İnsan ve Şeytan Mücadelesi
İnsan dört tarafı şeytanla kuşatılmış olduğu halde imtihan vermektedir. Diğer bir ifadeyle insan, şeytanla büyük bir savaş vermektedir. Öyle ise düşmanını alt edebilmek için onu iyi tanımalıdır.
Şakik-i Belhî anlatıyor: "Her sabah dört cepheden şeytanın saldırısına uğrarım. Önden yaklaşınca, günahlarına aldırma, manâsına "Allah gafûr ve Rahimdir" der. Ona şu âyetle cevap veririm: "Ve Ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı elbette çok bağışlayıcıyımdır" (Tâhâ, 82). Arkadan yaklaşınca, çocuklarımın fakirliğin pençesine düşecekleriyle korkutur. Ona şu âyeti okurum: "Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın..." Sağdan yaklaşınca, beni övmeye, yüceltmeye çalışır. Senin gibi veli, âbid dünyada yoktur der. Şu âyetle cevap veririm: "... O halde sabret, sonuç (günahlardan kaçarak Allah'ın azabından) korunanlarındır." Sol cepheyi seçince dünyanın bütün güzelliğini ve şehvetlerini nazarıma verir, iştahımı kabartmaya çalışır. Hemen şu ferman-ı ilâhîyi hatırlatırım: "Artık, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir." Binaenaleyh şeytan hâib ve hâsir olarak geri döner."
Allah (cc), kendisine halife seçip dünyaya gönderdiği insanı çok çeşitli yollarla imtihana tabi tutmaktadır. Gayr-ı müslimler, inanmamakla daha yolun başında imtihanı kaybetmişler ve bu sebeple hem dünya hem de ukba saadetinden mahrum olmuşlardır. İman ettik diyenlerin durumu ise şu âyetle tavzih ediliyor: "Elif, laam, mim. İnsanlar, imtihandan geçirilmeden sadece "iman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi zannettiler? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğrulan ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır" (Ankebut, 1-3). Dolayısıyla imtihandan maksad, kimin elmas, kimin kömür, kimin insan kimin şeytan, kimin Ebubekir, kimin Ebucehil, kimin sadık kimin kazip olduğu ortaya çıksın diyedir.
Nitekim insanın imtihanı kaybetmesinin neredeyse tek sebebi olan Şeytan da, imtihan edilince, kaybetmişti. Büyük müfessir Elmalılı (v.1942) şu mülahazayı serdediyor: "Şeytanın ben ondan hayırlıyım. (Çünkü) beni ateşten yarattın onu ise çamurdan yarattın." sözü şunu tazammun eder: "Ateş ise çamurdan hayırlıdır. Hayırlıdan halkolunan da hayırlıdır. Binaenaleyh ateşten yaratılan ben, çamurdan yaratılan Adem'den hayırlıyım, bunun için secde etmiyorum." Demek oluyor ki, bu lahzaya, yani Adem'e secde emrinin vüruduna kadar Allah Teâlâ, İblisin hissiyatına dokunacak hiçbir emir ve teklif yapmamış, imtihan etmemiş idi. Onun o zamana kadar isyan etmemesi ve melekler içinde bulunması, vakıatın kendi arzu ve temayulatına muvafık cereyan etmesiyle de alâkadar bulunuyordu. Böyle bir halde olan taatın ise mücerred emir ve rızay-ı ilahiye inkiyaddan neşet ettiği tebeyyün edemezdi. Çünkü hem Allah'ın emrine hem de nefsin arzularına muvafık gelen hususlarda asıl nazar-ı itibara alınıp itaat edilen ma'bud, Allah mı, yoksa nefis mi bu taayyun ve tebeyyün edemez. Vaktaki Adem yaratılıp meleklerin ve o meyanda İblisin ona secde etmeleri emredilince, bu hepsi için imtihan olmuş, bu imtihan İblisin hissiyatına dokunmuş ve mahiyetini tezahür ettirmiştir" (1).
Meleklerin, Hz. Adem'e secdesi insanoğlunun eşref-i mahlukat olduğunu göstermeye yeterlidir. Allah (cc), insanoğlunu en güzel şekilde yaratıp takdir ettiği sureti vermiş ve ona melekleri secde ettirmekle şereflendirmiştir (Araf, 11). Bu mevkiye çıkarılan insanın Yaratandan başkasına boyun eğmesi ne büyük zillet, ne büyük nankörlük olacak ve ne büyük neticeyi verecektir. Bununla birlikte imtihanı da çok büyük olacaktır. Nitekim insan dört tarafı şeytanla kuşatılmış olduğu halde imtihan vermektedir. Diğer bir ifadeyle insan, şeytanla büyük bir savaş vermektedir. Öyle ise düşmanını alt edebilmek için onu iyi tanımalıdır.
ŞEYTANIN DÜŞÜNCE YAPISI
Nefsî arzularına aykırı emir verilince şeytanın ilk işi Hz. Adem'e secde etmekten kaçınmak oldu. Bununla düşmanın, nefsanî arzularına dokunan her şeye karşı çıkacağı anlaşılmaktadır.
"Seni secdeden alıkoyan nedir?" (Araf, 12) sorusuna, kibrini ortaya koyarak "ben daha hayırlıyım" (Araf, 12) cevabını vermiştir. Ancak bu düşüncesini ilmîlik perdesiyle gizleme yoluna giderek "çünkü beni ateşten yarattın onu da topraktan yarattın" (Araf, 12) demiştir. Binaenaleyh ilmîlik perdesi altında cahilliğin yapıldığının ilk örneğini şeytan vermiştir. Elmalılı mevzûyu şöyle aydınlatıyor. "...Bununla şeytan ve şeytani-yetin bütün mahiyetini anlamak mümkündür. Ezcümle, hayırdan imtina, haklı çıkmak için cehl ile ilmi, kizb ile sıdkı, ser ile hayrı, kibirle tevazuyu, aldanmakla aldatmayı karıştırıp hayırlı olmayı hayra mânî tutmak tenakuzunu ilmî bir hakikat ve mantıklı bir netice şeklinde tasvir etmek şeytanîliğin birinci sıfatıdır" (2).
Diğer bir husus: İnsanlığın düşmanı daima madde planında işleri düşünür, maddeyi tek kıstas seçer ve maddesiyle övünür. Nitekim şeytan da ateşi topraktan üstün tutarak hem onu, hem de toprak ve ateşi vareden Yüce Yaratıcı'ya karşı büyük bir ukalalık yapmıştır. Bundan anlaşılıyor ki, âlim geçinenlerin bir çoğunda görülen maddede boğulma, maddeyi aşamama düşünce tarzı, İblisin yolunu takip etmenin semeresidir.
Eğer kıyas yapmakla suçlanmasaydık toprağın ateşten üstün olduğunu söyleyecektik: Elmalılı, mutlak mahlukiyet itibariyle ikisinin eşit olacağını kaydettikten sonra şu mülahazayı serdeder: "Hele ahlâkî bir temsil ile bakıldığında ateşin hiffetine, hiddet ve şiddetine, telaş ve ızdırabına, meyl-i tekebbür ve iştihasına mukabil, toprağın vakar ve sekineti, sabr-u metanet ve sebatı, hilm, haya ve semahatı, kabiliyet-i istifa ve tehamül'ü ne kadar yüksektir" (3).
İblis bunda da hata etmiştir.
Kısacası, şeytanî düşünce kibir, ilmîlik perdesi altında cehalet, maddecilik ve muğalatadan ibaret bir kaostur.
İÇTEKİ DÜŞMANLAR
Şeytanlığın insanda mündemiç işbirlikçileri imtihanı zorlaştıran önemli hususlardan bir diğerini teşkil ederler. Tefsir tarihine silinmez harflerle ismini yazdıran er-Razî (606/1209) konuyla ilgili şu malumatı sunar: "Nefsin 19 kuvvesi vardır. Bunların bütünü insanı, bedenî ve maddî lezzetlere davet ederler. Bunlar, tatmak, görmek, koklamak, işitmek, dokunmak, hayal, vehim, hafıza, terkip gücü, şehvet, gazab, cazibe... ve diğerleridir. Bütün bunlara karşı bir tek kuvve olan akıl Allah'ın ibadetine ve mânevî saadete davet eder. Diğer taraftan, maddî lezzetlere çağıran bütün duygular insanın doğmasıyla âdeta kemâl derecesinde bulunurlarken, akıl ancak, yılların eğitimiyle olgunlaşabilmektedir. Bundan ötürü insanların bir çoğu maddî hayata mağlub olur ve şeytanın şu sözüne masadak olma bahtsızlığına duçar olurlar: "Sen onların çoğunu şükretmeyenlerden bulacaksın" (Araf, 17)(4).
DÖRT CEPHE
İlk insana mağlubiyetinin ızdırabı ve yerle bir edilen gururuyla şeytan, insanı mağlup etmek için şu tehdidi savuruyor: "Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak için) Senin doğru yolunun üstünde oturacağım. Sonra (onların) önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın" (Araf, 16-17).
Rehber-i Kül Efendimiz (sav) şeytanın sırat-ı müstakim üzerine pusu kurmasını, yıldız misâl ashabına şöyle izah eder: "Şüphesiz şeytan, insana karşı İslâm yolunun üzerinde oturur ve 'Sen âba ve ecdadının bunca yıllık dinlerini, sırf âdetlerini terkedip müslüman mı oluyorsun?' deyip mâni olmaya çalışır. Onu vazgeçiremeyince hicret yoluna pusu kurar: "Evini-barkını, bağını bahçeni, alıştığın diyarları bırakıp hicret mi ediyorsun ? Muhacirin ahırda bağlı at gibi olduğunu bilmiyor musun?" der ve geri çevirmeye çalışır. Başaramayınca cihad yoluna dikilir: "Bu yolda kanlar akar, mallar telef olur, çocuklar yetim kalır, hanımlar başkalarına gider" sözleriyle cepheye varmasına mâni olmaya çalışır. Ama bunu da başaramaz." Ve Efendiler Efendisi (sav) bu başarıyı gösterenlere şu müjdeyi verir: "Kim böyle yapar da ölür veya bir haşere ısırır da ölürse, Allah'ın onu affedip Cennetine koyması bir haktır." (5) Ve cepheler...
ÖN CEPHE:
"Sonra önlerinden sokulacağım" yani ölümden sonra dirilme, kıyamet, Cennet-Cehennem, hesap-mizan ve sıratı onlara inkar ettireceğim (6). Bunu yapamazsam, mânevî güzellik ve saadetler konusunda onlara tembellik aşılayacağım. Onlara kendi Peygamberlerini ve dâvâlarını inkar ettireceğim. Sâhir diyecekler, şair diyecek, evvelkilerin masalları diyecekler ve şaşırıp kalacaklar. Onları Allah hakkında şüphelere düşüreceğim. Allah'ı insanlara benzetecekler. Kimi, Allah altı günde kainatı yarattıktan sonra yoruldu ve haftanın yedinci günü dinlendi derken, kimisi ona çocuk isnad edecek. Kimisi melekler Allah'ın kızlarıdır diyecekler. Diğer bir kısmı Allah ile insanın güreş tuttuğu sapıklığını bile söyleyecekler. Bir başka taife ise Allah'ın tabiattaki her şeye hulul ettiğini iddia edip nefsine firavniyyet verecektir (7).
Ön cephenin bir manâsı da göz göre göre insanların dalâlete sürüklenmeleridir. Âdeta şeytan bütün şeytaniyetiyle ortaya çıkar ve bir taifeyi dalalet bataklığına götürür (8).
ARKA CEPHE:
"Ve arkalarından yanaşacağım" Yani dünyanın ve maddenin ezelî olduğunu, her şeyin dünya hayatıyla sınırlı bulunduğunu kafalarına sokacağım (15). Bunu yapamazsam dünyaya, cismaniyete, nefsanîliğe ait lezzetlere onları rağbet ettireceğim. Bütün çirkinlik ve meşakkatına rağmen onlara dünyayı süsleyip güzel göstereceğim. Geçmiş peygamberleri ve dâvalarını inkar ettireceğim (10). Hz. Musa'ya inananlar Hz. İsa'yı ve kainatın Efendisini, Hz. İsa'ya inananlar Levlâke sırrına mazhar Kâmet-i Bâlâyı inkar edecekler. Kimi Hz. Süleyman sadece bir kraldı derken kimisi Hz. Meryem'e dil uzatacak. Bir kısmı da hiçbir Peygamber tanımayacak başka kıbleler arayacaktır. Ayrıca onları Allah'ın zat ve sıfatları hakkında yanıltıp tecsime ve ta'tile düşüreceğim (11). Bir taife hayır ve şer ilahı diye dualizme düşerken kimisi teslisten dem vuracaktır. Arka cephenin bir ma'nâsı da, şeytanın çeşitli perdeler altında, hissettirmeden yanaşmasıdır. Pusuya yatar ve en ufak bir gaflet görünce de okunu fırlatıp saplar (12).
SAĞ CEPHE:
"Ve sağlarından yaklaşacağım" onları küfre kadar uzanacak bid'atlara boğacağım. Her kötülüğü din adına yapacak ve dinî vazifelerimizi yaptık diye aldanacaklar (13). Nafileyi, sünneti hatta farzı terkedenler, terki evla olan bir çok hususu dinî hayatın en vaz geçilmez düsturları olarak bilecekler. Dinin köküne kibrit suyu dökerken mücahid kesilecek ve kendileri gibi düşünmeyenleri dinsizlik, hıyanet, işbirlikçi diye reddedip suçlayacaklar. Kimisi dinî hayatı çok ulvî görmesine rağmen yaşayamayacağını, o işin seçkin insanların kârı olduğunu, kendisinin ise günahkâr ve geçmişi lekeli olduğunu söyleyip İslâm ve iman dairesinden kaçacak. Bilemeyecektir ki dinde herkes gücü nispetinde mükelleftir. Hepsini elde edemeyince hepsini terk etme bedbahtlığını gösterecektir.
Bir taife din adına dikenli kazanlara otururken bir taife de toplu intiharı dindarlık bilecekler. Kimisi ölüm orucunu tutarken kimisi hayvanî gıdayı kendine haram edecek. Bir taife ineğe taparken, bir taife maymunluğunu ilan edecek. Bazı nâdânlar da ibadet u taatın kifayetinden (14), verdikleri maddî yardım ve sadakaların bolluğundan, ve nafile ibadetlerinin çokluğundan dem vurup yine sağ cenahlarından zehirli oklar yiyecekler. Allah'ın büyüklüğü ve hadsiz nimetleri karşısında hiçbir ibadet u taatın yetmezliğini hesaba katmayacaklar.
SOL CEPHE:
"Ve sollarından yaklaşacağım" Yani nefsanî arzularına mağlup olup günahlara dalanlarla dalıp gidecekler (15).
Onları bataklıklardan kurtarmaya çalışanlarla alay edecekler: "Siz de yaşadığınızı mı iddia ediyorsunuz" deyip hayatlarından memnun olduklarını söyleyecekler. Meşru dairenin yetmezliğinden, dinde her şeyin yasak olduğundan, dinin halkı sömürmek için üst tabaka tarafından icad edildiğinden dem vuracaklar. Hürriyetin, hayvanlar gibi önlerine çıkan her kapıya başını vurup içeri girme olduğunu söyleyecek ve diğerlerinin haklarını çiğnemeyi hak elde etme gibi telakki edecekler. Bazan, henüz tamamiyle tefessüh etmemiş vicdanlarından yükselen iç isyanları ise uyuşturucu, unutturan eğlence ve yarışmalarla bastıracaklar. Ve her hâlukârda haklı olduklarını isbata çalışacaklar.
Evet, bu cephelerde cereyan eden düşünce akımlarını ve kullanılan silahların üstesini arttırmak mümkündür. Kısacası insan, şeytanî düşünceye mağlup olmamak için her ihtimali hesaba katmalıdır.
NÜKTELER VE KURTULUŞ YOLLARI
Şakik-i Belhî anlatıyor: "Her sabah dört cepheden şeytanın saldırısına uğrarım. Önden yaklaşınca, günahlarına aldırma, manâsına "Allah gafûr ve Rahimdir" der. Ona şu âyetle cevap veririm: "Ve Ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı elbette çok bağışlayıcıyımdır" (Tâhâ, 82). Arkadan yaklaşınca, çocuklarımın fakirliğin pençesine düşecekleriyle korkutur. Ona şu âyeti okurum: "Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın..." (Hûd. 6). Sağdan yaklaşınca, beni övmeye, yüceltmeye çalışır. Senin gibi veli, âbid dünyada yoktur der. Şu âyetle cevap veririm: "... O halde sabret, sonuç (günahlardan kaçarak Allah'ın azabından) korunanlarındır." (Hûd, 49). Sol cepheyi seçince dünyanın bütün güzelliğini ve şehvetlerini nazarıma verir, iştahımı kabartmaya çalışır. Hemen şu ferman-ı ilâhîyi hatırlatırım: "Artık, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir" (24). Binaenaleyh şeytan hâib ve hâsir olarak geri döner."
İblis dört cepheden yaratıkların en zayıfı olan insana saldırmaya azmedince, durumu müşahede eden melekler ciddi bir hüzne boğuldular. "Ey Rabbimiz, insan şeytanın elinden nasıl kurtulacak" endişesini izhar ettiler. Yüce Mevlâ şu cevabı verdi. 'İnsana iki açık kapı kaldı. Üst ve alt. Ellerini açıp, gözlerini dergahımıza dikerek yalvarınca veya huşu içinde en şerefli organını, yüzünü yerlere koyup secde edince onun yetmiş yıllık günahlarını affederim" (16). Demek ki duâ, tazarru, ibadet, mahviyet ve teslimiyetle şeytanîlikten ancak kurtulabiliriz. Bunlara sarılmayanların İblisin oltasına takılacakları kaçınılmazdır. Bundan ötürü Fahr-ı Kâinat Efendimiz bize şu duâyı öğretiyor: "Allah'ım, dinimde, dünya işlerimde, ailemde ve malımda Senden afv ve afiyet dilerim Allah'ım, görünmemesi gereken yerlerime kimseyi muttali kılma. Korkularımdan beni emin kıl. Beni, ön, arka, sağ, sol ve üst cephelerimden muhafaza et. Ayağımın kaydırılmasından ve yerlerin yarılıp içine düşmekten Sana sığınırım "(17).
NETİCE
İnsî şeytanların, cephe açma, tuzak ve oyun kurmada cinnî şeytanları geride bıraktığı günümüzde mü'min, teyakkuzda bulunmalı, ibadet ve duâ ile her cins şeytanın ve şeytanîliğin şerrinden Yüce dergaha ilticayı yegane yol bilmeli ve Eûzu'yu bütün esrarıyla dilinden düşürmemelidir.
DİPNOTLAR
- 1.Elmalılı,c.3,s.2131
- Elmalılı, c.3, s.2132
- ay.
- A'raf: 17; Mefâtîhu'l-Gayb. c.14 s.41. 10. A'raf: 16-17
- Musned'den naklen. İbn Kesir, c.2, S.204
- Nesefi, c.2. s.46.
- Ruhü'l-Maânî, c.8, s.95
- Kesşaf, c. c.2, s.55
- İbn Kesir, c.2, s.204
- Mefâtîhu'1-Gayb, c.14, s.41
- ay.
- Keşşaf, c.2, s.55
- İbn Kesir, c.2, s.205
- Mefâtîhu'1-Gayb, c.14, s.4215
- Ruhu'l-Maânî, c.8, s.96
- Ruhu'l-Maânî c.14, s.41
- İbn Mace, Duâ, 14: Ebu Davud, Edeb: 101; Müsned:c.2.s.52.