İşleri Başkanlığı, Kendi Dilinden “Fetö” Örgütlü Bir Din İstismarı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2017, s.8)
Şimdi raporda takip edilen metodu bir örnek üzerinden inceleyerek değerlendirelim: Gülen’in 26.11.1989 tarihli Hisar Camii’nde yaptığı vaazından şu ifadeler alıntılanıyor: “Mümin mabede adımını attığı andan itibaren orada gerçekten kime ta’zim yapılacak, onun mehabet ve mehafeti altına girer. O meclis öyle bir meclistir ki o meclisin kürsüsünde artık bakan, gören, duyan, her şeyimize nigehbân olan (görüp-gözeten her halinden haberdar olan) Allah vardır. Ve eğer saflarınızın arasında dolaşan birisi varsa, yukarılardan ona müsaade edilmişse o da kendisi ile alakalı her toplantıda bulunup toplantıyı şereflendirmek için bulunan, gönüllerinizin sultanı, insanlığın efendisi Hz. Muhammed Mustafa vardır. Ve sizi böyle bir mülahaza altında, camide hatırlatacağım, çağıracağım, davet edeceğim gibi ukalaca şeylerden kaçınarak, sizi, böyle bir tablo karşısında camide bulunduğunuz şeyleri takdire davet ediyorum. Kalpleriniz, benim anlayış ve idrakimin çok üstünde bunu takdir ediyordur zannediyorum. Onun için hoca da girse, devlet başkanı da girse, başbakan da girse; burada bizim kalplerimize saniyede, yetmiş defa nazar eden Allah var celle celalühü! Ve burada O’nun gözünün içine bakan, O’nun cemâl-i bâkemâlini müşahade eden Hz. Muhammed Mustafa vardır. Çünkü cemaat, onun cemaatidir, çünkü sultan odur, çünkü sikkeyi basan odur; tuğrayı kesen odur.” (Görüntülü Vaazlar 1-Hisar 1, Kutsilerin Takvası, dk. 10:40-12:00)
Gülen’in vaazından yapılan yukarıdaki alıntı kaynak gösterilerek şu iddialar ileri sürülmüş:
a-“Gülen’in konuştuğu kürsüde Allah’ın bulunduğu iddiası Yüce Allah’a mekân isnat etmek anlamına gelir. Yüce Allah “mekândan münezzeh” olduğu için O’na mekân isnat eden söylemler kullanmak İslam inancına kesinlikle aykırıdır.” “İnanç bakımından risk taşıyan, kişinin imanını tehlikeye sokan bu ifadeleri pervasızca, kitleleri etkilemek için kullanmış; onun tarafından Allah, –hâşâ– cami kürsüsüne yerleştirilmiştir.”
b-“Allah’a göz isnat edilmesi ve Hz. Peygamber’in onun gözünün içine baktığının ileri sürülmesi Yüce Allah’ı cisim olarak düşünen veya O’na cismanî özellikler nispet eden tam bir ‘Mücessime’ ve Allah’ı yaratıklara benzeten ‘Müşebbihe’ tavrıdır.” Devamında da Fethullah Gülen’nin sapkın dinî anlayışlara sahip bu grupların (fırak-ı dâllenin) söylemlerini özensizce, cemaate nüfuz etmek için kullandığı, bu konuda bilgisinin ya da dinî duyarlılığının eksik olduğu; iman esasları dâhil kutsal değerleri istismar ettiği iddia edilmektedir. (Kendi Dilinden “Fetö” Örgütlü Bir Din İstismarı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2017, s. 14-15)
Şimdi yapılan alıntı ve alıntıyla ilgili raporu hazırlayanların icra ettikleri cımbızlama mühendisliğini hep birlikte değerlendirmeye çalışalım:
1-Görmez, “Bir düşünce ve ifadenin bütünlüğünden koparılarak istenilen kısmın seçilip alınarak üzerine hüküm bina edilmesi”ni doğru bulmadığına göre, yukardaki alıntıda yer alan ifadelerin de konu bütünlüğü içinde değerlendirilmiş olması gerekirdi. Konu bütünlüğünün daha iyi görülmesi için alıntılanan kısmın öncesine de bir göz atalım. Alıntı yapılan bu kısmın öncesinde Gülen, “Bu camiler yeryüzünde ilki ile beraber Allah namına bina edilmişlerdir. Buralar bina edilmişlerdir ki buralarda Allah tazim edilsin.” (7:20-8:12) diyerek pek çok vâiz ve hatibin yaptığı gibi camiye gelen insanların Allah’ın huzurunda bulunma şuuruyla hareket etmeleri gerektiğinin önemine vurgu yapıyor. Onlara Allah tarafından görüldüklerini, O’nu görüyormuş gibi O’na ibadet etmelerini ve bu şuur içinde mabedde bulunmalarını metaforik bir üslupla anlatıyor. Allah’a kulluğun ihsan şuuru ile yapılması meşhur “Cibril Hadisi”nde ifade edildiği üzere İslam Dini’nin gösterdiği ana bir hedeftir. Bu hadiste din; iman, İslam ve ihsan üzerine temellendirilmektedir. “İhsan”ın ne manaya geldiği de Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından, “Görüyormuşçasına Allah’a ibadet etmendir; sen O’nu görmesen de O seni görüyordur.” şeklinde tarif edilmiştir. (Buhârî, îmân 37, tefsîru sûre (31) 2; Müslim, îmân 1, 5, 7) Dinimizin gösterdiği bu hedefin dinî kriterlere uygun olmak kaydıyla, dili en etkili şekilde kullanarak cemaate anlatmak vaaz ve irşadın önemli bir esasıdır. En etkin anlatma yollarından biri de mecaz ve istiarelerle yapılan anlatımdır. Nitekim hemen her dilde mecazî ifade ve anlatımlar olduğu gibi bir Müslüman’ın iman, ibadet ve aksiyon dünyasını belirleyen Kur’ân ve Sünnet’te de pek çok mecazî ifadeler vardır. Ele alınan konuların daha canlı ve daha etkileyici bir üslupla sunulmasında dile ait olan böyle bir özelliği, Gülen’in bir vâiz ve hatip olarak değerlendirmesi gayet normaldir.
2-Kur’ân ve Sünnet’te pek çok mecazî anlatım vardır. Meselâ, Allah’ın, Hz. Musa’yı Firavun zulmünden koruması, özel lütuf ve inayetine mazhar kılması anlatılırken şu şekilde mecazî bir ifade kullanılmıştır: “Sana karşı (ey Musa) gözümün önünde yetiştirilmen için kendimden bir sevgi bırakmıştım.” (Taha, 20/39) Âyette koruma ve muhafaza etmeyi ifade etmek için mecazın bir çeşidi olan istiare-i temsiliye kullanılmıştır. Zira muhafaza altına alınan şey göz önünde bulundurulur ve ona lütuf ve ihsanda bulunulur. (Âlûsî, Şihabeddin, Rûhu’l-meânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-azîm, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut 1994, 8/503)
Müfessirler âyette geçen “gözümün önünde yetiştirilmen” ifadesinin mecaz olduğuna vurgu yapmış ve bunun “ilim, hıfz, görüp gözetmek” gibi manalara geldiğini, Hz. Musa’ya gösterilen özel ihtimamı, hıfzı, riayeti ifade ettiğine dikkatleri çekmişlerdir. (Râzî, Fahreddin, Mefâtîhu’l-gayb, Dâru ihyâi’t-turâsi’l-arabî, Beyrut 1999, 22/48; el-Maverdî, Ali b. Muhammed, en-Nüket ve’l-uyûn, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut-Lübnan, 3/402; Nesefî, Ebu’l-Berekât, Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl, Dâru’l-kelimi’t-tayyib, Beyrut 1998, 2/464)
Nitekim Kur’ân’da geçen Allah Teâlâ’nın, “Sen bizim gözümüzün önündesin.” (Taha, 20/39; Tur, 52/48; Kamer, 54/14) ifadesi, müfessirlerce zâhirî manasına alınmayıp “ilmimiz, muhafazamız, görüp gözetmemiz, nezaretimiz” şeklinde mecazî anlamda kabul edilmiştir. (Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an hakâiki gavâmizi’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvîl fi vücûhi’t-te’vîl, Mektebetü ubeykan, Riyad 1998, 4/81-82; Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 14/386; el-Maverdî, en-Nüket ve’l-uyûn, 5/387; Elmalılı, Muhammd Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Yay., s.4566; İbn Âşûr, Muhammed Tahir, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru’t-Tunûsiyye, Tunus 1984, 16/219)
Yine Kur’ân’da, “Siz nerede olursanız olun O, (Allah) sizinle beraberdir.” (Hadîd, 57/4; Tevbe, 9/40 âyetinde bildirilen beraberlik Allah ile fiziksel beraberlik anlamında değildir. Bu, insanların nerede olursa olsun halinin Yüce Yaratıcı tarafından bilindiğini, O’nun ilminin her şeyi kuşattığını ve hiçbir kimsenin bunun dışına çıkamayacağını bildiren, temsilî ve tasvirî bir anlatımdır. (Ebu’s-Suûd, Muhammed b. Muhammed, İrşâdu’l-akli’s-selîm ilâ mezâyâ’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru ihyâi’t-turâsi’l-arabî, Beyrut, 8/204)
Raporda takip edilen usulün bu âyetlerdeki mecazî ifadelere uygulandığında nasıl bir sonuç çıkacağını birinci örnek üzerinden ele alırsak şöyle bir neticeye varılır: Hâşâ! “Allah Teâlâ, Firavun’un sarayında yaşayan insana benzetilmekte ve ona mekân isnat edilmektedir.” denilecek, ardından da Allah’ın (celle celâluhu) hiçbir şeye benzemediği ve ona mekân isnat edilemeyeceği ile ilgili âyet ve hadisler zikredilerek burada “itikadî açıdan ciddî bir sapma görülmektedir.” denilecekti.
Hadislerde de Allah’ın görüp-gözetmesi mecazî ifadelerle anlatılmaktadır. Meselâ, Peygamber Efendimiz, Abdullah İbn Abbas’a (radıyallahu anhuma): “Evlâdım! Sen Allah’ı koru ki, O da seni korusun. Sen Allah’ı korursan, O’nu önünde bulursun.” buyurmuştur. (Tirmizî, kıyame, 59; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 1, 307)
Bu hadis en vecîz (özlü) ve en beliğ mecaz örneklerinden biri olarak kabul edilmiştir. Allah Teâlâ, zaman ve mekândan münezzeh, yön ve cihetten mukaddes olduğu için hadisteki bu mecazî anlatım şu manaya gelmektedir: Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederek O’nun hukukunu yerine getirir ve ihmal etmezsen O da dünyada ve ahirette seni korur, muhafaza eder. Böylelikle de O’nun himaye ve desteğini nerede olursan ol yanında bulursun. (Suyûtî Celaleddin, Kûtü’l-Muğtezî alâ Câmii’t-Tirmizî, Câmiatü ümmi’l-kurâ, Mekke 2003, 2/604; Aliyyü’l-Kâri, Mirkâtü’l-mefâtîh şerhu Mişkâti’l-mesâbîh, Dâru’l-fikr, Beyrut 2002, 8/3323)
Rapordaki yöntem yukardaki hadis-i şerife uygulansaydı şöyle demeleri gerekirdi: Hâşâ Hz. Peygamber Allah Teâlâ’yı kendini koruyamayan aciz bir insan gibi tasvir etmekte ve Abdullah İbn Abbas’tan O’nu korumasını istemektedir. Sonra Allah Teâlâ’nın her şeye kadir olduğu ve “ol” demesi ile her şeyin bir anda olacağına dair âyetleri delil göstererek hadis-i şerifteki ifadeyi itikadî açıdan açık ve net bir sapma olarak tescil edeceklerdi. Ardından da -hâşâ- Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) insanların şuuraltına yönelik olarak hadislerinin içine Allah hakkında asla düşünülmemesi gereken fikirleri zerk ettiğini iddia etmek zorunda kalacaklardır.
3-Mecazî ve müteşabih ifadeleri zâhirine göre anlamak ve ona göre yorumlamak bir kayma ve sapma sebebi olmuştur. İslam inanç esaslarını tespit eden Kelâm alimleri, Kur’ân ve Sünnet’teki mecazî anlatımların insanların yüce hakikatleri daha iyi anlamalarına yardımcı olmak için seçildiğine dikkat çekmiş ve onları zâhirî-lafzî manada anlamanın dalâlete düşme sebeplerinden biri olduğuna vurgu yapmışlardır. (Teftâzânî, Sadeddin, Şerhu’l-Makâsıd, Dâru’l-meârifi’n-Numaniye, Pakistan 1981, 2/110; Îcî, Adudüddin Abdurrahman b. Ahmed, el-Mevâkıf fî ilmi’l-kelâm, Dâru’l-cîl, Lübnan 1997, 3/153; Fûde, Saîd Abdullatîf, eş-Şerhu’l-kebîr alâ Akîdeti’t-Tahaviyye, Dâru’z-zehâir, Lübnan, 1/345)
4. Diyanetin kendi eserlerinde de mecazî anlatımların bir üslup özelliği olmasının önemi üzerinde durulmuştur. Nitekim, Görmez’in Diyanet İşleri Başkanlığı Dönemi’nde ve bizzat kendilerinin bilim kurulunun başında olduğu bir heyet tarafından hazırlanan “Hadislerle İslam” adlı eserde hadislerin doğru anlaşılabilmesi için bazı dil özelliklerinin bilinmesine vurgu yapılmış ve mecazî anlatım yönteminin Peygamber Efendimiz tarafından kullanıldığı belirtilmiştir. Yaklaşımlarını kendi ifadeleri ile aynen naklediyoruz: “Hz. Peygamber insanları dine davet ederken Arap dilinin bütün anlatım özelliklerine başvurmuştur. İslam'ın temel hakikatlerini açık ve yalın cümlelerle ifade edebilmek için dolaysız anlatım tarzına başvurduğu gibi, Arap dilindeki teşbih, istiare, mecaz, kinaye gibi anlatım tarzlarından da yararlanmıştır. Anlatmak istediklerini bazen canlı tasvirlerle belleklere yerleştirmeye çalışmış, bazen de her dil ve gelenekte olduğu gibi kıssalar ve temsilî hikâyeler nakletmiştir. Ayrıca bütün dillerde soyut mefhumları anlatabilmek için somutlaştırma yoluyla anlam aktarmalarına başvurulduğu da bir gerçektir. Somutlaştırma, anlatım gücünü artırmak için yapılan bir deyim aktarmasıdır. Bu, anlatılması güç düşünce ve duyguların, soyut kavramların, somut kavramlar aracılığıyla anlatılmasıdır. Hz. Peygamber de bilhassa tasavvur alanımızın dışında kalan soyut hakikatleri anlatmak için bu yola başvurmuştur. (Hadislerle İslam, Diyanet İşleri Başkanlığı Dinî Yayınlar, Ankara 2014, 1/105)
Nitekim, ilgili hadisleri bu bakış açısı ile değerlendirmişlerdir. Bir tane örnek zikredebiliriz: ''Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: 'Her kim benim veli bir kuluma düşmanlık ederse ona harp ilân ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha hoş olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Sonunda onu severim. İşte o zaman onun işiten kulağı, gören gözü, sımsıkı tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum. Benden bir şey isterse bunu ona mutlaka veririm. Bana sığınırsa onu mutlaka korurum ..."(Buhârî, rikak, 38) Bu hadis, Rabbiyle ilişkisini güçlendiren inanmış insanın kazandığı feraset ve basiret melekesinin hangi boyutlara ulaşabileceğini ve onu hangi derecelere yükselteceğini göstermektedir. Bu mertebede kul ile Allah arasındaki perdeler âdeta kalkmaktadır. Allah'ın, velim (dostum) diyerek ve sevgisini bahşederek iltifat ettiği kul, bu sevgi bağı sayesinde tüm eşyaya ve kâinata ilâhi maksatlar muvacehesinde bakmaya başlar. Ayrıca Allah Teâlâ, "Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum." derken, temsilî bir ifadeyle, sevgisine mazhar olmuş kuluna yakınlaştığını belirtmek suretiyle ona büyük bir ikramda bulunmaktadır. (Hadislerle İslam, Diyanet İşleri Başkanlığı, 1/461-462) altı çizilen yerde görüldüğü üzere hadisteki anlatım şekli lafzî ve zahirî manasında değerlendirilmemiş mecazî bir anlatım şekli olduğu kabul edilerek ona göre yorumlanmıştır.
Yine Diyanet İslam Ansiklopedisi “Mücessime” ve “Müşebbihe” maddelerinde de âyet ve hadislerdeki mecazî, müteşabih anlatımları hakikat-mecaz ayırımına gitmeksizin lafzî-zâhirî manada anlayıp, yorumlamanın dalâlete düşme sebebi olduğuna vurgu yapılmıştır.
Netice itibariyle Kur’ân ve Sünnet’te bile pek çok mecazî ifade olduğu âlimlerin çoğunluğu tarafından hatta Diyanet’in kendi eserlerinde de kabul edildiği, bunların kullanılmasının dilin bir özelliği ve zenginliği olduğu bilindiği halde Gülen’in bu tarz ifadelerini hakikî manaya hamledip ondan bir dalâlet çıkarmaya çalışmak, cımbızlama mühendisliği ile çok vebal taşıyan bir algı yönetimidir ve bir çifte standarttır.
5-Gülen, tecsim-teşbih konusunda Ehl-i Sünnet ulemasıyla aynı yaklaşıma sahiptir ve Allah’a hakikî manada el, ayak, göz gibi uzuvlar nispet etmenin dalâlet olduğunu eserlerinde gayet net ifade etmektedir: “Bir kısım Müşebbihe ve Mücessime, biraz da bu sıfatları inkâr etme durumuna düşmemek için –hâşâ– Zât-ı Ulûhiyet’i de tıpkı insanlar gibi eli-ayağı, gözü-kulağı olan, inen-çıkan, koşan, yaklaşan, sevinen-gülen ilâ âhir… bir varlık olarak tasavvur etmiş ve fikren dalâlete sürüklenmişlerdir.” (Gülen, Fethullah, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 4/148)
Gülen’in bütün eserlerini inceleyerek bu raporu hazırladıklarını öne sürenlerin, onun teşbih ve tecsim konusunda Ehl-i Sünnet ulemasıyla aynı yaklaşıma sahip olduğunu görmüş olmaları gerekirdi. Ne yazık ki tam tersini iddia ederek ona “müşebbihe” ve mücessime yaftası yapıştırmaktan çekinmemişlerdir. Bu yapılan şeyi ne ilmî yaklaşımla ne de iyi niyetle telif etmek mümkündür.
6-Gülen, Allah’ın zaman ve mekândan münezzeh olduğunu eserlerinde pek çok yerde açık ve net bir şekilde ifade etmiştir. Mesela; “Allah, zamandan, mekândan, hayyizden müberra ve mukaddestir. O’na bir yer takdir edildiğinde tecsim ve teşbihe girilmiş ve O (celle celâluhu), mahlûkata benzetilmiş olur.” (Gülen, Fethullah, Kendi Ruhumuzu Ararken, Nil yay., İzmir 2014, s. 262)
“Varlık ve eşya kat’iyen O değildir. Cevher-araz, sıfat hususiyet her şey O’ndandır ve O’nun kayyûmiyetiyle kâim ve daimdir. Ne var ki, ne her şeyin O’ndan olmasında ne de O’nunla daim ve kâim bulunmasında bir “hâlliyet” ve “mahalliyet” söz konusu değildir.” (Gülen, Fethullah, Kalbin Zümrüt Tepeleri, Nil yay., İzmir 2012, 4/119, 70, 78, 210, 121; 2/93, 300)
Yine bu konuda Gülen, Ibrahim Hakkı Hazretleri’nin Allah’ın teşbih ve tecsimden, zaman ve mekândanmünezzeh olduğunu bildiren aşağıdaki manzum ifadelerini eserlerinde pek çok yerde zikrederek kendisinin de bu çizgide bir inanca sahip olduğunu ortaya koymuştur:
“Bulunmaz Rabbimin zıddı ve niddi, misli âlemde,
Ve suretten münezzehtir, mukaddestir Teâlâllah.
Şerîki yok, berîdir doğmadan doğurmadan ancak,
Ehaddir, küfvü yok, ‘İhlâs’ içinde zikreder Allah.
Ne cism u ne arazdır, ne mütehayyiz ne cevherdir
Yemez, içmez, zaman geçmez berîdir cümleden Allah.
Tebeddülden, tagayyürden, dahi elvân u eşkâlden,
Muhakkak ol müberrâdır budur selbî sıfâtullah.
Ne göklerde ne yerlerde, ne sağ u sol ne ön ardda,
Cihetlerden münezzehtir ki hiç olmaz mekânullah.”
(http://www.herkul.org/bamteli/elest-bezmi-ahde-vefa-ve-hakla-munasebet/; Fatiha Üzerine Mülahazalar, s. 94; Asrın Getirdiği Tereddütler, 1/40; Bir İ’caz Hecelemesi, s. 365; Kendi İklimimiz, s. 155; İkindi Yağmurları, s. 335; Sohbet Atmosferi, s. 236; Ümit ve Korku, Hisar Camii, İzmir 22 Temmuz, 1990. (15.06- 15.34)
Görüldüğü üzere Diyanet raporunda Gülen’in pek çok yerde Allah’ın teşbih, tecsim, zaman ve mekândan münezzeh olduğunu bildiren ifadeleri görmezlikten gelinerek cımbızlama mühendisliği yapılmıştır. Aslında raporda yapılan şey, Cenab-ı Allah’ı tazim, tenzih ve her türlü teşbih ve tecsimden uzak durmada Fethullah Gülen Hocaefendi kadar hassasiyet gösteren çok az insan olmasına rağmen onu, en hassas ve en duyarlı olduğu bir konuda, tam tersi bir iddia ile itham etmektir.
7-Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Ehl-i Sünnet çizgisinde bir inanç, aksiyon ve hizmet anlayışına sahip olduğuna pek çok İslam âlimi tarafından şâhitlik yapılmış ve akademik çalışmalarla da bu durum ilmî olarak ortaya konmuştur.
Küresel ölçekte tanınan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sahih İslam inancına sahip olduğuna dair pek çok İslam âlimin şahitlik yaptığı bilinmektedir. Bu çerçevede iki tane örnek vermemiz kanaatimce yeterli olacaktır.
İslam aleminin son dönem en önde gelen mütefekkirlerinden merhum Prof. Dr. Muhammed Imara’nın Gülen hakkındaki değerlendirmesi şu şekildedir: “Allame Üstad Fethullah Gülen, aklın hikmeti ile kalbin basiretini bir araya getiren İslam Medeniyeti’nin en güzel meyvelerinden birisidir. Kur’ân, onun fikir ve hayatını formüle eden rehberdir.” (https://hiragate.com/ شهادات-عن-الأستاذ-فتح-الله-كولن/)
Benzer bir şehadeti ise yine günümüzde yaşamış ve İslamî ilimlerde zirveyi tutan âlimlerden şehit Prof. Dr. Saîd Ramazan el-Bûtî’de görüyoruz: “Üstad Fethullah Gülen, Bediüzzaman çizgisinde bir âlimdir. İslam Dini’ne yaptığı hizmetlerden ötürü kendisini tebrik ediyorum.” (https://www.youtube.com/watch?v=OmbFf-gYjyU&feature=youtu.be)
Diyanet’in hazırladığı bahsi geçen rapordaki ithamlar ile ilgili olarak görüşlerini bildiren alimlerden de -yazının sınırlarını zorlamamak için- sadece bir-kaç tanesini zikrediyoruz.
Prof. Dr. Fethî el-Hicazî (Ezher Üniversitesi, Mısır) Diyanet İşleri Başkanlığını’nın Gülen aleyhine hazırladığı rapor ile ilgili olarak şunları söyledi: “Üstad Fethullah Gülen’in çarpıtılma ve karartılmaya maruz kalması ve Hizmet hareketinin fırak-ı dâlle (Hak yoldan sapmış) bir grup olarak itham edilmesi bize Gülen’in peygamberlerin yolunda yürüdüğünü ispat etmektedir. Çünkü peygamberlerin en çarpıcı özelliklerinden birisi de inandıkları değerleri tebliğ ve temsil ederken eziyete maruz kalmalarıdır. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hizmeti itikadî sapıklıkla itham etmesi ne bir asla dayanmaktadır ne de bir delili vardır.” (https://www.youtube.com/watch?v=tGKlIb3uC-0)
Prof. Dr. Ahmet Ali Rebi’ (Ezher Üniversitesi, Mısır): “Gülen’in fikirleri ilk günden itibaren Kitap ve Sünnet üzerine bina edilmiştir. Gülen, Kitap ve Sünnet’i kendisine rehber edinmiş ve hiçbir hal ve durumda da bu çizgi dışına çıkmamış, i’tidalini korumuş ve herhangi bir marjinalliğe kaymamıştır. Biz, Hizmet Hareketi’nin “Sapık Fırka” olarak nitelendirilmesini duyunca dedik ki bu söz yalandır. ‘Ağızlarından çıkan o söz ne dehşetli bir söz! Onların iddia ettikleri, sırf yalandan ibaret!’ (Kehf, 18/5)” (https://nesemat.com/إن-مشروع-الخدمة-قام-على-الكتاب-والسنة)
Prof. Dr. Rebi’nin Gülen adına tespiti, hakkın ortaya konulması adına oldukça önemlidir. Diğer taraftan Diyanet’i temsil edenlerin milletimize ciddî hizmetler etmiş bir kurumu böyle bir seviyesizliğe düşürmesi de tarihî bir talihsizliktir.
Prof. Dr. Abdülmecîd BûŞepke (Şuayb ed-Dukkalî Üniversitesi, Fas) ise “Hizmeti tenkit edenler, kesinlikle Üstad Fethullah’ın kitaplarını okumayanlar, onu tanımayanlardır.” (https://www.youtube.com/watch?v=1m2ZIRVaYbs) diyerek raporu hazırlayanların Gülen’in eserlerini gerçekten okumadıklarını veya okusalar bile hakikatleri görmezlikten geldiklerine işaret etmektedir.
En geniş değerlendirmeyi ise Prof. Dr. Ali Cuma (Mısır Eski Müftüsü) yapmaktadır. O, Prof. Dr. Mehmet Görmez başkanlığında hazırlanan bu rapor ile ilgili olarak şu önemli tespitlerde bulunmuştur: “Diyanet İşleri Başkanı, insanları kandırıp toplamış ve insanlar da kanmışlar sözüne. Onlara diyorum ki: Fethullah Gülen Hocaefendi’nin kitaplarını tekrar okuyun. Nerede sizin o bahsettiğiniz kuru ithamlarınız. Hepsi evhamdan ibaret.”
“Bunların yaptıkları, insanların kafasını karıştırma, aldatma, yalan.”
“Yaptıkları istişare kararlarına baktım. Bir Arap atasözünde dendiği gibi رمتني بدائها وانسلت ‘Kendi ayıp ve suçunu benim üzerime atıp, geçip gitti.’ Bu atasözü bize ne kadar haktan uzaklaştıklarının boyutunu gösteriyor. Allah, bizi böyle bir duruma düşmekten korusun.” (https://www.youtube.com/watch?v=ygjHZggJ6Uc&feature=youtu.be)
Ayrıca Fethullah Gülen’in, düşünce ve aksiyonu üzerine pek çok akademik çalışmanın yapıldığını ve yapılmakta olduğunu da hatırlatmakta fayda vardır. Bunlar arasında İslam Dünyası’nın önemli üniversitelerinde yirmi kadar -ulaşabildiğimiz kadarıyla- master ve doktora çalışması yapılmıştır. (Bkz: https://nesemat.com/ رسائل عربية) Özellikle ele aldığımız konuyla alakalı olarak üç tane doktora tezinden kısaca da olsa bahsetmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
1-Emel Abdullah Muhammed en-Nuaymât, (2014) Muhammed Fethullah Gülen ve Cuhûduhu fi’l-Akîde ve’l-Ahlâk (Dirâse Tahlîliyye) (Muhammed Fethullah Gülen’in Akîde ve Ahlak Konusundaki Gayretleri (Analitik Bir Araştırma) Câmiatü’l-ulûmi’l-İslâmiyye el-Âlemiyye Külliyetü’d-dirâsâti’l-ulyâ kısmü’l-akîde ve’l-felsefeti’l-İslâmiyye, Ürdün. Emel en-Nuaymât, bu doktora çalışmasında Gülen’in İslam’ın inanç ve ahlak boyutu ile ilgili görüşlerini İslam alimlerinin yaklaşımlarıyla mukayeseli olarak incelemiş ve “Gülen’i, Ehl-i Sünnet akidesi ve Maturidî mezhebi çizgisine bağlı, inanç, ahlak ve İslam’a davet konularında tecdit yapan örnek alınması gereken bir mütefekkir olarak” tanımlamıştır.
2-Nûse es-Seyyid Mahmud es-Saîd, (2018) Fethullah Gülen ve Ârâuhu’l-Kelâmiyye ve’l-Felsefiyye,(Fethullah Gülen’in Kelâmî ve Felsefî Görüşleri) Câmiatü’l-Ezher, Külliyetü’d-Dirâsâti’l-İslâmiyye ve’l-Arabiyye li’l-Benât, Kısmü’l-Akîde ve’l-Felsefe, Mansure, Mısır. Nûse, bu çalışmasında Gülen’in, ilâhiyat, nübüvvet ve sem’iyât ile görüşlerini kelâm alimlerinin görüşleriyle mukayeseli bir şekilde ele alıp incelemiş ve şu neticeye ulaşmıştır: Gülen, akide konularını Ehl-i Sünnet’e göre ele almakta, günümüzün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde, ilmî ve aklî delillerle insanın kalbine, ruhuna, vicdanına, aklına hitap eden yeni bir üslupla sunmaktadır.
3-Lütfi b. Âbid el-Ensarî, (2019) Ârâu Hareketi’l-Hizmeti’l-Akaidiyye ve’l-Fikriyye (Dirâse Tahlîliyye)(Hizmet Hareketinin Akîde ve Fikrî Görüşleri (Analitik Bir Araştırma) Câmiatü Ümmi’l-Kurâ Külliyetü’d-Da’va ve Usûli’d-Dîn Kısmu’l-Akîde ve’l-Felsefe, Mekke, el-Memleketü’l-Arabiyyetü’s-Suûdiyye. Bu doktora “Mümtaz” (En Yüksek) derecede yapılmış bir çalışma olarak kabul edilmiştir. Lütfî Abdullah bu doktora çalışmasında Gülen’in ele aldığı konuları Ehl-i Sünnet’in umumi ve şumüllü bakış açısıyla adalet, rahmet, insaf, Allah’ın kelâmına Resûlullah’ın Sünnet’ine tazim, hakta bir araya gelme ve ihtilaf ve parçalanmadan sakındırma perspektifinden ele aldığına vurgu yapmıştır.
Yukarıda da belirtildiği gibi bu örnekleri ve değerlendirmeleri çoğaltmak mümkündür. Kendi alanlarında saygın ilim adamlarının, alimlerin ve mütefekkirlerin objektif değerlendirmelerinin görmezlikten gelinmemesi gerekir.
Bütün bunlarla birlikte Fethullah Gülen Hocaefendi, Görmez’in ve Diyanet’in de tanıyıp bildiği üzere bir vâiz, hatip, âlim, mütefekkir ve hizmet insanıdır. Gülen, Diyanet’in resmî bir vâizi olarak Türkiye’nin pek çok yerinde hatta en büyük camilerinde on binlerce insana senelerce vaaz etmiştir. Hatta Diyanet’in bazı önemli vazifeler için Gülen’i görevlendirdiği de olmuştur. Meselâ, 1968 yılında Diyanet, ilk defa bir uygulama başlatmış, Türkiye’den hacca gidenlerin durumlarını yerinde kontrol edip değerlendirmek üzere üç kişilik bir ekip görevlendirmiştir. Bu üç kişiden ikisi il müftüsü üçüncüsü de Fethullah Gülen Hocaefendi'dir. Bu görevlendirmeyi bizzat dönemin Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan, Gülen’i telefon ile arayarak tebliğ etmiştir. Yine Gülen, Diyanet tarafından 1977 yılında Aralık ayında Almanya’ya orada yaşayan Türklere konferans ve vaazlar vermek üzere gönderilmiştir.
Gülen’in vaaz, hutbe, sohbet ve röportajları, kitapları toplumda en çok bilinen dinlenen ve okunan eserler arasındaydı. Diğer bir ifadeyle Gülen, kamunun neredeyse en yakından tanıdığı bir âlimdir. Enteresandır ki, muhterem Hocaefendi’nin ne sözlü ne de yazılı yayınları hakkında Diyanet, yarım asra yakın bir zaman zarfı içinde dinin ruhuna uymayan herhangi bir yaklaşım olduğuna dair bir tespit ve açıklamada bulunmamıştır. Daha da ilginci Görmez ve Diyanet’in en önde gelen şahsiyetleri Gülen’in tavsiye ve rehberliğinde yapılan “Kur’an ve İlmî Hakikatler”, “Peygamber Yolu” ve “Ortak Yol Haritası; İcma ve Kolektif Şuur” gibi uluslararası sempozyumlara bizzat katılmışlardı. Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla katıldığı bu sempozyumlara Görmez, dünyanın pek çok yerinden iştirak eden âlimlerin huzurunda Gülen’e ve Hizmet hareketine takdir ve tebriklerini ifade etmişti.
Bu çerçevede hem rasyonel hem de vicdanî açıdan Görmez ve temsil ettiği Diyanet câmiasının, tanıyıp bildikleri, inanç, görüş ve hizmetini takdir ettikleri ve İslam Dini’nin ruhuna uygun olmayan hiçbir yaklaşımını bulamadıkları Gülen’i, cımbızlama mühendisliği ile din dışı bir anlayışla itham etmeye kalkışmalarını hakperestlik ve insaf ile bağdaştırmak mümkün müdür!?
Netice itibariyle yazımızda bir örnek üzerinden, Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında “Cımbızlama Mühendisliği” ile rapor hazırlatıp sunumunu da bizzat yapan Mehmet Görmez’in bu raporda takip ettikleri metodun yanlışlığını, çifte standartlı bir yaklaşım olduğunu ve -dolaylı yoldan da olsa- bu durumu itiraf etmek zorunda kaldığını göstermek istedik. Üstelik sayın Görmez, bu cımbızlama mühendisliğini kamufle etmek veya meşruiyet kazandırmak için şöyle bir gerekçe de öne sürmüştü: “Gerek metinlerde gerek konuşmalarda dikkat çeken bir diğer önemli husus, İslam açısından kabul edilmesi mümkün olmayan birtakım söylemlerin ve yaklaşımların, normal gibi algılanan anlatımların arasına sinsice yerleştirilmiş olmasıdır.” (Kendi Dilinden “Fetö” Örgütlü Bir Din İstismarı, s.8)
Aslında bu rapor, -bir örnek üzerinden analiz ettiğimiz üzere- çok yönlü bir cımbızlama mühendisliği ile hazırlanmıştır. Gülen’in mecâzî ifadeleri bütünlüğünden koparılarak dalâlet yaftası vurulmaya çalışılmış ve onun eserlerinde pek çok yerde Allah’ın teşbih ve tecsimden, zaman ve mekândan münezzeh olduğunu bildiren net ifadeleri yok sayılmıştır. Kur’ân ve Sünnet’teki metaforik anlatımlar, tefsîr ve hadîs alimlerinin bunların zâhirî manasında olmadığına dair kanaatleri göz ardı edilmiştir. Kelâm ulemasının dile ait olan bu özelliği hakikî manada kabul etmenin dalâlete götüreceği yönündeki ikazları görmezlikten gelinmiştir. Hatta Diyanet’in kendi eserlerindeki aynı çizgideki yaklaşımları bile önemsenmemiştir. Gülen’in inanç, düşünce ve hizmet anlayışı ile ilgili İslâmî ilimler alanında dünyanın en önde gelen âlimlerinin tespitleri ve onun Ehl-i Sünnet çizgisinde bir akîdeye sahip olduğunu ilmî olarak ortaya koyan akademik çalışmalar hiç perspektife alınmamıştır. Bu itibarla bu raporun büyük bir maharetle “Ultra Cımbızlama Mühendisliği” ile hazırlandığını söyleyerek hakkını da vermek (!) gerekir ki, böyle bir metot ile dünyada tekfîr ve tadlîl edilmedik kimse kalmaz.